13 Ağustos 2001
<B>GELECEĞİNİ </B>karartmış, geçmişini de hatırlamak istemeyen bir ülkede ciddi bir tartışma ortamı yaratıp, sürdürmek zor. Bir konu ortaya geliyor, birkaç gün ortalık ayaklanıyor, sonra adeta iş bir sonuca varmış gibi farklı bir konuya atlanıp, biraz da orada debeleniliyor. Genellikle bu iş maksatlı olarak yapılır. Planlıdır her şey ve ciddi konular böylece hemen hiç gündemde tutulmaz.
Son olarak da aynı şey oldu. Neyse ki bu kez Mesut Yılmaz'ın kişiliği, düşünce biçimi, kendisinin bir siyasetçi olarak, partisinin ise siyasi akım olarak tükenmişliği herkesçe bilindiğinden bu sefer maksatlar şeffaflaştı.
Ulusal güvenliği tartışmanın temelde devam etmesi gereken son derece önemli başka bir tartışmayı gizlemek, gündem kaydırmak için yapıldığı hemen herkes tarafından anında tespit edildi.
Bu tespiti sadece yıllardır aynı şeyleri yazarak zihinsel kısırdöngü içine girmiş bazı köşe yazarları yapamıyorlar ama o da normal. Yeni bir fikir üretmeden yıllarca yazı yazmanın getirdiği zihinsel yıpranmayı göz önüne alırsanız onlara kızmaz sadece anlayışla karşılarsınız.
Bunlardan bazıları isim vererek, vermeyerek benim hakkımda çok şey söylediler geçen hafta. Bunların laflarını kendilerine yedirmem tek bir köşe yazısının sadece 10'da biri kadar yer tutar ama buna da girmeyeceğim, çünkü tartışmak, üzerinde düşündürmek istediğim bir konu var, buna devam edeceğim, vakit harcayamam bu kişilerle. İlerde eğlenmek için bir yazı yazarsam bu işi o zaman yaparım, onun için beklemeleri gerekecek biraz.
***
Toplumların büyük çalkantılara girdiği dönemlerde büyük kararlar almak, cesur olmak gerekir.
Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük çalkantısı içindedir.
Bu ülkenin ekonomisi iflas etmiştir. Bunu Genelkurmay açıklamasında yer aldı diye öğrenmedi insanlar. Başbakanımız dışında herkes bunun farkındaydı zaten.
Üretim sıfır ülkede. Fabrikalar kapanıyor. Her gün ama her gün yüzlerce yeni insan işsiz kalıyor.
Tarımda da üretim bitti. Hayvancılık öldü. 2 milyona yakın insan vatandan kaçmak için fırsat bekliyor. Sadece krizden bu yana 800 bine yakın kişi işsiz kaldı.
Hayatı boyunca iyi çalışıp, iyi şeyler üreten, mesleği olan, iyi eğitilmiş, kültürlü insanların bile önemli bölümü yeni ilan edilen yoksulluk sınırı olan 700 milyon liranın altında maaşla yaşamaya çalışıyor. İşten atıldıkları an hepsi aç kalacak.
Doktorların büyük bölümü bir zamanlar Sovyetler Birliği'nde 150 dolar alıyor diye bedava çalıştığı söylenip alay edilen doktorlar kadar maaş alacak yakında. Bu memleketin nüfusunun yüzde 80 ile yüzde 90 arası mesleksiz.
Normal zamanda da zaten üretim 6 milyon insan için yapılıyordu, bu anormal yapı da kimsenin umurunda değildi.
Bugün herkes korkuyor, herkes endişeli, büyük çoğunluk mutsuz.
***
Bunları ben mi uyduruyorum, ben mi hayal görüyorum, bunlar yok mu, bunlar neden tartışılmıyor? Bütün bu anlattığım yapının bizzat kendisi ulusal güvenlik için tehdit değil mi zaten? Başka yere bakmaya gerek var mı?
Bu yapıyı kim çözecek, Türkiye'yi kim harekete geçirecek, kim büyük adımları atacak?
Var olan siyasi yapı mı?
Ama onlar değil mi zaten göz göre göre, bütün veriler ellerindeyken kafalarını başka yönlere çevire çevire, bizlere yalanlar söyleye söyleye, Genelkurmay açıklamasında vurgulanan soygun düzeninden adeta büyük keyif alarak ülkeyi dibe vurduranlar?
Onlar değil mi?
Bugüne kadar hangisi Türkiye'nin geleceği konusunda somut bir laf etti?
Hangisi binbir güçlükle, orta gelirli anne babaların kendi yaşamlarından seve seve keserek zor bela buldukları paralarla pahalı okullarda okutulan minikler için bir güzel ülke, imkanlarla dolu bir ülke yaratmak için iş yaptı?
Hangisi doktorların, öğretmenlerin, öğretim üyelerinin bile aç kalma sınırına yaklaştığı bir ülkenin geleceği olamaz diye kolları sıvadı, elini taşın altına koydu?
Hangisi büyük düşündü, hangisi Türkiye için proje üretti, hangisi geleceği kurmak için bugünden iş başlattı?
Hangisi ha, hangisi?
Beklenildiği takdirde, piyasa ekonomisi ekonomik krizi, demokrasi de siyasi krizi çözer diye hiçbir şey yapılmadığı takdirde, ülkemizin geleceği yoktur, bu bilinsin.
Devlet adamlığı, vatan sevgisi tarihin belli dönemlerinde geri çekilip, yeni bir kadroya ülkeyi teslim etmeyi bilmeyi de içerir. Bunu yapma basiretini gösterenler belki kahraman da olur.
Türkiye'nin bütün dengelerini oturtmak, ülkenin zeminini tekrar sağlam hale getirmek için sadece ülke için çalışmayı kabul edecek, bilgili, birikimli insanlardan oluşacak bir teknokratlar hükümetine acilen ihtiyacı var.
