4 Ekim 2007
DIŞ Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, geçen dönemin aksine, bu dönem iç siyasetle de ilişkisini biraz daha sıcak tutacak gibi. Dünkü sohbetimiz bunun işaretlerini verdi; ama yine dış ticaret söylemiyle.
AKP’nin milliyetçi/liberal kimlikli isimlerinden olan Tüzmen, "Türkiye, Malezya olur mu, toplumda din kuralları egemen kılınır mı?" tartışmasına da ticaret ve tarih temelinde yaklaştı.
"Bin yıl önce Doğu’dan Batı’ya göçmüşüz; Cumhuriyet’le Batı’ya yönelmişiz; şimdi de AB ile nişan yapmış, nikáh tarihini bekliyoruz. Böyle bir ülke Doğu’ya, geriye dönebilir mi?"
Bu sözlerin sahibi Tüzmen, şu soruyu da yöneltiyor:
"Hangi yöremize bakarsanız bakın, halk oyunlarını kız erkek birlikte, el ele oynar. Binlerce yıllık bu gelenek mi değiştirilecek?"
İTALYA’YA BENZERİZ
Tüzmen, İtalya ile Türkiye arasında din dışında çok benzerlik görüyor.
Kuzey-Güney gelişmişlik farkı, sektörel gelişmeler, insan gücü ve anlayışı, ihracat kompozisyonu...
"Katı Katolik bir ülke bugün laik, Avrupa’nın en modern ülkesi. Peki nasıl oldu, kişi başına düşen ulusal gelirin artırılmasıyla."
İki ülke arasında din temelinde de bir benzerlik görüyor:
"İtalya’da, gelişmiş kuzeye doğru gidildikçe dini motifler liberalleşir. Bizde de batıya gittikçe öyle değil mi? En modern İslam’ın Türkiye’de yaşanıyor olmasının başka nedeni var mı?"
Türkiye’nin, mukayese edildiği İslam ülkeleriyle ciddi farklılıklar taşıdığını, petrol veya doğalgazla değil, alın teriyle geliştiğini anlatan Tüzmen, "Cumhuriyet’i tırnaklarımızla, söke söke kurup bugüne getirmek buna örnek" dedi.
Demokratikleşmenin Türk insanıyla, sivil toplum örgütlerinin damarlarına işlediğini savunan Tüzmen, şu yorumu yaptı:
"O ülkelerde bu iş köpüklüydü. 30 yıl aynı yönetim sürdü. Bizde öyle mi oldu? O nedenle ülkemizi benzeteceksek İtalya’ya benzetelim; bunu başarabiliriz de."
KALABALIKTA EŞEK KUYRUĞU KESİLMEZ
"Biz de buradayız, siz de; göreceksiniz, Türkiye, rejimine sahip çıkacaktır. Korkusu olanlar Türkiye’yi biraz daha iyi tanısınlar. Türk insanı, din de dahil, hiçbir zorlamaya gelmez" derken de iddialıydı.
Ya zorlama yaşanırsa; Tüzmen’in buna yanıtı net oldu:
"Sinsi bir tehdit olursa, bunu yapanların kafasını koparırız."
Tüzmen’e göre, Türkiye, nefesini AB’ye tam üyelik ve işsizlik sorununu çözmek için harcamalı, bu nedenle de özgürlükçü bir anayasa çok gerekli.
"Yaptığımız da budur. Kalabalıkta eşek kuyruğu kesilmez; kısa diyen de, uzun diyen de çıkar. Ama bunu yapmalıyız, başarmalıyız" derken inançlıydı.
Tüzmen, hükümetin AB hedefine ulaşma kararlılığını önümüzdeki süreçte daha iyi göstereceğinden emin ve bunu güçlendirmek için şu çağrıyı yapıyor:
"Bugün ihracatta Avrupa’nın ilk 11’ine giren bir Türkiye var. Tereddüt yok; kimse buradan geri dönüşü beklemesin. Buna rağmen hálá birilerinin korkuları varsa, onlara tavsiyem; hükümeti, AB hedefi konusunda izlemeye almalarıdır."
