Paylaş
İZMİR kanaat önderlerinin bir araya geldiği toplantılarda, konu bir müddet sonra mutlaka EXPO’ya gelir.
Bakın, EXPO’yu almak çok önemli. Ama bu, bir ölüm-kalım meselesi değil.
Her şeyden önce seçimi kazanmak garanti değil. 5 aday şehirle yarışıyorsunuz.
Ancak öyle garip bir ruh halindeyiz ki, sanki kaybetmek hepimizde derin bir travmaya sebep olacak.
Bu kadar da abartmayalım. Bu durumu en iyi teşhis edenlerin başında İzmir Büyükşehir Belediye yönetimi geliyor. Biz, Aziz Başkan’ın EXPO konusuna aşırı takıntılı olmadığını hissediyoruz. Esasında iyi de yapıyor. Netice de sağlık teması üzerinde derinleşmek için, EXPO olmasa da yatırımlar yapılabilir.
Zaten işin matematiğini yaptığınızda bu tip etkinlikleri İzmir’in geleceğinde, adeta bir varlık sebebi gibi algılanmasının anlamsızlığı ortaya çıkıyor.
Bakınız, İzmir ülkede yaratılan milli gelirden takribi yüzde 10 pay alır. Bugün ülkemiz yılda 750 milyar dolar değer yaratıyor. Bugünden 2020 yılına kadar geçecek 8 yıllık sürede, hiç milli gelir artışı olmasa bile 600 milyar dolarlık bir kent katmadeğerinden bahsediyoruz.
Efendim, EXPO nedeniyle, ilave birkaç milyar dolarlık yatırım söz konusu olacaksa, biz bu rakamın onlarca katını devlete vergi diye ödeyeceğiz zaten.
Yani EXPO olursa, şüphesiz kantarın ibresi olumlu etkilenir, kentin bilinirliği artar, ilave bir morallenme gelir, zaten var olan potansiyelin açığa çıkmasında katkı sağlar... Hepsi bu kadar.
EXPO İzmir için bir “sebep” değil, sonuçlarından bir tanesidir.
Ahmet Kaya – Benim gizli kahramanım
Ah Ahmet Kaya ah. Ölümünün 12’nci yıldönümünüydü geçen hafta, onunla yüzyüze hiç gelmeden, tanımadan, bilmeden, uzaklardan çok yakın bir ilişki hissettim hep.
O, sakin göllerin kuğusu, yarılan ekmeğin buğusuydu.
Çok doğrudan bir kişilikti. Hafif provokatör, bir hınzır muzipti.
Doğruları söylerdi. “Başım belada” hep onun tercihiydi. Eyvallahı hiç olmadı. Tıkanır, sıkışır, köşeye kısarsa “kafama sıkar giderim” diyerek hesabını keserdi.
O, “Bahtiyarlarla” dertlenirdi. “Hani benim gençliğim nerde” derken, sual açtığı tabii ki annesi değildi. İşkenceciler, zalimler ondan hiç hoşlanmadı.
Toplumun çok büyük kısmının gizli vicdanıydı. Bizlere hep yürekli olmayı öğütledi. Hep kardeşlikten dem vurdu. Nerede mazlum var, onun arkasında durdu. Kürt’tü. Ayrı - gayrı olmaya hep karşı çıktı. En olumsuz siyasi atmosferde dahi türbanlının da arkasında durdu, anadilinde şarkı söylemenin de.
Linçlere konu oldu bugüne dair en masum ve makul söylemleri.
Ahmet Kaya, seni unutmadık, unutmayacağız.
Tekke – Zaviye - Vali
DEYİME hep haksızlık edilmiştir. Doğrusu “Nerede çokluk, orada demokrasidir”.
Tek tanrılı dinlerden, tek tipleştirilmeye çalışılan halklara kadar, “ortamı” standardize eden her uygulama monarşiye hizmet eder. Ha, bilahare bu handikapı aşmak için bedelini ödemek suretiyle mücadele verirsiniz, o ayrı meseledir. Tüm bir insanlık tarihi, demokrasiye evrilirken farklılıkların iadesi sürecini yaşamıştır.
Toplumları standardize etmek görünüşte huzur sağlar. Amaç huzursa demokrasi düşük vitese alınır. Ne var ki huzur ve mutluluk farklı kavramlardır. İnsanlık tecrübesi bize göstermiştir ki mutluluk özgürlükten beslenmektedir. Özgürlük de ancak demokrasiyle mümkündür.
Demokrasi karşısındakinin farklılıklarına saygı duymak ve bu anlayışı içselleştirmektir. Aksi durum “patırtı” sebebidir.
Bugün ülkemizde yaşanan sıkıntıların kaynağında devletin ve devlet eliyle toplumun yanlış kurgulanması yatmaktadır.
Ülke “az Sünni dindar” ve “Türk” kimliği üzerinden hayal edilmiş ve bu proje demokrasi askıya alınarak hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
Sonuç hüsrandır. Bırakın insanların mutluluğunu huzur bile temin edilememektedir.
Bugün Ermeni tehcirinin veya mübadelenin olmadığı bir 100 milyonluk ülke fotoğrafını muhafaza edebilseydik, Osmanlı geleneğinden gelen tecrübeyle, çok muhtemeldir ki katlanılamayacak ıstıraplar yaşanmadan, farklılıkların gücünü bir diğerine kabul ettirdiği bir altın dengeye ulaşabilecektik.
O Türkiye’de Aleviler de kendini mağdur hissetmeyecekti, Kürtler de. Çerkezlerin “Çerkez tavuğunu” icad edenlerin ötesinde bir şey olduğuna bilebilecektik. Başbakan Gürcü kökenli olduğunu iftiharla söyleyebilecekti.
Maalesef “mutlak çokluğu barındırmıyor”. Gücü elinde tutanlar tarihin bir dönemini dizayn ediyor. Makaranın geriye sarılması, bazı hallerde imkansızlaşıyor, ortada, “hani benim mutluluğum nerede” diyen aklı karışık insan toplulukları kalıyor.
Lütfen, “tekke, zaviye” açılması ya da valileri doğrudan halk tarafından seçilmesi gibi hususlar tartışılsın denilince, “öğretilmiş çaresizlik” üzerinden ezberlerinizden hareketle tedirgin olmayın, hemen karşı çıkmayın. Lütfen düşünün, tartışın.
Paylaş