Şükrü Küçükşahin

Mumcu’dan, ’Karayılan savunma bakanı olur’ uyarısı

30 Ekim 2006
ANAVATAN Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, TBMM Büro Şefimiz Nuray Babacan’la birlikte yaptığımız bayram sohbetinde, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, başta türban, bazı konularda mağdur rolünü ne kadar sevdiğini sergilemeye çalıştı. Aynı Mumcu, DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ın yeni terörle mücadele önerisi üzerinde de önemli değerlendirmeler yaptı.

Ağar’ın açılımı yaptığı Güneydoğu gezisini izlemiş biri olarak özünde, iki siyasinin de farklı konuşmadıklarını düşünüyorum.

Mumcu, terörün ABD ve Irak elinde bir koza dönüşmesine itiraz edip ABD’nin tehlikeli bir oyun oynadığını söyledi.

Ağar’ın da bunu söylediğini anımsattığımda aynen şunu dedi: "Bunu ikna edici biçimde söylediğinde, sadece ikna olmam; bu, memnuniyet verici, işbirliğine, ayakta alkışlamaya hazır olduğum bir tavır olur."

ABD PLANI YÜRÜYOR

Bu sözlerden henüz ikna olmadığı anlaşılan Mumcu’nun gerekçeleri var.

Başbakan Erdoğan’ın, "Kürt sorunu" ve "demokratik cumhuriyet" tanımlamaları kullanması üzerine o günlerde kapsamlı analiz yaptığını anımsatan Mumcu devam etti:

"Sorun terör değil, bölücü harekettir. Bölücü hareket, yeni bir faza geçiyor, yeni siyasi hedefler kurguluyor. Türkiye’yi uluslararası arenada sıkıştıracak strateji uyguluyor. Türk siyasetçisi ile devletinin konuya terör odaklı ya da etnik sorun odaklı yaklaşımı son derece yanlıştır, dedim."

Sonuçta hata yapıldığını, olaya Amerikan yaklaşımı ile bakıldığını savunan Mumcu, bunu çarpıcı bir örnekle açıklıyor:

"PKK’nın silah bırakması, buna karşılık Türkiye’de PKK’nın lider kadrosunun siyaset yapabileceği, yani Murat Karayılan’ın Milli Savunma Bakanı olmasının mümkün olduğu bir düzenlemeye giderek terörsüz bir Türkiye tablosuna Türkiye razı edilmek isteniyor."

Mumcu, PKK’nın ateşkes ilanını, ABD’nin Irak’ta sıkışmasına bağlarken, Kürt devleti için PKK’nın silahsızlandırılıp, Kuzey Irak’tan çıkarılması gerektiğini anlatıyor ve "Peki bu silahlı adamlar nereye gidecek?" diye soruyor.

Yanıtı, "Türkiye’ye" diye veren Mumcu, bu kez "Nasıl?" diye soruyor.

Sonra da, "Silahlar bırakılacak, genel aftan yararlanılacak. Bazıları Mahmur Kampı’ndan, bazıları Avrupa üzerinden Türkiye’ye teslim edilecek; ama çıkarılan yasayla serbest bırakılacak, üst düzey yöneticilerin siyaset yapma hakları ellerinden alınmayacak" diyor.

AĞAR’IN YANLIŞI

İşte Mumcu, Ağar’ın bu noktada çıkışı ile hata yaptığını düşünüyor.

Hükümetin çizilen bu senaryoya uyduğunu savunan Mumcu, Ağar’ın da burada rol almak istemesini yadırgıyor.

Oysa Türkiye’nin kendi milli çıkarlarına uygun bir politika yürütmesi gerektiğini anlatan Mumcu, kategorik olarak ABD ile işbirliğine karşı olmadığını; ancak milli çıkarlarda ısrarı şart koşuyor.

Belirsizlik tablosu çizdiğini düşündüğü DYP’ye bu nedenle itiraz ediyor.

Mumcu’nun aynı noktadan DYP ve Ağar’a bir de içerlemesi var.

Ağar’ın, bu kadar yolsuzluğa bulaşmış, sokağa çıkamaması gereken bir iktidara ’destek veriyor’ görüntüsünden çok rahatsız oluyor.

