30 Haziran 2006
Hayatınızdaki her şeyi çocuğunuzla dip dibe yapıyorsanız, ilişkinizde bir sorun var demektir. Yaşantınızda çocuğunuza bağlı mı, bağımlı mısınız? Biz ikinci kategoride yer aldığımız için ev ödevi olarak bir haftalığına kızım bensiz tatile gitti.
Ayrılık saati yaklaştıkça beni bir sıtma tuttu. Anneannesiyle birlikte kızımı Marmaris’e gönderdiğimin birinci dakikasında eşekler kadar pişmandım. Pişmanlığım Nehir’in "Anne beni unutma olur mu" sözleriyle katmerlendi. Kızım elimden kayıp gitti.
Onları yolcu ettikten sonra eve dönene kadar ağladım, odasına girdim ağladım, dolaştım ağladım, kapılara, duvarlara, televizyonun, buzdolabının üzerine astığı notlara bakıp yine ağladım. Gece uyku tutmadı. Sabah kalkıp aynaya baktığımda yüzüm Japon balıklarına dönmüştü. Şişliğim ertesi gün bile geçmedi.
Biz anne-kız bağımlıyız. Çünkü yıllardır dip dibe bir hayat yaşıyoruz. Bu durumdan ikimiz de şikáyetçi miyiz? Hayır. Aksine bağımlılığımız memnuniyet sınırımızı yukarılara çekiyor. Bu durum başta annemin sinirini bozuyor. Sürekli "Allah korusun sana bir şey olsa Nehir’i kim zapt edecek" diyor. Aslında annem haklı... Ama gel de bunu bana ve kızıma anlat.
Bağımlılığımız konusundaki ilk uyarısı anaokulunda almıştık. Beni özel bir görüşme için okula çağırdılar. Rehberlik bölümünden psikologla yaptığımız görüşme sırasında şunu gördük; benim kızımla aramdaki ilişkinin tam tanımı ’bağımlılık.’
Okulun psikoloğu bu durumun sağlıksızlığına işaret ederek "Kızınızla aranızdaki ilişkiyi bağımlılıktan çıkarıp, bağlılığa dönüştürmelisiniz" demiş, bana uygulamam gereken ev ödevleri vermişti. Artık hep aynı saatte eve gidilmeyecek, zaman zaman ayrı programlar yapılacaktı. Arada arkadaşlarla yemeğe çıkılacak, davetler "İşim var" gerekçesiyle daha ne olduğuna bakılmadan geri çevrilmeyecekti. Hatta bir günlükten başlayıp arada iş seyahatine çıkılacaktı.
Bir yıl içinde bunların çoğunu yaptım. Verilen ev ödevini yerine getirdim. Ama uzun süreli ayrılık fikrini ikimiz de reddettik. Ta ki Ateş’le Pınar Marmaris’e gidene kadar. Birkaç gün sonra Nehir anneannesiyle Marmaris’e gitmeyi kabul etti. Ama sık sık "Anne lütfen sen de gel" diye beni ikna etmeye çalıştı.
Kokusunu özledim
Kızım gideli beş gün oluyor. Kokusunu çok özledim. Bu ayrılık bağımlılığımızdan kurtulmak için radikal bir adım. Bağımlılık gerçekten zor bir durum...
Siz ne durumdasınız? Anne olarak çocuğunuzla ilişkinize dönüp baktığınızda hangi gruba girdiğinizi düşünüyorsunuz? Bağımlı mısınız, bağlı mısınız? Öncelikle bunun tespitini yapın. Eğer bir bağımlıysanız, sizde ev ödevi gibi bu işin kurallarını yerine getireceksiniz. Bağlıysanız zaten sorun yok. Tebrikler, siz ideal anne-çocuk ilişkisi yaşıyorsunuz.
Çocuğuyla bağımlı bir ilişki yaşayan anneler hemen bu durumdan kurtulun. Bağımlılıktan kurtulmak hem sizin hem de çocuğunuzun hayatını kolaylaştıracak. Çocuğunuzu emanet edeceğiniz biri varsa, onu evde bırakıp gitmek istediğiniz yere gitmelisiniz. Zaman akıp gidiyor, bugün yapmak istediklerinizi bir beş yıl sonra yapmak istemediğinizde pişmanlık duyabilirsiniz. Arada bir ayrılık her iki tarafa da iyi gelir. İstanbul’da ben kendimi yerken, Nehir’in keyfi yerindeydi. Pınar her gün durumu bana rapor etti. Gelecekleri gün Ateş’le birlikte "Biz İstanbul’a dönmek istemiyoruz, biraz daha kalalım" diye yalvarmışlar. Anlayacağınız Nehir, beni rahat ve eğlenceli bir tatile sattı.
