İKTİDARLARIN dili abayla sopayla süslüdür genelde. Muktedir olmanın bir sonucudur bu. Demokrasiye örnek gösterilebilecek 8-10 ülke hariç iktidarlar çabuk öfkelenebilirler. Orantısız güç kullanabilirler. Tehdidi bertaraf etmek için can da alabilirler.
Sonra da kalkıp bütün bu aşırılıkları bir güzel meşrulaştırırlar. Huzur meselesidir, güvenlik meselesidir, dirlik, düzen meselesidir bu... Mazeretler bellidir. Kullanılan dil benzerdir.
Kalkan toz duman hafiflediğinde de “arka toplayıcılar” gelir. Onlar iktidarın çekim alanındaki kanaat önderleri, köşe yazarları, yorumculardır. Başlarlar iktidarın dilini kamuoyu için tercüme etmeye. Sertliği allayıp, pullamaya.
Söyleyecekleri yeni bir şeyi yoktur aslında... Dünyaya gücün, güçlünün gözüyle baktıkları için düzene karşı her türlü başkaldırı parazittir onlar için. Bol olan yanlış yerine, az olan doğruyu görüp habire onu işaret ederler.
Bu filmi o kadar çok gördük, bu devlet ağzını o kadar dinledik ki, diyecek bir şey de kalmadı. Bu dil bir gün düzelir mi, nasıl düzelir bilemiyorum. Ama bu kafayla barış sürecinin de çok kolay yürümeyeceği belli... Kalıcı barış, şefkatli dil ister. Ne kadar da uzağız öyle bir yaklaşıma.
Ey iktidar özne insansa, insana dair bir iddian varsa, top yekûn arınmayı bir düşünsen... Yönetim aklını iyice bir gözden geçirsen... Bilinçaltını da köşe bucak güzelce bir temizlesen... Böylece belki dilin de düzelir hem. Herkes için kolaylaşır dünya.
İçime sinmeyen 3 nokta
Bilen bilir seksen öncesinin kurtarılmış bölgelerini…
Tabii sonra iklim derinden değişti ve kurtarılmış bölge kalmadı pek. Kaldıysa bile inandırıcı olmadı çünkü zaten gezegen ruhen teslim alınmıştı.
Günümüzde bakıyorum, ancak küçük kaçış alanlarımız kaldı artık. Zaman zaman sığınabildiğimiz. Sistemden kopup kendimizi farklı ve iyi hissettiğimiz. Kısa süreliğine de olsa “oh be” dediğimiz.
İzmir Kitap Fuarı benim kaçış alanlarımdan. Hepsi olmasa bile Fuardaki çoğu etkinlik benim gibiler için terapi. 23 Nisan günü de aynen böyle oldu. Peş peşe katıldığım iki etkinlikten de gülümseyerek çıktım.
Önce Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanı üzerine konuştular.
Öyle çok fantastik bir program gibi görünmese de salon doldu taştı, insanlar yerlerde oturup izlediler. Yan koltuktaki on bir on iki yaşlarındaki kız da konuşulanları takip etmeye çalıştı. Böyle görüntüler insanı ümitlendiriyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ironilerle, metaforlarla yüklü bu romanı yazıldıktan 50 küsur yıl sonra da eskimiş değil. Biraz romanın, biraz da konuşmacıların ustalığından bir buçuk saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Vakit olsa toplantı bir süre daha devam ederdi.
Emre Hoca’yı esasen ben de Cumhuriyet’teki yazılarından ve ekranlardan tanıyorum.
Eski bir Cumhuriyetçi olarak gün aşırı gazeteyi internetten şöyle bir tarıyorum.
Emre Kongar, Ergin Yıldızoğlu ve Orhan Bursalı düzenli okuduğum yazarlar.
Cumartesi öğlen sevgili Emre Kongar’la Narlıdere’de Bizim Gazino’da yemekteyiz.