Bu darbe demek değil, siyasetin sona ermesi de değil, sadece vatanın geleceği için atılması gereken tarihi bir adım.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2001
<B>TÜRKİYE'</B>nin santimetrekare başına en fazla demokratına sahip olma iddiasındaki Yeni Şafak'ın şeyh-ül-muharriri <B>Ahmet Taşgetiren </B>pazartesi günü bir yazı yayınladı. ‘‘Taşralıya haddini bildirmek’’ başlıklı yazı bu köşenin yazarı kulunuz ile alakalıydı.
Ben bu gazetedeki köşe yazılarını okurken genelde hüzünlenirim.
Gerçekte demokrat olmayanların demokrat görünmek zorunluluğundan kaynaklanan, gerçekten demokrat olanların ise aslında ait olmadıkları yerde yazı yazmaktan gelen sıkıntılarının besbelli olduğu yazılardır bunların çoğu.
Ancak Taşgetiren'in yazısı beni en çok üzen yazılardan bir tanesi oldu açıkçası.
Bunun nedenlerini anlatmalıyım.
*
Ben yıllardır bu kesimle bir diyalog kurulması gerektiğini söyleyen insanlardan bir tanesiyim.
Birbirimizi anlamamız gerek, bunu teorik düşünmeyi bilen insanlar yapacak, onlarda bu işi başlatanlar var ancak kendisine laik denilen kesimde bu teşebbüs hálá daha yok diye birçok yazı yazdım.
Benim hüznümün ilk nedeni de bu noktada ortaya çıkıyor işte.
Taşgetiren'in yazısını okuyunca bırakın bu kesim ile diyaloğu, aynı coğrafyada yan yana bulunmamızın bile imkánsız olduğunu ne yazık ki anlamış durumdayım.
Bakın ne demiş yazısının girişinde: ‘‘O sanki şuur altında hiçbir şey saklamayan bir insandı. Bir ara cinselliğe ve tenasül organlarına odaklanan yazı muhtevası, sosyal-siyasal alana uzandıkça ilginçleşiyordu.’’
Böyle demiş. Daha çok şey de demiş de bu yazının en ilginç, en aydınlatıcı bölümüydü bence.
Gerisi basit kışkırtma girişiminden başka bir şey değildi.
*
Sevgili okurlar.
Elinizi yüreğinize koyun ve söyleyin. Basit bir uzvun ismi üstünde bile anlaşamayan iki farklı dünya görüşü Türkiye'nin geleceği hakkında nasıl anlaşırlar, bir noktada birleşebilirler Allah aşkına?
Ben diyorum ‘‘penis’’. Son derece basit, direkt, net bir kelime. Söylemesi kolay.
‘‘Penis yazarı’’ diye sıfat da oluşturabilirsiniz bu kelimeden, o da cuk oturur.
O ise ‘‘tenasül organı’’ diyor.
O ahlaklı ya, daha ciddi ya, ‘‘penis’’ diyemiyor bir türlü.
Endirekt bir kelime bu. Net değil. Söylemesi de zor zaten. Basit bir organı değil de çok daha karmaşık, soyut, çözümlenmesi zor bir felsefi ilişkiyi anlatıyormuş edası da var bu kelimede. O nedenden dolayı da gıcık bir kelime zaten.
Benim ‘‘tenasül organı’’ konusunda yazı yazdığımı düşünebiliyor musunuz?
Eskiye döndüm, bütün penis yazılarımı buldum, hepsinde ‘‘penis’’ yerine tenasül organı kelimesi varmış gibi okudum. İçim karardı vallahi.
O güzelim mizah yazıları birden son derece karanlık ve iç karartıcı metinlere dönüşüverdi sadece bir kelime değişikliğiyle.
Ya lakabım ‘‘penis yazarı’’ değil de ‘‘tenasül organı yazarı’’ olsaydı ne kadar dramatik, trajik olurdu her şey değil mi ama?
Gelecek kuşaklara bırakacak tek bir başarım vardı hayatta, o da ‘‘penis’’ yazılarıydı, ‘‘tenasül organı’’ yazıları şeklinde olsaydı bunları da bırakamayacaktım onlara bir anı olarak utancımdan.
Size yemin ediyorum anlı şanlı ‘‘penis’’ kelimesi yerine ‘‘tenasül organı’’ kelimesinin geçirilmesi girişiminin var olması bile, hayatta başka hiçbir neden olmasaydı da 28 Şubat'ın yapılması için yeter de artar bir nedendir.
Bunu da bilin yani!
*
Bu hüznüm bitti, başka bir hüznüm başladı.
Taşgetiren, ‘‘O sanki şuur altında hiçbir şey saklamayan bir insandı’’ diyor benim için.
Bilakis saklıyorum Ahmet baba! Son yazılarım öylesine şuur üstü yazılar ki biraz daha havalansalar stratosfere gidip, yeşil kart alıp yerleşecekler.
Şuur altımı bir yazsam senin ‘‘penis’’ demeyi kendine zul gören şahsın utancından yerin dibine girer.
O şuur altında olanlar bazen beni bile şaşırtıyor. Şuur altımı en iyi bilen Rana kaç kez beni tımarhaneye attırmak için girişimde bulundu bir bilsen.
Birkaç zamandır memleket meselelerine bulaştığım için şuur altımı ihmal etmişim, o yazı vesilesiyle bunu da hatırladım.
İşte bu da hüzünlendirdi beni çünkü şu da bilinmeli ki benim şuur altım şuur üstümden hem çok daha eğlenceli, hem de çok daha heyecan verici.
İnşallah ciddi takıla takıla şuur altımı tamamen unutmam da o güzellikler heba olmaz.
Bilmem anlatabiliyor muyum. Şuur altımı bekleyin, yakında dayanamaz yazmaya başlar yine. Buna eminim.
