Paylaş
Bir kere baştan söyleyelim, Türkiye 21. yüzyıla uyum anlamında, derin kaygılarla biçimlenen ruh halini değiştirmeye çabalıyor.
Bazı şeyler böyle gidemezdi.
Hiç kimse, geçen yüzyılın başlarında oluşturulmuş toplum nizamını bugünden bakarak mahkum etmek istemiyor.
O çağların, o dönemin yöneticilerini ikna eden koşullarını hepimiz anlıyoruz.
Ancak şimdilerde paradigmalar değişiyor, değişti. Atatürk hepimizin sahiplendiği en özel değerimiz.
Şayet o özlediğimiz “muassır medeniyet” seviyesinden vazgeçmediysek, 25-30 yıl geciktiğimiz cesur demokratikleşme adımlarını atmamız gerekiyordu.
Paket eksikmiş, hayal kırıklığı yaratmış, nalıncı keseriymiş... Geçin bunları.
Her şey bir anda olmaz.
Şimdi beklediğimiz, muhalefetin de bu trendi sahiplenmesi ve demokratikleşmeyi daha da geliştirici öneriler oluşturmasıdır.
AK Parti, kimse kusura bakmasın, Gezi olayları ile başlayan yıpranma sürecinde yeniden bir “tazelenme” atağı gerçekleştirdi.
Kim ne derse desin, muhalefet dağınık ve çelişik bir takım laflarla yetinirken, iktidar söylüyor ve yapıyor.
Bu ülkede bir kısım insanımıza korku ve endişe pompalayarak iktidar olma şansı yok.
Cesur olacaksınız, yüzünüzü evrensel değerlere çevireceksiniz, kötü uygulamalara değişim ihtiyacının bütününe karşı çıkıyor izlenimi oluşturmadan eleştiriler getireceksiniz, daha çağdaş, makul, güvenilir olmayı becereceksiniz.
Demokrasiye mahkumuz
BİLİNEN fıkradır. Bir vesile zengin Teksaslı Amerikalı, İngiltere Kraliçesi ile aynı ortamda olmuş.
Zenginliğin getirdiği şımarıklıkla Amerikalı, “benimle başbaşa bir akşam yemeğini kabul ederseniz tam 5 bin dolar veririm” demiş. Kraliçe, “bu ne küstahlık” diye tepki göstermiş. Amerikalı, “tamam o zaman rakamı 50 bin dolara çıkardım” deyince kraliçe adamın yaka paça atılması talimatını vermiş. Adam kapıdan çıkarken, “Kraliçem 1 milyon dolar veriyorum” diye seslenince, kraliçe duralamış “sende o kadar çok mu para var” diye bir tereddüt nidası gösterince, uşakları iteleyen adam, “prensipte anlaştık, pazarlıkta da anlaşırız” diye yanıt vermiş.
Demokratikleşme paketini, teşbihte hata olmaz, ben biraz da böyle anlıyorum.
Açıklanan konular bazı kritik dirençlerin yumuşamaya başladığını gösteriyor.
Örneğin; Başbakan’ın seçim barajı konusunda, yüzde 10’un değişmeyeceğine dair katı tutumundan vazgeçtiği ve muhtelif seçeneklerle tartışmaya açtığı anlaşılıyor.
Yani prensip çatlayınca pazarlık bir biçimde hallolur.
Yine Alevilere yönelik, basit de olsa bir üniversite ismiyle jest yapılıyor. Zaten daha kapsamlı bir paket hazırlandığı da ifade ediliyor.
Kürt vatandaşlara yönelik özel eğitim kurumları için de olsa, anadilde eğitim imkanı tanınıyor.
Tüm bunlar, katı ulus devlet paradigmalarının ağır ağır çözülmeye başlamasını işaret ediyor.
Sayın Başbakan her şeyin bir anda olmasının mümkün olmadığını, şartlar olgunlaşınca daha pek çok paketin geleceğini çok açık şekilde ifade etti.
Zaten, bizce somut önerilerden ziyade Başbakan’ın başlangıç konuşması çok daha dikkat çekiciydi.
