25 Temmuz 2001
<B>TÜSİAD </B>dün yazılı bir açıklama yaptı.<br><br>Ben yazımda onların da aslında bir teknokratlar hükümetinden yana olduklarını söylemiştim. Açıklamalarının başlığı ‘‘Piyasa ekonomisi ve demokrasi birbirinden ayrılmaz bir bütündür’’dü.
Bunu görünce, açıklamada teknokratlar hükümeti fikrine ağır bir saldırı olacağını zannettim ve ilgiyle okumaya başladım.
Açıkça söylemek gerekirse, yazılı metin beni son derece şaşırttı.
Benim yazdıklarımı aynen tekrarlamışlar, ABD'deki konuşmalarının İngilizce metnini Türkçe'ye çevirip yayınlamışlar.
Karşı mı çıkıyorlar, bana yanlışsın mı diyorlar, destek mi veriyorlar anlamak mümkün değil.
Bu tür belirsizliklerden hoşlanmıyorum. Belirsizliklerle uğraşacak vaktimiz yok. Hele de işadamları gibi rasyonel düşünceye, ampirik çözümlemeye en yakın olması gereken kesimde bu tür fikir bulanıklıkları görmek, bu ortamda insanın moralini daha da bozuyor.
***
Açıklamayı aldıktan sonra kendi yazdıklarımı tekrar okudum, bir hata var mı diye.
Yok. Bunun, anlattıkları bir senaryo olduğunu ben de vurgulamışım ve çeviride de bir sorun yok.
Açıklamada denilenlerle aynı şeyler yazılmış.
Peki ben yorum mu yapıyorum, acaba işadamlarına söylemek istemedikleri şeyi mi söyletiyorum? Hayır, ayrıca niye böyle bir şey yapayım ki? Herkes kendi diyeceğini der, tartışırız. Ülkemiz için doğru olanı buluruz. Bulacağız da merak etmeyin.
TÜSİAD'ın eski ve yeni başkanları, hükümetin istifa etmesi durumunda Cumhurbaşkanı'nın Meclis içinden bir yeni başbakan atayabileceğini, onun da 15-20 kişilik çoğunluğu teknokrat nitelikli bir Bakanlar Kurulu'yla işe koyulabileceğini, bir düşünce cimnastiği, bir senaryo olarak anlatıyorlar gayet tabii ki. Yazımda bunu söyledim.
Ancak konuşmalarında başka bir nokta daha var.
Erkut Yücaoğlu, bunları söyledikten, senaryoyu anlattıktan sonra bir cümle daha ediyor. ‘‘This is one scenario that can instigate change’’ diyor.
Yani, ‘‘Bu senaryo gerekli değişimi başlatabilir’’ diyor.
Sonra devam ediyor... Aynen aktarıyorum: ‘‘Peki değişimi kim başlatacak? GÜÇLERDEN BİRİ BUGÜN BURADA. Ama Türkiye'de bu baskıyı yaratmak için geniş çaplı işbirliğine hazır olan başka sivil toplum örgütleri de var. Yani, ya oyunu doğru oynarsınız, ya da oyundan çekilirsiniz...’’
Yani ne oluyor? Evet bir senaryo anlatılıyor, ama buna destek de veriliyor. O senaryo hakkında tavır alınıyor. ‘‘Bu değişimi başlatabilir’’ deniliyor. Değişimi başlatacak bir güç burada denilerek TÜSİAD'ın bunu savunacağı söyleniliyor.
Ben de bunu anlattım zaten...
***
Büyük işadamları, beklediğim gibi dürüst davrandılar, oradaki açıklamalarının metnini eksiksiz tercüme ettirerek yayınladılar.
Bu tavırları için kendilerine teşekkür ediyorum.
Anlayamadğıım nokta şu: Dört gün önce niye başka bir açıklama yapıp teknokratlar hükümetine bu kadar karşı çıktılar ki?
Aynı şeyi savunuyoruz. Aynı süreçleri ortaya atıyoruz.
Ülkemiz için bunun tek çıkış yolu olduğunu görüyoruz.
Hislerimiz ortak. Ara rejim sözü psikolojik tepki topluyor. Ben bu tanımdan bu nedenle vazgeçmem; çünkü normal işleyişin dışında bir süreç bu ve o nedenle ‘‘ara’’ diyorum.
Antidemokratik olduğu için değil, ‘‘farklı’’ olduğu için ara rejim bu.
***
İşadamlarına ben inanıyorum, onlara güvenmek istiyorum. Geçmişte yapılan hataları, çürük elmaları hatırlamak bile istemiyorum.
Benim yazılı açıklama metinleri üzerine semiyotik tartışmalara harcayacak ne zamanım, ne de niyetim var. Türkiye'nin zamaanı ise hiç kalmadı.
Yazılı açıklamalarına o başlığı atmışlar ama bugün Türkiye'de ne serbest piyasalar, ne de demokrasi var.
İkisini de istiyoruz. Biz vatanımızın her ikisinde de güçlü kurumlarını oluşturmuş bir ülke olarak Batı'da yerini almasını isteyen insanlarız.
Bakmayın bugün moralimizin bozuk, düşmüş olduğumuza. Bilgi, birikim, dünyayı tanıma, mesleğine saygı, hayattan keyif almayı bilme, bunların hepsi bizde.
El uzatıldığı zaman bütün bu vasıflarımızı ülkemiz için harekete geçiririz.
İşadamlarına çağrımı yineliyorum. Şirketlerinin insan kaynakları bölümüne bir uğrasınlar. Bu nitelikteki insanların aç oldukları, hangi tür işlerde çalışmak için birbirlerini ezmeye hazır oduklarını görsünler. Vicdanları bunu kaldıramayacaktır, tanıyorum onları.
Bizleri toparlayacak insanlara ihtiyaç var. Bir el verene iki el birden, o da yetmedi mi bütün vücudumuzu birden veririz.
Biz burada kalmak, mutlu olmak, demokrat bir Türkiye'de yaşamak istiyoruz.
İşadamlarına sesleniyorum: Oyundan çekilmeyin, oyunu doğru oynayın. Oynayın ki Türkiye'yi bu katiyen layık olmadığı durumdan bir an önce kurtaralım.