Çünkü Mumcu, Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül ikilisi nedeniyle Türkiye’nin çok ağır bir siyasi bedel ödeyeceğine inanıyor.
Yazının Devamını Oku

AB çevrelerinde AKP giderse telaşı

26 Ekim 2006
LONDON International Network ve Demokrasi Vakfı’nca Brüksel’de gerçekleştirilen toplantılardaki izlenimlerimi bugün de aktarmaya devam edeceğim. İlk olarak Genişlemeden Sorumlu Oli Rehn’in, Türk İş’in davetlisi olarak Türkiye’ye yaptığı ziyaretin çok olumlu etki yaptığını söylemeliyim.

Geziden sonra Türkiye’de AB’yi isteyen geniş kesimler olduğunu; ancak bunların içeride bazı güçlükler yaşadığını anlayan Rehn, Türkiye’nin daha fazla desteklenmesi gerektiğini söylemeye başlamış.

Bu noktada Rehn’in, Ermeni yasası nedeniyle Fransa’ya kafa tutmasını anımsatan AB kurmayları bize, "Yoksa bir komiserin, güçlü bir AB ülkesine karşı sesini yükseltmesi bir ilktir. Rehn, risk aldı. Zaten Fransa da Rehn’e, ’Fazla ileri gittin’ uyarısı yaptı" dediler.

İNŞALLAH YİNE AKP

AB çevrelerinde muhalefete karşı şu nedenle olumsuz bir tutum oluşmuş:

"Eskiden her parti AB’ye destek verirdi; ama tablo artık böyle değil. Muhalefetteki partiler AB’ye karşı duruyor. Bu durum bizi telaşlandırdığı için ilerleme konusunda tereddüt yaşıyoruz. Oysa tüm politikacılarınızın uzlaşma içinde olması iyidir. Seçimde AKP kaybeder, koalisyon çıkarsa ne olur?"

Sorunun ardından, "İnşallah yine siz iktidar olursunuz" sözleri gelince görüşmedeki AKP’liler sessiz kalmayı yeğledi.

Bu noktada söz alıp, MHP’li bir koalisyonun yaptığı reformlara dikkat çekerek AB politikasının hükümet değil, devlet politikası olduğunu; muhalefetten bugün farklı sesler çıksa da iktidara geldiklerinde AB politikasından sapma yapamayacaklarını söyleme gereği duydum.

Ancak, AB çevrelerindeki bu yaklaşım iki yorumu akla getiriyor.

Birincisi; muhalefet, özellikle de daha çok eleştirilen CHP, kendisini AB çevrelerine daha fazla anlatmalı, her zemini bunun için kullanmalı.

İkincisi, AB çevreleri de artık "AKP kaybedebilir" diye düşünüyor.

AKP’nin, AB ve PKK konularında sürekli muhalefetten yakınması da Avrupalıların muhalefete bakışını etkilemiş görünüyor.

Öte yandan, bu politikanın güçlü bir iktidar partisi için inandırıcılığını ne kadar daha sürdüreceği tartışmalı bir durum yaratıyor.

MÜZAKERELER DURMAZ

Görüşme trafiği ile ilgili diğer izlenimlerim de satır başlarıyla şöyle:

Yüzde 10’luk seçim barajını soran var; ama eleştiren yok.

AB Komisyonu, Türkiye’deki her gelişmeye, günüyle, konularıyla, boyutuyla, kişileriyle çok hakim; yani belleği çok iyi durumda.

"Burada sizi istemeyenler olduğunu düşünmekten çok, almak isteyenlerin bulunduğu gerçeğine inanın" diyenler çoğunlukta.

İlerleme raporunda, limanların Rum kesimine açılmasının Gümrük Birliği’nin gereği olduğu söylenecek; ama müzakere askıya alınmayacak.

Çünkü, diğer üyeler Rum blokajından yaka silker duruma gelmiş.

Türkiye, ’çözümcü taraf’ imajını kazanıp psikolojik savaşta öne geçmiş.

Bundan güç alan Türkiye, bazı fasılların dondurulmasına bile, diğerlerinin açılmasına da engel olur diye karşı duruyor.

Türkiye’nin tarama sürecini çok başarıyla atlattığı kabul ediliyor.

