SAYIN Cumhurbaşkanı yönünden kartların tamamen açıldığı çok özel bir dönem yaşıyoruz.
Cumhurbaşkanı açıkça kendisini aşırı yetkilendiren bir başkanlık sistemi istiyor.
Ülke ekonomisinin bu sayede “uçacağını” söylüyor.
Bu dedikleri nasıl olacak, ikna edici mi, gelişmiş demokrasilerde örneği var mı?
Tüm bunlar soru işareti.
Dolayısıyla, Türkiye’nin böylesi bir seçeneği tercih etmesi zor gözüküyor.
Şartları bu denli zorlamak, pek çok kişiye makul gelmiyor.
BAKIN hem parlamenter sistem, hem de halkın seçtiği cumhurbaşkanı, bu esaslara göre düzenlenmiş bir anayasa tarifi olmadan bir arada olmaz, olamaz.
Bundan böyle Türkiye siyasetinde “çarşı” daima karışacaktır.
Mesele Tayyip Erdoğan değildir.
Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Gül ya da bir başkası “seçimle” cumhurbaşkanı olursa, hiç tartışmasız icrai ağırlıklarını hissettirmek isteyeceklerdir.
Kenan Evren’e göre yapılmış 1983 Anayasası sistem tercihi yönünden “kafası karışık” bir metindir.
Eski anayasada halk seçmediğinden cumhurbaşkanlarını temsili bir çizgide durmak zorunda kaldı.
Ama Tayyip Erdoğan’ı, Evren’e uyumlaştırılmış bir “muğlak” anayasa ile doğrudan halk seçti.
HDP ve Selahattin Demirtaş’ın lehlerine bir rüzgar esiyor, kime sorsak, önce temkinli, sonrasında mahcup bir edayla ciddi ciddi bu partiye oy vermeyi düşündüklerini söylüyor.
Haa, açık ifade edelim. Konuştuklarımızın hiç biri öyle gizli PKK’lı falan değil. Hatta sosyalist olanları da son derece az. Kürtlere de ayılıp bayıldıkları söylenemez.
O halde bu insanlar neden HDP’ye yönleniyor?
Sebebi basit...
Konuştuklarımızın ortak paydası; AK Parti’den ve özellikle sayın Cumhurbaşkanı’ndan hazzetmiyor olmaları.
İktidar partisinin Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa ulaşmasının engellemenin HDP’nin yüzde 10 barajı aşmasından geçeceğini düşünüyorlar.
YEREL yönetimleri savunmak “yerelin yetersizlerini” kutsamak değildir.
Hayat böyle olsaydı “yerli mallar” haftasını kutlamaya, yabancı sermayeden tedirgin olmaya, yabancı futbolcu sınırlamasını hararetle savunmaya devam ederdik.
Ha, “içerinin ebepsleneni” isek, “kapalının kuvvetlisi”, “mahallenin horozu” durumumuz varsa, tabii ki ithal aday istemeyiz, binbir demagojiyle genişletilmiş havuzun getireceği kaliteyi reddederiz.
Ey siyaset esnafı adaylar, “memleketlimiz” olmanız dışında ilave özellikleriniz nelerdir, o önünü kesmeye çalıştığınız “dışarlıklı adayların” kalitelerine ne ölçüde sahipsiniz.
MUHTAR SEÇMİYORUZ
Sevgili karar vericiler, mahalleye muhtar seçmiyoruz, parlamentoya, yasama organına, milli iradenin temsiline, her yönüyle donanımlı doğru insanları bulmaya gayret ediyoruz.
Yaşarken böylesi insanları bilinçli olarak göz önünde tutmaya çalışmaz toplum, bir bildiği varmış gibi. Kadirşinaslık onları daima popüler kılmak değildir zira. Derinlerimizde yer etmişlerdir. O sebepten bir yerlerde, kuytularda, özellerinde yaşarlar. Adı konulmayan, tarife gelmez bir ilişkisi vardır onlarla insanlarımızın. Usul usul iftihar eder 77 milyon, onur duyar, “yıpratılabilme menzillerinin” çok dışına taşır. Yaşar Kemal’lerden söz ediyoruz. Sayıları çokta da fazla olmayan gizli değerlerimiz, saklı kıymetlerimizden. Esasında, çekip gitmesi bu dünyadan, inanın pek fark etmiyor, etmedi. Yaşarken ölümsüz olmak fiziken çok önceden “paydos” etmek, erken ölmektir aslında.. Basit bir formalite gerçekleşti. Sevgimizin bitmeyecek ısısıyla huzur içinde uyu, Büyük Usta...