Yazının Devamını Oku 1 Ekim 2007
"TÜRKİYE Malezya olur mu?" tartışmalarına kabinenin tek kadın bakanı Nimet Çubukçu’nun nasıl baktığını geçen pazartesi aktarmıştım. Çubukçu’dan sonra AKP Kadın Kolları Başkanı Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin’le de görüştüm.
TBMM Büro Şefimiz Nuray Babacan’la beraber makamında ziyaret ettiğim Şahin, bizi yürütme kurulu toplantısı ardından, 12 üyeyle beraber ağırladı.
Dördü türbanlı, tümü orta yaş altı denebilecek yürütme kurulu üyeleri, konuşmaya çok rahatlıkla katkı yaptı, görüş açıkladı, karşı soru yöneltti.
Üyeler, görüş açıklarken ne Şahin’in gözüne baktılar, ne de izin aldılar.
MERAL TAMER’E EMPATİ
Şahin, bize ikram sorusu yöneltince, "Oruçsunuzdur" deme gereği duyduk.
Israr üzerine çay söyledik; ama aklıma, bazı bakanların başkanlığında saatler süren toplantılarda, oruç tutmayanlar olduğu halde, ikram sorusunun hiç yöneltilmediği gelince bunu anlatıp teşekkür ettim.
O an türbanlı bir üyeden ilginç bir karşılık aldım: "Asıl mahalle baskısı, size bu soruyu sormamaktır."
Şahin, söze, "Bizim toplantı gündeminde Malezya tartışması da vardı" diye başladı ve konuyu kendiliğinden gündeme aldıklarını söyledi.
"Neden?" sorusuna, "Toplumda konuşuluyor, uzak duramazdık" yanıtını verdi.
Şahin, Türkiye-Malezya benzetmesine akıl sır erdiremese de, "Ama biz durumu anlamaya çalışıyoruz. Meral Tamer’in korkusu için empati yapıyoruz. Bunu gidermek için ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Akıl verecek, yol gösterecek herkesle konuşmaya hazırız. Konuşursak sorun kalmaz, birbirimizi anlarız. Konuşmazsak sorun olur" demekten de çekinmedi.
Amacım, ikisi arasında kıyas yapmak değil; ama empatide Şahin, korkunun yersizliğine değinmekle yetinen Çubukçu’dan farklı bir iz bıraktı.
OTOMOBİLDEKİ KÖTÜBAKIŞ
Şahin, 5.5 yılda baskı bir yana, kadının alan ve özgürlüğünü genişleten düzenlemeler yaptıklarını anlatırken, bazı partililerin eylem ve söylemlerine açık karşı çıkmamanın bir eksiklik olduğunu da rahatlıkla söyledi.
Sonra, "Bilin ki kamuoyu gündemine gelen bu tür konuları konuşuyor; eleştiri, özeleştiri yapıyoruz" bilgisini verip devam etti:
"Örneğin Sayın Başbakan, tartışılan bazı kitaplar için belediye başkanlarını, ’İşinize bakın, ramazanda böyle konulara girmeyin. Diyanet’in yaptıklarıyla sınırlı kalın’ diye uyardı. Tabii ki bizim de kendimizi düzeltmemiz gereken yanlar var."
Üniversitede türban yasağına tepkileri malum olan Şahin ve arkadaşları, "Asıl okula gidemeyen kadın baskı altında kalır" dediler.
Ama başörtülü üyeler başka sıkıntılarını da aktardılar: "Biz İran’a, Malezya’ya değil Avrupa’ya bakıyoruz. Gideceksek oraya gitmek isteriz. Araba kullanırken bile kötü bakışlara maruz kalıyoruz. Bu farklı bakışı anlamak mümkün değil."
Aynı üyeler, İran veya diğer İslam ülkelerindeki kadına yönelik baskıya karşı tutum alma, cemaatlerin etkisindeki kadınları yaşamın içine çekme konularında eksiklikleri olduğunu da açıklıkla ifade ettiler.
Görüşmeyi Şahin’in, "Biz herkese elimizi, gönlümüzü açıyoruz, arka planımız yok. En büyük güvencemiz de laiklik" sözleriyle özetleyelim.