Yazının Devamını Oku 24 Temmuz 2001
Cumhurbaşkanı Sayın <B>Necdet Sezer, </B>dün bir açıklama yaparak teknokratlar hükümeti talebini eleştirdi. Bu talebe net olarak karşı çıktı.<br> İlk önce onun sözlerini aynen aktarayım, sonra da fikirlerimi söyleyeceğim gayet tabii ki.
Cumhurbaşkanı diyor ki: ‘‘Erkler ayrılığını kabul eden parlamenter rejimlerde hükümet üyeleri ayrıklıklar dışında milletvekilleri tarafından seçilir. Anayasamızda da bu rejim benimsenmiştir. Anayasamıza göre egemenlik bağsız koşulsuz ulusundur ve Türk ulusu egemenliğini anayasal kurallar çerçevesinde yetkili organları eliyle kullanır.
Ülkede bir sorun olduğu zaman kuşkusuz tüm devlet organları kendi görev ve yetki alanı içinde sorunun aşılması için gerekli çabayı göstermelidir. Ancak çağdaş, demokratik rejimlerde sorunların aşılması için gösterilecek çabanın kurallar çerçevesinde kalması gerekir. Ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı dönemden anayasal kurallar ve demokratik ilkeler çerçevesinde çıkacağına inanıyorum. Her sıkıntılı dönemde Anayasa'ya uygun düşmeyen yönetim arayışlarına girilmemeli, ayrık durumlar genelleştirilerek kolay yol seçilmemelidir.’’
Açıklama bu kadar.
***
Sayın Cumhurbaşkanı.
İlk önce bir noktayı siz bilesiniz diye vurgulamak istiyorum.
Bir süredir bu tartışmayla ilgili konu açılınca bazı insanlar hep ‘‘bazı çevrelerce ortaya atılan’’ diye bir laf söylüyorlar.
Böyle bir çevre yok. Bu işi isteyen benim ve benim gibi olan temelde orta sınıfa ait, orta sınıfın değerlerini taşıyan ve büyük ihtimalle sizin de değerlerini aynen paylaştığınız insanlardır.
Ortada bir komplo yok, bir demokrasi dışı talep de yok.
Bizler bu memlekette demokrasi eksikliğinin faturasını en ağır ödemiş olan ve ödemeyi de sürdüren insanlarız.
Biz bu memleketin çağdaş bir Batılı ülke olmasını isteyen, 1920'lerde bu memleketi hiç yoktan yaratan o ruha inanan, o ruhun kurduğu yaşam biçimine kendi varlıklarını borçlu olan, mesleklerine saygılı, bilgili, birikimli, vatanseverleriz.
Dolayısıyla ortada ‘‘bazı çevreler’’ yok, sadece vatandaşlar var, inanın bana.
***
Sayın Cumhurbaşkanı...
Dedikleriniz iyi, güzel de bence fazla anlamlı değil.
Bugün memleketin içinde bulunduğu ortamda ülkeye liderlik yapanların, yurttaşlık bilgisi kitabından okur gibi konuşmalarının bir anlamı yoktur.
Sizin anlattıklarınızı ben de biliyorum. Bu temel doğruları birbirimize anlattık, tamam da, şimdi ne olacak? Ülkemizi kurtaracak yol açıldı mı şimdi yani?
Bu memlekette adına siyaset denilen şeye insanların inancı tamamen tükendi.
Bakın siz, kendinize bir sorun; bu memlekette hangi lider sizin çocuklarınızın, torunlarınızın yaşayacağı bir Türkiye hayali çizdiler bugüne kadar?
O hayale gidebilmek için hangi fikirleri, modelleri attılar ortaya?
Sağlık sistemi 10 yıl sonra nasıl olacak, bir fikirleri var mı?
Bugün milyarlarca para verilerek fakültelerde orta sınıf ailelerin binbir zorlukla okuttuğu çocukların dört yıl sonra işsiz kalma olasılıklarına karşı ne tedbirler düşünüyorlar?
Sizin torununuzun eğitimi için ne tedbirler alacaklar?
Bunlar yok. Bu fikirler yok. Türkiye'de siyaset hiç olmadı ki zaten.
Çünkü siyaset aslında budur, siyaset ülkenin geleceğini oluşturmaktır.
Bizimkiler ise sadece günü ve kendilerini kurtarmak için ülkeyi yiyip bitirdiler.
Ve asıl önemlisi, ülkemizin belkemiği olan, onlar olmazsa gelecekte Türkiye'yi cidden kaybedeceğimiz insanlar artık bu ülkeden kaçmak zorundalar.
Siyaset bitti. Ülkeye inanç bitti onlarda. Onlar tükendiler.
Bu çok tehlikeli bir şey. Bunu anlatıyorum, bunu yazıyorum, gelin ülkemizi hep birlikte kurtaralım diyorum.
Darbe istedi diyorlar. Siz de ‘‘demokrasi dışı istekler’’ demişsiniz.
Açıkça söyleyeyim, çok ayıp bir şey bu yapılan; çünkü böyle bir talep ortaya atılmadı.
Askerlerin de desteğini alarak dedim ve bunu tekrarlıyorum. Ne yani, yeni bir kurtuluş savaşı açmak zorundayız diyorum, sonra askerler bunun dışında mı kalsın diyecektim.
Ne saçma bir şey bu. Ben asker düşmanlığından prim toplamaya çalışan sözde demokratlardan değilim. Bizim inanmadığımız kavgalara girerek kendi seçmenine güzel görünecek siyasi dincilerle de işimiz yok.
Askerlerin bu köşede dile getirilen ülke manzarasını çok iyi gördüklerini anlayabilmek için MGK'nın açıklanan gündemine bir bakmak yetebilir.
Teknokratlar hükümeti, demokratik bir çözümdür. Bu ara rejimdir, evet ama, tanım gereği bu böyledir, antidemokratik olacak diye değil
Bunda parlamentonun desteği şarttır. TÜSİAD Başkanı'nın dün yazdığım görüşleri yoluyla bu yapılırsa Anayasa'ya da her şey uygundur.