Bir başlarsam tenasül organı konusunda neler söyleyeceğim, bunu da şu anda kestirmek mümkün değil yani.
Yazının Devamını Oku 10 Ağustos 2001
<B>BIKTIM </B>artık yalan duymaktan, ikiyüzlü davranışlardan.<br><br>Kendi fikirlerinden bile korkan, doğruları söylemekten korkan, bu yüzden de bu ülkeye çok önemli bir zaman kaybettiren insanlardan da bıktım. Bir ülke düşünün ki son 10 yıl içinde tüm geleceğini tehlikeye atacak şekilde kendi kendini yiyip bitirmiş olsun. Büyük bir soygun düzeni yaşansın.
Demokrasi her yönüyle darbeler yesin.
Siyaset tamamen meşruiyetini yitirmiş olsun.
Ülke tarihin en büyük ekonomik krizine göz göre göre itilsin. Bugün ilkokula başlayacak minicik çocukların bile geleceği belirsiz olsun.
Ülkenin bütün okumuş, meslekli insanları bir fırsat olsa da kaçsak diye beklemeye başlasın.
Ve bu ülkenin o hale gelmesinde büyük rolü olan bir siyasetçi askerle kavga çıkardı diye bir anda demokrasi savunucusu gibi yorumlanmaya başlasın.
Nedir bu anlamıyorum? Nedir bu belkemiksizlik, bu ilkesizlik bunu anlamış değilim açıkçası.
Böyle bir şey olabilir mi? Ülkeyi bu hale getirenler bu saatten sonra demokrasi savunucusu haline gelebilirler mi?
Ha rol icabı belki gelirler de bunu biz yer miyiz! Bırakın canım sizde Allah aşkına, vatandaşlar o aşamayı çoktan geçti. O yalana inananlar ve inanır gibi görünenler de uzatmaları oynuyorlar sadece.
Askerin yayınladığı metin sadece ulusal güvenlik meselesiyle ilgili değildir.
O metinde ülkeyi soyanlardan, ilkesizlerden, geleceğimizi karartanlardan da bahsediliyordu, vurgu oradaydı. Bir tek isimler verilmemişti ama vatandaşlar o isimleri de bu metne kendileri yazdı çoktan zaten. TUSİAD, bazı yazar arkadaşlar, bazı siyasetçiler demokrasi kavramını ilkokul yurttaşlık bilgisi kitabından alıntı yaparak yazıp konuşuyorlar gibi bir izlenim veriyorlar.
Yazdıkları, konuştukları ülkenin durumunun somut bir analizine dayanmıyor, ülkeyi nasıl kurtarırız sorusundan da kaynaklanmıyor.
Bir refleksle askere karşı çıkıyorlar ve böylece demokrasi yanında yer aldıklarını zannediyorlar. Yanında yer aldıkları demokrat da Mesut Yılmaz ha! Bırakın bunları geçin, oynamayın artık bu oyunu. Gerçekleri itiraf etmekten korkmayın, korkmayalım ki bu ülkenin önünü açacak bir süreç başlayabilsin artık.
***
Ulusal güvenlik meselesinde de yalan söyleniyor, palavra atılıyor.
Bugün dünyadaki en demokratik ülkelerde bile Türkiye'de var olduğu gibi ulusal güvenlik meselelerinde yön gösteren bir metin vardır.
Bu seçmen önünde oralarda da tartışılmaz.
Bu gizli metnin var olması demokrasiyle de çelişmez. Örneğin ABD'de başkan seçilir, ama işe iki ay sonra başlar.
Aradaki dönemde ağırlıklı olarak bu metin ona anlatılır, iktidar değişir ama devlette süreklilik sağlanır. ABD'de de iç düşmanlar vardır ve buna yönelik devlet politikası da vardır.
Dünyanın en eski ve köklü demokrasisi İngiltere'de bu gizli metin aynen vardır.
Terörist faaliyetlere yönelik İşçi Partisi ile Muhafazakar Parti politikaları arasında tek fark olmaması işte bu nedenledir.
Vaktiyle her iki partinin de iktidar dönemlerinde IRA militanlarının BBC'de konuşmalarının kendi ağızlarından verilmemesi işte bu metin sayesinde mümkün olmuştur.
Devlet adamlığı hem bu metni bilmek, buna inanmak, onun doğrultusunda çalışmak, hem de ülkesinde demokrasiyi geliştirmeye çalışmak demektir. Bir itirazı varsa da bu metne devletin mekanizmaları içinde görüşünü söylemektir.
Hem bu metni bileceksin, hem bu metinde yer alan saptamalar doğrultusunda yıllarca ülke yönetiminde görev alacaksın, sonra günün birinde bu metinden şikáyete başlayacaksın, bunu da yemeyiz.. Yalan söylenmesin artık insanlara, kimi kandırdığınızı zannediyorsunuz ki? Bu metin sadece devlet adamları tarafından bilinmelidir, bunun demokrasiyle alakası yoktur, önemli olan bu metin ile demokrasiyi uyumlu kılacak basireti gösterebilmektir. Komşuları Kanada ve Meksika olan ABD'de bu metin ahali önünde tartışılmazken bunun demokratik olur diye Türkiye'de yapılmasını istemek en azından makul değildir.
Bugün Şaron'un ziyaretine en fazla tepkiyi dinci kesim veriyor. Demokratik hakları istediklerini söylerler. Ancak bir şeyi unutuyorlar. Şaron ülkemize bu ziyareti İsrail ile imzalanan bir güvenlik işbirliği anlaşması çerçevesinde yaptı.
Bu anlaşmayı dönemin başbakanı Necmettin Erbakan o gizli metin nedeniyle imzaladı.
