25 Kasım 2012
İZMİR kanaat önderlerinin bir araya geldiği toplantılarda, konu bir müddet sonra mutlaka EXPO’ya gelir.
Bakın, EXPO’yu almak çok önemli. Ama bu, bir ölüm-kalım meselesi değil.
Her şeyden önce seçimi kazanmak garanti değil. 5 aday şehirle yarışıyorsunuz.
Ancak öyle garip bir ruh halindeyiz ki, sanki kaybetmek hepimizde derin bir travmaya sebep olacak.
Bu kadar da abartmayalım. Bu durumu en iyi teşhis edenlerin başında İzmir Büyükşehir Belediye yönetimi geliyor. Biz, Aziz Başkan’ın EXPO konusuna aşırı takıntılı olmadığını hissediyoruz. Esasında iyi de yapıyor. Netice de sağlık teması üzerinde derinleşmek için, EXPO olmasa da yatırımlar yapılabilir.
Zaten işin matematiğini yaptığınızda bu tip etkinlikleri İzmir’in geleceğinde, adeta bir varlık sebebi gibi algılanmasının anlamsızlığı ortaya çıkıyor.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2012
Cumhuriyet bizleri kendi kültürüyle besledi.
Bizim dışımızda bir yerlerde kendimizi emanet ettiğimiz bir hakim yapı vardı.
Temel meselelerde askerlerin kurumsal aklına uyardık.
Bu duruma sual etmek pek aklımıza gelmezdi.
Zaten öylesine bir ideolojik biçimlemeyle yetiştiriliyorduk ki, bu sakil hal pek bir rahatsızlık uyandırmıyordu.
Bizim Atatürk’ümüz vardı. O bizlere çağdaş medeniyet yolunu işaret ediyordu.
Aslına bakarsanız özgür birey olmanın, demokrasinin ne olduğu konusunda deneyimimiz de yoktu.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2012
Mutluluğun tarifini size dayatılan tüketim kalıbına ne ölçüde eriştiğiniz üzerinden yaptığınızda, kıyı kültürünün sakin insanlarını anlamakta zorlanırsınız.
Esasında bu durum sadece kıyı kültürü insanları için geçerli değildir.
Mesele, materyal refahının dolduruşuna gelip gelmemenizle ilgilidir.
Atlas Dergisi Moğolistan’da Türkçe konuşan ve göçebe yaşayan insanların kendi iç huzurlarını anlata anlata bitiremiyor.
Çok öteye gitmeyin. Hemen yanımızda Midilli adasında, dünya yansa hasırı yanmayan insanlar yaşıyor. Hem de uzun uzun yaşıyor. Zeytinyağından, siestadan asla vazgeçmeden, kendi bildiklerince dingin bir düzen tutturmuşlar. Bizlerin medeni (!) dünyası ile ilgilenmiyorlar bile.
Kendine güvenen paylaşır
Sağlıklı demokrasilerde seçimleri kazananlar iktidar olduktan sonra, artık tüm ülkenin yöneticileridir.
Başbakan, ünlü balkon konuşmasında bu hususun altını özellikle çizmişti.
Ancak aradan geçen zaman bu anlayışın pratiğe yansımasında pek başarılı olamadı.
29 Ekim’de yapılan mitinglerin ana sebebi budur.
AK Parti’ye oy vermeyen insanlar kendilerini iktidar nezdinde önemsiz hissediyor
Başbakanın üslubu çok kişiye sert ve kırıcı geliyor. Esasında bu iktidarın demokrasiye dair, “Pandora’nın kutusunu” açan tarihi ve sosyolojik bir ayrıcalığı var.
Pek tabii bu misyonu sürdürebilmek kolay değil.
Bu süreçte en büyük yanlış güncel kaygılarla telaşa kapılıp özgüveni kaybetmektir.
Sanki AK Parti’de de böyle bir şey oldu.