Sayın Cumhurbaşkanım. Türkiye'yi yeniden kuracak liderler lazım. Her insan lider olamaz. Tamam, hukuku iyi bilmek gerekir, ama ülkemizin içinde bulunduğu dönemlerde radikal kararlar alabilen, cesur, hızlı hareket edebilen ve hayal gücü geniş liderlere ihtiyacımız var.
Onun için sizden istirham ediyorum, bir daha bu tür açıklamalar yapmayınız. Çünkü bunlar bizler açısından bir umut kalesinin daha yıkılması için gerekçe olabilir.
Saygılar.
Yazının Devamını Oku 23 Temmuz 2001
<B>TEKNOKRAT </B>hükümeti önerisi atıldıktan iki gün sonra TÜSİAD bir yazılı açıklama yaptı. Teknokrat hükümeti önerisine karşı çıktı, ara rejim olmamalı dedi, çözüm demokrasidedir dedi.
Ben açıklamanın yapıldığı gün bunu üzerinde fazla düşünülmeden kaleme alınmış bir metin olarak değerlendirmiştim.
Çünkü ancak bu adımın atılması durumunda Türkiye içine düştüğü müthiş kısırdöngüden kurtulabilecek ve bundan da en fazla yarar sağlayacak kesimlerden bir tanesi işadamları olacaktı.
Dolayısıyla üzerinde henüz daha yeni tartışılmaya başlanan fikre daha başında karşı çıkmak en azından her işadamında olması gereken pragmatik yaklaşıma da ters düşmekteydi bence.
***
Şimdi sıkı durun bakalım.
TÜSİAD da gerçek hislerini, taleplerini bizlerden nedense saklıyor sevgili okurlar. TÜSİAD da ancak teknokratlardan oluşacak bir hükümetin Türkiye'yi kurtarabileceğine inanıyor. Bunu ‘resmen’ kayıtlara geçirmiş durumdalar.
Yer Washington D.C. Tarih 27 Mart 2001. Center For Strategic and Internatıonal Studies (CSIS) adlı think-tank'de o gün konuşmacılar Erkut Yucaoğlu ve Tuncay Özilhan.
Yani eski başkan ve yeni başkan yan yana çıkmışlar Amerika'da Türkiye ile ilgilenen insanların karşısına.
Bu yan yana durma önemli bir sembolik sinyal. Yönetimde, anlayışta, tavırda süreklilik olduğunu gösteriyor, bizde başkanlar değişir ama tavırlarımız kurumsaldır demeye getiriliyor.
***
Orada aynen katıldığım tespitler yapılıyor ve geliniyor çözüm yolu önerilerine.
Erkut Yucaoğlu ‘‘işler daha da kötüye giderse’’ Türkiye'de olumlu bir değişimi sağlayabilecek olası en önemli senaryoyu şöyle anlatıyor:
‘‘Eğer bu hükümet istifa ederse, Cumhurbaşkanı Meclis içinden partizan olmayan bir yeni başbakan atar. O başbakan da hepsi de teknokrat olan 15 veya 20 bakanla hükümeti kurar. Teknokrat bakanların büyük bir bölümünü de parlamento dışından seçer.... İki yıllık bir teknokrat hükümeti olur bu. Önemli olan parlamentodaki siyasi partilerin bu oluşuma destek vermeleridir. Onlar da bu arada geçen iki yılı seçimlere hazırlanmak için kullanırlar...’’
***
Evet görüldüğü üzere TÜSİAD'ın başkanlarının gönülleri teknokratlar hükümetinde.
Peki arada geçen zamanda ne değişti de geçen hafta bizim önerimize bu kadar tepki göstermek zorunda hissettiler kendilerini.
‘‘İşler daha kötüye giderse’’ diye başlıyor o konuşma, acaba o günden bu yana Türkiye'de işler daha kötüye gitmedi mi de bu taleplerinden vazgeçtiler.
Neden kendi doğru olarak bildikleri gerçekleri ABD'de anlatıyorlar da burada o fikirlere en çok ihtiyaç duyan, onlardan bir işaret bekleyen kendi insanlarının önünde bunu söylemiyorlar?
***
Bence bunun cevabı çok açık. Türkiye'de burjuvazi maalesef yok.
Türkiye'de sadece işadamı var.
Burjuvazi kendisine misyonlar edinen, büyük hedefler koyan insandır.
İşadamı ise sadece para kazanmayı düşünür.
İşadamı devletten korkar, burjuvazi devletten korkmaz, devlet ondan korkar.
Burjuvazi toplumu bir yerlere taşıma misyonuyla geleceğe yönelik tavırlar alır, işadamı gününü kurtamak için uğraşır, bunu yeterli görür. TÜSİAD'ın bize gerçek fikirlerini anlatmayışı, Türkiye'nin gerçek kurtuluşunun o anlattıkları biçimde bir teknokratlar hükümeti ile olabileceğini bildiklerini gizlemesinin arkasında ancak bu korkular olabilir.
Başka bir açıklama gelmiyor insanın aklına. Yoksa tüm hayatını bu ülkede iş alanları açmaya adamış, fabrikalar kurmuş insanların sevdikleri ülkelerinin kurtuluş yolunun gerçekte ne olduğunu gizlemeleri için başka ne neden olabilir ki?
***
Üzülüyorum bu duruma. Galiba zannediyorlar ki eski düzen hálá daha sürecek. Devlet ile iç içe olan işadamları tekrar olunabilecek.
Hálá daha bu hayal peşinde olmalılar.
Böyle bir şeyin biraz gerçekleşme olasılığı olsa anlayışla karşılarım bu tavrı.
Ancak onlar istese de eski düzenin devam edebilmesine imkán yok. O düzen kendi kendini yiyip bitirdi.
O düzen iflas etti, sistem çöktü, o düzeni işleten paraları veren dış çevreler bizi teslim aldı.
Bugün hepimize görev düşüyor. Bugün işadamlarımıza gerçek burjuvazi olabilmenin yolu da nihayet açılmıştır.
Yeter ki bu ülkenin düşünen, eğitimli, bilgili, dünyayı tanıyan insanları -ki büyük işadamları da bu kesime dahildirler tabii ki- artık kendisine ve insanlara yalan söylemeyi bıraksın ve cesur olsun. Gelin gerekeni yapalım.