Bu ne ikiyüzlülük? Sen bir devlet adamıysan, eğer ulusal çıkarların bu anlaşmayı imzalamayı gerektiriyorsa o zaman görevin kendi seçmenine bunu gizli metinleri afişe etmeden açıklamak, onları ikna etmek olmalıdır. Ama tabii o da devlet adamı değil sadece bir taşra zihniyetli siyasetçi. Aynen bugün taktik icabı kavgalar çıkararak ülkenin vaktini harcayan kişi gibi yani o da. Her şeye rağmen benim içim rahat, çünkü bu ülkede önemli insanlar hem gerçekleri görüyorlar hem de kimin yanında duracaklarını çok da iyi biliyorlar. Bu gerçeği hálá daha göremeyenler çok yakında görecekler, merak etmeyin.
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2001
<B>LAFI </B>eveleyip gevelemeye, orta yol tutturmaya çalışmaya, <B>‘‘doğru’’ </B>görüneceğim diye yalan söylemeye, içimdeki gerçek hisleri demokrasi teorisyenlerine uymuyor diye saklamaya niyetim yok. Kıvırtan fikirleri dinlemeye Türkiye'nin zamanı da yok. O zaman çoktan bitip tükendi.
Genelkurmay'ın açıklaması bu ülkedeki insanların önemli bölümünün hislerine tercüman olan, ülkenin geleceğinden umudunu kesmeye başlayan insanlara bir umut ışığı yakan, Türkiye'yi yakıp bitiren ve hálá daha koltuklarına yapışıp da daha da mahvolmasını seyreden insanlar dışında bu ülkeyi düşünenlerin de olduğunu hatırlatan bir metindir.
Bakın şimdi birçok insan konuşacak, yazacaklar. Bu işin ‘‘demokrasi teamüllerine’’ uygun olmadığını söyleyecekler.
Bu iş demokrasi teamüllerine uygundur arkadaş...
Eğer bir ülkenin geleceği göz göre göre yok ediliyorsa, bir ülke istikrarlı ve planlı bir şekilde soyulmuşsa, bu ülkeyi bilerek ve tınmayarak bu hale getirenler katiyen utanmadan daha ne yapsam da dümen bende kalsa diye düşünebiliyorsa, ülkenin her sınıftan, yaştan, meslek grubundan insanları kendi ülkelerinden umudunu kesmeye başlamışsa ve ülkede bu işlerin böyle gitmeyeceğini, bir şeyler yapılması gerektiğini özel görüşmelerde söyleyip de toplum önünde susuyorsa, kimse elini taşın altına sokmayıp, başkasından iş bekliyorsa, bu bekleme nedeniyle de ülke kaybediyorsa o zaman da askerler çıkar konuşur.
Ülkenin nabzını onlar tutuyor. Bu metinde söylenen her cümlenin arkasında ülkenin gidişatından endişe duyan, bilgili, birikimli insanların desteği olduğunu biliyor askerler. Çünkü sizin, benim gibi onların da yakınları, arkadaşları darbe üstüne darbe yiyorlar.
Ülkemiz olağanüstü bir dönemde. Tarihin önemli bir kavşağındayız. Ya ileriye gideceğiz, ülkeyi modern, Batılı, büyüyen, üreten ve mutlu insanların göğüs gere gere yaşadığı bir ülke haline tekrar getireceğiz, ya da fakir bir Ortadoğu ülkesi olarak geriye gideceğiz.
Bir dönem bitti. Tarihin o döneminin sonuna gelindi. Allah'tan yeni sayfayı açmaya gücü olanların omzu hálá daha dik. Yenilen onca darbeye, çökertme girişimine, son dönemde yaşanan acılara, işsizliklere, korkulara rağmen ülke için dik tutuluyor o omuzlar.
Ve o omuzların sahipleri için bu Genelkurmay açıklaması gerçekten de bir umut ışığı olmuştur, bu da bilinsin.
***
Teknokratlar hükümeti çağrısı yaptığımda birçok demokrasi teorisyeni bunun askere darbe çağrısı olduğunu söyledi.
Bunun tamemen aksi yönde bir çağrı olduğunu, aksine sivillere bir çağrı yapmakta olduğumu, bir konsensüs etrafında ülke için bir araya gelinip, bazı kararlar verilmesini istediğimi, ülkenin yeniden düzenlenmesi için 2 yıla ihtiyaç olduğunu, bugünkü siyasi kadrolaşma dışında kadroların bu işi yapması gerektiğini, ancak işin siyasi destekli olması gerektiğini, büyük dönüm noktalarında ülkelerde böyle kararlar alınmasının bir medeniyet göstergesi olarak algılanacağını, takdir göreceğini yazdım da yazdım.
Yine denileni kimse anlamadı, ya da anlamak istemedi.
Askerlerin de görüşü alınsın bu iş yapılırken dedim, yine yer yerinden oynadı.
Bu işi başlatmazsak, inisiyatifi bizler almazsak, ülkeyi büyük düşünerek yeni bir sürece sokmazsak, yine de bu sürece girecek ama inisiyatif bizden çıkmış olacak dedim.
Yani öyle de olacak böyle de olacak, önemli olan demokrasimizi de kurtarmaktır, haydi hareketlenin dedim.
Bu bir vatandaşın ülkesi için çıkış yolu arayışıdır.
Sistem tıkandı diyorlar. Bu siyasi yapı ile bir yere gidilmez diyorlar, seçim olsa işler daha da sarpa saracak diyorlar, ekonomide yeni bir kriz olabilir diyorlar.
Öyleyse haydi gelin demokrasinin altyapısını kuracak, ülkeye plan program yapacak, yeni bir seçimin hukuki çerçevesini çizecek, inisiyatifi alacak bir ara dönem hükümetini kurduralım, başka çare gözükmüyor, çareyi siz biliyorsanız siz söyleyin diyorum, ‘‘Çare demokrasidedir’’ diye son derece hisli ama içi boş bir laf söylüyorlar.
Korkmayın artık ne olur.