Hava limonata gibi… Levrek ısmarlıyoruz. Meze olarak ızgara enginar… Sıcak ot tabağı.. Emre Hoca midehassasiyeti nedeniyle içki içemiyor. Ben buz gibi bir bira söylüyorum.
O arada denizden çırpıntı sesi geliyor. Dönüp bakıyorum irice bir martı bir şeylerle uğraşıyor. Havalanmaya çalışıyor havalanamıyor. Gagalıyor, dönüyor, çırpınıyor. Oltaya falan mı takıldı acaba diye şüpheleniyorum. Bir daha deniyor, yine havalanamıyor.
Gidip şöyle bir göz atıyorum kıyıdan atılmış bir olta yok. Garson arkadaşlara sesleniyorum. Bir baksanıza diyorum. Hep birlikte martıya ne olduğunu çözmeye çalışıyoruz.
Bir arkadaş mayosunu giyip geliyor. Suya atlıyor düşüyor martının peşine. Tabii martı yaklaştırmıyor. Uğraşıyor olmuyor. Dalarak deniyor, martı yine uzaklaşıyor.
Kıyıdakiler boş ver, dön artık diyorlar. Pes etmiyor. Sonra bir şekilde martıyı yakalamayı beceriyor. Beraberce kıyıya yüzüyorlar. Martı artık direnmiyor. Hem yorulmuş, hem de yanına gelenin “iyi” olduğunu hissetmiş gibi.
BAZEN aklınıza bir şey düşer. Gerçekleşme ihtimali yok denecek kadar azdır belki, ama fikri seversiniz. Azıcık hayal kurarsınız. Zihin jimnastiği yaparsınız.
Geçenlerde “neden olmasın?” diyerek Sevgili Deniz Sipahi’yi aradım. “Bir önerim var” dedim. Önerimi söyleyince konuyu şakaya vurup geçiştirdi. İşi başından aşkındı belli ki...
Yılmadım. Üzerinde düşündükçe fikri daha çok benimsedim. Kendi kendimi doldurdum da diyebiliriz. Şu noktaya geldim. Mart 2014 seçimlerinde Ertuğrul Özkök Urla Belediye Başkanı olmalı!
Ne alaka demeyin. Kendisi geçenlerde bir toplantıda “bir iki yıl içinde Urla’ya, Tansu’nun yanına yerleşmeyi düşünüyorum” mealinde bir şeyler söyledi. Aslında şehir insanı olduğunu belirterek...
Ben de sonradan olma bir Urlalı olarak bu haberi ileriye taşıyorum şimdi. Epey düşük ihtimal, ama bir anlığına hadi oldu diyelim. Bence Ertuğrul Bey Urla’ya fazlasıyla faydalı olurdu.
Yöneticilik konusundaki performansına konuşmaya bile gerek yok. Hürriyet gibi bir organizasyonu onca yıl çekip çevirmek ülkede yapılabilecek en zor işlerden. Eminim Urla, en iyi yönetilen belediyelerden biri olurdu.
Urla deyip geçmeyin. Kışın 40 bin, yazın 100 bin nüfus barındıran 16 köyü olan kocaman bir ilçeden söz ediyoruz.
11 İstanbul uçağında sarı-kırmızı formalılar dikkat çekiyor yine.
Bugün trafik o kadar kötü değil, 13 gibi ofise varıyorum.
Maç heyecanı henüz bünyede kendini göstermiş değil, artık büyüdük galiba.
Piyasalar yatay, hareketsiz.
Sevgili Uluğ Atasoy ki, İzmirli bir Real Madrid taraftarıdır kendisi, facebook’a bir foto koymuş bile.
Saat 18 gibi kardeşimle buluşup Maslak’a yola çıkıyoruz.
İstanbul’a için normal sürede varıyoruz eve, yeğenlerle maç muhabbetine dalıyoruz.