Son bir şeyi de söylemek zorundayım. Başkanlar ‘‘Öyle dememiştik’’ filan derlerse haberleri olsun bu konuşma teypten çözülmüş, metin harfiyen doğru. Çok isterlerse CSİS'ın Türk Çalışmaları Müdürü Bülent Ali Rıza'dan rica eder teybi iki günde getirtir, televizyonlardan kendilerine dinletirim, olur biter.
Yazının Devamını Oku 22 Temmuz 2001
<B>YARIMADADAKİ </B>ev hoş, güzel de tabiat şartları pek bana göre değil galiba. Şehirli insan kapısını açık unutursa eve hırsız girer.
Bu normal bir gelişmedir.
Ben kapımı açık bıraktığımda ise eve inek giriyor.
Yanlış anlaşılmasın ben ineklere karşı değilim, hatta bazı insanlar söz konusu olduğunda ineklerle muhatap olmayı tercih bile ederim. Ancak onları seviyor olmam onları illa da misafir odasında ağırlayacağım anlamına gelmemeli değil mi ama?
Şu aralar içimde bir korku var. Uyurken kapıyı açık unutacağım ve gece bir ara tuvalete gittiğimde (yaşasın prostat!) evde üç dört ineği bizim kedilerle köşe kapmaca oynarken bulacağım.
Onları durdurmaya müdahale edeyim diye adım attığında bizim Afet de oyuna katılacak. Ve evimiz çökecek, yerle bir olacak. İnekler yüzünden değil Afet yüzünden çökecek, çünkü o 8 aylık ama bence bir orta halli inekten daha ağır.
Şimdi yeni takıntım dış kapı kontrolü oldu. Yatmadan üç kez yapıyorum bunu, 4 uğurlu rakamımdır, sonra yattıktan sonra dördüncüyü de tamamlamak için tekrar kalkıyorum.
Hepsini baştan yapıp yat demeniz de bir şey ifade etmiyor bana çünkü yatınca mutlaka kalkıp yeniden bakmam, lazım onun için bari yeniden kalkınca dörtlerim de iş biter.
Kazayla beş kez bakarak yatarsam bu kez de dördün katsayısı olarak sekizlemem gerektiği için kontrol işlemi sabaha kadar sürebilir. Zaten gezmeye giderken de sorunlar yaşıyorum... Havagazını da dört kez kontrol etmek zorundayım, Rana hep bana oraya bakarak neden uzun uzun düşündüğümü soruyor.
Bu soruya cevap veremiyorum ve o hep benim bilinçaltımda bir sorun olduğunu düşünüyor.
*
Belki Tarzan olsaydım bu evde daha rahat yaşardım.
Örneğin geçen gün yürüyüş yapıyordum. Bizim yol motor kros yarışı yapmak için uygun bir yer.
Yolun ortasında tuhaf bir şey duruyordu. Ve hareket ediyordu.
Telefon ederek Rana'yı çağırdım. Rahatsız edildiği için söylenerek geldi ve o şeyin baykuş olduğunu anlattı bana.
Siz baykuşun normal hareket eden bir kuş olduğunu zannediyorsanız şunu bilin ki kesinlikle yanılıyorsunuz.
Yazıyla anlatmak mümkün değil hareketlerindeki tuhaflığı.
Zıplıyor ve bazen de kafasını ağaçlara çarpıyor. Anlayacağınız ben sokakta yürürken normal olarak başıma ne geliyorsa onları yaşıyor baykuş da.
O gözlerle öyle olur tabii, baykuşları en iyi anlayan kişi benim hayatta bunu da bilin ve nedenlerini daha fazla açmamı istemeyin benden.
*
Afet'in gezme saati geldi.
O saatlerde hiperaktif oluyor. Birkaç kedi, horoz öldürse rahatlayacak ama kediler bizim, horozlar da komşumuzun, benim de onu besleyecek horoz almaya kriz nedeniyle gücüm yok, dolayısıyla hiperaktivite sürecek, yapılacak bir şey yok.
Afet her gördüğü hareket eden canlıya atlamak zorunda.
Dolayısıyla o aniden durunca ve hareket etmeyi reddedince sizin de durup bir düşünmeniz lazım.
Yakın ve yaklaşan bir tehlike var demektir o durumda.Ben yaklaşan tehlikeyi ilk gördüğümde Afet'e güldüm.
Solucandan korkmuştu.
Gözlerimin durumunu yukarda hafif benzetmelerle anlatmaya çalıştım, o nedenle bundan sonraki gelişmeleri anlatırken beni anlayışla karşılamanızı rica ediyorum.
Küçük burjuva ve şehre alışık beynim sürünerek gelen şeyin yılan olabileceği fikrini düşünmek bile istemiyordu.
*
İlk önce bunun hayli radikal bir mutasyona uğramış bir solucan olduğu fikrini kendime empoze etmeye çalıştım.
O gerçekten solucansa buna neden olan kimyasal reaksiyon nedeniyle ben de yakında Dağ Adamı Yeti'ye dönüşecektim, bu kesindi.
Sonra beynimin anlamayı refüze ettiği tanımlanamayan cisim hızla bir duvara tırmandı. İki metre kadar kara bir yılandı bu. Yılanların duvara tırmanabildiğini Discovery kanalında neden daha önce anlatmadılar ki, onları da öldüreceğim.
Ben çığlık attım ama kimse yardıma gelmedi. Afet de bu arada yılana koşmaya çalışıyor, oynayacak onunla aklı sıra. Kesinlikle onda da zeká problemi var, bunu da burada açıklıyorum işte.
Bağırmama o da oralı olmadı.
Sonradan anladım ki ağzım açık ama ses çıkmıyor. Birkaç denemeden sonra haykırmayı başardım.
Komşum yanıma geldi, yine birkaç denemeden sonra ona olanları anlattım.
O ise bana ‘‘Ha o yılan mı o burada 10 yıldır yaşıyor, üstüne basmazsan bir şey yapmaz’’ dedi.
Üstüne basarsam ne olur dedim, çünkü ben sarsağım ve yürürken üstüne basmamam gereken her şeye basarım, basmam gereken yerlere de basmam.
Zehirli değildir ama sana sarılıp öldürünceye kadar sıkabilir dedi.