Bakın geçen gün Milliyet'in düzenlediği bir toplantı oldu. Bu ülkenin geleceğinin temel direği olan insanlar üç önemli ekonomistin görüşlerini dinlediler
Peki ama ne yapılacak? Bu soruya cevap getirin. Sistemin şu anda çekilen fotoğrafında hemfikiriz, eğer bir teknokratlar ağırlıklı hükümetle, 2 yıl ara dönemli sivil çıkış yolunu beğenmiyorsanız siz çıkış yolunu söyleyin.
Tartışalım bulalım başka bir yolu eğer varsa...
Haydi memleket için cesur olun çünkü arkanızda büyük bir vatandaş desteği olacak, bunu garanti ediyoruz.
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2001
<B>BAZILARINIZIN </B>bu tür siyasi yazılardan bıktığınızın farkındayım.<br><br>Tekrarlar da oluyor yazılarda bunun da farkındayım. Açıkça söylemek gerekirse benim de çok keyif aldığım söylenemez sürekli bu konuda yazmaktan.
Ancak şöyle bir durum da var;
Birçok insanla konuşuyorum, yazışıyorum bu aralarda. Bunlar Türkiye'de önemli işler yapmış, önemli görevleri olan insanlar.
Aralarında bir tanesi bile yarından umutlu değil. Onların analizlerini burada isimlerini vererek aktarsam, bu bile başlı başına küçük çaplı yeni bir krizin tetikleyicisi olabilir, öylesine insanlar yani yarından umudu kesenler.
Siyasetin tamamen tıkanmış olduğunu onlar da söylüyor, eski sistemin bittiğini belirtiyorlar ancak yerine neyin geleceğini göremiyorlar.
Biraz şaşkınlık, had safhada tedirginlik var bu insanlarda.
Ürkütüyor beni bu durum. Felaket tellallığı yapma durumuna da düşüyor olmak istemem.
Ancak son derece önemli değişimlere hazır olmamız gerektiğini de kesin olarak biliyorum.
Dolayısıyla da bu yazıların başlattığı türde diyaloğun da bir şekilde sürdürülmesi gerekiyor.
Geleceğimize sahip çıkacak tavırları bugün almazsak bireysel olarak inanılmayacak darbeler yiyeceğiz, bunu görüyorum ve son zamanlardaki uğraşlarımın temelinde de bu korku var.
***
Manasız tartışmalarla sakın vakit kaybetmeyin.
Mesut Yılmaz kendi seçmen kitlesinin aptal olduğu varsayımıyla hareket ediyor olabilir, ancak yanılıyor.
Artık kimse onun içi boş çıkışlarını yemiyor.
Mesut Yılmaz Ulusal Güvenlik nosyonunu tartışmaya açamaz. Buna cesaret edemez. İlk yapılacak MGK toplantısında askerlerden azar işitir, dediklerini hemen unutur, sonra da gazetecilerin karşısına geçer, sessiz sinema oyunu yöntemiyle bu konuda konuşamayacağını anlatır.
Bugüne kadar hep böyle oldu, bundan sonra da böyle olacak ve biz de olanlara sadece güleceğiz. Bu tükenmiş siyasi kişinin zaman zaman gündemi saptırmak için ortaya attığı ve iki gün sonra unutmak zorunda kaldığı şeyleri düşünerek kıymetli vakitlerimizi ziyan etmeyeceğiz.
O kıymetli vaktimizi bu tür tavırların olamayacağı bir Türkiye düşleyerek, bunun için uğraşarak harcayacağız.
***
Bu tavrımız sadece bir kişiyle ilgili değil tabii. ANAP şu anda tamamen bitmiş durumda.
Bundan sonra bu partinin gidebileceği tek yön aşağıyadır ve dibe vurmalarına da çok az kaldı zaten.
Çok yakında önemli bir hareketlenme başlayacak bu parti içinde ve önemli bazı insanlar, isimleri ses getirecek insanlar bu partiden ayrılıp ülkenin geleceği için bir sürece girecekler.
Ve hayır, onlar yenilikçi harekete de geçmeyecekler. Yenilikçi hareketin dinamiği farklı, zamanlamaları farklı. Bu bahsettiğim yeni hareket Türkiye'de Batı anlamında gerçek bir liberal partinin temellerini atma yönünde olacak.
O nedenle Mesut Yılmaz'ın içi boş kalmaya mahkûm olan laflarını, seçmenini zaten kaybetmiş, partisi de elden giden bir insanın son sözleri olarak da dinleyebilirsiniz.
***
Aslında bugünlerde tam ihtiyacımız olan insandı Turgut Özal.
Cüretkár, hayal gücü olan, Türkiye için büyük düşünüp, korkusuzca adım atacak, riskler alacak liderlere ihtiyaç var.
Birçok büyük lider gibi onun da çifte kişiliği vardı, bu yüzden de ülkeye bir yandan büyük iyilikler yaparken kötülük de yaptı.
Özal, vaktiyle Türkiye'de iki buçuk gazete kalacak diye bir laf söylemişti. Açıkça söylemek gerekirse gelişmeler onu pek de yanlışlamadı.
Şimdi başka bir süreç de başlamış durumda. Türkiye de iki buçuk partili yeni bir sisteme doğru gidiyor.
Ana partilerden bir tanesi yenilikçi hareketin kuracağı parti olacak. Bu şu anda görülebilen en kesin gelişme.
Diğer ana partinin ve buçuğun nasıl oluşacağı ise çok değil iki üç ay içinde olacak gelişmelere bağlı.
Önümüzdeki günlerde inisiyatifi kimin ele alacağına, hangi yönde hareketlenmeler olacağına bakalım.
O zaman gidilmeye başlanan yön bu ilk adımlarla daha net ortaya çıkacak.
Bu ekonomik kriz çok büyük acılara neden oldu, ancak bir iyi yanı da ülkeyi şöyle bir silkelemesi oldu.