Adeta ikinci bir balkon konuşmasını andırıyordu. Keşke bu üslup hep kalıcı olsa.
Konuşma, iktidarın evrensel demokratik ilkelere yönelik niyetlerini ifade eden bir manzumeydi. Sanki AB ve ABD’ye çiçek atıyordu.
Pek tabii, samimi bulursunuz, bulmazsınız o ayrı, biz peşin hükümle bakılmaması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu arada belirtelim ki, bazı düzenlemelerin, örneğin; seçim sistemi önerilerinin iktidarın fazla işine geldiği eleştirileri yapılabilir.
Bakınız, bu eleştiriler doğru olabilir, ama anormal karşılanmamalıdır.
AK Parti’yi omuzlarında kanatları olan demokrasi meleği konumuna da koymamak gerekir.
Neticede iktidar önünde üç seçim olan bir siyasi parti.
Bağlı olarak biraz da kendilerini düşüneceklerdir.
Geçmişte de bu böyle olmuştur. “Tebrik edilecek” değil, ancak anlaşılır bir tutumdur.
Demokratikleşme paketine muhalefetin yaklaşımını doğru bulmuyorum.
Hele karşı çıkışı gerekçelendirirken rol model olarak hala geçen yüzyılda kalmış tek parti değerlerini kutsayan argümanları kullanmak, bu toplumu, 21. yüzyılı, hiç anlamamak demektir.
Bakınız şayet iktidarda AK Parti yerine muhalefet partileri de olsaydı, bugüne dair elzem olan demokratik genişleme onlar tarafından gündeme getirilecekti.
Bu ülke bu devirde demokrasiye mahkumdur.
Mevcut iktidarlar bu kaçınılmaz görevi ifa etmekle görevli nöbetçilerdir.
Bu dünya gönüllerden geçene göre değil evrensel medeniyetin şartlarına göre şekilleniyor. Türkiyemiz de bu dünyadan soyut değil.
Sonuç olarak, demokrasi paketi ile ileriye doğru ilave bir adım daha atılmıştır.
Başbakan’ın konuşması daha fazlasının işaretlerini taşımaktadır.
Ülkemiz için sevindirici ve hayırlı bir gelişmedir.
Fatihl Terim II
Fatih Terim, Galatasaray için bir teknik direktöründen daha fazla anlam ifade eder.
Gelmiş geçmiş birkaç, yaşayanlar içinde ise, en önemli sembol iki isminden (diğeri Turgay Şeren) biridir Hoca.
Bu sebeple Galatasaray kulübünden gönderilme şekli hiç şık olmamıştır.
Üstelik, yürüttüğü görevi başarıyla devam ettirirken bu muameleye muhatap kılınmıştır.
Bakınız, profesyonelleşme, kurumlaşma, büyüyen hacimler hepsi tamam.
Ancak, her şeye karşın spor kulüpleri bir ticari şirketten ilave olarak daha farklı özellikler taşır.
Daha ziyade duygusal parametrelerden beslenen, bu sebeple yönetimine talip olanın doğrudan bir gelir beklentisine girmediği, gönül verdikleri kulüplerine dair belirli dönemler için “bayrak taşıyıcısı” oldukları, kendine özgü yapılardır spor kulüpleri.
Kulüplerin başkanları, bir anlamda milyonlarca paydaşı olan camiaların geçici süre görevlileridir.
Dolayısıyla, bu bütünlük içinde kulüp yöneticiliği sadece “bir pozisyon”dur.
Onlardan beklenen camialarının değerlerini korumak ve geliştirmektedir.
Şüphesiz genel kurullar ve geniş taraftar kitleleri, bir gizli el gibi bu insanları sınırlar ve onlardan hadlerini bilmelerini bekler.
Ünal Aysal yönetimi, maalesef Fatih Hoca’yla ilgili uygulamasıyla tereddüt uyandırmıştır.
Üslup rahatsız etmiştir, bir hak ikna edici bir gerekçe olmadan, üstelik özensiz kullanılmıştır, bir sembol rencide edilmiş, üzerine titrenilen gelenek yıpratılmıştır.
Paylaş