Sıtkı Şükürer

Jokerli demokrasi olmaz

18 Eylül 2011
TÜRKİYE’de büyük ölçüde seçmen tercihleri katılaşmıştır.

CHP son seçimlerde yüzde 25 mertebelerinde oy aldı.
Bu partiye oy veren bir kısım seçmenin iktidar partisinden tedirgin olduğu gözleniyor.
Özellikle kıyı seçmeni dediğimiz bu kitlenin insanları, ilk konuştuğunuzda AK Parti’nin gizli bir gündemi olduğundan ve ülkeyi dini bir yapıya sürükleyeceklerinden adeta eminler.
Kendisine 2023 yılında 500 milyar dolar ihracat hedefi koyan bir iktidarın, kaynakları kıt bir ülkede dış dünyayla entegre olmadan bu durumu hayal bile edemeyeceği açıktır.
Sadece bu halin bile kendi içinde hukuk ve demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile işletilmesi mecburiyetini doğuracağını takdir etmek gerekiyor.
O yüzden abartılı senaryolara “niyet okuyarak” prim verilmemelidir.
Ne var ki, bir hususta söz konusu bu tedirgin kitlenin haklılık payı vardır.

Yazının Devamını Oku

Yeni Anayasa

11 Eylül 2011
HER dönemi kendi şartları içinde değerlendirmek gerekir.

Moda deyimiyle “zamanın ruhu” kendi makulü konusunda karar vericileri adeta talimanlandırıyor.
18’inci ve 19’uncu yüzyılın ilk çeyreği tüm dünyada milliyetçilik akımlarının sert esen rüzgarlarıyla şekillendi.
Bir imparatorluk bakiyesine dönüşmüş Anadolu coğrafyası bu akımlardan doğal olarak etkilendi. İttahat Terakki ile başlayan kıpırdanmalar Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde bir ulus-devlet yarattı.
Bu olgu, ülke toprakları için yepyeni bir formdu. O yüzden genç cumhuriyet eliyle kendi kurum ve kurallarını oturtabilmek amacıyla çok yönlü ve çok kapsamlı biçimlemelere gidildi.
Proje, tabiatı gereği demokrasiyi fazla içermiyordu.
Yepyeni bir düzen heyecanıyla başlayan süreç bir müddet sonra kendi bürokratik elitini oluşturdu.
Bu arada dünya durmuyordu. Zamanın ruhu, küreselleşen ilişkiler içerisinde ulus-devlet yapılarını demode addediyor ve daha demokratik toplum talep ediyordu.

Yazının Devamını Oku

Kıskaç çoksa akıl dumurdur

4 Eylül 2011
32 yıl önce Mülkiye’den mezun olduktan sonra bir bankanın müfettiş yardımcılığı sınavına girmiştim. Yazılıyı kazandıktan sonra sözlü sınavda ilk olarak “Hukuk nedir?” diye sormuşlardı.

“Hukuk”, demiştim, “Mevcut iktidarların menfaatlerini koruyan ve kollayan kurallar bütünüdür”. Komisyon başkanı bu yanıta gülümsemişti. Sonuçta sınavdan “çaktım”.
Gençseniz, üstelik solcuysanız iktidar kavramını şablonlarla, komplo teorileriyle düşünmeniz normal oluyor. Ancak, temel yasalar itibariyle, bugün bile yanıtın prensibinde bir yanlışlık olduğunu düşünmüyorum.
Yıllar geçtikçe, aslında her toplumun layık olduğu yönetim kalitesini yine kendisinin, belirlediğini anlıyorsunuz.
Birey–toplum–devlet ilişkilerini düzenleyen hukuki metinlerin tartışmaya kapalı ve minimum esneklikte kısımları anayasalarla düzenlenir.
Amerikan Anayasası sadece temel hak ve hürriyetleri tanzim etmiştir. İngiltere’de anayasa bile yoktur. Geleneklerden beslenen “teamül” hukuku geçerlidir.
Şüphesiz bu tercih, değişen koşullara uyumun önem taşıdığı bugünün dünyasında bir avantaj teşkil etmektedir.
Neyin olması gerektiğinden hareketle biçimlendirilen hukuki sistemler, bireysel inisiyatif alanlarının da gelişmesine yol açarlar.