Öyle bir silkelendik ki deyim yerindeyse titreyip kendimize geleceğiz yavaş yavaş.
Belki de sırf bu nedenden dolayı krizi çıkarmayı başaran bitmiş eski siyasi yapıya bir teşekkür de borçluyuzdur, kim bilir?
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2001
BAZILARINIZIN bu tür siyasi yazılardan bıktığınızın farkındayım.Tekrarlar da oluyor yazılarda bunun da farkındayım.Açıkça söylemek gerekirse benim de çok keyif aldığım söylenemez sürekli bu konuda yazmaktan.Ancak şöyle bir durum da var;Birçok insanla konuşuyorum, yazışıyorum bu aralarda. Bunlar Türkiye'de önemli işler yapmış, önemli görevleri olan insanlar.Aralarında bir tanesi bile yarından umutlu değil. Onların analizlerini burada isimlerini vererek aktarsam, bu bile başlı başına küçük çaplı yeni bir krizin tetikleyicisi olabilir, öylesine insanlar yani yarından umudu kesenler.Siyasetin tamamen tıkanmış olduğunu onlar da söylüyor, eski sistemin bittiğini belirtiyorlar ancak yerine neyin geleceğini göremiyorlar.Biraz şaşkınlık, had safhada tedirginlik var bu insanlarda.Ürkütüyor beni bu durum. Felaket tellallığı yapma durumuna da düşüyor olmak istemem.Ancak son derece önemli değişimlere hazır olmamız gerektiğini de kesin olarak biliyorum.Dolayısıyla da bu yazıların başlattığı türde diyaloğun da bir şekilde sürdürülmesi gerekiyor.Geleceğimize sahip çıkacak tavırları bugün almazsak bireysel olarak inanılmayacak darbeler yiyeceğiz, bunu görüyorum ve son zamanlardaki uğraşlarımın temelinde de bu korku var.***Manasız tartışmalarla sakın vakit kaybetmeyin.Mesut Yılmaz kendi seçmen kitlesinin aptal olduğu varsayımıyla hareket ediyor olabilir, ancak yanılıyor.Artık kimse onun içi boş çıkışlarını yemiyor. Mesut Yılmaz Ulusal Güvenlik nosyonunu tartışmaya açamaz. Buna cesaret edemez. İlk yapılacak MGK toplantısında askerlerden azar işitir, dediklerini hemen unutur, sonra da gazetecilerin karşısına geçer, sessiz sinema oyunu yöntemiyle bu konuda konuşamayacağını anlatır.Bugüne kadar hep böyle oldu, bundan sonra da böyle olacak ve biz de olanlara sadece güleceğiz. Bu tükenmiş siyasi kişinin zaman zaman gündemi saptırmak için ortaya attığı ve iki gün sonra unutmak zorunda kaldığı şeyleri düşünerek kıymetli vakitlerimizi ziyan etmeyeceğiz.O kıymetli vaktimizi bu tür tavırların olamayacağı bir Türkiye düşleyerek, bunun için uğraşarak harcayacağız.***Bu tavrımız sadece bir kişiyle ilgili değil tabii. ANAP şu anda tamamen bitmiş durumda.Bundan sonra bu partinin gidebileceği tek yön aşağıyadır ve dibe vurmalarına da çok az kaldı zaten.Çok yakında önemli bir hareketlenme başlayacak bu parti içinde ve önemli bazı insanlar, isimleri ses getirecek insanlar bu partiden ayrılıp ülkenin geleceği için bir sürece girecekler.Ve hayır, onlar yenilikçi harekete de geçmeyecekler. Yenilikçi hareketin dinamiği farklı, zamanlamaları farklı. Bu bahsettiğim yeni hareket Türkiye'de Batı anlamında gerçek bir liberal partinin temellerini atma yönünde olacak.O nedenle Mesut Yılmaz'ın içi boş kalmaya mahkûm olan laflarını, seçmenini zaten kaybetmiş, partisi de elden giden bir insanın son sözleri olarak da dinleyebilirsiniz.***Aslında bugünlerde tam ihtiyacımız olan insandı Turgut Özal.Cüretkár, hayal gücü olan, Türkiye için büyük düşünüp, korkusuzca adım atacak, riskler alacak liderlere ihtiyaç var.Birçok büyük lider gibi onun da çifte kişiliği vardı, bu yüzden de ülkeye bir yandan büyük iyilikler yaparken kötülük de yaptı.Özal, vaktiyle Türkiye'de iki buçuk gazete kalacak diye bir laf söylemişti. Açıkça söylemek gerekirse gelişmeler onu pek de yanlışlamadı.Şimdi başka bir süreç de başlamış durumda. Türkiye de iki buçuk partili yeni bir sisteme doğru gidiyor.Ana partilerden bir tanesi yenilikçi hareketin kuracağı parti olacak. Bu şu anda görülebilen en kesin gelişme.Diğer ana partinin ve buçuğun nasıl oluşacağı ise çok değil iki üç ay içinde olacak gelişmelere bağlı.Önümüzdeki günlerde inisiyatifi kimin ele alacağına, hangi yönde hareketlenmeler olacağına bakalım.O zaman gidilmeye başlanan yön bu ilk adımlarla daha net ortaya çıkacak.Bu ekonomik kriz çok büyük acılara neden oldu, ancak bir iyi yanı da ülkeyi şöyle bir silkelemesi oldu.Öyle bir silkelendik ki deyim yerindeyse titreyip kendimize geleceğiz yavaş yavaş.Belki de sırf bu nedenden dolayı krizi çıkarmayı başaran bitmiş eski siyasi yapıya bir teşekkür de borçluyuzdur, kim bilir?
button
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2001
<B>BAŞLIKTAKİ </B>soruya açıkça söylenmese bile zihinlerde, gönüllerde olumsuz yanıt veriliyormuş gibi bir izlenim var bende. Türkiye bugün son derece kritik bir dönüm noktasında. Olağanüstü bir dönem yaşanıyor ülkede.