Türkiye de bu noktada "Bakın işin içinde politika olmayınca süreç iyi gidiyor. Fasılların açılıp kapanmasında da bunu yapın" deme hakkı bulmuş.

Anladığım, Brüksel’de ’Müzakereler durur’, ’Tren kazası olur’ diyen yok.
Yazının Devamını Oku

Three-o-one

23 Ekim 2006
LONDON International Network (LINKS) ve Demokrasi Vakfı’nın birlikte düzenlediği etkinlikler nedeniyle, iki gün süreyle Brüksel’de, Türkiye-AB ilişkilerinin değerlendirildiği toplantılara katıldım. TBMM AB Uyum Komisyonu’nun sivil toplum örgütleriyle işbirliğinin ilk örneğini oluşturan bu etkinliklerde komisyonu, AKP Aksaray Milletvekili Ali Rıza Alaboyun ile Batman Milletvekili Afif Demirkıran temsil etti.

İki buçuk günlük temaslarda, Avrupa Parlamentosu Türkiye Karma Komisyonu Eşbaşkanı Jan Joost Lagendijk’ten, Genişlemeden Sorumlu Oli Rehn’in Yardımcısı Christophe Flori’ye, Türkiye ve AB bağlantılı çeşitli düşünce kuruluşları ve kişilerden TÜSİAD Temsilcisi Bahadır Kaleağası’na kadar pek çok kişi ve kuruluşla görüşmeler yaptık.

Ben iki günlük izlenimlerimi, ağırlıklı olarak da "Oradan Türkiye’ye nasıl bakılıyor" sorusunu yanıtlayacak şekilde aktarmak istiyorum.

301 DÜZENLENECEK

Katıldığımız toplantılarda, görüştüğümüz her kişi, Türkiye deyince ağzını, "Three, o, one" diye açtı; yani TCK’nın ünlü 301’inci maddesi.

Maddenin aydınlar üzerinde baskı unsuru olduğunu, bunun da AB kriterlerine uymadığını söyleyen her Avrupalı, "Eğer, en kısa zamanda madde ile ilgili bir düzenleme yaparsanız, büyük jest olur" görüşünde.

Önümüzdeki günler neyi gösterecek bilemem; ama iki AKP milletvekili, maddede netleştirmeye gidilmesi gerektiğini kabul ettiler.

Hatta, düzenlemeye sıcak bakmayan Adalet Bakanı Cemil Çiçek başta olmak üzere pek çok AKP’lide yumuşama gördüklerini de aktararak, "Bir düzenleme yapılacak sanıyoruz" dediler.

Kıbrıs’ın hálá en önemli engel olarak nitelendiğini anımsatmaya gerek yok.

Ama, ilginçtir Türkiye’deki milliyetçi dalga da en az bu kadar etkili.

"Şikáyet etmek yerine, çalışmaya başlamış makineye, yağı, enerjiyi ve hammaddeyi verin yeter" önerisi yapan bu Avrupalılar şöyle konuştular:

"Kimse çalışan makineyi durdurmaz; çünkü ürün makinenin ortasında kalır, makine de bozulur. Siz İspanya’nın yaptığı gibi sadece çalışın, onlar gibi AB fonlarını son kuruşuna kadar kullanın. Kazanan siz olursunuz. Bunun yerine milliyetçi dalgaya kapılırsanız, burada da milliyetçi karşılık verecek Fransa, Avusturya, Yunanistan, Hollanda gibi ülkeler çıkar. Kaybeden Türkiye olur. Unutmayın ki siz bir tarafsınız; ama karşınızda 25 taraf var."

SOYKIRIM YASASI TERS TEPMİŞ

Başmüzakereci Ali Babacan da dahil yapılan, "Şöyle şöyle yaparsanız medeniyetler çatışması çıkar; bu iş biter" tarzı konuşmaların hiçbir etki yapmadığını anlatan muhataplarımıza göre bu tarz, tehdit gibi görülüyor.

Türkiye’nin Avrupa’da halkla ilişkilere çok önem vermesini, halkların kalplerinin kazanılmasını da öneren muhataplar, entelektüeller düzeyinde karşılıklı gidiş gelişlerin artırılmasında yarar görüyor.

İlginç bir nokta, Fransız Meclisi’nin Ermeni soykırımı iddiasıyla ilgili yasayı kabul etmesi, Brüksel’de Türkiye’nin lehine gelişmiş.