O, sevgili arkadaşım Beynun’un eşiydi. O, tanıdığım en sıkı bireysel aktivistti. O, sağlam bir muhalifti. O, iyi bir hukukçu ve kararlı bir çevreciydi.
Onun duruşu sık rastladığımız bir duruş değildi. O belki de bizim günlük hayatın içinde şu ya da bu nedenle yutkunup çıkaramadığımız sesimizdi aslında. İyi ki vardı. O, bizim için de itiraz ederdi. Takip eder, peşini bırakmaz, “kötüyü” engellemek için uğraşırdı.
Sık karşılaşmazdık ama ben ondan her hafta en az bir eposta alırdım. Onunkiler hemen açılıp okunması gereken epostalardandı. Sorumlu makamlara yazdığı itiraz dilekçelerinden, köşe yazılarına, kente dönük beklentilerinden ülkedeki muhtelif davalara dair gelişmelere kadar pek çok konuda bilgilendirirdi bizleri. Düzenli olarak...
Posta kutuma baktım. En son mesajını 29 Mart’ta almışım mesela:
28.03.2013
ozelkalem@diyanet.gov.tr
Faks: 0312 2858264
Sn. Prof. Dr. Mehmet Görmez
SEVGİLİ Ahmet Büke’yle yine İzmir üzerine konuşuyorduk önceki gün. “İzmir’i yazmaya devam edecek misin?” diye sordu. “Evet, özellikle bu kentte yaşayan öğrencilerin ve çalışan genç insanların sesi neden çıkmıyor, çıkamıyor onun üzerine yazmak istiyorum” dedim.
Memlekette bir İzmir algısı var. Doğru, yanlış, eksik, fazla... Kimilerine göre kale, kimilerine göre faşizmin başkenti! Sahiden bu kadar keskin duruşu mu var bu kentte yaşayan üç küsur milyon insanın? Böyle bir şey mümkün mü?
Bu biraz İzmir’i kimin nasıl anlattığına bağlı tabii... İzmir’in nasıl yansıtıldığına da... “Bence İzmir eksik konuşuyor” dedim Ahmet’e. “Konuşan kanaat önderleri belli isimler zaten. Her olayda onlardan görüş alınıyor. Yıllardan beri belli bir çizgileri var, kabul. Ama bu bütün İzmir demek değil ki? Sessiz çoğunluk biraz konuşabilse İzmir’den farklı sesler de çıkmaya başlar” diye ilave ettim.
Ahmet “şöyle bir şey yapılamaz mı?” diye sordu:
“Yerel bir basın kuruluşu mu olur, yerel idare mi el atar bilemem. Bir irade İzmir’in genç seslerini bulup davet edecek. Gençten kasıt 35 yaş altı. Kentin değişik mahallelerinden iş insanları, eğitimciler, akademisyenler, yazarlar çizerler, kamu çalışanları, varsa sendikacılar, STK üyeleri ile işbirliği içinde iki yüz isim saptanacak. Bu isimlerden bir veri tabanı oluşturulacak. Kente dair bir tartışma mı oldu? Bir görüş almak mı gerekti? SMS yoluyla ya da sosyal medya üzerinden bu kişilerin fikri alınacak. Yanıtlar bir web alanında eş zamanlı olacak. Böylece şimdilerde sesi pek duyulmayan bir bölüm kentlinin de refleksleri gerçek zamanlı olarak görülmüş olacak.”
Böyle bir grup son olarak Ege Bölgesi Akil Adamlar listesine ne tepki verirdi acaba? Hani ben yaşını almış biri olarak “doku uyuşmaz” diyorum, ama sonuçta muhtelif önyargıları katılaşmış, bu ülkedeki gel gitlerden yorulmuş bir kentliyim. Gençlerin ne diyeceğini merak ederim. Dinlerim, önemserim. Hakim seslerden sıkılmış vaziyetteyim.
Gülümseten sergi
BİZ Gırgır’la büyümüş bir nesiliz. Mizah anlayışımız bile öyle şekillendi bir yerde.