Gelecekte neler yaşarsınız
Anneden ayrılma korkusu yaşayan çocuklar çoğunlukla tek başlarına uyuyamaz.
Her şey birlikte yapıldığı için anne olarak bir süre sonra çocuğunuza verecek farklı bir vizyonunuz kalmaz.
Ebeveynin kaybı durumunda, çocuk boşlukta kalır ve yeriniz hiçbir şekilde doldurulamaz.
Çocuğun bağımsız bir kişiliği olmaz, üretkenliğini yitirir. Kendine ait bir hayat kuramaz.
Bağımlı çocuklar bazen çift kişilikli olabilir, hayatı rutin yaşarlar.
Nereye giderlerse gitsinler sürekli eve dönme özlemi duyarlar.
Bu çocuklar annelerinden ayrıldıklarında kendilerinin veya annesinin bir kaza geçireceğini, hastalanacağını düşünüp, endişelenirler.
Okul çağında olan çocuklar, okul ya da kampa katılmaz, arkadaşlarının evine ziyarete gitmez ya da orada uyumaz.
Eğer ayrılık mecburiyse çocuklarda karın ağrısı, baş ağrısı, bulantı ve kusma gibi şikayetler olur.
Bağımlılık davranışları
Anne, çocuğun yaşı ne olursa olsun aynı yatağı paylaşır. Taraflar tek başına dışarı çıkmak istemezler.Eşlere yeteri kadar zaman ayırmazlar.Arkadaşlarla görüşmeler sadece işle sınırlı kalır. Sosyal hayat yok denecek kadar aza iner. Her şeyi birlikte yapmayı tercih ederler. Anne çocuğunu bıraktığında vicdan azabı duyar. Anne yalnız bıraktığı zamanı telafi için sürekli hediyeler alır.
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2006
Bu haftanın gündem maddelerinden biri karneler. Kırık getiren, takdir alan, teşekkürü kıl payı kaçıranların yanı sıra benim gibi kendi isteğiyle sınıfta kalanlar da var. Zamanı gelen bir kararla eve döndüm. Karnesini aldığı gün kızımın karne hediyesi ben oldum.
Nefes alamadığımı hissettiğim bir anda hayatımla ilgili önemli bir karar verdim. Dokuz yıldır çalıştığım Tempo Dergisi’nden istifa ettim. Aslında ben bunu yıllar önce Milliyet’te çalışırken de yapmıştım. Her şeyin yolunda gittiğini düşündüğüm anda istifamı vermiştim. Ama iki aylık (bana yıl gibi gelmişti) bir aradan sonra deliler gibi çalışmak istemiş ve büyük bir motivasyonla Tempo’ya başlamıştım. O zamanlar Nehir yoktu. Akşama kadar ev temizliği, ütü, yemek derken çalışma hayatını özlemiştim.
Aradan geçen zaman içinde köprülerin altından çok sular aktı. Nehir doğdu. Ben kızımla birlikte vakit geçirmeyi özler oldum. Hem başarılı bir gazeteci hem de iyi bir anne olacağım diye kendimi paraladım. Altı yıl boyunca hiç seyahate gitmedim. İş saatlerinde yeteri kadar kızımdan uzak olduğumu düşündüğüm için vizyon filmlerini evde izledim. Kızımın krup olduğu geceler acil servislerde sabahladım ama ertesi günü hiçbir şey olmamış gibi işime gittim. Arkadaşlarım sadece işyerinde görüştüğümüz için benden şikáyet ettiler. Şunu fark ettim ki, ben bu koşuşturma içinde çok yorulmuşum.
Kimilerine göre cesur, bana göre ise zamanı gelen bir kararla eve döndüm. Karnesini aldığı gün kızımın karne hediyesi ben oldum. Nehir hayatından çok memnun... Annesi yanında. Hem öyle diğer yaz tatillerindeki gibi "Beş günüm kaldı, iki günüm kaldı" diye de söylenmiyor.