Geniş kitleleri sarmalamak yerine kendi seçmenini kemikleştirmek ve yeni bir tür milliyetçi vesayetçi bir yöntemi tercih eder görüntü veriyorlar. Hepimiz Kürtlere, Alevilere, Çingenelere vaat edilenleri hatırlıyoruz.
Tüm bunlar “raf”a kalkmış gibi.
Adeta, çemberlerine dahil olmayanlara tepkilenmeleri dışında seçenek bırakmıyorlar.
Ortaya lüzumsuz kutuplaşmalar çıkıyor ve bu duruma öfkeleniyorlar.
AK Parti’den bizim beklediğimiz bu değildir.
Her türden kutuplaşma Türkiye’yi yanlış yerlere savurur ve o özlediğimiz “mutlu yurttaşlar çoğrafyası” başka baharlara kalır.
Lütfen, özgüveninizi yalpalatmayın ve bağlı olarak paylaşımcı bir iktidar ve ülke beklentilerimizi boşa çıkarmayın.
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2012
Siyasetin amacı iktidar olmaktır, en tepeyi hedeflemektir.
“Bu ne hırs” söylemi hayatın başka alanları için geçerlidir.
“Tadında bırakmak” basireti bu mesleğin genetiğinde yoktur.
Beri yandan, siyasette hevesi olanların da “yeni gelin gibi” nazlanmalarını, bitmez, tükenmez bir taktik anlayışıyla doğru zamanı beklemelerini de garip karşılıyorum.
Bu işler bir iddiadır.
Niyetin varsa, hazırlanır, projeler ortaya koyar, sorduklarında da açıkça talebini seslendirirsin.
Bu anlamıyla Büyükşehir Belediye Başkanlığı için Ege Koop Başkanı Hüseyin Aslan ve Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan’ın tutumlarını doğru buluyorum.
Yazının Devamını Oku 28 Ekim 2012
Son yerel seçimlerde CHP 400 bin oy farkıyla kazandı.
Genel seçimlerde CHP ile AK Parti arasındaki fark 180 bin dolayında idi.
Önümüzdeki yerel seçimler için bir baz alınacaksa genel seçim ölçü değildir.
Hal böyle olunca CHP 400 bin oy avantajını kolay yitirmez, kolay kolay seçimi kaybetmez.
Çıplak ve galip ihtimal böyle görünüyor.
Ama bu şu an için geçeri fotoğraf. Siyasette bazen bir hafta bile uzun zamandır.
Haksız rekabet
Yazının Devamını Oku 21 Ekim 2012
İLKBAHARI ve yazı tüketmek hayatın süreli olduğunu idrak etmektir aslında.
Sonbahar orta yaşı geçmişler için daha anlamlıdır. Gençliğin ömür kesesi doludur. Gidenin yerine yenisinin, daha iyisinin, daha umutlusunun geleceğini hissederler.
Bizim yaşlara gelmişler de farklı bir telaş seziyorum.
Daha bir ısrarcı hal oturdu üzerimize. Yaz mevsiminin bitmediğini, deniz kenarı keyiflerinin aynen sürdürülebileceğini kanıtlamaya çalışan yaşlı kelebekler gibiyiz.
Canımız her zamankinden daha değerli algılıyor sonbaharı, hayatı, kendine vakit ayırmanın önemini, belki de tembelliği.
Yazının Devamını Oku 13 Ekim 2012
AK Parti kongresinde Sayın Başbakan’ın yaptığı konuşma yazılı ve görsel medyada uzun uzun değerlendirildi.
Avrupa Birliği ve onun değerlerine vurgunun eskiye göre daha az olduğu şeklinde yoğun eleştiriler yapıldı.
Bakın, bu duruma şaşırmamak gerekir.
Yeni Türkiye artık o bildiğimiz dengelerden daha farklıdır.
Ulusalcı ideoloji, demokrasi kısmı hariç, topluma her yönü ile batıyı işaret ediyordu.