Şimdi bu düşünceyle yaşamak zorundayım. Diğer bütün nevrozlarım, psikozlarım bitti, onlar aniden tedavi oldu. Şimdi tek takıntım var.
Belimde bana sarılmış bir yılanla eve dönüyorum ve Rana beni yine neden düşüncelisin diye azarlıyor. Bu hayal gözümün önünden gitmiyor.
Umarım beni anlayışla karşılıyorsunuzdur.
Teşekkürler.
Yazının Devamını Oku 20 Temmuz 2001
<B>BU </B>memlekette inanılmaz bir <B>‘‘demokrat aydın’’ </B>sahtekárlığı var. Bunlar prototip aslında.
Davranışları, tepkileri aynı, büyük bölümü de arkadaş zaten.
Birbirlerine anlatıp, birbirlerini onaylıyorlar.
Sonra bu durumdan gaza gelip kendilerinin çok da önemli olduklarını filan düşünüyorlar.
Hem yalancı, hem de sahtekárlar.
Zararları kendi aralarında kalsa önemli değil de, bu tiplerin memlekete zararı büyük.
Bunlar hiçbir zaman içlerinden geldiği gibi yazmaz.
Düşündüklerini tam olarak anlatmazlar sizlere.
Sizin duymak istediğiniz şekilde yazarlar.
İçleri farklı dışları farklıdır.
Bence en az çürük siyaset anlayışı kadar, en az vurguncu kadar bunların da Türkiye'nin içten içe kemirilip tükenmesinde katkıları büyüktür.
Hatta belki de en büyük sorumlu onlar; çünkü diğerlerinden bir fayda zaten beklenmiyordu. Bunlar ise suratlarına yapıştırdıkları demokrat kişi maskesiyle sizleri durmadan kandırırlar.
* * *
Bunların arasında, özel konuşmalarında halka sürekli söven kişiler var.
Sıradan insanların nasıl cahil, faşist eğilimli, zevksiz olduğunu anlatırlar hep.
Sonra sabah yazı yazma vakti gelir.
Gece hırt olanlar, gündüz insanmış gibi davranmaya başlarlar.
Bir halk yalakalığı başlar sormayın gitsin.
Onlara kalsa, hemen seçim yapılırsa Türkiye kurtulacak. Çünkü bizim halk, her defasında en iyisini seçer getirir ya zaten.
Son seçimde başımıza MHP'yi dikip getirince o halk, yemediği küfür kalmamıştı bu demokrat aydınlardan.
E, arada ne oldu da değişti bu halk.
Eğitim seferberliği mi oldu, daha fazla kitap mı okumaya başladı, dünya görüşü mü zenginleşti, ufku mu açıldı, ne oldu?
Ne kadar yalancısınız be!.. Entelektüel insan, ilk önce kendine yalan söylemez.
Gerçek hislerinizi söyleyin, hayatta bir kez olsun.
Duyulmak isteneni değil, doğru olanı yazın bir kere.
Bu yalancılara inanmayın. Onların dediği gibi değil iş ve bir değil on seçim de olsa üst üste, bu halk başka bir şey seçmez başımıza.
Bu gerçeği kabul edip sorunun temelden üstüne gitmezsek, Türkiye hep bu sahtekár demokratların elinde malzeme olur ve bunalımdan da kurtulmaz.
* * *
Adam var, sabah akşam askerlerle uğraşır.
Sonra siyasi İslam işbaşına gelince, onun yaşam biçimine en ufak bir müdahalede çığlık atmaya başlar.
Sonra 28 Şubat'a karşı ateşli demokrat yazılar yazar.
Bu yaşam biçimini korumak, güvence altına almak için askerlerin hep duvar gibi ön planda durduklarını bir gün bile ne kendisine, ne de kamuoyuna itiraf eder.
Bu sahtekárlığı, bu vefasızlığı ile yine de demokratlık oynar.
Sonra bir gün teknokrat hükümet tartışması başlar.
Tabii o demokrat ya, buna acele karşı çıkar ve ‘‘Teknokrat hükümet kurulursa, bu askerlerin rejime müdahalesi olur’’ diye bir abukluk yazar.
28 Şubat askerin müdahalesiyse, postmodern darbeyse, peki şimdi kurulması istenen teknokrat hükümet denmokrasiyi nasıl askıya almış olacak?
Neden teorik çapsızlığın bu kadar fazla ki, mantıksızlığını bile fark edemiyorsun.
Sevgili okurlarım.
Ben de 28 Şubat'a karşı çıktım. Bence bu tür müdahaleler, müdahale edileni ezilmiş kahraman yapar.
28 Şubat yaşanmasaydı, siyasi İslam yapacağı müdahalelerle zaten toplum önünde kendi kendisini yiyip bitirecekti.
Bunu söyledim hep.
Ama başka bir şeyi daha da söyledim. Siyasi İslam öyle bir müdahaleyi kendi hareketleriyle meşru kıldı ve askerler her zaman olduğu gibi bizim alıştığımız batılı yaşam biçimini korumak için harekete geçtiler.
Doğruyu söyleyelim, dürüst konuşalım.
Bu memlekette askerler olmasaydı, demokrasiyi savunacak aydınlar da olmayabilirdi, alıştığımız hayat biçimi de.
Bunu söyleyelim, kabul edelim, sahte demokratları afişe edelim ama, eğer askerin bir hatası varsa onu da belirtelim, tartışalım, onlarla diyaloğa girelim.
* * *
Ben bu insanlardan, onların çapsızlığıından, her durumda aynı şeyi tekrarlamalarından, sahtekárlıklarından çok sıkıldım.
Düşünsenize, adam var, tüm yazarlık yaşamı, hayata karşı tüm tavrı antidemokratik.
Onun özgeçmişine ben sahip olsam, utanırım kendimden.
Son tartışmada bana saldırmış, beni antidemokratik bulmuş.
Şeytan diyor ki, son beş yıllık yazılarını çıkar vur suratına, ama değmez, hem bu gazeteye hem de benim çabama yazık.
Ben günde iki kez 10. Yıl Marşı'nı söyleyip bu kadarla yetinen bir Atatürkçü değilim.
Ben 1920'ler ruhuna inanan, bugünkü eğitimini, yaşam tarzını, aile ilişkilerini Atatürk'e borçlu olduğunu bilen bir insanım.