Kendimi hiç hissetmediğim kadar özgür hissediyorum. Ama bir yerde hata yapıyorum. Çünkü ben başka şeyler hesaplamıştım. Öğlene kadar yataktan çıkmayacak, öğleden sonrayı pijamalarımı çıkarmadan gazete okuyarak geçirecektim. Ne mi oldu? İşime veda ettiğim günden beri deli gibi bir koşturmanın içindeyim. Doğum günü partileri, evde yapılan değişiklikler, yaz temizliği, dar zamanlara sığdırılmadan yapılan alışverişler derken hiç öğleye kadar uyuyamadım.
Yaz okuluna gidecek
Bu haftadan itibaren haftanın üç günü 8.30’da ayaktayız. Nehir’i yarım günlük yaz okuluna yazdırdım. Nehir haftada üç gün ikişer saat Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde piyano dersi alıyor. Evde olduğum için onu ben götürüp getiriyorum. Kızım dersteyken yan taraftaki çay bahçesinde iki saat boyunca gazetemi okuyup, kahvemi içiyorum. Aslında böyle arada sırada tembellik yapmak gerekiyormuş.
Bu kurs sayesinde Dubai’den getirdiğim org bir işe yarayacak. Biz de böylece Nehir’in tek bildiği "Yağ satarım bal satarım, ustam ölmüş ben satarım" şarkısını dinlemekten kurtulacağız.
Yaz okulu konusunda tereddütlerim vardı. Annemin "Çocuk bütün yıl yoruldu, yaz okuluna gitmesin. Nasıl olsa ben evdeyim" uyarıları nedeniyle gelgitler yaşadım. Ama Nehir büyüdükçe itirazları da büyüdü. Annemle daha fazla konuda çatışır oldular. Çocuk da haklı... 22 arkadaşı vardı şimdi yalnız kaldı. Bu kursun kızımın hayatına olumlu katkılar yapacağına şüphem yok.
Geçen yıl yaz okulu konusu açıldığında Nehir tepki gösteriyordu. Hem evde sıkılıyordu hem de "Kızım, sıkılıyorsun yaz okuluna göndereyim" demek için ağzımı açtığımda, cümlemi bile tamamlayamadan kocaman bir "hayır" duyuyordum. Git diyorum gitmiyor, gel diyorum gelmiyordu. Bu yıl itiraz etmeden "tamam" dedi.
Gazetelerde, bilboardlarda yaz okullarıyla ilgili yüzlerce ilan görüyorsunuzdur. Herkes birbirine çocuğunu hangi yaz okuluna gönderdiğini soruyor. Yaz tatillerinin nasıl değerlendirileceği konusunda anne-babalar üçe bölünmüş durumda.
Birinci grup, çalıştıkları için, bırakacak bir yakınları da yoksa çocuğunu bir yaz okuluna gönderiyor. Çocuk, üç aylık yaz döneminde yalnızca anne-babanın yıllık izninde tatil yapıyor. Bana göre asıl zorluğu bu gruptaki çocuklar yaşıyor.
İkinci grup, okul döneminde yeterince yorulduğunu düşünerek çocuğun evde oturmasından yana. Hele bırakacak bir yakınları varsa yaz okullarını hiç düşünmüyor.
Üçüncü grup ise maddi gerekçeler nedeniyle istese de çocuğunu yaz okuluna gönderemiyor. Haklılar da. Yaz okulları arasında derin uçurumlar var. Eğer bütçeniz elverişli değilse belediyelerin yaz okullarını araştırmanızı öneririm.
Bu haftanın gündem maddelerinden biri de karneler. Kırık getiren, takdir alan, teşekkürü kıl payı kaçıranların yanında benim gibi kendi isteğiyle sınıfta kalanlar da var.
Karne sendromuna dikkat
á Karne bir emek sonucunda zahmetle elde edildiğinden, anne babalar hatta yakınlar da karne almış gibi oluyor. Devamsızlığı olan, çalışmayan, notlarından emin olmayan çocuk için karne günü kábusa dönüyor.
á Eğer çocuğunuzun kapasitesi vasat, sizin beklentiniz çok yüksekse sorun yaşayabilirsiniz. Çocuğunuz elinden geleni yaptığı halde başarılı olamamışsa ona kızıp, kınamayın.