Batı değerleri her ne kadar evrensel olduğu söylense de kendinden menkuldür. Bu sebepten ortaya çıkan model “imitasyon” bir görünüm arz ediyordu.
Cumhuriyetin başlangıcından itibaren bu esasa göre biçimlemeye çalıştığı bir ülke ve insan tasavvuru vardı.
Tasavvurların realiteyle uyuşmaması, uygulamayı mecburen baskıcı yapıyordu.
Yani bir anlamda “zorla güzellik olmalı” anlayışı vardı.
Kritik soru sorulmuyordu. Bu bahse konu “güzellik” kime göreydi?
Askeri bürokratik elitin, halk adına, halkın iyiliği için, onlara rağmen karar verme hakkı, kanaatlerinde samimi bile olsalar, meşru muydu?
Pek tabii bu anlayış 21. yüzyılda sorgulanacaktı.
AK Parti, bu kabullere itiraz eden kitlelerin sesi oldu. Devran demokrasiyi dayatınca, sindirilmiş sessiz zihniyet iktidara geldi.
Önce ürkek ve temkinliydiler. Şimdilerde giderek kendileri oluyorlar.
İsaiah Berlin diye bir İngiliz ahlak ve siyaset filozofu vardır.
Berlin, her türden “reçeteci” görüşlere karşı çıkar. Açık olarak Marksist ve determinist yaklaşımları eleştirir.
Ona göre toplumların akıl yoluyla ve tek bir doğruya yönlendirilmesi yanlıştır. Her toplum kendi tarihi tecrübesine dayanan farklı yaşam tercih ve normları geliştirir ve bağlı olarak her toplum ve kişiye göre değerler farklılaşır. Bu farklılaşmanın çelişkiler yaratması normaldir, ötesinde iyi de bir şeydir.
AK Parti’nin yaklaşımının da bu paralelde olduğu anlaşılıyor.
Bu toprakların insanlarının önemli bir kısmının batılı değerlerden heyecanlanmadığını, hatta ilgisiz olduklarını biliyorlar.
Esasında kendileri de öyleler ve mutluluğun formülüne cumhuriyet tipi aydının ezberlerinden bakmıyorlar.
Meseleyi böyle koyunca, bireysel haklar, batı tipi demokrasi, laiklik, özgürlük… Farklı anlam ve tariflere bürünüyor.
Diyeceksiniz, muhafazakarlar da eğitime önem veriyor, girişimciler, zenginleşmek istiyorlar. Tüm bu olgular onları da batı tipi değerlere zamanla evriltir.
Bize göre bu beklenti beyhudedir.
İslam, “Medine Sözleşmesi” ile, Osmanlı, “çok hukuklu” yapısı ile, bir anlamda kültürleri sepere ederek her kesimin kendini mutlu hissedeceği çözüm yollarını hayata geçirmişti.
Şüphesiz bu ayrımlaşmalar “din” bazlıydı, globalleşme söz konusu değildi.
Şimdilerde, bir tarafta cumhuriyet değerlerinin ikna ettiği on milyonlar, diğer tarafta bahse konu muhafazakarlarımız var.
Yeni Türkiye işte böyle bir şey.
Bu coğrafyanın çok sayıda problemi var.
Çözümlerin İsviçre ya da Amerika tipi demokrasilerle olamayacağı giderek anlaşılıyor.
Ne diyordu filozof Berlin? “Doğrunun tek bir tarifi yok. Herkesin doğrusu kendisi için daha iyidir”.
Bakalım başbakanımızın sıklıkla ifade ettiği “bizim medeniyetimiz” ne gibi çözüm yolları bulacak?
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2012
YAKLAŞIK 15 yıl önceydi. Suyun öteki tarafından bir misafirimiz vardı. Rum kadın doksanlı yaşlardaydı. Eski İzmirli’ydi. 1922’de memleketini terk etmişti. Meraklı gözleriyle doğduğu ve ilk gençliğini yaşadığı kentte, kendine dair bir şeyleri hatırlamaya çalışıyordu.