YEPYENİ TÜRKİYE'YE DOĞRU
Şehitler, gaziler, milli duygular... Tüm bunları katıla katıla hissetmemek mümkün değil. Ama beri yandan ezilen, yok varsayılan bir kültür, bir etnik kimlik, bir dil vardı. Mücadele ettiler ve şimdilerde bir yerlere gelindi. Belki başlangıçta onlar da farkında değildi. Kendi haklarını münferiden kotarmaya çalışmak bu ülkede birlikte, bir arada yaşamaya hiçbir şekilde kifayet etmez. Herkese, hepimize gereken şey “Demokrasi”. 10 maddelik metin, dikkat ettiyseniz “etnik kör”. Sadece evrensel demokratik ilkeler. Buradan memleketimizin diğer yörelerine de bir “vazife” çıkıyor. Daha kaliteli bir demokrasi, daha inisiyatif talep eden yerel anlayışlar, insanı önceleyen tutumlar, her koşulda medeni tavırlar, yepyeni bir Türkiye çabası... Evet, özellikle İzmir ve Ege’yi kastediyoruz. “Demokrasi fişeği” öyle lafla olmuyor, olmaz.
BAHAR ZALİM MEVSİMDİRTamam, memleketin yarıdan fazlası ya Fenerli, ya da Cimbomlu. Ama yine de bu yıl Beşiktaş’a farklı sempati duyuyoruz. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin “yorgunu” olduk biz. Sanki “eski kaşar” tadına ara vermek istiyoruz. Benzer duygular siyasi partilerimiz için de geçerli. Çoğumuz AK Parti ’liyiz, CHP ’liyiz, MHP’ liyiz. Ama yine farklı gerekçelerle de olsa Selahattin Demirtaş ’tan övgüyle söz edenlerimiz hayli çoğaldı. Tüm bunlar bir değişim isteğine işaret ediyor. Mart, Nisan, Mayıs... Her biri silkinme çivisidir. Taze başlangıçlar mevsimine hoşgeldik.
KASABA MUHAFAZAKARLIĞISeçimlere ilişkin bir “ithal aday asla istemeyiz” teranesidir sürüp gidiyor. Yahu, kentimize “muhtar” seçmiyoruz. Efendim, Kemeraltı’nı bilmeyen milletvekili olmasınmış. Yani adamın mahallesinin muteberi olması yeterli, dünyayı bilmese de olur. Hele bir de bu garip ısrar İzmir için yapılmıyor mu, dumura uğramamak mümkün değil. Hem, “İzmir metropoldür, Anadolu’nun diğer kentlerine benzemez” diyeceksiniz, hem de özgüvensiz “kasaba muhafazakarlığını” savunacaksınız Güçlendirilmiş yerel yönetimleri arzulamak dost, ahbap, akraba kayırmacılığı ile mebus seçmek değildir. İzmir, tarihi, mevcudu, geleceğiyle Türkiye özetidir. Takribi yılda 80 milyar dolar katma değer yaratır. Bağlı olarak, milletvekili liyakatının “mahalleli” olmanın ötesinde bir şey olduğunun idraki icap etmektedir.
“YA var ya... Dolar 2.50 olduğunda elimdekileri satıp TL’ye dönseydim, sonra 2.42 olduğunda yine dolar alsaydım, efendim 2.49’da tekrar elden çıkarıp, ters hareket ettikleri için borsa endeksine oynasaydım, çifte kavrulmuş kazançlar elde ederdim...”
Bakın, bu muhabbeti muhtemelen kendi aklınızdan da geçirmişsinizdir, yakın çevrenizden de dinlemişsinizdir.
Peki bu işler bu kadar kolay mıdır?
Açık söyleyelim.
Böyle bir dünya yok.
Bu işi sürekli becereni, hele hiç yok.
O yüzden bu sıkıcı geyiğe muhatap olduğunuzda, tavsiyemiz kafanızı sallayarak dinleyin ve içinizden “üfff” deyin.
LAİK kesimin tüyleri, “Başkanlık Sistemi” denilince diken diken oluyor.
Niye?
Cevabı yok.
Atatürk ve İnönü ülkenin başkanıydı.
Özal’dan Demirel’e, geçmiş dönem muktedirleri başkanlık sistemini istemiştir.
Hani daha bir geçmişe gidersek Osmanlı ya da Selçukluların parlamenter sistemle yönetildiği söylenemez.
O halde bu direnç neden?
HERKES kendi hakkını, hukukunu kişisel olarak takip etme eğilimi göstermeye başladı.
Bu iyi bir şey değil.
Trabzon başkanı hakemi bizzat arıyor, Aziz Yıldırım, “Fenerbahçe menfaati için hakem odasını basmaktan çekinmem” diyor.
Kılıçdaroğlu “direnme hakkını” seslendiriyor.
HDP hafta geçmiyor ki “ayar” veriyor.
Hülasa, güven veren, sağlam bir zemin üzerinde olduğunuzu hissettiren asgari hukuk standardı yalpalayıp duruyor.
Pek tabii bu oluşum bize göre AK Parti ile başlayan dönemin bilinçli tercihi.