á Uzmanlara göre özellikle 13-19 yaş grubundaki öğrencilerde okul başarısızlığı, yalnızlık, arkadaş ilişkilerinde başarılı olamama, küçük düşme gibi sebepler, depresyon, manik depresif ve şizofreni gibi pek çok ruhsal hastalığın tetikleyicisi olabiliyor. Aman dikkat!
á Çocuğunuz kötü karne getirse bile ilgi ve sevginizi eksik etmeyin. Dayak, ceza, şiddet, tehdit kesinlikle kabul edilemez davranışlar. Ancak, çocuğunuzu bazı haklardan mahrum edebilirsiniz.
á Artık şunu iyi anlayın. Dünya karneden ibaret değil. Çocuğunuzun sağlıklı ve mutlu olması her şeyden daha önemlidir.
Gözüme takılan yaz okulları
Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde hem yarım gün hem tam gün kurslar var. Yarım günde tiyatro, piyano, klasik gitar dersleri veriliyor. 2,5 aylık kurs ücreti 550 YTL. 7-16 yaş arası çocuklar kabul ediliyor. Tam gün dönem ücreti 800 YTL. Tel: (0216) 348 80 72-73.
Ayla Algan’ın kurduğu Ekol Drama Sanat Evi’nde çocuklara yönelik tam gün eğitim veriliyor. Aylık ücreti 800 YTL. Anadolu yakasında oturuyorsanız servis yok. Tel: (0212) 234 09 93.
Geleceğin Yıldızları Yaz Kampları farklı konseptlerde yaz okulları organize ediyor. Dönem ücretleri 1.900 ile 2 bin 450 YTL arasında değişiyor.
Tel: (0216) 345 81 00.
Dünya Gençlik Kampları’nın da farklı kamp alternatifleri bulunuyor. Çocuğunuzun ve sizin isteğinize göre birini seçebilirsiniz. Dönem ücretleri 900 YTL ile 1.486 YTL arasında değişiyor. Tel: (0212) 274 79 09.
Ayrıca çoğu üniversitenin ve okulun yaz okulları da mevcut. İsteğinize ve bütçenize uygun birini seçebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2006
Aileler, çocuklarıyla birlikte sorunsuz ve rahat bir tatil geçirmenin pek mümkün olmadığını düşünse de turizmciler "Siz tatil yaparken çocuğunuz eğlensin" sloganıyla hizmet veriyor. Anlayacağınız, çocuklu tatil sendromu yaşayanlar için ideal tatil mekanları mevcut Pınar anneme kardeşimi şikayet etmiş. Kaç yıldır aynı terane... Kardeşim tatile giderken Ateş’i götürmek istemiyor. Pınar da oğlunu bırakıp gitmek istemiyor. Üçü beraber gittiklerinde ise mutlaka maraza çıkıyor. Çünkü Ateş yerinde bir dakika bile durmuyor. Annesi onun peşinden koşunca kardeşim yemekleri tek başına yemek, havuza tek başına girmek, sohbeti de içinden etmek durumunda kalıyor. Her yıl tatil onlar için "Ateş’le mi, Ateş’siz mi?" ikileminin yaşandığı bir çelişki haline geldi.
Çocukla gerçek anlamda tatil yapılabilir mi? Bu sorunun yanıtı, çocuğun yaşına, kişiliğine, hareketlilik durumuna, cinsiyetine ve gidilen yerin olanaklarına göre değişiyor. Çok huzurlu bir tatili unutun ama yapacağınız doğru seçimlerle tatilin bir kabusa dönmesini engellemek mümkün olabilir.
Turizmciler artık çocuk odaklı hizmete büyük önem veriyor. Çocuk üzerine çalışan daha çok kazanıyor, daha çok tercih ediliyor. Çocuğunuzla, hiçbir sosyal olanağı olmayan bir otel yerine çocuklar için hemen hemen her şeyin düşünüldüğü bir tatil köyünde daha rahat edersiniz. Zaten çocuklu aileler bütçeleri elverdiğince tatil köylerine gidiyor.
