Paylaş
Moda deyimiyle “zamanın ruhu” kendi makulü konusunda karar vericileri adeta talimanlandırıyor.
18’inci ve 19’uncu yüzyılın ilk çeyreği tüm dünyada milliyetçilik akımlarının sert esen rüzgarlarıyla şekillendi.
Bir imparatorluk bakiyesine dönüşmüş Anadolu coğrafyası bu akımlardan doğal olarak etkilendi. İttahat Terakki ile başlayan kıpırdanmalar Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde bir ulus-devlet yarattı.
Bu olgu, ülke toprakları için yepyeni bir formdu. O yüzden genç cumhuriyet eliyle kendi kurum ve kurallarını oturtabilmek amacıyla çok yönlü ve çok kapsamlı biçimlemelere gidildi.
Proje, tabiatı gereği demokrasiyi fazla içermiyordu.
Yepyeni bir düzen heyecanıyla başlayan süreç bir müddet sonra kendi bürokratik elitini oluşturdu.
Bu arada dünya durmuyordu. Zamanın ruhu, küreselleşen ilişkiler içerisinde ulus-devlet yapılarını demode addediyor ve daha demokratik toplum talep ediyordu.
Türkiye de ister istemez bu gelişmelerden etkilendi.
1980’li yıllarda başlayan süreç 2000’li yıllarda hızlandı.
Pozisyonlarına koruma uğruna ülkeyi kilitleyen bürokratik yapı çözülmeye başladı.
İşte bu noktada, yeni durumu tarif edecek bir Anayasa, toplumumuzun en önemli gündem maddesi haline geldi.
Öyle anlaşılıyor ki biten yazın ardından uzunca bir süre bu konu ile yatıp kalkacağız.
Zamanın ruhu bu topraklara daha fazla demokrasiyi dayatıyor. Kutsallaştırılmış devletten insan odaklı bir ülkeye geçişin çok boyutlu tartışmalarını yaşayacağız.
Her yalın doğrunun ‘ama’ları sürekli zihinlerimizi karıştıracak.
Reel politik, kimi zaman, başlamadan ‘ideal’i ekşitecek, yeni elit kendi egolarının baskısıyla tarihi misyonunda gel-gitler yaşayacak.
Gelişen ve giderek Doğu’ya kayan dünya ekonomik dinamikleri, belki de ülkeye emperyal vizyonlar sunacak.
Tüm bu farklılıklar kendini önümüzdeki on yıllara taşıyacak olan yeni anayasamız da kavranmaya çalışılacak.
Demokrasi ile refah arasında “tartışılmaz” diye bellediğimiz ilişkiyi sorgulatan Çin, Rusya gibi örnekler akılları karıştıracak, kimilerini, ihtimaldir, tahrik edecek.
Beklentimiz odur ki konjoktürel savrulmalara aldırmaksızın evrensel demokratik değerlere yaslanmış bir toplumsal sözleşme, bu memleket insanlarının hakkıdır. İdeali tanımlayan evrensel değerlerle pragmatik kaygıların birbirine karıştırılmadığı bir zihin açıklığı içinde olmamız gerekir.
İnsan odaklı bir anayasa, her şeyden önce temel hak ve özgürlükleri geniş bir şekilde, cesurca tanımlamayı icap ettirir.
Yaslandığınız ana omurga çağdaş ve evrenselse, çıkabilecek sorunlar evrile, sallana insani doğrusunu bulur.
Türkiye, “hukuk” kavramını ortaya çekmeyi, devlet ve insana eşit mesafeye getirmeyi hak ediyor.
Belki de yeni anayasa, doğrudan devletin niteliklerini tanımlamak yerine “Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk ülkesidir” diye başlasa ve “Bu amaca yönelik oluşturulmuş Türkiye Devleti’nin evrensel vicdan ve şefkatin ışığından beslenerek insan onurunu koruyan, kollayan ve bu değerleri laik ve sosyal hukuk devlet anlayışla yürütür” diye devam edebilse.
Bu mevzular uzun. Bu aşamada İzmir kent aydınlarına katkı görevi düşüyor. İzmir STK’ları yerel konular yanında böylesi hayati konulara ilgi duymalılar. Nitekim ESİAD’ın dolu dizgin bir hazırlık içerisinde olduğunu biliyoruz. Temennimiz kervana diğer STK’larımızı da katılmasıdır.
Paylaş