Yasanın haklılığını savunan tek kişi çıkmadığı için, Türkiye’nin mağdur edildiği, aptalca bir iş yapılarak AB kriterlerinin çiğnendiği düşünülüyor.

Muhalefet partilerine bakış başta olmak üzere başkaca değerlendirme ve tespitler de yapıldı; ama onlar bir sonraki yazımızın konusu olacak.
Yazının Devamını Oku

Bu musibet uyarıcı olacak mı?

19 Ekim 2006
KORUMA skandalı nedeniyle yaşadığı sıkıntı ve geçirdiği rahatsızlıktan dolayı Başbakan Erdoğan’a geçmiş olsun diyorum. Dilerim bu musibet, Başbakan için uyarıcı bir etki yaratır.

Yoksa iş işten geçince ne yararı olur, ne de giden geri gelir.

O nedenle Erdoğan’ın, şehit ailelerinden özür dilemesinin oluşan yarayı tedavi edeceğini düşünmüyorum.

Çünkü özür, AKP’nin oylarının bu nedenle düştüğünün ortaya çıkmasından sonra değil, öncesinde yapılmalıydı.

Hazır Başbakan dinlenmeye fırsat bulmuşken, başka gerçekleri de düşünür diye bir iki anımsatmada bulunmak istiyorum bugün.

KORUMA MÜDÜRÜ GİDECEK Mİ?

Koruma skandalı, devlet ciddiyeti bakımından da küçük düşürücü.

Başbakan hemen, "Bana yakın ya; yeter" demekten vazgeçip koruma müdürü ile şoförünü bir an önce işten el çektirmeli.

Çünkü, Ordu’da fındık protestocularını dağıtmadığı, Söğüt’te kendisine karşı yapılan eylemleri önleyemediği için emniyet müdürlerini görevden aldıran bir Başbakan’dan beklenen budur.

Bu da yetmez, Başbakan yeğenini koruma grubundan çıkarmalı.

Uzun yıllar Başbakanlık muhabirliği yaptım; bu nedenle Başbakanlık korumalarıyla yakın çalışma içinde oldum.

Başbakan’ın bu kadar yakını olan birisinin korumalar arasında yer alması, işin iyi yapılmasının önünde engeldir.

Ayrıca, Başbakan, "İlla benim yakınlarım burada olsun" ısrarını sürdürürse ya korktuğu bir şey var, ya da bilinmesini istemedikleri var, anlayışı dillendirilmeye başlanır.

ALİ DİBO’DA YANLIŞ BİLGİ

Ali Dibo konusunu Türkiye’nin gündemine taşımış yazar olarak, Başbakan bu konuya da biraz farklı bakabilmeli, diyorum.

Başbakan, Uğur Dündar’la yaptığı röportajda, Ali Dibo’ya konu olan AKP’lilerin daha önce de devletle iş yaptıklarını, 10-15 milyarlık küçük ihaleler aldıklarını belirterek, bunu gündeme getirmeyi çok çirkin bulduğunu söyledi.

Burada bir kalemde altı yanlışlık buluyorum.

Birinci yanlış, Ali Dibo gerçeğini, Başbakan’ın AKP’li il başkanlarına, "Ya iş ya ticaret yapın" dediği toplantının ardından ve bu sözlerine dayanarak gündeme getirdim.

İkincisi, bu ihaleleri kazanan AKP’lilerin önemli bölümü devletle ilk kez ihale işine giriyor ya da alan genişletiyor.

Üçüncüsü, ihalelerin küçüklüğü Kamu İhale Kurumu (KİK) denetiminden kaçmak için miktar bölmekten kaynaklanıyor.

Bu nedenle alınan ihaleler esasında 10-15 milyarla sınırlı değil, küçük küçük; ama toplamda trilyonları bulabilmekte.

Dördüncüsü, Başbakan, kendisine doğru bilgi ulaşmadığından AKP’lilerin uygun fiyat verdikleri için tercih edildiğini söylüyor, oysa aksi örnekler çok fazla.

Beşincisi, Başbakan’ın Ali Dibo soruşturması için gönderdiği AKP müfettişleri, iddia sahipleriyle hiç konuşmadı.