Çağrılarıma kulak verin. Türkiye'nin bilgili, kültürlü, kimliğini mesleğinde bulan, insanların yönetiminde ve onlar için çalışan, onlara öncelik veren bir ülke olmasını istiyorsak, o 1920'ler ruhunun tekrar canlanması lazım.
Sahte demokratların kendilerine binbir yalan söyleyerek size de yutturmaya çalıştıkları seçim ve demokrasi masalına inanmayın.
Zaten kendileri de inanmıyorlar da, yiyen olursa diye tekrar oyun oynuyorlar işte.
Bizimse oyun oynayacak vaktimiz katiyen yok. Tarih bitti, bunu unutmayın.
Yazının Devamını Oku 19 Temmuz 2001
<B>BÜYÜK </B>işadamlarının örgütü önceki gün bir açıklama yayınlayarak teknokratlar hükümeti kavramına karşı çıktı, çözümün demokraside olduğunu söyledi. Üyelerin çoğunluğu bu açıklamaya gönülden katılıyor mu bilemiyorum. Ancak bu tür açıklamalar bana Türkiye'de burjuvazinin gelişiminde ne kadar büyük sorunlar olduğunu, burjuva sayısının ne kadar az olduğunu yine hatırlattı.
İşadamları sahip çıkmaya çalıştıkları şu anki sistemin demokrasi olmadığını görüyor olmalılar. Var olmayan bir şeye mantıken sahip çıkılamaz.
Bunu görmüyorlarsa onca Batılı eğitime, onca dış dünyayı tanımak için yapılan geziye, yapılan harcamaya yazık olmuş doğrusu.
Görüyorlar da yine de bu açıklamayı yapıyorlarsa akla gelen tek sonuç onların bu çarpık, sonu gelen bu sistemde hálá daha çıkarları olduğudur.
Bu böyleyse eğer lafı eveleyip gevelemesinler bari de, biz de onlara duymak zorunda olduğumuz güveni yok farz edelim.
***
Evet, ‘‘onlara duymak zorunda olduğumuz güveni’’ dedim.
Bu memlekette işadamlarının önemli bir bölümü demokratlık konusunda çok da fazla övünülecek bir tarihe sahip değillerdir.
Ve Türkiye'de sistemin kokuşmasında, tükenmemizde işadamlarının da önemli bir rolü olmuştur. Ancak durum böyle diye geleceğimizi kurtarma sürecinde onlara ne kadar da muhtaç olduğumuzu görmekten kaçınmamız, intihar sürecine girmeye çalışan Türkiye'ye bir darbe daha olur.
Bugün Türkiye'de milyonlarca kişi işsiz. Sadece son üç ayda 600 bin küsur bilgili insan işsiz kaldı. Hepsinin gözü patronlarda, onlardan gelecek işarette. Önerdiğim teknokratlar hükümetinin en hızla girişeceği iki iş; bir yandan Türk siyasi sisteminin gerçek bir demokrasi yolunda yeniden yapılandırılmasının yolunu açmak, diğer yandan da işadamlarına tekrar yatırım yapacakları bir ortam sağlamak olmalıdır.
Şimdi ben işadamlarına sormak istiyorum. Tamam paranız var, helal olsun, işler kurdunuz kazanacaksınız tabii. Her biriniz isterseniz Türkiye'yi hiç duymayacağınız, görmeyeceğiniz bir yaşam biçimi kurabilirsiniz kendinize, hem de bunu Türkiye sınırları dışına çıkmaya gerek duymadan bile yapabilirsiniz. Peki ama kaçınız mutlu, kaçınız kendisini ve geleceğini güvende hissediyor şu anda, aranızda bir tane bile işadamı var mı ki yurtdışına gittiğinde yabancılardan gelen ‘‘Türkiye'de neler oluyor’’ sorusuna utanmadan, yüreğinde sızı duymadan, gönül rahatlığıyla cevap verebilsin?
Aranızda kaçınız şu anda Türkiye'de yeni yatırım yapılacak bir gelecek olduğuna inanıyor?
Kendinizi kandırmaya çalışmayın, çünkü size ihtiyacımız var, çünkü yeni büyük yatırımlar yani büyüyen sizler olmazsa, Türkiye geleceğini kurtaramayacak.
***
Sizlere bir önerim var.
Hemen sahip olduğunuz şirketlerin insan kaynakları bölümüne bir telefon açın.
O telefon Türkiye'de bugün yaşanmakta olan inanılmaz trajediyi sizin de daha iyi görmenize neden olacak.
Diyelim ki depo bekçisi alınacak.
On binlerce insan başvuruyor. Sayı hep böyle olurdu, bu sefer durum farklı, bu sefer durum vahim. Biraz zaman ayırın ne olur ve başvuranların özgeçmişlerini bir okuyun.
Aralarında doktora yapmış, büyük şirketlerde bir zamanlar yöneticilik konumlarında bulunmuş, eğitimli, birikimli, kültürlü, kendi asıl mesleklerine saygı duyan, kimliklerini mesleklerindeki başarıyla tanımlayan, bugün mahvedilmiş, yok olmaya itilmiş, kimlikleri zorla ellerinden alınmış, benim ‘derin halk’ dediğim pırıl pırıl insanlar var.
Bunu bana anlatırken resmen ağlayan işadamı arkadaşlarım var. Peki ama sizin her şeye rağmen savunur gibi gözükmeye çalıştığınız o sözde demokrasi sistemi, o sistemde yaratılan canavarlar okumadı mı bunların canına?
O sistemde tamı tamına 195 milyar dolar ortadan yok olmadı mı?
O yok edilme sürecinde neden sesinizi hiç çıkarmadınız?
Tamam, gerçekçi olalım belki o zaman çıkaramazdınız, ama neden şimdi konuşmuyorsunuz?
Memleket için için yenilip bitirilirken yaşananları, bildiklerinizi, yaşamak zorunda kaldığınız şeyleri neden şimdi anlatmıyorsunuz?
Yürekli davranın. Türkiye'de aklı başında olan hiç kimse sizin gibi insanların kötülüğünü isteyemez. Siz o hep birlikte kirlettiğimiz geçmişten hesap sormayacaksınız da kim soracak?
O sistem sizin de geleceğinizi kararttı.
