Bundan kötüsü var mı?

Haberin Devamı

LAİK kesimin tüyleri, “Başkanlık Sistemi” denilince diken diken oluyor.
Niye?
Cevabı yok.
Atatürk ve İnönü ülkenin başkanıydı.
Özal’dan Demirel’e, geçmiş dönem muktedirleri başkanlık sistemini istemiştir.
Hani daha bir geçmişe gidersek Osmanlı ya da Selçukluların parlamenter sistemle yönetildiği söylenemez.
O halde bu direnç neden?
Hani parlamenterizm iyi işlemiş olsa, canla başla onu savunalım.
Böyle bir şey de yok.

İRADEYİ YANSITMIYOR
Milletvekillerine bakıyorsunuz, halk iradesini falan yansıtmıyor. Tamamen lider sultasına bağlı tercihler.
Yürütme zaten lider demek.
Eh yargının da hele son halleri ortada.
Seçim kanunları, Siyasal Partiler Kanunu ile demokrasi arasına “Kaf dağı” girmiş.
Yani, Bektaşi fıkrasındaki gibi, “bundan kötüsü olamaz”.
AK Parti iktidarının ilk yıllarında saygın akademisyenlere (Ergun Özbudun) evrensel normlara uygun, üstelik parlamenter sisteme yönelik taslak anayasalar hazırlatılmıştı.
Ama o meşum CHP kafası, bırakın kabul etmeyi, tartışmaya bile yanaşmadı.
Derken AK Parti maalesef o zamanlarda kendini mecbur hissettiği demokratik iklimden uzaklaştı.
Şimdi, başka bir fırsat var.

ZORLAMAYI DENESEK
İktidar, başkanlık sistemini istediğini belirtiyor.
“Efendim, Tayyip Erdoğan diktatörlük istiyor, asla geçit vermeyiz” gibi klasik laflar yerine, “paslı zihinleri” biraz zorlamayı denesek.
Yahu, mevcut sistem her türlü otoriterleşmeye zaten müsait, üstelik vazgeçilemez bir geleneği de temsil etmiyor.
Nedendir bilinmez, “iyisi mi yepyeni bir başkanlık sistemiyle tüm hastalıkları tedavi edici, denge-denetim sistemleri oluşturulmuş bir modele sahip çıkalım, demokrasi anlamında ‘öne alalım’, iktidarı evrensel normlar üzerinden sıkıştıralım”, diyen bir CHP, MHP, HDP muhalefeti ortada yok, anlamak mümkün değil.
“Mevcut düzen devam etsin” demek, bu çürümüş yapı üzerinden AK Parti’ye eleştiri getirme hakkınızı elinizden alıyor.
Ülkenin geriye kalan yüzde 50’si, üzerindeki ölü toprağını silkmedikçe, inisiyatif geliştirmedikçe, sadece iktidarı izledikçe, her şeye, daha kötüsüne müstahaktır, bu böyle bilinmelidir.

Haberin Devamı

Ege Federasyonsu
YEŞİL pasaportlulara vize kalktıktan sonra Midilli, Sakız, Samos, Leros, Kos, Rodos ve diğer adalarla kıyı Ege’de yaşayan insanlarımızın iletişimi olağanüstü artmaya başladı.
Adeta, unutulmuş ya da unutturulmuş ilişkilerin yeniden yeşermesine, derinlerimizde hissettiğimiz bir yakınlığın filizlenmesine şahit olmaya başladık.
Ortalama bir İzmirli’nin ortalama bir Rum’dan çok farklı olmadığını, aynı Akdeniz çanağının evlatları olduğunu görmeye başladık.
Esasında Osmanlı şemsiyesi altında yüzyıllar boyunca bir arada yaşanmışlıktan gelen müthiş paydalar ne kadar bastırılmaya çalışılsa da son 5-10 yıldır önlemez şekilde su yüzüne çıkıyor.
Geçenlerde Patrik, İzmir’i ziyaret etti.

TARİHE BORCUMUZ
Hep birlikte çok kültürlü olmanın ayrıcalığını ve keyfini yaşadık.
Hani bazı fütüristler gelecekte Türkiye ile Yunanistan arasında olası bir federasyonundan söz eder.
Yani Avrupa Birliği ile yaşadıkları sıkıntıları gözlediğimiz de, Yunanistan açısından illa bir parantez içinde olunacaksa bunun Almanya yerine Türkiye (Asya minör) ile birlikte olmasının çok daha rasyonel göründüğü açıktır.
Azerilerle nasıl ki “tek millet iki devlet” olabiliyoruz, hani Yunanistan’la ilk aşamada imtiyazlı bir ortaklık anlayışı gerçekleştirebilmemiz, en azından tarihe karşı borcumuzdur.
İki kıyının çocuklarının yediği, içtiği, müziği, yaşam biçimi, keyifleri öylesine benzeşiyor ki, Egeli olmanın, en öncesinde “insan” olmak anlamına geldiğini, dil ve din farkının bu muhteşem bileşime geçmişte de gelecekte de zenginlik kattığını, katacağını hissediyorsunuz.

Yazarın Tüm Yazıları