Altıncısı da Ali Dibo’larla ilgili KİK incelemesi daha sonuçlanmadı, o nedenle dilerim Başbakan mahcup olmaz.

Bu arada Başbakan’ın yolsuzluk nedeniyle partiden atıldığını söylediği kaç kişi var? Ve isimleri açıklanabilir mi acaba?
Yazının Devamını Oku

DYP’de 1971 beklentisi

16 Ekim 2006
DYP lideri Mehmet Ağar’la birlikte Almanya’dayız. Gezide amaç başkaydı; ama Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Milliyet’e yaptığı açıklama gündeme damga vurdu.

Böyle olunca, Güneydoğu gezisinde, dağda elde silah dolaşanın ovada siyaset yapmasını öneren Ağar’a Orgeneral Büyükanıt’ın verdiği yanıtın DYP’deki yankısını aktarmak şart oldu.

Önce, yanıtın DYP’de kırgınlık yarattığını söylemeli.

DYP yönetiminde, "Paşa söylediklerimizi iyi okumamış. Eğer okusaydı, hükümetin askeri de dışlayan PKK ile giriştiği bir oyunu bozduğumuzu görürdü. Paşa görmese bile karargáh bunu nasıl anlamadı?" sitemi var.

İkinci olarak demecin çıktığı günün ilk saatlerindeki yaklaşımın akşama doğru biraz farklılaştığını belirtmeli.

ECEVİT’İN ÇIKIŞI

Sanıyorum yapılan ilk değerlendirmelerin ardından, geri adım atılmaması, aksine çıkış yapılması benimsendi.

Bu nedenle ki Ağar, ilk sohbetimizde konuyu çok yumuşak sözlerle değerlendirirken, Almanya’ya indiğinde, "Benim adım Mehmet Ağar; yediğim pekmez, gittiğim Antep" deme gereği duydu.

Peki, ne olmuştu bu arada?

Uçağa binmeden önce bir DYP’ li, "1971’e benzemesin" dedi.

Araştırınca bunun, 12 Mart’a karşı çıkan Bülent Ecevit’in ilk seçimdeki başarısına atıf olduğu resmi netleşti.

Tabii 35 yıl öncenin şartları ile bugünün şartları arasında çok büyük farklılıklar var; ama DYP yönetimi, "Madem bu tartışmayı Paşa başlattı, geri adım yok" noktasına gelmiş durumda. Bundan partinin yara almaması, hatta bunun oy tabanında yeni bir kazanıma yol açmasının arayışları başlatılmış görünüyor.

Bir parti için bundan daha doğal bir şey olamaz; ama DYP yönetiminde askerle ilişki konusunda bir bütünlük yok gibi.

Bir kısmı, askerin siyasete karışmaması anlamında bu çıkışın sürdürülmesini isterken, bazıları, tartışmanın PKK noktasında olmasından şikáyetçi; onlar "din ve vicdan özgürlüğü’ temelinde bir karşı duruştan yana.

KAKAFONİYE TIK YOK AMA

Bu ayrılığa karşın DYP yönetiminde, "Paşa’nın irtica uyarısına kakafoni diye bakan ABD elçisine tık yok, PKK ile hiçbir şekilde yan yana konamayacak bir lidere böylesi siyasi yanıt verilmesi büyük haksızlık" değerlendirmesi ortak nokta.

Bu nedenle Org. Büyükanıt’ın sözleri ve Ağar’ın yanıtının DYP’ye kazanım olacağını savunanlar hiç de az değil.

DYP’nin bu şekilde de olsa gündemde olması da başka bir nokta.

Ancak, yakın tarihimize baktığımızda merkez sağ partilerle asker arasındaki tartışmaların sonuçları ortada.

ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın her demokratik talebi askerin sert tepkisini aldı; ama AKP iktidarı çok daha ileri adımlar attı.

28 Şubat bin yıl sürecek denilirken, AKP iktidar oldu.

Askerin bunu görmesi gerekir; ama DYP’nin de başında ’Türk’ yazan TSK ile çatışmayı sürdürme görüntüsünden uzaklaşması gerekir. Askerle çatışma radikal partilere kazanım olabilir; ama merkez sağ için durum aynı değil.