Anlatın ve bugüne sizi, bizi getirenleri afişe edin. Gücünüzü kokuşmuşlukları savunmak için değil, ülkeyi yangından kurtarmak için yeni çözümler üretmeye çalışanlara destek için kullanın.
Derin halk geleceğini istiyor. Bize sahip çıkın, bize bir el uzatırsanız biz iki elle onu tutarız.
Unutmayın, bu işten ya hep beraber çıkacağız ya da hep bilikte batacağız.
Olmayan demokrasiyi, yine aynı demokrasi düşmanlarını başımıza getirecek yeni bir seçimi savunmak yerine başka çözümler için siz de acilen kafa patlatın.
Lütfen.
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2001
Ne zaman ortaya çıkacaklar diye merak ediyordum, dün tam saha saldırıya geçtiler.<br> Sahte demokratlardan bahsediyorum.
Aralarında kimler yok ki?
Geçmişi antidemokrat tavırlarla dolu yazarlar... Her askeri darbeden sonra komutanlara ‘‘Bir emriniz var mı paşam’’ diye sormayı görev bilenler... Gazetecilikten, Başbakan'a her gün telefon açıp ‘‘Bana dikte ettirecek sözleriniz varsa hazırım efendim’’ demeyi anlayanlar...
Türkiye'de demokrasiyi, ekonomiyi eylemleriyle, tavırlarıyla fiilen bitirenler...
Dün demokrat kesildiler. Aralarında iyi niyetli olanlar da var tabii, ancak onlar da meseleyi tam anlayamamış durumda galiba.
Şunu anladım ki çoğunun utanması sıkılması yok. Resmen yalan söylüyorlar, masal anlatıyorlar. Şimdi ben istesem, bunları size tek tek ele alıp anlatırım, geçmişlerinde ne yaptılar, ne yazdılar, nasıl tavır aldılar tek tek ortaya koyarım.
Sözde demokratlıklarını yediririm onlara, rezil ederim kendilerini. Ama gerek yok. Türkiye'nin vakti yok bu kişisel kavgaları okumaya, düşünmeye. Bu işin, köşe yazarları arasında oynanacak yeni bir zihinsel pingpong maçı olduğunu zannedenler yanılıyorlar.
Kanmayın onların yalanlarına, ne olur.
Benim davam başka. Her gün yazdım, yine yazacağım bunu.
Ben Türkiye'nin tarihinin bir bölümünün bittiğini görüyorum. Bu gerçeği görmeye herkesi davet ediyorum.
Şimdi yeni bir döneme adım atmak zorundayız. Bu bir tercih değil, bir zorunluluk.
Türkiye'de birçok şey kirlendi. Şimdi temizlik zamanı. Bu da bir tercih değil, bir zorunluluk. Gerekli adımları kararlılıkla atmazsak, ülkemizi çok daha büyük çalkantılara iteceğiz.
* * *
Bizim siyasi liderlerimiz başka bir ülkede siyaset yapıyor olsalardı, hepsi 10-15 yıl önce çoktan siyasetten çekilmiş, emekli olmuşlardı.
Türkiye'nin ait olmayı umduğumuz Batılı ülkeler dünyasında liderlerin, ülkeye hizmette bir aksama, yanlışlık olması durumunda kişisel utanç duyması, kişisel onurunu ortaya koyarak çekilmesi ádeti vardır. O ülkelerde en büyük seçim hezimetine uğrayan, iktidardayken en büyük yanlışları yapan siyasiler bile emekli olunca başları dik yürürler sokakta. Herkes onlara saygı duyar.
Bizim ülkemizde, siyasetçi daha iktidardayken sokakta yürümekten korkar hale geldi.
İnsanların onlar hakkında neler düşündüklerini ben burada yazamam, utanırım. Onlar aldırmazmış gibi davranıyorlar.
Hiçbir siyasi parti bugüne kadar bizlere gelecek hakkında ne düşünüyorlar, nasıl bir Türkiye özlüyorlar, çocuklar için nasıl bir gelecek hazırlayacaklar, planları ne, programları ne, bunları anlatmadılar, anlatamadılar.
Yok öyle bir şey çünkü ortada.
Bizimkiler sadece günü kendi çıkarları için kurtarmak, bu ülkenin kaynaklarını da harcamak, tüketmek, yiyip bitirmek için vardılar.
Böyle şey olur mu? Türkiye gibi potansiyeli büyük, iddiası fazla bir ülke, böyle bir siyasi geleneği hak ediyor mu? Böyle bir utancı taşıyarak başımız dik nasıl çıkacağız dünyanın karşısına.
Onun için şimdi kalkıp elbirliğiyle içine ettikleri demokrasiyi savunurmuş gibi yaptıklarında açıkça söylemeliyim ki, ben tiksiniyorum.
Bizi bunlar aptal sanıyorlar galiba. Galiba, Türkiye'nin aslında olmayan parasını dağıtarak satın aldıkları oyları verenler kadar cahil olduğumuzu düşünüyorlar.
Bu yanlışı yapabilirler; çünkü bugüne kadar sesimizi duymamışlardı, gerçek fikirlerimizi korkmadan suratlarına haykırmamıştık.
Şimdi onların dönemi bitti, bizim dönemimiz başlıyor. Bu ülke bizim. Biz Türkiye'nin, bireylerin korkusuzca, güven duyarak, mutlu, geleceğini planlayarak yaşayabileceği, siyaset-siyasetçi denilince midemizin bulanmayacağı bir ülke olmasını isteyen kültürlü, birikimli, kimliğini mesleğinde arayan insanlarız.
Ve biz şimdi yeni adımlar atılmasını, kendimiz için ve ülkemizin geleceği için talep ediyoruz.
* * *
Benim önerim şu: Geçmişe bir beyaz perde çekelim, öç peşinde olmayalım.
Hepimizin geleceğini çalmaya kalkmış olanlardan ne kadar iğrensek de onları bırakalım artık. Bizi yarın, beş yıl sonrası gelecek ilgilendiriyor. Ama siyasilerden bir talebimiz var.
Hayatlarında ilk kez kendileri için değil de Türkiye için, çocuklar için bir şey yapsınlar.