Samimiyet mi, onlar samimi; ama korkulan, dalganın onları da aşması.
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2007
KARA Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’un, Kara Harp Okulu’nun yeni öğretim yılı törenindeki konuşmasını izleyen az sayıdaki gazeteci arasındaydım. Fikret Bila, Murat Yetkin ve İsmail Küçükkaya’nın konuşmayla ilgili yorumları oldu; ben de izlenimlerimi, çözebildiğim mesajları bugün aktaracağım.
Öncelikle, asker, siyasi konulara hiç girmek istemiyor.
Örneğin; "KKTC dönüşü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü karşılarken, Hayrünnisa Gül nedeniyle protokoldeki yerini değiştirdi" haberlerine konu olan Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Aslan Güner, ağzını dahi açmıyor.
Org. Başbuğ da siyasi görülebilecek sorular karşısında aynı tutum içinde.
Konuşmadan da anladığımız gibi onların en önemli duyarlılığı üniter, ulusal ve laik devlet konusunda ve bu konuda yoruma hiç gerek yok.
HÜKÜMETTEN TALEP
Asker bu duyarlılıklarını sürdürürken güvenlik konusunu hiç ihmal etmiyor.
Bu çerçevede hemen şunu rahatlıkla yazabiliriz; hükümet ve TSK terörle mücadelede, en azından geçen yıla oranla daha uyumlu bir çalışma içinde.
Ancak, Org. Başbuğ’un iki yıl önce açıkladığı, 24 saat görev yapacak özel bir terörle mücadele birimi kurulmasında hálá büyük ısrar söz konusu.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ilk başta destek verdiği bu talebe, daha sonra neden duyarsız kaldığı bugün de açıklığa kavuşmuş değil.
Erdoğan, Terörle Mücadele Üst Kurulu’nu (TMÜK) yeterli bulmuş olabilir; ama TSK, sırf bu konuda çalışacak bir kurumu daha sonuç alıcı bulmakta.
Sınır ötesi operasyonun terör örgütünü bitirmeyeceği, ama yapılmasında yarar bulunduğunu tekrarlamaya da gerek yok.
Ancak, en az bu kadar önemli olan, örgüte katılımı önlemek.
İşte bu noktada askerin, hükümetten ve devletin tüm kurumlarından, medyadan büyük beklentisi var ve bu konuda koordineli bir çalışma şart görülüyor.
Bu noktada TMÜK başkanlığı görevini bırakıp Cumhurbaşkanı olan Gül’ün özel bir çabası söz konusu olacak mı, göreceğiz.
Bu bölümü, Barzani’nin Güneydoğu’daki etkinliğini, en başta hükümet olmak üzere herkes gözden hiç uzak tutmamalı, diyerek tamamlıyorum.
ABD’NİN NİYETİ
Org. Başbuğ, konuşmasında, "Söylem değil, eylem zamanı", "Türkiye Irak’ta maliyeti artırabilir" başlıkları altında ABD’ye çok ciddi mesaj verdi.
Askerin, terörle mücadelede ABD’den beklediği desteği bulamamaktan dolayı çok büyük hayal kırıklığı içinde olduğu malum.
Oysa bu desteğin verilmesi, ABD’nin, Türk kamuoyunda yüzde yedilere düşmüş itibarını da yukarılara çıkarabilir.
Bugün de bir jest için ABD’nin önünde çok büyük fırsat var.
TSK, 13 gündür, Güneydoğu’da 24 saat PKK ile sıcak temasta.
Büyük hasar verilen örgütte, ciddi tedirginlik oluşmuş durumda.
Tam bu günlerde ABD, terör örgütünün birkaç üst düzey yöneticisini teslim etse, örgütün bu tedirginliği tam bir moral bozukluğuna dönüşecek.
Örgüt tamamen bitmeyecek; ama TSK yeni bir büyük üstünlük sağlayacak.
Maliyet konusuna gelince, ABD ve dünya şundan emin olmalı:
Kuzey Irak’ta bir devlet kurulursa Türkiye, HER-ŞE-Yİ YA-PAR.