Yazının Devamını Oku

Tahammül

28 Ağustos 2011
TAHAMMÜL, tanımı gereği sahibinin zoraki katlandığı, onaylamadan biriktirdiği bir hali ifade eder.

İnsan ilişkilerinizi “tahammül” paydasına oturtmuşsanız, sizin bu dünyayla işiniz var demektir.
“Tahammül”, sözlük anlamının ötesinde kötü çağrışımları olan bir kelimedir.
Sanki, bir patırtı öncesi soluklanma hali, bir çatışma daveti ve halükarda bir empati zaafı, sözcüğün ilave anlamına yüklenmiştir.
“Tahammül” bir aşırı özgüven ve örtülü bir “babalanma” tavrıdır aynı zamanda.
Ülke ne çektiyse hakimlerinin tutumlarının ana omurgasına bu kavramı oturtmasındandır.
Tahammül, esasında “ben tartışmasız daha doğruyum” kanaatiyle bir seçkincilik üslubunun tüm izlerini taşır. Farklılıkların korunması ve kollanması tahammül kalkanıyla olmaz. “Tahammül ederim” derseniz ayrılıkları keskinleştirirsiniz. Tahammülün anti tezi sindirilmiş saygıdır. Saygı, sevgiye giden yolları döşer. Oralarda çeşitlilikler uyumlaşır, insanlığın ortak değerlerinde buluşulur.
Hayrettin Karaman isimli İslami bir yazar, geçenlerde “biz, bizden olmayanlara tahammül ediyoruz” mealinde bir şeyler yazdı.

Yazının Devamını Oku

Evrensele yerelden ulaşılır

21 Ağustos 2011
FELSEFİ planda “mutluluğun” peşinde koşmak, kelimenin olumlu anlamıyla, bir “yabanileşme” sürecidir. Ama insanı sosyal bir varlık olarak tanımlarsanız, mutluluk; huzur, keyif ve uyum kavramlarıyla büyük ölçüde örtüşür.
İçinde yaşadığınız toplum, kendince belirlediği kriterlere göre bizleri “başarılı” olmaya, adeta iter. Başarının ödülü refahtır.
Ölçüsü kişiye göre değişen zenginliğe ulaşılamamışlık hali, toplumsal değerlere açık bir yapınız varsa kendinizi mutsuz hissetmenize yol açar. Bu noktanın sizi sürüklediği yer içine kapanık, huysuz bir kişilik profilidir.
İşin enteresanı, zengin olmak mutlu olmanın garantisi değildir.
Başarıyı avlama süreci, esasında kendinizi sürekli erteleme pahasına, yüklenen role dayalı bir “aferin budalalığı”dır.
O yüzden gün gelir her insanoğlu bir soluklanır ve mevcut yaşamının kendisini “mutlu” edip etmediğini sorgular.
Böylesi anlar bir “azalma” bir “hafifleme” ihtiyacının belirmesidir.
Yorulan insan refleks olarak makarayı geriye sarmak ister.
Çocukluk ve gençliğin mutluluk denkleminde materyal refahın baskısı yoktur.
Oralarda bizleri sarmalayan, biçimleyen gelenek ve ritüellerin rahatlatıcı konforu vardır.
Hayatın ilerleyen dönemlerini kendisiyle barışık geçirenlerin zemini, toplumsal değerlerin sindirilerek yaşanmasıdır.
Diğer deyişle, yüksek özgüvenli bir “birey” kalitesini yeşertmeniz, “hazmedilmiş” kimliklerinizi doya doya yaşamanızla bire bir ilintilidir.
Geçenlerde bir uzak Ege adasının kuytu bir yerleşim bölgesinde yerel halkın kendi aralarında gerçekleştirdikleri bir cumartesi gecesi eğlencesine tanık olma fırsatım oldu.
Buzikiler eşliğinde bizim Ege’nin şarkıları, türküleri söyleniyordu.
Gençler kendi kendilerine ve fakat Rum teyze ve amcalar mutlaka torunlarıyla dans ediyordu.
Her geleneksel dans, ortamı aşan bir ciddiyetle, adeta çocuklara zerk edercesine eksiksiz figürlerle icra ediliyordu.
Benzer duyarlılığı Anadolu’nun pek çok yerinde de gözlemlemiştim.
Mesela, pek tabii sadece eğlence başlığı ile sınırlı değildir.
Her yönüyle bir kültür öğretisi olan, örneğin Ramazan ritüelleri, Alevi şenlikleri, Ege’de ot mutfağı yarışmaları, safarat yemeklerini canlandırma çabaları, etnik müzik CD’leri, Osmanlı dizileri... Yeni yeni kıvam kazanıyor.
Tüm bunlar toplumsal çeşitliliğimizin, kişiliğimiz inşa edilirken kendi çaplarında içimize yerleştirdiği tuğlalar.
Bizler o birilerinin pek kutsadığı ittihatçı ideoloji ile bizi her anlamıyla da zenginleştirecek değerleri “aşırı ölçüde belli etmeme koşuluyla”, hafif ürkerek usul usul ve fakat eksik eksik yaşadık.
Bize tariflenen sınırlar içerisinde esas olanın tektipleştirici kimlikler olduğuna inandırıldık.
Şimdilerde, müthiş dünyevi maratonda arada durup soluklanmaya talip insanlar, örselenmiş kimliklerinin boşluğu ile aradıkları mutluluğu yanaştıracakları limanı bulmakta zorlanıyorlar.
Hal böyle olunca “deşarj” vaziyetleri köksüz kimliksiz, imitasyon Çeşme Ayayorgi eğlencelerine kalıyor.
İzmir kıyı insanlarının biçimlediği gençlik, galiba sıkı bir özeleştirici sürecini gerektiriyor.
Yaşanan köksüzlük halleri yerleşiklik duygusunu azaltıyor, memlekette para kazanma keyfini yok ediyor, gençler İzmir dışına kaçıyor, hesapta dünya vatandaşı(!) oluyor, sonrasında düşük süngüsüyle, kırkında yılgın ve kaybetmiş kimliği ile memleketine dönüyor.
Yazının Devamını Oku