Bir yerden kazanılan başka yerden fazlası ile gidebilir.
Yazının Devamını Oku

Cidden, ciddiyet biraz

12 Ekim 2006
DPT Müsteşarlığı’nın, Deriner Barajı için keşif artışı isteyen DSİ Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği yazıyla ilgili DSİ’den bir açıklama geldi. Basın Müşavirliği’nce gönderilen yazı, DPT Müsteşarı Ahmet Tıktık’ın, DSİ’ye "Biraz ciddi olun" derken çok mütevazı davrandığını ortaya koydu.

Gönderilen bir sayfalık yazının neredeyse tamamı DSİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu’nun ne kadar ’büyük’ hizmetler yaptığına ayrılmış.

Yazının Deriner Barajı ile ilgili tek paragrafında ise 28 Aralık 2005 günü Ahmet Tıktık başkanlığında yapılan kurumlar arası toplantıda işin aynı müteahhitçe sürdürülmesi kararı verildiği belirtiliyor.

Ne benim, ne de Tıktık’ın yazısında yeni bir müteahhitten söz edilmedi.

Bu bir kenara, madem o toplantıda uzlaşma oldu; peki, Tıktık 4 ay sonra, 26 Nisan 2006 günlü, o ağır ifadelerle dolu yazıyı Eroğlu’na niye gönderdi?

Cidden, bu kurumun biraz ciddiyetle yönetilmeye ihtiyacı var.

KENDİNİ İHBAR EDEN BÜROKRAT

Doğrusu, AKP iktidarında bürokratların bazı işlerine zaten akıl ermiyor.

Okurlarım anımsayacaktır, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ahmet Kara’yı da birkaç kez konuk etmiştim.

TRT Genel Müdür adaylarından biri de olan Kara, bakanlıktan ayrılıp Mülkiye Başmüfettişliği’ne keskin ve kesin bir dönüş yaptı.

Bakanlık internet sitesine Fazilet Partisi’nce verilen teşekkürnamesini koyarak bürokrasi tarihinin bir ilkine imza atan Kara’nın beş ayrı kuruluştan yönetim kurulu huzur hakkı alması da bir başka rekordu.

Biz bunları yazarken, her makamda beraberinde götürdüğü, en güvendiği arkadaşı Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, arkadaşını sonuna kadar savundu.

Hani Karadenizli’nin dediği gibi: "Hastayum dedum da inanmadin; ne oldi?"

Ben söyleyeyim ne olduğunu.

Ahmet Kara, gitti, kendisini Çankaya Vergi Dairesi’ne ihbar etti.

İhbarın konusu, yazdığım gün, itiraz ettiği fazla aldığı huzur hakları.

Üstelik o gün, "Bakanlığa bağlı iki kurumdan huzur hakkı alıyorum" deyip beni tekzip eden Kara, gerçeği gizleyememiş; üçüncü kurumu da itiraf etmiş.

Yürürlükteki tebliğler bir bürokrata en fazla bin 200 YTL huzur hakkı tanıdığı için Kara, vergi dairesinden eski bakanlığına bağlı kurumlar olan TURAŞ, UKTAŞ ve OTEM’den aldığı 17 bin 200 YTL, Sümer Holding’den gelen 13 bin 600 YTL ve Kamu-İş’ten kazandığı 16 bin 600 YTL’nin vergilerinin tahsilini istiyor.

CİDDİYET GİBİ MÜTEVAZILIK YOK

Bazı AKP’liler sık sık önceki dönemden beri görevde kalan bazı bürokratların aylık kazancını ortaya dökerler ya, peki Kara’nın onlardan farkı ne?

Üstelik burada mütevazılık bile söz konusu değil.

Kamudan bu kadar gelir elde eden Kara, Sümer Holding’in iadesini istediği 3 bin YTL’yi ödemediği için bu kurumca icraya verildi.

Kurumdan ayrıldığı halde kullandığı lojmanın, telefon parasının ve elektrik-su giderlerinin iadesi isteyen kuruma direnen Kara, şimdi çok sevdiği en eski kurumuna geri döndü; amacı da vali olmak.

TRT Genel Müdürü olmayı valilikten de çok istiyor gibi, ama olsun.

TRT’nin adayları açıklandı. Kara yok; o nedenle valilik için bol şans.