O nedenle ABD, hemen harekete geçse, bugün-yarın beklenen jesti gerçekleştirse hem işler çok daha kolay olur hem de kamuoyu bakışı tersine döner.
Böylesi bir itibar artışından da en çok asker memnun olur.
ABD’nin bunu yapmasının önünde hiçbir zorluk yok, yeter ki niyet olsun.
Yazının Devamını Oku 24 Eylül 2007
KABİNENİN tek kadın bakanı Nimet Çubukçu, "mahalle baskısı" ve "Türkiye, Malezya olur mu" tartışmalarına nasıl bakıyor? Başı açık olmasına rağmen, üniversite yıllarında türbanlı öğrencilerin yanında yer almış olan Çubukçu ile bu konuyu konuştum. Çubukçu, başlangıçta, "Çok değerli bir bilim adamımız" dediği "Mahalle baskısı" teriminin sahibi Şerif Mardin’in görüşlerinin yanlış anlaşıldığını ileri sürdü.
Hemen belirteyim, tartışmaları da komik, trajik bulduğunu söyledi.
"30 yıl Türkiye İran olur mu, diye tartıştık, 20 yıl da bunu tartışırız. Ama Türkiye ne İran, ne de Malezya olur" diyen Çubukçu, tartışmanın kadın üzerinden yapılmasından duyduğu rahatsızlığı şöyle dile getirdi: "Aynı görüşteki erkekleri üniversiteye alıp kızlara, ’giremezsin’ demek beni yaralıyor. Yani erkek risk oluşturmaz, kadın oluşturur!"
Mahalle baskısının dünyanın her yerinde olabileceğini söyleyen Çubukçu, olaylara evrensel kriterlerle bakılmasını isterken, Türkiye’nin, "kendine özgü şartlar" gerekçesiyle evrensel kriterlerden vazgeçtiğini söyledi.
"Mahalle baskısı gerekçesiyle bazı haklar kısıtlanacak, diye başkalarının haklarını vermemek doğru değil" diyen Çubukçu devam etti: "Eğer bu baskı varsa; okuma, çalışma hakkı vermemek oraya hapsetmek, baskıyı sürdürmek olur. Oysa eğitim gören kişi daha iyi karar verir. Ben üniversite yıllarımda serbestliğin olduğu dönemi de yasağın olduğu dönemi de yaşadım. Kahroldum. Kadınları eğitimden nasıl mahrum bırakırız?"
Türkiye’de, "Niye örtünmedin" baskısı olmayacağına inanan Çubukçu, üniversitelerde bu baskının oluşması halinde çözüm önerisi de yaptı: "Disiplin kurullarını çalıştırırsın; çünkü kimse kimseye baskı yapamaz."
Çubukçu, kadınların başlarının kapatılacağı yönündeki korkuların temeli olmadığını savunmakla da kalmadı, "Yarın bu da olabilir diye, bir hakka karşı çıkmak doğru değil" değerlendirmesini yaptı.
Bakana göre, bireysel tercihi dışında, baskıyla başını örtmüş kadın varsa, o kadın ancak eğitim aldığında başını açabilir; ama o kadını eğitimden yoksun bırakmak bu düzeni sürdürmek olur.
ERZURUM DEĞİŞMEDİ
Diğer alanlardaki mahalle baskısı tartışmalarına da hukukçu gözüyle bakan Çubukçu, Erzurum örneğini vererek şöyle konuştu:
"Oradaki tablo 20 yıl önce de, Ecevit hükümeti döneminde de, bugün de aynıydı. Birey kendi iradesiyle işyerini kapatıp açıyor. Devlet burada nasıl bir hukuki tavır alabilir?"
Çubukçu, sorunların çözümünde herkesin aynı duyarlılığı taşıması gerektiğini, bugüne kadar çoğu çevrenin türbanlı öğrencilerin haklarını savunmadığını, sitem içerikli dile getirmeyi de ihmal etmedi.
Kendisinden örnekle, "Başımı örtmediğim için hiçbir baskı görmedim" vurgusu da yapan Çubukçu, tüm kadınları rahat olmaya çağırdı.
