Mevcut liderlerimizin de geçmiş kariyerleri ve cari tecrübeleri ile makamlarını hak ettikleri aşikardır.
Esasına bakarsanız, üst seviyede siyaset son derece ciddi bir iştir. Zira icraatınızın sonuçlarından tüm ülke etkilenir.
Bu sebeple kritik kamu görevlerine heves gösterenleri katı bir gözle değerlendirmemiz gerekir.
Bu anlamıyla milletvekili adaylarımızın talip oldukları göreve ehil olup olmadıklarını sorguluyor olmamız icap eder.
İlkçağ düşünürü Platon, biraz da demokrasiye inançsızlığından olsa gerek, “filozof yöneticiler” önermişti.
Yoğun yaşanmışlığın getirdiği beslenmelerle olgun çözümlerin, sentezlerin sahibi olan bilge insanlardır onun yöneticileri...
Ancak hayat, bir takım arızalarının farkında olsak da en az sakıncalı yönetim biçiminin demokrasi olduğunu bizlere dayatmıştır.
Yeşil eriğin tuza değdiği anlar, kazara giyilmiş yün çoraba acımasızca tasfiye duygusu yaşatırken, vefasızlığın yaşamın temel gerçeği olduğunu hatırlatır bizlere.
Esasına bakarsanız, baharda siyaset de işte tam böyle bir şeydir. Geçen pazartesi tüm ülkede milletvekilleri adayları belli oldu. Bermutad, son derece dar bir çevre kendinden menkul “basiretleri” ile yeni dönem parlamento profilini onayladı.
Aylardır kim yakışır, kim liyakatlıdır diye yaptığımız tartışmalar, listeler açıklandığında “çöp” oldu.
* * *
Galiba demokrasi öncelikli olarak şahsi egoların törpülenebildiği şövalye kaliteler gerektiriyor.
Her nasılsa yetkilemiş yapıların bir engizisyon mahkemesi şehvetinde sadece kendinden olana ön açtığı bir anlayış, herhalde idealize ettiğimiz “değişimi” yansıtmıyor. Galiba parlamentonun böylesi bir karambolle belirlenmesi ile demokrasi kalitesi arasında “müstahak” kelimesi ile ifade edilen bir üst üste oturmuşluk hali var. Hiçbirimiz aslında, böylesi Meclis’in demokrasinin belkemiği olduğuna inanmıyoruz.
* * *
Bağlı olarak başkan, “uslu çocuklarını” seçerken zihinsel nepotizm tavan yapıyor.
F. Kafka’nın bir sözü vardır.
“Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum...”
Esasına bakarsanız, herhangi bir konuda çabası olanların en önemli dertleri kendilerini ifade etmekte zorlanmalarıdır.
Örneğin; Çetin Altan, olumsuzlukları kendi dışındaki koşullara bağlayıp sorumluluklardan kurnazca sıyrılanlara tepki olarak, düşüncülerini hep ekstreme çekerek anlatmaya çalışırdı.
Hatırlayınız, onun Anadolu’sunun köylerinde tenis kortları vardı, evlerde kızlar piyano çalardı.
Bizler kolayından ona yüklenirken, o toplumun fertlerinin kendi yaşam kalitelerine sahiplenme gereğine işaret ederdi.
Yaşadığımız kente dair beklentilerimizi oluştururken, bu anlamıyla hayallerimizi zorlamamızın bir sakıncası yoktur.