Zor gören gözlerinde derin bir hayal kırıklığı vardı. “Her şey, ama her şey çok değişmiş” diyordu. Derken... Aniden ağlamaya başladı. Pasaport İskelesi’ni görmüştü. “Burası aynı kalmış, aynı kalmış” diyebildi. Modernleşme adına tahrip edilmiş koca bir Kordon, kadının çocuksu heyecanında derin bir utanç duygusuyla yüreğimize saplandı.
İşyerim Pasaport İskelesi’ni cepheden görür. Bağlı olarak gözlerim hemen hergün defalarca 1870’li yıllardan gelen bu tarihi binaya takılır. Bu yapı ayrı bir sihire sahiptir. İçinizdeki kentlilik bilincini sürekli tetikler. “İşte” dersiniz, “İzmir, yaşadığımız yerler böyle bir tarihi kimliğe sahiptir.”
Esasında kentlilik, yerleşiklilik duygusudur, var olana sahiplenmektir. Ona gözünüz gibi bakmaktır, onur duymak, kıskanmak, korumak, sürekli özen göstermektir.
Pasaport İskelesi özelinde bu bahsettiğim insani asgarileri acaba gerçekleştiriyor muyuz?
Maalesef, yutkunun ve geçiniz.
İki ayrı binayı birbirine bağlayan tarihi koridor garip bir koyu mavi renkle plastik doğramalarla, özensiz sundurmalarla güya amaca uygun rehabilite edilmiş. Bu işler, bu kadar kolay mıdır, kamunun parası mı yoktur, bu yerlerden binbir tane daha mı vardır, emanete böyle mi sahip çıkılır, 8000 yıllık kentiz demek ortak değerlere paçavra muamelesi mi yapmaktır?
Hele bir de geçenlerde kocaman bir sac levhayı EXPO 2020 diye boyayıp o canım yapının tepesine astılar ki, estetikten bi nasip zihniyet tam anlamıyla kendini deşifre etti, tüy dikti.
Konu açılmışken Bostanlı sahil bandında yer alan Beşikçioğlu Camisi üzerine de bir şeyler söylemek istiyorum.
Bakınız bu ibadethanenin arsasının konumu müthiştir. Denizin dibindedir, kent siluetinde, kullanabildiğimiz takdirde eşsiz bir imkandır.
Böylesi sınırlı ve özel alanların nasıl bir özenle bir gurur vesilesi ibadethanelere dönüştürüldüğü derslerini ecdadımız Dolmabahçe (Bezm-i Alem Valide Sultan Camii) ve Ortaköy’de (Büyük Mecidiye Camii) göstermiştir.
Başta Kemeraltı olmak üzere, bunca tarihi dinsel yapının üzerinde yaşayan bizler, marifet gösterme sırası bize gelmişken böylesi güzel bir alanda bu kadar baştan savma bir camiyi kendimize niye layık görürüz, anlamak mümkün değildir.
Hiçbir özel estetik kaygısı taşımadan, ötesi berisi düşünülmeden, 300-500 yıl sonrasına sorumluluk duyulmadan, her gelenin ilave iyi niyetli katkıyla “deli kızın çeyizine” dönüştürdüğü, cari ihtiyaçlara paralel garip sundurmalarla “taçlandırdığı” bir 21 yüzyıl “İzmir övüncü(!)” orada duruyor, durmaya devam ediyor.
Pek tabii, gerek Pasaport, gerekse Beşikçioğlu sadece iki örnek.
Artık bu gibi konularda, tüm toplum alarak rahatsızlık duymak ve bunu hissettirmek zamanımız gelmiştir. Sadece kumru-boyoz edebiyatı ile bir yerlere gitmek mümkün değildir.
Yazının Devamını Oku