Bir araya gelsinler. İnsanların karşısına çıksınlar ve tespit edilecek isimleri ülke yönetimi için atadıklarını, bütün siyasi partiler olarak onların arkasında duracaklarını, ülkenin yeniden aydınlığa çıkması için destek vereceklerini açıklasınlar.
Ülkenin kurtulması için oluşacak harekette yer alsınlar. Bu çağrıyı yapıyorum, onlara bir çıkış yolu açıyorum; çünkü harekette yer almadıkları takdirde bu iş onlarsız da olacak.
Olmak zorunda. Bunu hızla anlasalar iyi olacak; çünkü tarih bitti.
Not: Bu yazı yazıldıktan çok sonra Öksüz'ün istifa haberi geldi. Öksüz, Türkiye'ye verebileceği maksimum ziyanı verip, ziyan verme imkanı elinden alınacağı an yaklaşınca çok geç de olsa gitti. Ülkeye geçmiş, ona da uğurlar olsun. Ona bundan sonraki yaşamında başarılar dileyemeyeceğim.
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2001
<B>BUGÜNE </B>kadar onlardan başka herkes konuştu Türkiye'de.<br><br>Bilgili, birikimli, tam anlamıyla Batılı, mesleğine saygılı, mesleğiyle kimlik edinecek kadar kendine saygılı, hayatta tek istekleri memleketlerinde mutlu olmak isteyen insanlardan bahsediyorum. Bugüne kadar onların sesi hiç duyulmadı. Onlar bağırıp çağırmazlar.
Devletin arazisini gasp edip sonra yıkım ekipleri gelince yerlerde debelenen arsızlar gibi davranamazlar.
İşsiz güçsüz, mesleksiz insanlar gibi saatlerce miting alanlarında hak edilmeyen hakları talep etmek için dolaşacak vakitleri de yoktur.
Bu memlekette en çok onlar mutlu olmayı, bir şeyler talep etmeyi hak ettiler aslında.
Ama hep sessiz kaldılar, hep içlerine attılar, hep de mutsuz edildiler.
Bu memlekette her şeyin ‘‘derin’’i var. ‘‘Derin devlet’’ var, ‘‘derin siyaset’’ var, ‘‘derin ekonomi’’ var.
Bu ‘‘derin’’ler el birliği ettiler, ülkeyi yiyip bitirdiler. Ülkemizi bizim için yaşanamaz hale getirdiler.
Bizim ülkemizi bizden çaldılar.
Artık yeter!
Şimdi artık ‘‘derin halk’’ da konuşacak.
Konuşmaya başlayacak ve susmayacak. Bu ülkede ne kadar büyük bir potansiyel olduğunu, bu insanların aslında ne kadar güçlü olduklarını, bu insanlar olmazsa aslında Türkiye'nin olamayacağını göreceksiniz.
***
Bizim görüşümüz şöyle:
Türkiye'de demokrasi yoktur.
Var diyerek belki cahil cühela kitleleri kandırabilirsiniz, ama biz bu lafları yemeyiz.
Eğer gerçekten demokrasi buysa, tamam o zaman biz demokrasiyi istemiyoruz.
Güngör Uras dün hesaplamış, yeni bir seçim memleketten 30 milyar gitmesine yol açacakmış.
Peki o zaman seçim de istemiyoruz, tamam mı?
Ne yani, aynı adamlar aynı palavraları atacak, cahil cühela kitleler de aynı insanları tekrar başımıza getirip koyacak, diye bizler bir darbe daha niye yiyelim?
Niye daha fakirleşerek maddi acıyı, niye aynı adamların palavralarını tekrar dinlemek zorunda kalarak manevi acıyı çekelim ki?
İslami partileri de istemiyoruz başımıza. Tek muhalefet onlar kaldı da onun için söylüyorum bunu.
Bazı insanlar var, yaşlarını başlarını almışlar, tüm yaşamları başkalarına hayat tarzı empoze etmek, yasaklar koymak için uğraşıp didinmekle geçmiş.
Şimdi kalkmışlar, kendilerine yenilikçi filan diyorlar.
Onu da yemeyiz, son altı ayda mı akıllarına geldi demokrat olmak. Geçiniz bunları geçiniz.
Ben artık sözümü sakınmayacağım, açıkça söylüyorum; bu memleketteki derin halk, bu insanlar başa gelmesin diye bir 28 Şubat'a daha destek verir, bunu da bilin.
***
Bize huzur, gelecek güvencesi ve çok sevdiğimiz mesleklerimizi yapacağımız, alnımızın teriyle kazandığımız helal paraları gönül rahatlığıyla harcayacağımız, vaktimiz gelip bu hayattan çekildiğimizde çocuklarımızın da mutlu olacağını bildiğimiz bir Türkiye gerekiyor.
Bizim hızlı çözümlere ihtiyacımız var. Biz ölmeden önce böyle bir Türkiye'de hiç olmazsa birkaç yıl yaşamış olmak istiyoruz. Yıllardır bunu özlüyoruz, kalbimiz bu heyecanla dolu.
Artık vaktimiz de yok, sabrımız da.
Büyük potansiyeli olan bu ülkenin, yıllardır için için kemirilip tüketilmesini izlemek zorunda kaldık.
İşe sahip çıkmazsak, yine aynı insanlar aynı şeyleri yapmaya devam edecek ve fatura tekrar bize çıkarılacak.
‘‘Derin halk’’ın isteği, teknokratlar hükümetidir. Bu konuda konsensüs, şu anda siz bunu okurken bile oluşmaktadır.
Demokrasi yazıları yazan, seçim isteyen yazarlar kendilerine yalan söylüyorlar. Bir masal var, ona inanmaya çalışıyorlar hálá.
Kendimize yalan söylemeyi bırakalım.
Bu yalan bize çok zarar verdi. Bu memlekette insanlara bir ufuk açan, bir yol çizen en son lider Atatürk'tü.
O dönemin ruhu lazım bize. Çünkü Türkiye tam anlamıyla batırıldı, batıranlar belli. Şimdi biz 1920'lerdeki ülkeyi baştan aşağıya kurma ruhunu canlandırmak zorundayız.
Vakit kaybettirmeyin bizlere ve ülkeyi kurtaracak ekibe yol açın.
Yazının Devamını Oku