Nehir’le tatil deyince bir dakika duruyorum. Geçen yıla kadar bizim tatiller işkenceye dönüşüyordu. Hillside Beach Club’ta geçirdiğimiz üç günün ardından ’çocuklu tatil sendromu’nu atlattım. Bu yıl temmuz ayında tatil planları yaparken geçen hafta sonu Ölüdeniz’deki Lykia World’e gittik. Büyüklüğünü görünce resmen başım döndü.
Nehir’in büyüdüğünü bu kısa tatilde daha iyi anladım. Eskiye oranla daha uyum içindeydi, itirazları asgariye inmişti ama inatçılığından hiçbir şey kaybetmemişti. Lykia World’un kurulduğu koyun havasından mıdır nedir geç saatte yatmamıza rağmen sabah 08.00’de ayaktaydık. Oysa biz her tatilde geç kahvaltıya gitmeyi alışkanlık edinmiş bir aileyiz.
Kahvaltının ardından oksijeni ciğerlerimize çeke çeke plaja indiğimizde denizin azizliğine uğradık. Zaten Nehir’in denize girmeye niyeti yoktu, dalgalar bizim ikna sözcüklerimizi tümden alıp götürdü. Annemi plajda bırakıp havuza çıktığımızda Nehir de hedefine ulaşmış oldu. Öğle yemeği hariç yaklaşık 4 saat havuzdan çıkmadı.
Sağımda solumda güneşlenenlerin her birinin en az ikişer, üçer çocuğu var. Sanıyorum, tek ya da en fazla iki çocuk yapmak biz Türklere mahsus bir durum haline geldi. Avrupalı ya hiç çocuk yapmıyor ya da en az üç çocuk doğuruyor.
Her gittiğim yerde gazetecilik damarlarım kabarıyor. Bulduğum yetkilileri soru yağmuruna tutuyorum. Mesela Lykia World’e gelenlerin yüzde 80’ini yabancı turistler oluşturuyormuş. Bizim gibi 3-5 gün kalmıyorlarmış. 20 gün kalanlar, hatta yıllardır üst üste gelenler varmış. Üçer, dörder çocuklu ailelerin bu kadar rahat tatil yapmasını şaşkınlıkla izledim. Adamlar, iki yaşında, pati pati yürüyen çocuklarını sabah Çocuk Cenneti’ne bırakıyor, akşam alıyorlar.
Bizim kaldığımız hafta sonunda tatil köyünde 500 kadar çocuk varmış ama ortada çok az çocuk dolaşıyordu. O çocukların büyük bölümü de Türk ailelerin çocuklarıydı. Ya bizim çocuklarımız bizim eteğimizden ayrılmak istemiyor ya da yabancı ailelerin çocukları gibi sosyal değiller. Çocuklar kahvaltının ardından Çocuk Cenneti’ne gidip, akşam yemeğinde geri dönüyorlar.
Çocukları bu kadar cezbeden şeyin ne olduğunu merak ettim. Nehir’i Çocuk Cenneti’ne götürmeye ikna edemeyince yalnız gittim. 22 bin metrekarelik alana sahip olan bölge tamamen çocuklara ait. Sabah 09.00’dan akşam 22.30’a kadar hizmet veriyor.
Çocuk Cenneti’nin sorumlusu, Azeri bir doktor. Herkes ona Dr. Fatik (asıl adı Fathulla Hüseyinov) diye hitap ediyor.
Dr. Fatik, Lykia World’daki Çocuk Cenneti animasyon ekibinin Avrupa’da bile olmadığını iddia edecek kadar ekibine güveniyor. Çocuklar 6 aylıktan itibaren kabul ediliyorlar. Hepsi üniversite mezunu olan, pedagoji eğitimi almış animatörler en az üç dil biliyorlar. Bir animatöre maksimum 8 çocuk düşüyor.
Dr. Fatik, 12 yıldır bu sektörde olduğu için çok önemli gözlemleri mevcut. Dr. Fatik’e göre çocuklarını sabah bırakıp, akşama kadar hiç aramayanlar İngilizler, Almanlar, Amerikalılar ve diğer Avrupa ülkelerine mensup aileler. En titizleri ise Türkler ve Ruslarmış. Dr. Fatik, "Türk ve Rus aileler her saat başı çocuklarını kontrol ediyor" diyor.