Sadece ekonomik krize ve ona yaklaşımlara bakarak söylemiyorum bunu. Başka şartlar var olsaydı ülkede bu kriz atlatılabilirdi belki.
Ancak iki birbirine bağlı kısırdöngü içindeyiz. Bunlar el ele vermiş bizi yiyip bitiriyor.
Bir yanda siyasi kısırdöngü var.
Bundan üç yıl önce küçük bir şirketin mahasebecisini birkaç günlüğüne bu ülkenin başbakanı yapsaydık o bize ‘‘Dikkat edin ülke iflas etme noktasına gidiyor, hemen tedbir almazsanız sonunuz kötü olur’’ uyarısını yapardı.
Diyeceğim o ki sistemin bütün partileri -ki kimse kendisini kandırmasın Refah, Fazilet ve Saadet de bu sistemin partisidir- bu işin sonunun geldiğini bile bile göz yumdular bu gidişata.
Bu aslında vatana bir ihanettir ama daha önce de dedim geçmişe yönelik öç almak için çalışmak ülkenin geleceği için seferber etmemiz gereken enerjimizi tüketmemize neden olur.
Şimdi göz göre göre batışa izin veren bu partilere ülkeyi yeniden kurma görevinde güvenmek için yeni ne nedenimiz olabilir ki Allah aşkına?
Çok derin analizler yapmaya gerek yok, en basitindan ‘‘Madem kurtarıcı sensin o zaman batarken elindeki gücü neden kullanmadın ki, neden seyrettin, neden kötülük yaptın’’ diye sorsanız, verecek cevapları yok.
***
Durum böyle. Rasyonel düşünme yeteneği olan insanlar bu analizi yapıyorlar ancak o noktadan sonra işler karışıyor.
Çözüm ne, ne yapacağız diye sorduğunuzda herkes farklı yönlere gidiyor.
Bir kesim çözüm seçimdedir diyor. Seçim olursa seçmenin en azından yüzde 50'si oy vermeye gitmeyecek, bugün iktidarda olanların barajı aşmaları bile zor.
Seçimden yeniden büyük bir kriz çıkacak.
Bu tablonun da olacağını biliyorlar, bunu söylüyorlar ama yine de seçim diyorlar.
Başka bir kesim hükümette revizyon olursa işlerin düzeleceğini söylüyor. Bunlar Türkiye'de değil Mars'ta filan yaşıyor olmalılar.
Bu kaos durumunda en parlak geleceğe sahip olan kesim yenilikçiler olarak ortaya çıkıyor.
Onlar da krize çözüm üretmiyorlar, siyasi ve idari mekanizmanın yeniden düzenlenmesi konusunda da laf etmiyorlar. Aslında genelde laf etmiyorlar. Bu da kendileri açısından son derece normal çünkü siyasi ve ekonomik kriz daha da büyüdükçe, derinleştikçe bu onların işine geliyor.
Vatan hainliği filan değil bu, sadece taşra zihniyetli siyasetin normal işleyişi böyle.
Onlar bizim her partiye hücrelerine kadar sinmiş olan taşralı siyasi zihniyet geleneğimizin önemli bir parçalarıdırlar.
Ufukları yok. Nasıl bir Türkiye istediklerini anlatmıyorlar, hayalleri nedir, bugün liseye başlayacak bir gence ne diyecekler, onu da bilmiyorlar.
Ama şimdi onlar yükselişte, bu da bir gerçek.
***
Onların yükselişte olması, geleceklerinin parlak olması benim geleceğimi karartıyor.
Çünkü onların yönetmeye soyunacağı bir Türkiye'nin yeniden büyük krizler içine itileceğini ve o zaman da başlıktaki sorunun cevabının kesinlikle ‘‘Hayır’’ olacağını düşünüyorum.
Taşralı zihniyet mekanla ilgili bir kavram değildir. Bu hayata bakış, hayattan talepler ve nasıl bir ülke isteniyor sorusuyla ilgili bir kavramdır.
Bunu tekrar etmekte fayda var, çünkü taşralı zihniyetin teorisyenleri aradaki farkı anlıyorlar ama kışkırtıcılık yapmak için anlamamış gibi davranıyorlar.
Anadolu insanının tepkisini kışkırtmak için yazılar yazıyorlar.
Olsun yapsınlar, bu fikir özgürlüğünün normal bir parçası ama ben inanıyorum ki aradaki farkı gören insanların sayısı da her geçen gün artacak.
***
Kendi halinde bırakıldığında bu siyasi kısırdöngü hiçbir çözüm üretemeyecek, bu görülüyor.
Normal bir zamanda olsak bu durumu sessiz durup kendi köşemizden izlemeye devam ederdik. Ancak başta da dediğim gibi ülkemiz bir dönüm noktasında.
Eski sistem onu uygulayanlarca çökertildi. Ekonomide de bir kısırdöngü içindeyiz zira bu krizden sağlam çıkmanın tek yolu ülkenin son derece radikal bir kalkınma stratejisi, bir büyüme planı yapması, programını oluşturması, bunu dünyaya anlatması ve kısa dönemdeki zorluklar atlatılırken bu planı da devreye sokmasıyla mümkün.
Bunu da yapmıyorlar.
Bu siyasi ve ekonomik kısırdöngüye ciddi bir şekilde müdahale edilmesi gerekiyor.
Vatanın geleceği için bu müdahaleyi mümkün kılacak konsensüsün oluşması konusunda diyaloğa girmemiz lazım. Neler olabileceği konusunu yarın tartışacağım.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2001
<B>ÜZÜCÜ </B>ve ürkütücü gerçeği görelim, kendimize yalan söylemeyi bırakalım. Türkiye'de demokrasinin bir sistem olarak işleyebilmesi bugünkü veri koşullarda mümkün değildir.