"Çünkü, AK Parti iktidarı döneminde değişik bir uygulama yapılmadı" dedi.
Kadın ve Aileden Sorumlu kadın bakanın görüşleri bunlar.
Yorum ve değerlendirme gelişmelerden korku duyan hemcinslerinin.
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2007
SEÇİLMESİNİN ardından ilk yurtdışı gezisini KKTC’ye yaparak dünyaya mesaj veren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bizimle sohbetinde de içeriye yönelik önemli çıkışlar yaptı. Cumhurbaşkanlarının misyon adamları olması gerektiğini ısrarla anlatan Gül, misyonu, "Türkiye’nin büyük meselelerine önderlik etmek, onları halı altına süpürmektense çözüm yönünde irade koymak" diye özetledi.
Gül, bu konuda tarafsız konumunun çok önemli olduğunu söyledi.
Evet, Cumhurbaşkanı’nın tarafsız konumu çok önemli, zaten sorun da Gül’ün bu tarafsızlığı nasıl sağlayacağı yönünde.
KKTC’de dikkatle dinlemeye çalıştığım Gül’ün tarafsızlığı farklı gördüğünü, kendine göre bir çıkış bulduğunu söylemeliyim.
İLK CUMHURBAŞKANI
Neden mi, sorusunun birinci yanıtı türban konusu.
Gül, bunu bir sorun gibi görmediğini anlatmaya çalışıyor; ama çok iyi biliyor ki bu konu Türkiye’nin önemli ayrılık ve çatışma noktalarından biri.
Gül, Şerif Mardin’in, "Yüzde yüz emin olduğum; türbanlıların üniversitede okuma hakkı olmalı" sözüne özenle dikkat çekerken, Mardin’in, "Kadınların korkularını anlıyorum, haklı da buluyorum" anlamındaki değerlendirmelerini pek de görmüyor.
Daha açık söyleyeyim, Gül, Mardin’in sözlerini eski mahallesinin anladığı gibi anlarken, diğer mahallenin anladığı bölümleri es geçiyor gibi.
Gül, türbana desteğini Mardin üzerinden vermekle yetinmedi.
Anayasa tartışmasının bir tek türbana dayandırılmasını yanlış bulduğunu belirterek, "Bunu bir maddeyle de gidersin referanduma, o ne diyorsa onu yaparsın" dedi.
Böylece konuyu tehlikeli ve çatışmayı artıracak bir noktaya çekebilecek görüş de açıklamış olmadı mı?
Dikkat, türbanı referanduma sokmaktan söz eden Cumhurbaşkanı.
Gül’ün türbana desteğini, eşi nedeniyle çok doğal bulabiliriz; ama 11 cumhurbaşkanı içinde bunu yapan ilk olduğu kayda geçti.
Sadece bu birincilik bile önemli değil mi?
ÇÖZÜM, AB SÖYLEMİ
Gül’ün ikinci farklı bakışı kadrolaşmayla ilgili.
Sezer’e, atamaları engelledi, diye çok eleştiri getiren bir kadrodan gelen Gül, bugün cumhurbaşkanlığının atama makamı olarak görülmemesini, bunun pek dikkate alınmamasını istiyor.
Oysa toplumun bir kesimi Sezer’i, kadrolaşmayı frenledi diye sevdi.
Gül’e, şimdiye kadar 35-40 kararname gittiğini öğrendim.
Biri hariç tamamını onaylamış, o biri de Başbakanlıkça geri çekilmiş.
Gül, KKTC’de, "Bunları geçin, Türkiye AB üyesi olduğunda bu kaygılar gider" havasını verdi.
İyi bir bakış açısı; ama Gül, tarafsızlığını eski mahallesinin hassasiyetleriyle sınırlı tutarsa diğer mahallelerde rahatsızlık bitmez.
Gül, o mahalleler için de daha açık ve cesur olabilmeli.
Belki eski mahallenin korkusunu aşmak zaman alacak.
Diğer mahallelerin korkusu da, bu zaman aşılırsa geriye AB’ye alınacak bir ülke kalmayacağı yönündedir.
