Paylaş
UZUN yıllardır Yunan Adaları sık sık gittiğimiz kapı komşumuz oldu. Özellikle Sakız Adası’na 40 dakikalık feribot yolculuğu ile ulaşmak mümkün.
Biraz ada yaşantısı, biraz da Yunan kültürünün etkisiyle Sakız ahalisi inanılmaz telaşsız insanlar.
Esasında tembel diyeceğim ama bu “incitici” bir tanımlama olacağından bir haksızlık da yapmak istemiyorum.
Ortalama bir Rum, tarihin hiçbir döneminde para kazanayım diye kendisini kahredici bir tempoya sokmamıştır.
Şüphesiz, yaslanacak bir yer bulduklarında bu fırsatları hiç tepmemişlerdir. Bu anlamda son otuz-kırk yıllarında AB’den epey istifade ettiklerini biliyoruz.
Hayatın anlamı üzerine kafa yorduğunuzda belki de en iyisini onlar yapıyor.
Yaşam keyiflerinin asgari bir çıtası var. Dünya yansa onun altına düşmeye razı olmuyorlar.
Bu yüzden de bir Alman gibi Avrupalı değiller.
Ama mesele standartlara gelince, bir ücra adanın ıssız bir yerleşim yerinde bile, bir düzen, nizam, intizam gözlüyorsunuz.
Örneğin, Sakız’da onlarca plaj var.
Her plaj tertemiz, hemen hepsinde ücretsiz duşundan soyunma kabinlerine bir tertip sağlanmış.
Öyle, özel mülklerin veya işletmelerin kıyıyı kapatması gibi bir durum asla söz konusu değil.
Aşağı yukarı tamamı aile işletmesi olan lokantalarda fiyatlar son derece makul. Bu yüzden, karşı kıyısı Çeşme’yle mukayese ettiğinizde bizimkilerin açgözlülüğüne daha bir buruluyorsunuz.
Bir tarafta dinamizm ve kurnazlık, diğer tarafta sade ve rahvan bir yaşam anlayışı.
Diyebilirsiniz ki “bizler iddialı insanlarız, bu kültür bize gelmez”. Mesele yok. Ancak bizim tercihlerimizin medeniyet raflarında yeri çok aşağılarda, bunu da bilmemiz gerekiyor.
Her neyse, adalar her daim güzel, turizme dair onlardan öğrenecek çok şeyimiz var.
Mesaj
BİZİM, sınırımızda bir Suriye helikopteri veya benzerini vurmamız nerede ise mukadderdi.
Hükümet Esad rejimine karşı kendisini öyle angaje etti. Başta ABD olmak üzere uluslararası toplumun müdahalesine öylesine inandırdı ki, gelişmeler ters yönde olunca derin bir boşluğa düştü, prestij zedelenmesine uğradı.
Neticede “bu oyunda ben de varım, kenarda oturup seyretmemi kimse beklemesin” baskısına girdi.
Bir defa şu tespiti yapalım. Türkiye bölgede çok ciddi ağırlığı olan bir ülkedir. Dolayısıyla bölgeye dair gelişmelerde karar vericiler arasında yer alması icap eder. Ancak Batı dünyası, biraz da Mısır politikaları nedeniyle ters makasa düşmüşlüğümüze tepki olarak, Türkiye’yi beklentilerimize uygun seviyede muhatap almamaktadır.
Bu, kolay kabul edilebilir bir durum değildir. Bu sebeple vurulan Suriye helikopteri, Esad rejiminden ziyade, başta ABD ve Rusya olmak üzere uluslararası topluma verilen mesaj niteliğindedir.
Meseleyi böyle okursanız, Türkiye’nin süper güçlerle çekişmesinin ivme kazanmaya devam ettiğini söyleyebilirsiniz.
Esasına bakarsanız, tarihi ve kültürel ilişkilerimizin olduğu, 900 kilometrelik bir sınıra sahip olduğumuz bir ülkeye dair, bu denli kenarda tutulmak istenmemizi hiçbir cumhuriyet hükümeti içine sindiremezdi.
Tamam, kendimizi aşırı ölçüde Esad karşıtlığına bağlamamız çok doğru değildi, ama sair sebeplerle “Karamürsel sepeti” muamelesine tabi tutulmamız kabullenilemezdi.
Özetle, zıtlaşma devam ediyor. Bakmayın siz Batı dünyasının helikopter meselesinde bize hak veriyor görüntüsünde. Netice pişirilen aşa su katmamızın hoşlarına gitmediği aşikardır. Bakalım ipler daha ne kadar gerilecek?
Bir sıfırdan büyüktür
DOĞU toplumlarında iktidar mücadeleleri, tarafların herkes için geçerli olmasını istedikleri kendi doğrularını tesis etme gayretine yöneliktir.
Oysa Batı kültürlerinde, zamanla bu anonim ve toptancı anlayıştan uzaklaşılmış, bireylerin kendileri için doğrularını hissetme ve bu talepler üzerinden demokratik iktidar mücadelesi verilmesi anlayışına gidilmiştir.
Bugün İslam coğrafyasında bir türlü demokratik bir düzenin kurulamamasının ana sebebi budur.
Şüphesiz burada İslam’ın tebliğci bir din olmasının yanı sıra bireyselleşmeyi besleyecek Rönesans ve endüstriyel değişimlerin çok gecikmiş olmasının rolü büyüktür.
Türkiye ne tam Doğu, ne de tam Batı toplumudur.
Az demokrasi, az sanayileşme, az dindarlığın benimsendiği kesimlerde sathi bir laiklik anlayışı üzerinden, o öykündükleri Batı’nın özünden uzak, baskıcı modellerin ortaya çıkmasına sebep olmuş, yine aynı az demokrasi, az sanayileşme, bir biçimde devran değişince, çağın değerlerine uyumlaşma konusunda sıkıntı çeken İslamcı anlayışların talepleriyle başka bir tür baskıcı zihniyetlerin işaretlerini taşır hale gelmiştir.
Ülkemizin hibrit özellik taşıyan bu karakteri, esasında “al birini vur ötekine” misali, birini diğerinden değerli kılmamakta, gücü eline geçirenin kendi doğrusunu dayatmak için fırsat kolladığı talihsiz bir topluma dönüştürmektedir.
Batı toplumları geçmişte aynen bu süreçleri yaşamışlardır.
Bu uğurda yüzyıllar süren mücadeleler verilmiş, bedeller ödenmiş ve neticede herkesin birbirine, birbirinin doğrusuna saygı ve rıza gösterdiği bir zemine ulaşılmıştır.
Ancak belirtmek gerekir ki 21. Yüzyılda, hiçbir ülkenin, hele Türkiye’nin öyle yüzyıllar boyu beklemeye, olgunlaşmaya tahammülü yoktur.
Batı toplumlarının yarattığı teknolojinin her türlü imkanından yararlanmakta beis görmeyen ülkelerin, yine onların oluşturdukları insan haklarına dayalı normlarını, “Amerika’yı yeniden keşfetmeye” çalışmadan, kendi toplumsal değerleriyle uyumlaştırarak bir mutabakat oluşturmaları tek ve vazgeçilmez yoldur. Bu anlamıyla, yeni anayasa ve demokratikleşme paketleri son derece önem taşımaktadır. Her şey bir anda olmuyorsa, olduğu kadarı bile ileriye atılan adımdır.
Paylaş