Melteme batmak yeşile boğulmak

14 Ağustos 2011
Yaşam bizi kendi istediği gibi formatlıyor.

Aile, okul, iş ortamı, üye olunan dernekler...
Hemen hepsinin sizi biçimlemeye çalıştığı kişilik yapısı “Beyefendi”lik.
Sürpriz yaratmayın, güvenilir olun ve bu uğurda bir “Amok koşucusu” gibi temponuzu hiç düşürmeden ömrünüzü tamamlayın.
Oysa bizler ölümlü olduğumuzun bilincinde olan yaratıklarız. Tamam, aklımız, zekamız var. Ama en netice, tabiatın şaşmaz kurallarına tabiyiz.
Bu gerçeği bilmemize rağmen, sınırlı ömrümüz bitmeyecekmiş gibi, aferin budalası rolümüzden hiç vazgeçmiyoruz.
Afyonlanmış gibi çalışarak sürdürülen bu yaşam tercihin bir eksiklik veya yanlışlık içerdiği kesindir.
Başarıyı avlama sürecinin bünyemize salgıladığı adrenalin, kendimizi sorgulama imkanını bile vermiyor olabilir. Ancak kimse robot değildir.

Yazının Devamını Oku

CHP’nin adı yok

7 Ağustos 2011
Cumhuriyet değerleriyle yetişmiş kuşaklar, bir yandan çağdaş demokratik normlara geçiş için en hazırlıklı kesim görünümü verirken, diğer yandan zihninde ötekileştirdiği kitlelerin iktidarını içine sindirmekte zorluklar yaşamaktadır

Bu ağır çelişki, ülkenin geçirmekte olduğu dönüşümlerinde kendini karmakarışık duygularda gösteriyor.
Şura öncesi komuta kademesinin toplu istifası “laik” vatandaş yönünden, “bir güvencemiz daha gitti” endişesini onların gölgelenmiş gözlerine yansıttı.
Hani makul akıllarıyla konuya serin baktıklarında, olanları, “askeriyenin demokrasilerde olması gereken yere iadesidir” diye biliyorlar ama, “de ki İran” olduk, “o zaman darbeyi tercih ederim” söylemi, hala önemli bir kesimin ruh halidir.
Esasına bakarsanız bu ülkede hiçbir şekilde, korkuların ürettiği kötü senaryoların gerçekleşme ihtimali yoktur.
Ötesinde, ötekileştirme, giderek demode ve ayıp bir kavram haline gelmiştir.
Kimsenin bir diğerinden keskin farkı yoktur. Doğrusu, siyasi tercihlerimizin esnek ve geçişken olmasıdır.
Siyasette başarının formülü artık çok belli.