Ancak Kara’nın arkasında eskisi kadar "Koç gibi" duracak AKP’li çıkar mı bilemem.
Yazının Devamını Oku

Ağar’ın ayıp gördüğü şey

9 Ekim 2006
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, nisan ayında Van’a gittiğimizde "Dağlarında silah sesi değil kuş sesi duyulsun" demişti. Şimdi de Güneydoğu’da; Diyarbakır, Mardin ve Şanlıurfa’dayız. Ağar söylemini burada bir adım ileri götürerek, "Dağda elde silah dolaşacağına, ovada siyaset yapın" çağrısında bulunuyor. 

Dağdan inme olasılığına sıcak bakan, "Yumuşama korunsun" diyen Ağar, "İnmek mi istiyorlar" sorusuna şu yanıtı veriyor:

"Benim bir tahminim yok; ama sivil toplum kuruluşlarına (STK) ’inmek istiyoruz’ talebi geliyor. STK’lardan da bu yönde baskı yapılmış. Çünkü özellikle Diyarbakır olayları sonrasında en çok onların işleri, huzurları bozulmuş."

SÜRE GEÇİŞTİRME

Ağar,
Türkiye’de pek çok eşkıya olayı yaşandığını, eşkıyanın eninde sonunda şehre inmek istediğini düşünüyor.

Bugün dağda olanın da orada ölmek istemediğini söyleyen Ağar, affa olumsuz yaklaşmıyor; ama toplumsal iklimi şart koşuyor.

Konuyla ilgili hükümetin bir tespit ve çözümünün olmamasını en büyük sorun olarak gören Ağar, bir kuşkusunu dile getiriyor.

Hükümetin işi ABD ve Irak’a havale etmesinin ciddi tehlike içerdiğini, bunun Türkiye’nin inisiyatifini ortadan kaldıracağını söyleyen Ağar, şöyle bir vurgu yapıyor:

"Hükümet Talabani’ye ateş püskürüyor; ama Talabani’nin Ankara temsilcisi PKK ile görüşmeyi hükümetin istediğini söylüyor. Açık söylüyorum, hani Cumhurbaşkanı seçilene kadar sessizlik olsun, zaman geçsin, deniyorsa bu ayıptır, tehlikelidir. Türkiye, ben yukarı çıkayım da sonrası önemli değil kurnazlığını kaldıramaz."

KONDİSYONU BİTMİŞ HÜKÜMET

Gezide, DYP lideri ile sadece terör konusunu konuşmadık; Güneydoğu’da moralini iyileştiren bir manzara gördüğü için her konuda rahat ve kendine güvenli konuşuyor.

Diyarbakır’da iftar yemeğinde salon tıka basa doluydu.

Ama, Ağar’ı daha da keyiflendiren bir olay yaşandı.

Ağar, hükümetin, kendi gezisini gölgede bırakmak için Tarım Bakanı ve Diyarbakır Milletvekili Mehdi Eker’e iftar verdirdiğini anlatırken gülüyor.

Gülmesinin nedeni ise "Ama masalar boş kalmış. STK önderleri de oraya değil, bizim iftara gelmiş" dediğinde anlıyoruz.

Ağar’ın söylediklerini Doğan Haber Ajansı Diyarbakır temsilciliği de doğruluyor.

DHA muhabirleri, "Bakan konuşmaya başladığında salondan ayrılan önemli bir grup da var" bilgisini de eklediler. Ağar’ın bu havasından yola çıkarak bir gözlemimi aktarayım.

Anadolu’da partisine yönelik ilginin arttığını gördükçe Ağar, merkez sağdaki bütünleşme konusuna daha az ilgi gösteriyor. "Bana gelsinler" anlayışını daha çok öne çıkarıyor.

Çünkü, kondisyonu bitmiş diye gördüğü AKP’nin gitmekte, kendilerinin gelmekte olduğuna inanmaya başlamış.