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2007
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün ilk yurt gezisini Güneydoğu illerine yapmasının önemi ortada, üzerinde çok duruldu, çok yorum yapıldı. Gül, bu kararı ne zaman aldı, neden aldı; sonuçları ne oldu? Öğrendiğim, fikrin tamamen Gül’e ait ve daha seçilmeden alındığı.
Gül, son oylamaya üç gün varken bu kararını şu sözlerle açıkladı:
"Terör en büyük kanayan yaramız. Seçilirsem ilk terörden en çok etkilenen yerlere gideceğim. Terörün sıkıntısını en çok askerimiz ve terörle ilgisi olmayan bölge halkı çekiyor. Onların duygularını, hislerini anlamaya; yaşadıklarını görmeye; yanlarında olduğumuzu göstermeye gitmeliyiz."
Seçim sonuçlarını değerlendirirken, en önemli sonucun, AKP’nin Güneydoğu’dan aldığı oylardaki artış olduğunu belirtip bu sonucun şimdi iyi değerlendirilmesi gerektiğini yazanlardan biri oldum.
O nedenle Cumhurbaşkanı’nın ilk bu bölgeye gitmesini çok önemsiyorum.
PROGRAMIN AKSADIĞI YERLER
Gül, gezi programına özellikle en çok şehit veren garnizonları koydu.
Bunda amacı, on yıllardır orada terörle boğuşan askerin mücadelesine ne kadar önem verdiğini göstermek, "Arkanızdayım" demekti.
Gittiği her askeri birlikte en çok sayıda askerle konuşmaya özen gösterdi, brifingleri dikkatle dinledi, programını bir tek buralarda aksattı.
Ama, en çok büyük aksama sınır tepelerindeki birliklerde oldu.
Karakaş üs bölgesinde zamanın nasıl geçtiğini fark etmedi bile.
Gezi boyunca en çok orada duygulandı, askerin ne yaşadığını en iyi orada hissetti; hislerini de şöyle dile getirdi:
"Keşke bir gece burada kalsaydım."
Anladığım, Gül, bölgeye zaman zaman bu tür gezilerini yapacak ve bir gezisinde o tepelerin birinde gecelemesi de sürpriz olmayacak.
DEVLETİ ÇALIŞTIRACAK
Gezi sonrası değerlendirmelerine bakarsak Gül, hedeflerini fazlasıyla aştığını düşünüyor, halkın kendisine yaklaşımını çok umutlu buluyor.
Duygularını, "Bir elimi uzattım, iki elle karşılık aldım" biçiminde özetleyebilirim.
Şimdi, oradan aldığı izlenimlere ve taleplere göre kendine düşeni yapacak.
Şırnakspor’un ikinci lige yükselmesinden park yapılmasına, içme suyundan yatırıma kadar pek çok farklı taleple karşılaştı.
Köşk uzmanları talepleri tasnif etmeye hemen başladı.
Tasnif bitince, Gül, kendi yapabilecekleri için hemen harekete geçecek, diğerlerini de ilgili devlet birimlerine yazı ile gönderecek.
Ancak, bunun sadece yazı göndermekten ibaret kalmayacağını, Gül’ün devlet birimlerinin başında boza pişireceğini şimdiden söylemeli.
Bu arada; hem bu nedenle hem de Gül’ün bölgede gördüğü ilgiden yola çıkarak Başbakan Tayyip Erdoğan ile arasında yakında çatışma çıkacağını düşünenleri bugünden uyarmalı.
Merkez sağ ve sol partilerin eksiği, AKP’nin ise belki de en güçlü yanı lider düzeyindeki isimler arasındaki güçlü dayanışma ve derin hukuktur.
O nedenle kimse yanılmasın; kol kırılmaması için çok özen gösterilecek; ama kırılan kol olursa, mutlaka yen içinde kalacaktır.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2007
BAŞLIKTAKİ söz sıradan birinin değil, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in.<br><br>Dün sabah kendisiyle görüşürken, konuyu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, kayıp trilyon davası nedeniyle oluşturulan fezlekesine de getirdim. Gül, "Cumhurbaşkanı olarak da yargının önüne çıkarım" demişti.