Demokrasinin bir sistem olarak işleyebilmesi için birbiriyle rekabet eden rasyonel, projeye dayalı, geleceğe yönelik fikirlerin...
Ve bu fikirler arasındaki farkı algılayacak, tercihler yapacak, tercihinin rasyonel temelini düşünme kapasitesine sahip bir seçmen kitlesi çoğunluğu olmalıdır.
Türkiye'de bu ikisi de yoktur ve son ANAP kongresinden sonra anladığım kadarıyla düşünme kapasitesi olmayan seçmen çoğunluğu ile düşünme üretmekten korkan partiler arasındaki çıkar birliği ülkeyi daha da batırmak için direnmeye niyetlidir.
Demokrasi son derece derin bir altyapıyı gerektiren, belirli bir birikime dayanması gereken, fikir üretme kanalları açık olması gereken bir sistemdir. O nedenle sadece elitler kurabilir bu sistemi zaten.
‘‘Taşra’’ bir mekán, bir coğrafi tanımlama değildir. O bir zihniyettir ve bu zihniyet bugün en başta İstanbul'da hákimdir.
Cehalet girdabında debelenen, kendi cehaletinden adeta keyif alan, bilgiye düşman olan, kindarlık kapasitesi yüksek olan, moderniteden korkan, korkularını basit saldırganlıklarla kamufle etmeye çalışan zihniyettir taşralılık.
Ve bu zihniyet bugün Türkiye'de yükselişe geçmiştir. Bu yükseliş hangi dönemde durmuştur diye sorarsanız bu da makul bir soru olur aslında, ama asıl görülmesi gereken şey bu zihniyetin bugün Türkiye'de ezici bir çoğunluğa erişmiş durumda olmasıdır.
Var olan siyasi partilerin çıkarı bu çoğunluğun sayısının katiyen azalmamasında yatar.
Çünkü cehalet azalırsa, bunun yerine rasyonel sorgulama gelirse bu partiler anında kapanmak zorunda kalırlar. Bu gerçeği bildiklerinden ve sistem de bu partilerden oluştuğundan bugün Türkiye bir fakirlik-cehalet- düşünme yeteneksizliği kısırdöngüsü içindedir ve çıkarı bu kısırdöngünün sürmesinde olanların sayısı da bir hayli fazladır.
* * *
Bir de nüfusun azınlığını oluşturan ama azınlık olmalarına rağmen Türkiye'nin Batılı bir ülke olarak var olma niyeti varsa eğer bu ülkenin belkemiğini oluşturacak olan insanlar var.
Bilgili, birikimli, mesleğini kimlik yapmış, gelecek için çalışma, yaratma potansiyeline sahip olan, Batı tipi bir demokrasiyi özleyen, Türkiye'ye bunu yakıştıran, liberal fikirlere sahip insanlar bunlar.
Ben bunlara ‘‘esir Türkler’’ diyorum ama etnik bir çağrışım yaptırma niyetim de yok aslında çünkü Kürtler arasında da azınlıkta kalsalar da böyle insanlar var.
Bunlar esir çünkü taşralı ezici çoğunluk ve onların partilerinin el ele yarattığı fakirlik-cehalet-düşünme yeteneksizliği kısırdöngüsünün dişlileri arasında kalmış durumdalar.
Geleceğe yönelik tüm umutlarını, tüm hayallerini, beklentilerini bu korkunç kısırdöngünün korkunç dişlileri sürekli yiyip bitirmekte.
En büyük darbeyi bunlar yiyor son zamanlarda, en fazla acıyı onlar çekiyor. Çünkü darbe yiye yiye artık acıyı zor hisseden cehalet girdabına itilmiş insanların aksine onlar geleceğin tüketildiğini, vatanın geleceğinin yok edildiğini görüp, kendi bireysel acıları dışında acılar çekmeye imkán verecek birikime de sahipler.
* * *
Türkiye sadece ‘‘esir Türklerin’’ gücüne dayanarak geleceğini kurtarabilir.
Tek çıkış yolumuz, ülkemizi kısa sürede modern yapabilmemizin tek yolu budur. ‘‘Halka gidelim’’ söylemi bir yalandan ibarettir ve ülkenin geleceğini tekrar kısırdöngülere mahkum edecek bir söylemdir.
Dahası bu söylemi tutturanların halka yönelik gerçek hisleri bugün Türkiye'nin bile bile, göz göre göre, yiyip, bitirilerek getirildiği noktadan açıkça görülebileceği için bu söylem ayrıca bir büyük sahtekárlıktır.
Ezici çoğunluğun düşünme kanallarını tekrar açacak, ileriye yönelik umut verecek, projeler üretecek, modern bir Türkiye hayalini insanlara gerçekçi olarak sunabilecek, bugünkü fakirlik-cehalet-düşünme yeteneksizliği kısırdöngüsünü kırmaya niyetli, bundan korkmayan bir müdahale gerekmektedir bu sisteme.
Bu yapılmadığı takdirde sağcısıyla solcusuyla, dincisiyle dinsiziyle, gericisiyle ilericisiyle hepimizin ortak geleceği tehlikeye düşecek.
Türkiye'nin bir geçiş dönemine ihtiyacı var. Türkiye'nin idari sistemini, seçim sistemini yeniden kuracak bir geçiş dönemini yürütecek, ekonomiye gereken müdahaleleri yapabilecek, Türkiye'ye bir gelecek stratejisi çizebilecek ve daha da önemlisi tam demokrasinin altyapısını kuracak birikime sahip, bilgili insanların konsensüse dayalı yönetimine acilen ihtiyacı var.
Eski sistem çöktü, yerine yenisini kurabilmenin tek rasyonel yolu budur.
Yazının Devamını Oku