Yazının Devamını Oku

Çarşı, galiba bizi yapacak Beşiktaşlı

31 Temmuz 2011
İNSANOĞLU kendini ne denli yetiştirirse yetiştirsin gelmiş olduğu noktada yaptığı final yorumlar onun başlangıç dönemlerinden izler taşıyor. Bugünün dünyasında en makbul diyebileceğimiz değerlendirmeler “liberal demokrat” insanlardan beklenir.
Liberal demokrat kimlikten kastımız, çok yönlü beslenmişliğin getirdiği yetkinlikle, ele aldığı konunun makul doğrusunu entelektüel namusuyla yorumlayanlardır.
Şüphesiz, her aydın diye nitelenen insan, yola çıktığı yerin değerleriyle ilk hızını alır.
Zihin yeterince olgunlaşmadığı dönemlerde polemikçi bir anlayışla çalışır. Ait olduğunuz kulübün size sunduğu doğrular karşı tezleri çökertme gayretiyle keskin bir bıçak gibi kullanılmaya çalışılır.
Bu, esasında farkında olmadan sizi diyalektik bir mantık üretme sürecine yönlendirir.
Karşı tarafın açığını arayan ve bir eleştiri kültürü oluşturan, bir müddet sonra kendisine dayatılanları da sorgulamaya başlar.
Felsefeciler buna “aklın özgürleşmesi” derler.
Aklını özgürleştiren, bu keyfi elde ederken beraberinde bir takım sosyal maliyetleri de göğüslemeye göze almalıdır.
Gemi iskeleden ayrılıyorsa halatlar çözülmelidir.
Oysa iskele bir güvencedir. Hatta şu ahir ömürde bir “garantili pastıra” diğer deyişle konfordur.
Ancak örtülerini kaldırmayı tercih etmiş idrak aynı zamanda “yuva”sının konforunu sürdürmeye, oraların muteberi kalmaya kalkışırsa aydın evreninde “böyle bir dünya” yoktur.
İşte entelektüel namus dediğimiz de tam budur. Gerçek aydın itiraz kültürünün askeridir. Doğrusunu, kavrayış zaviyesinden sadece vicdanına karşı sorumluluk duyarak savunur ve ortaya koyar.
Başlangıçta da ifade ettiğimiz gibi bu, maalesef böyle olmuyor, olamıyor.
Bakıyorsunuz ülkenin kritik bir meselesinde bir yaklaşım oluşturulacak. O gelişkin, yetkin kimlikler kendi kök referanslarıyla uyumlu etkileyici bir mantık imal edivermişler.
Lütfen bu hali çıkılan yolculukta yeni ulaşılmış duraklardan sağlanacak menfaatlerle ilişkilendirmeyin. O zaten bambaşka bir durumdur ve sosyal gailelerle oluşmuş bir tercihdir. Böyleleri kullandığımız manasıyla liberal demokrat samimiyetiyle ilgili değildir.
Bizim kastımız birikimli ve dürüst olmanın özgür ve adil bir yoruma yetemediğini vurgulamaktır.
Örneğin; konu Kürt meselesi olduğunda en saygıdeğer entelektüellerimiz de bile “bana nerde yetiştiğini söyle, senin ulaştığın yorumun ne olduğunu söyleyeyim” durumları ortaya çıkıyor, o kıymetli imbiklerden süzülenler çığlık çığlığa faşizm çağırıyor, insanın kanını donduruyor.
Hele konu şike ise, bir de Fenerbahçeli iseniz sportmen bakış, makul yorum, vicdani hak tespiti, aydın namusu, özgür akıl ve tüm benzeri kavramlar münevverlerimiz nezdinde çöp oluyor, hayret yorumlar dumur ediyor.
Yazının başlığından hareketle, bir şarkı sözü çağrışımı üzerinden noktayı koyalım. “Şimdi Beşiktaşlı olmak vardı anasını satayım.” 
Yazının Devamını Oku