Gül’ün bu tutumunun kendisine duyduğu saygıyı daha da artırdığını söyleyen Şahin, şöyle devam etti:
"Keşke mahkeme çağırsa, Sayın Cumhurbaşkanı da gider ve yargılanır. Ne de güzel olur. Bir ülkede Cumhurbaşkanı’nın yargı önüne çıkması demokrasiye, yöneticiye, adalete güveni pekiştirir."
Adaletin tepesindeki kişinin bu sözleri söylemesini mahkemelere bir mesaj olarak algılayanlar çıkacaktır, bu doğaldır; ancak Şahin, Cumhurbaşkanı’nın dokunulmazlığı var mı, yok mu tartışmasını göz ardı etmeden konuştu, "milletvekilliği sona erdiği için dokunulmazlığı kalktı" diye düşünülüyorsa, bunun hemen yapılabileceğini anlattı.
Benim aldığım hava ise Şahin, bu yolun denenmesinde sakınca görmüyor. İlginç olmaz mı; yargı önüne çıkmaktan çekinmeyen, yargılanan bir Cumhurbaşkanı...
DARILACAKLARSA DARILSINLAR
Şahin, son AKP Grup toplantısında Karabük Milletvekili Mehmet Ceylan’ın, bir tetkik hákimine lojman talebiyle ilgili notunu görüntüleyen arkadaşımız Hasan Tüfekçi’yi arayıp, yaptığı haber için teşekkür etmişti.
Sorum üzerine talebe, "Başvuru sahibinin önünde 27 kişi var. Ancak 27 kişiden sonra sırası gelecek" yanıtı verdiğini söyleyen Şahin’in bu tür taleplere bakışı şöyle:
"Yanlış. Adamını bulmadan olmaz, anlayışını artık yıkmalıyız. Defalarca söyledim, bunun siyasete yararı yok. Yakınlarını, tanıdıklarını şuraya, buraya yerleştiren siyasetçi bundan yarar görmez, zarar görür. Çünkü bir kişiyi mutlu edersin, binleri küstürürsün. Siyaseten doğru olan bundan uzak durmaktır. Ha darılacaklar; darılacaklarsa darılsınlar."
Önceki hükümet döneminde Devlet Personel Başkanlığı, Şahin’e bağlıydı.
Şahin, 4.5 yıl boyunca personel için en az iki bin talep almış.
Önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e de bu yönde onlarca talep gitmiş, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nin de talepleri Şahin’e yollanmış.
Şahin, tümüne de, "Kamuya personel alımı ancak merkezi yerleştirmeyle mümkün" yanıtı verdiğini söyledi.
Merkezi yerleştirmenin yönetmelikten kaynaklandığını anımsatan Şahin, "Bunu bile yetersiz gördük, yasaya koyduk. Çok da iyi yaptık" dedi.
OTOMOBİLİNDE YARALI SOLCU
Dün 12 Eylül’ün yıldönümüydü, Şahin’le darbe yıllarını konuştuk.
Şahin, o günkü okul dönemini, solcuların solda, sağcıların sağda, jandarmanın da ortada oturduğu amfilerle anımsıyor; ama üstüne geldiği 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi önünde solcu öğrencilerin üzerine bomba atılmasını unutamıyor.
"Hem okuyor, hem de memurluk yapıyordum. Hürriyet Gazetesi’nden taksitle aldığım bir Renault otomobilim vardı. Beyazıt Meydanı’nın yanına park ederdim" diyen Şahin, o gün arabasını almaya giderken yerde yatan yaralıları görür.
Adını bilmediği ama tanıdığı bir yaralıyı arabasına alır.
Yaralı paniktedir, "Merak etme hastaneye yetiştireceğim" der ve yaralıyı Çapa Hastanesi’ne yetiştirince mutlu olur.
Bugün ise içi rahat; çünkü, "Artık halk, demokrasiyi içselleştirdi" diyor.
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2007
AKP’nin "sivil anayasa" üzerinde çalışma yapan, beşi bakan 12 milletvekilinden oluşan komisyonda yaşanan bazı ilginç görüşmeler dışarı sızmıyor. Son derece de doğal; çünkü böylesine yaşamsal bir düzenlemeye gidilirken çok özenli olmak gerekiyor.
