Paylaş
Emre Hoca’yı esasen ben de Cumhuriyet’teki yazılarından ve ekranlardan tanıyorum.
Eski bir Cumhuriyetçi olarak gün aşırı gazeteyi internetten şöyle bir tarıyorum.
Emre Kongar, Ergin Yıldızoğlu ve Orhan Bursalı düzenli okuduğum yazarlar.
Ekran yüzü olarak da Emre Kongar önemli bir değer. “Yorum Farkı” tam bir fenomendi. Bitmesi büyük kayıp oldu. Dört Bir Taraf ise farklı bir tonda işleyen daha gürültücü bir programdı. Hoca da fazla dayanamadı zaten.
O öğlen Emre Hoca’yı havaalanında beklerken konuşmak istediklerimi şöyle bir aklımda geçirdim. Sevgili Kongar’ın Rotary 2440. Bölge Asamblesi’nde yapacağı konuşma 16.00’da başlayacaktı.
Kabaca üç-dört saat baş başa kalacaktık. Vakti iyi kullanmalıydım. Gündem de tam Emre Kongar’lıktı. Zaten çok ortalarda görünmeseler de en çok sosyologların, sosyal psikologların konuşması gereken bir ülke burası.
Süreçten Cumhuriyet Gazetesi’ne, kadına şiddetten küresel krize kadar sorulabilecek çok soru vardı. Arabaya binince Emre Hoca farklı bir yerden girdi konuya. “Biliyor musun” dedi, “sen ve Nedim Atilla hatırına neredeyse bütün ilkelerimi çiğnedim. Yaş bir noktaya geldi. İstanbul dışına pek çıkmıyorum, hele hafta sonları asla çıkmıyorum. Kalabalık toplantılara konuşma yapmaya pek gitmiyorum. Gidersem de bunun bedelini talep ediyorum. Bu sefer Nedim’e hayır diyemedim.” Gülümseyip, teşekkür ettim.
Yol boyunca muhabbet aktı gitti. Narlıdere’de Bizim Gazino’ya oturduk. Yaz gelmiş gibiydi. Körfez süt liman... Oturur oturmaz da Salı günkü yazımda söz ettiğim martı olayını yaşadık.
Sonrasında Kızlarıma Mektuplar’dan söz ettik. “Mektuplara gelen cevap oldu mu?” diye sordum. “Ufak bir cevap bekliyorum” dedi. “Babam, Oğlum, Torunum”a da değindik. Bunca yıldır nasıl da güzel kitaplar üretmiş Emre Hoca.
Mikrodan makroya geçtik. ABD’nin hala nasıl bu kadar hegemonik kalabildiğini konuştuk. Bir akil adamla akil adamları da konuşmamak olmazdı tabii. Ben neden Ege Bölgesi listesini yadırgadığımı anlattım. O daha çok “model ülke Türkiye” konusu üzerinde durdu.
Konuşma vakti yaklaşınca Balçova Kaya Termal’in yolunu tuttuk.
Sevgili Kongar konuşmasında değişen paradigma ve zamanın ruhu kavramı üzerinde durdu. Bugünün ana belirleyicilerinin bireysel haklar ve özgürlükler olduğunu söyledi. Bir anlamda “bütün oyunun” bu değerler üzerinden döndüğüne dikkat çekti.
40 dakikalık konuşmadan sonra soru cevap bölümüne geçildi. Orada da Emre Hoca devam eden süreçle ilgili düşüncelerini paylaştı. Asıl bağlı kalınacak ilkenin karşılıklı “eşitlik” olması gerektiğini defalarca vurguladı. Eşitlik üzerinden gidilmediği takdirde olumsuz gelişmeler yaşanabileceğini belirtti.
Gerçekten de bu süreçle ilgili şahsen en büyük tereddütüm bu. Özne sadece Kürtler olursa barış yere sağlam basamaz. Tüm haksızlığıa uğrayanları, ezilenleri, hesap soramayanları şemsiyenin altına almanız gerekir. Etnik kimlik üzerinden pozitif ayrımcılık geri teper. Sürece evet, ama yetmez! Siyasi Partiler Kanunu’na, seçim barajına el atmadan olmaz. İfade özgürlüğünü içselleştirmedikten sonra da olmaz...
Soru cevap kısmı bir hayli canlı geçti. Bir soru üzerine Emre Hoca Türkiye’nin geleceği ile ilgili de “sizlerin ne yapacağına, benim ne yapacağıma, iktidarın ne yapacağına bağlı, ne olacağını bilemiyorum” dedi.
Toplantının akabinde Emre Hoca’yı havaalanına bıraktım. Sonra da dolu dolu bir gün geçirmiş olmanın verdiği keyifle Urla’nın yolunu tuttum.
Güneş batmak üzereydi. Nadiren kendini gösteren içimdeki iyimser, günden ve manzaradan etkilenip “her şey güzel olacak” diye mırıldanıp durdu. Ta ki televizyonunun karşısına geçen kadar...
Paylaş