Bu nedenle de bazılarına, "Bırakın AKP’yi sandıkta hallederiz. Onların bitmiş değirmenlerine su taşımayın" çağrısı yapıyor.
Yazının Devamını Oku

Daha ciddi olun Veysel Bey

5 Ekim 2006
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın, belediye başkanlığı döneminden beri en yakın bürokratlarından biri olan DSİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu’nun bürokratik geleneğe uymadığına inandığım bazı uygulamalarını birkaç kez bu köşeden dile getirdim. O nedenle DPT Müsteşarlığı’nın Deriner Barajı ile ilgili iki yazısını görünce hiç şaşırmadım; ancak Müsteşar Ahmet Tıktık ile Müsteşar Yardımcısı Halil İbrahim Akça’nın yazıları bende yine de, "Eroğlu’na düşen istifadır. Ama bunu yapmayacağına göre bu iki bürokrat için en azından hakaret davası açar" düşüncesi yaratmadı değil.

Yanlış mı düşünüyorum, Akça imzalı 5 Aralık 2005 gün ve B.02.1.DPT.0.08.03-464/5695 sayılı yazı ile bu yazıya ciddi bir yanıt alınamayınca Tıktık’ın bizzat devreye girdiği 26 Nisan 2006 gün ve B.02.1.DPT.0.08.03/103/1532 sayılı yazısına bakarak kararı siz verin.

SÖZLEŞME SONA ERDİRİLMELİ

İlk alıntı DSİ’nin yeni bir keşif artışı talebine Akça’nın yanıtından:

"1997 yılında 711.4 milyon dolarla ihale edilen projenin bedeli, iş kapsamında hiçbir değişiklik olmadığı halde keşif artışlarıyla 2 milyar 20 milyon dolara ulaşmıştır. Ancak önümüzdeki yıllarda daha da artış göstereceği kesindir. Bu durum, DSİ’ce gerçekleştirilen proje ve keşif değerlerinin güvenilir karar aşamasında kullanılabilir olmadığını göstermektedir.

- Keşif artışları hatalı değilse, kati proje ve ilk keşif safhalarında çok ciddi hatalar yapıldığını gösterir, bu da sorgulanmayı gerekli kılmakta.

- 2004’te bağıtlanan bir yol işinin 1995 ve 1997 yılı birim fiyatlarıyla bağlanıp, bugüne eskale edilmesinin neden ve amacını tespit mümkün değil.

- Artışlar nedeniyle üretim maliyeti 8.3 sente ulaşmaktadır. Mevcut yaklaşımla projenin 2009’da tamamlanmayacağı görülmektedir. Böylece gelinen ve sunulan maliyetlerle projenin ekonomisi tartışılır bir hale gelmiştir.

- Etüt ve kati sunuş aşamasından başlamak üzere projenin tüm safhalarının ciddi bir inceleme ve soruşturmaya tabi tutulmasında yarar görülmektedir.

- Aynı şekilde DSİ ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından yaptırılmış çalışmaların ciddi bir bakış içinde yeniden ele alınmasında zaruret vardır.

- Sözleşmenin sona erdirilip anahtar teslim fiyata bağlanması gerekir."


DSİ’Yİ YERDEN YERE VURDU

Müsteşar Tıktık’ın yazısından yaptığım az sayıdaki alıntı da şöyle:

"Gönderilen yazılar arasında metinle ilgisiz iki çizim de var.

- DSİ’nin yazılarındaki ekonomik analiz yaklaşımı yetersizdir.

- İşin ilginci, geçmiş yıllara ait kesin olması gereken yatırım ve kredi kullanım değerlerinin dahi her iki yazıda ciddi farklılık göstermesidir.

- Sonuç olarak; DSİ’nin yazısında yer alan hesaplamalar doğru yapılmamış, müsteşarlığımızca sorgulanan ciddi hiçbir konuda yeterli bir açıklamada bulunulmamıştır. Genel Müdürlükçe daha ciddi ve detaylı çalışmalarla, gündeme getirilen tüm tereddütlü konulara açıklama getirilmesi, projenin her safhasının ciddi bir soruşturmaya tabi tutulması, yapılan hataların tekrarlanmaması, yeni hata olmaması için hayati önemdedir.

- Sorunun üst düzeyde çözümü için anlamlı ve uygulanabilir öneriler hazırlanıp sunulmasında büyük yarar ve zaruret görülmektedir."

Acaba, Tıktık da mı Başbakan’ın bürokratik atamaları savunurken kullandığı, "İşi ehline verdik" sözüne kuşkulu bakmaya başladı?
Yazının Devamını Oku