Paylaş
Olimpiyat neden olmadı acaba?
Yoksa “değerli yalnızlık” politikalarının bu işte az da olsa bir etkisi var mı?
Arap ülkeleri kime oy verdi?
Mesela iki-üç yıl önce olsaydı bu oylama, Arap ya da Avrupa ülkelerinden daha fazla destek mi çıkardı?
Tüm bunlar birer vaka.
Ancak bir şeyi kabul etmek mümkün değil.
Oylama öncesi ve sonrasında hızlanan tweet yağmurunda bazıları Türkiye kazanmasın diye inanılmaz bir “heyecan!” içindeydi.
Fatih Çekirge’nin deyişiyle “logar kapaklarından sızan” bu tweetler makul akılları adeta “dumura” uğratıyor.
Bazılarımızda iktidar alerjisi her türlü ölçüyü aşmış durumda.
Hani, “onların iki gözü çıkacaksa benim de bir gözüm, kolum, bacağım feda olsun” anlayışı içindeler.
Yahu, siyasi antipatiyi anlarız. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Ama neticede hepimiz aynı ülkenin vatandaşlarıyız.
Kendi zihnimizde, üstelik biraz da birbirimizi doldurarak, aşırı takıntılı bir hale dönüştüğümüzü maalesef göremiyoruz.
Bu sözümüz militanca kutuplaşan ve sağduyusunu yitiren her kesimden insanlaradır.
Biz İzmir’de, kendi çevremizde “laik” diye isimlendirdiğimiz insanlar arasındayız.
Bazılarıyla AK Parti’ye dair konuştuğumuzda hayretler içerisinde kalıyoruz.
Tamam, eleştirin hatta kıyasıya eleştirin ama hiç kimse düşmanımız değil.
Baktığınızda her kesime mensup insan, günün sonunda, hepimizin duyduğu beşeri kaygılara sahip, geçimini, çoluk çocuğunun geleceğini düşünüyor, aynı suyu içiyor, aynı topraklarda yaşıyoruz.
Nedir bu derin kamplaşma? Tek akıllı biz miyiz? Hastalıklı bir görünüm verdiğimizin farkında mı değiliz, bu abartı neden? Evet, silkinmemiz için, kaderden ırak, İzmit depremi gibi bir felaket mi gerekiyor?
Başa dönersek, olimpiyat olmadı. Olsaydı hepimiz için, ülkemiz için çok iyi olacaktı, “fıstık” gibi olacaktı. Hatta, resmen sınıf atlayacaktık. Dünyanın muteberlerine tanınan bir imkana kavuşacaktık.
Şimdi önümüzde EXPO var. Temennimiz bu defa hüsran yaşamamak. İktidarı ve muhalefeti ile el ele, umudumuz odur ki bu defa başaracağız.
Şayet merdivenleri gökkuşağı rengine boyamak, demokrasinin, özgürlüğünün, bireyselleşmenin göstergesi olarak addediliyorsa, bu işin öyle satıhtan değerlendirilmesine itirazımız var.
Demokrasi toplumun her kesimi için istendiği zaman anlamlıdır.
Bireyselleşme, özgürlük, birlikte, bir arada yaşama iradesinin özeleştiri ve empati süzgeçlerinden geçtikten sonra içselleştirildiği “duru” zeminleri talep eder.
Şüphesiz gençlerden filozof tavrı bekleyemezsiniz.
Ama gençliğin bir başka türlüsüne zaten kapalı olduklarını varsayarak, hepimize “yumuşatıcılıklarını” geçiren neşeli ve barışçı insanlar olduğu konusunda emin miyiz acaba?
Biz bu kadar iyimser değiliz.
Neticede bu insanlar toplumumuzun bir parçası.
Pek çoğunun içlerinde buram buram bir ötekileştirme var.
Kendi doğrularını tahammülsüz bir kararlılıkla, incitici olacaklarını pek hesaba katmadan uygulamak istiyorlar.
“Bu fikre nereden kapıldın” diye sorabilirsiniz. İstanbul’u bilemiyorum ama İzmir “gezi kitlesine” mensup pek çok gençle konuştum, konuşuyorum.
Aralarında, Arap kültürünü, AK Parti’yi, Kürtleri, muhafazakar yaşam biçimlerini. Bütünün ayrılmaz bir parçası olarak gören, bu farklılıklarla yaşamaya devam edeceklerine ikna olmuş, hazmetmiş genç sayısı, kendimizi kandırmayalım, fazla değildi.
Hatta bazılarına tüm bu olanlar eğlenceli bir isyan gibi geliyor.
Şüphesiz gençlerin değerini azaltmaya çalışmıyoruz.
Ancak, ülkenin eğitim politikalarından, az demokrasili bir tarlada biçimlenmişliğe, bu gençler, onların anne ve babaları hatta dedeler, büyükanneler, hep bu zeminin ürünleriyiz.
Gerçekçi bir bakışla, toplum bu gençlere ne verdiyse, onlara dair de umduklarınız çok çarpıcı şekilde farklı olamaz.
Bu gençler rolmodel belledikleri batı toplumunun parametrelerinden beslenmiş, özgürlüklerin rengarenk farklılıklarından dökülmüş kişilik yapıları maalesef değiller.
Dolayısıyla, buralardan çıkan renkli merdivenlere, hak ettiğinden fazla anlam yükleyerek entelektüel fantezilere yelken açmamak gerekiyor.
Mamafih, bazen ideale ulaşabilmek öykünmede
ısrardan geçer. Netice itibariyle, giderek baskıcı anlayışlara yönelenlere barışçı yollarla “pabuç bırakmayan” bu
gençler iyi ki var.
Tepkinin simgesi
Gökkuşağı renkleri, çıkışı itibariyle eşcinsel ayrımcılığa tepkinin simgesiydi.
Laik kültürün gençleri, çerçeveyi, yaşam biçimlerinin çeşitliliğine saygı boyutuna taşıdı.
Doğru da yaptılar.
Ama maalesef her naif talep bu ülkede çok kolay provoke edilebiliyor.
Hrant’ın vurulduğu yerde, Agos gazetesinin hemen yanındaki merdivenler sadece bordo-maviye boyanmış.
Hesapta, Hrant’ı vuranların memleketi üzerinden bir göndermede bulunulmuş oluyor.
Bırakın Ermeni vatandaşlarımızı, bu toprakların milliyetçi düşünceye gönül vermişlerine, yanısıra Trabzon’lulara ne büyük haksızlıktır bu.
Hakikaten çok zor bir coğrafyada yaşıyoruz.
Gökkuşağının renklerinin, eşcinsellerden, Ermeni’lere, türbanlılardan, Kordon esintisinde rakı-balığın keyfine erenlere çeşitlendiğini anlamadan, aradığımız huzura kolay ulaşamayacağız.
Paylaş