Çuvaldızı kendimize batıralım

YAKLAŞIK 15 yıl önceydi. Suyun öteki tarafından bir misafirimiz vardı. Rum kadın doksanlı yaşlardaydı. Eski İzmirli’ydi. 1922’de memleketini terk etmişti. Meraklı gözleriyle doğduğu ve ilk gençliğini yaşadığı kentte, kendine dair bir şeyleri hatırlamaya çalışıyordu.
Zor gören gözlerinde derin bir hayal kırıklığı vardı. “Her şey, ama her şey çok değişmiş” diyordu. Derken... Aniden ağlamaya başladı. Pasaport İskelesi’ni görmüştü. “Burası aynı kalmış, aynı kalmış” diyebildi. Modernleşme adına tahrip edilmiş koca bir Kordon, kadının çocuksu heyecanında derin bir utanç duygusuyla yüreğimize saplandı.
İşyerim Pasaport İskelesi’ni cepheden görür. Bağlı olarak gözlerim hemen hergün defalarca 1870’li yıllardan gelen bu tarihi binaya takılır. Bu yapı ayrı bir sihire sahiptir. İçinizdeki kentlilik bilincini sürekli tetikler. “İşte” dersiniz, “İzmir, yaşadığımız yerler böyle bir tarihi kimliğe sahiptir.”
Esasında kentlilik, yerleşiklilik duygusudur, var olana sahiplenmektir. Ona gözünüz gibi bakmaktır, onur duymak, kıskanmak, korumak, sürekli özen göstermektir.
Pasaport İskelesi özelinde bu bahsettiğim insani asgarileri acaba gerçekleştiriyor muyuz?
Maalesef, yutkunun ve geçiniz.
İki ayrı binayı birbirine bağlayan tarihi koridor garip bir koyu mavi renkle plastik doğramalarla, özensiz sundurmalarla güya amaca uygun rehabilite edilmiş. Bu işler, bu kadar kolay mıdır, kamunun parası mı yoktur, bu yerlerden binbir tane daha mı vardır, emanete böyle mi sahip çıkılır, 8000 yıllık kentiz demek ortak değerlere paçavra muamelesi mi yapmaktır?
Hele bir de geçenlerde kocaman bir sac levhayı EXPO 2020 diye boyayıp o canım yapının tepesine astılar ki, estetikten bi nasip zihniyet tam anlamıyla kendini deşifre etti, tüy dikti.
Konu açılmışken Bostanlı sahil bandında yer alan Beşikçioğlu Camisi üzerine de bir şeyler söylemek istiyorum.
Bakınız bu ibadethanenin arsasının konumu müthiştir. Denizin dibindedir, kent siluetinde, kullanabildiğimiz takdirde eşsiz bir imkandır.
Böylesi sınırlı ve özel alanların nasıl bir özenle bir gurur vesilesi ibadethanelere dönüştürüldüğü derslerini ecdadımız Dolmabahçe (Bezm-i Alem Valide Sultan Camii) ve Ortaköy’de (Büyük Mecidiye Camii) göstermiştir.
Başta Kemeraltı olmak üzere, bunca tarihi dinsel yapının üzerinde yaşayan bizler, marifet gösterme sırası bize gelmişken böylesi güzel bir alanda bu kadar baştan savma bir camiyi kendimize niye layık görürüz, anlamak mümkün değildir.
Hiçbir özel estetik kaygısı taşımadan, ötesi berisi düşünülmeden, 300-500 yıl sonrasına sorumluluk duyulmadan, her gelenin ilave iyi niyetli katkıyla “deli kızın çeyizine” dönüştürdüğü, cari ihtiyaçlara paralel garip sundurmalarla “taçlandırdığı” bir 21 yüzyıl “İzmir övüncü(!)” orada duruyor, durmaya devam ediyor.
Pek tabii, gerek Pasaport, gerekse Beşikçioğlu sadece iki örnek.
Artık bu gibi konularda, tüm toplum alarak rahatsızlık duymak ve bunu hissettirmek zamanımız gelmiştir. Sadece kumru-boyoz edebiyatı ile bir yerlere gitmek mümkün değildir.
Yazarın Tüm Yazıları