Komisyon üyeleri de bunu yapıyor, bazı maddeleri ileriye erteliyor.
Bu maddelerden birkaçını aktarmaya çalışacağım.
Birinci sorun, anayasanın nasıl değiştirileceği.
İlk anayasa kurucu irade tarafından, sonrakiler ise darbelerle ortadan kaldırıldığı için kurucu meclisler yoluyla yapıldı.
Bugün ise yürürlükte bir anayasa ve kurucu olmayan bir meclis var.
Değişiklik mevcuda göre yapılacaksa 1982 Anayasası’nı değiştirmekten söz edeceğiz; yenisi yapılacaksa TBMM, kurucu özelliğini yeniden üstlenecek.
Her iki halde de değiştirilemez olan ilk üç madde nasıl yenilenecek?
İLK ÜÇTE TÜRKÇE DÜZENLEMESİ
Öğrendiğim kadarıyla, akademisyenlerin metninde, ilk üç maddede Türkçe düzeltmeleri yapılıyor.
Bu düzeltmelerin nasıl karşılanacağı, bunların maddelerin değiştirilmesi anlamına gelip gelmeyeceği önemli bir tartışma.
Yine akademisyenlerin teklifinde, ilk üç maddenin değiştirilmesinin dahi teklif edilmeyeceğini hükme bağlayan 4. maddenin, yeni anayasada "Anayasa değişikliği" maddesi içine konduğu yönünde bilgeler var.
Karmaşık bir tartışma; ama akademisyenler ilk üç madde ile ilgili sorunun bu yolla aşılabileceğini düşünüyor.
Komisyonda ise birlik yok; örneğin Mehmet Ali Şahin, "Değişiklik mevcut Anayasa’nın 175’inci maddesine göre yapılır" derken, Zafer Üskül, TBMM’nin kurucu özelliğinin her zaman bulunduğunu savunuyor.
Şahin’in tezi 82 Anayasası’nı değiştirmek olacağından değişikliğe 5. maddeden başlanacak, Üskül’ünkü ise "2008 Anayasası" anlamına gelecek.
KADIN TARTIŞMASI
Komisyondaki diğer iki önemli tartışmadan ilki; akademisyenlerin metnindeki kadın, özürlü ve çocuklara yönelik pozitif ayrımların eşitlik ilkesine aykırı olmayacağını hükme bağlayan madde üzerinde yaşanıyor.
Bazı erkek üyeler, kadınların özürlüler ve çocuklar gibi korunacak kesimler arasında gösterilmesinin tepki çekeceğini belirtiyor, hatta, "Canım zaten yakında biz erkekler korunma altına alınacağız" esprisi ile maddeye karşı çıkıyor.
Kadın üyeler ise insan hakları sözleşmelerinde bu üç kesimin birlikte sayıldığını anımsatarak düzenlemenin psikolojik artısına işaret ediyor.
Anayasa değişikliği ve kadın maddesi gibi ertelenen diğer önemli madde de Cumhurbaşkanı’nın bazı yetkileri ile ilgili.
Akademisyenler, "Parlamenter demokrasinin gereği" diyerek Cumhurbaşkanı’nın görevlerini oldukça sembolik hale getiren bir metin hazırladı.
Cumhurbaşkanı, neredeyse sadece vali ve büyükelçi atamalarında yetkili hale getirilirken, Milli Güvenlik Kurulu Başkanlığı da masaya yatırılıyor.
Akademisyenler alternatifli bir metin hazırlamış.
Ya mevcut durum korunacak veya cumhurbaşkanı MGK’ya üye olmayacak.
Böyle olunca da başkanlık yürütmenin başına, başbakana kalacak.
Akademisyenler ikinci seçeneği parlamenter demokrasiye daha uygun buluyor.
Bu alternatifin kabul edilmesi, MGK’nın başkomutansız toplanması demek.
Bakalım nihai karar ne olacak?
NOT: Kısa bir tatil arası.
Yazının Devamını Oku