Akşam yemeğini baş başa yemek isteyen aileler için çalışma saati 22.30’a kadar uzatılmış. Ben bu kadar rahat olan ailelere değil, ailelerin bu isteğine gıkı çıkmadan riayet eden çocuklara da şapka çıkarıyorum. Bizimkiler yemek masasını kırk kez terk ederken, onların çocukları yemekleri bitmeden bir kez bile sandalyeden kalkmıyor. Otorite ve disiplin konularını biz tatilde rafa mı kaldırıyoruz ne?
İki günlüğüne gittiğimiz için Nehir’le az çatıştık. Benim anti-stres masaj yaptırmam kızımın hoşuna bile gitti. Dönüş yolumuzda henüz uçak tekerleklerini piste indirmeden kızım "Kendi tatilimize ne zaman gideceğiz?" sorusuyla beni dumur etti. Sanki biz başkasının tatilini yaptık.
Çocuklu tatil yapmanın kuralları
á Tatile çıkacaksınız ve seyahatiniz sırasında gereksiz problemler yaşamak istemiyorsanız, hemen öncesinde gereksiz değişiklikler yapmayın. Mesela tatil öncesinde çocuğunuzu memeden kesmeyin.
á Eğer arabayla yolculuk yapacaksanız, oto koltuğunuz olsun. Sık sık mola verin.
á Uçakla yolculuk yapacaksanız, hareket rahatlığı sağlamak için koridor tarafındaki koltukları tercih edin.
á Tren ve gemi yolculuğunda, çocuklara hareket serbestliği sağladığı için daha rahat edersiniz.
á Altı aydan küçük çocuklar güneşin şiddetli olduğu saatlerde (Güneşin en şiddetli ve ışınların en tehlikeli olduğu saatler saat 10.00-16.00 arasıdır) güneş ışığına maruz bırakmayın.
á Daha büyük çocuklara ise güneşe çıkmadan en az yarım saat önce güneşten koruyucu kremler sürün.
á Yağlama konusunda sıkıntı yaşıyorsanız, Coppertone markası çocuklar için özel bir güneş kremi çıkardı. Simli olduğu için neresine sürmediğinizi görebiliyorsunuz.
á Kum güneş ışığını yansıtır. Oynarken şemsiye altında oynamasını sağlayın.
á Şapkasız asla dışarı çıkarmayın.
á Yolculuk esnasında sıkıntısını giderebilecek ve onu zihinsel olarak oyalayabilecek oyuncaklar alın.
á Küçük işletmelerde tatil yapacaksanız, yedek çarşaf ve havlu almayı unutmayın.
á Ateş düşürücü, ağrı kesici, böcek sokmalarına karşı alerji ilaçlarını yanınızda bulundurun.
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2006
Son 15-20 yıldır şiddet filmleri furyasının etkisi altındayız. Bu tür filmlerin çocuklar üzerindeki etkileri bilimsel olarak yeni yeni saptanmaya başladı. Ama şu bir gerçek ki, şimdiye dek şiddetin hiç bu kadar onaylandığı, bu kadar doğal kabul edildiği bir dönem olmamıştı.
Son üç ayda meydana gelen olayları alt alta koyduğumda bir anne olarak hem irkiliyorum hem de gelecek ile ilgili kaygılarım had safhaya ulaşıyor. Arkadaşlarını öldürmekten çekinmeyen öğrenciler, anne babasını katliam gibi bir cinayetle yok eden gençler var. Bu vahşetin bir gün bizlerden birine yakın olmasından korkuyorum. Bu çocukların bu hale nasıl geldiğini merak ediyorum. Bundan sonrası için neler yapılabileceğini sorguluyorum. Aslında ben bu işin içinden çıkamıyorum.
Bütün dünyada çocuk ve gençlerin şiddete olan eğilimlerinde artış var. Zaten son 15-20 yıldır şiddet filmleri furyasının etkisi altında değil miyiz? Bu tür filmlerin çocuklar üzerindeki etkileri bilimsel olarak yeni yeni saptanmaya başladı. Ama şu bir gerçek ki, şimdiye dek şiddetin hiç bu kadar onaylandığı, bu kadar doğal kabul edildiği bir dönem olmamıştı.
Çocuklar şiddet sınırına bu kadar yakınlar mı? Şiddeti yalnızca televizyondan mı görüp, öğreniyorlar? Bizlerin yaşananlarda payımız ne kadar? Aslında bu soruların yanıtlarını aşağıda okuyacaklarınızı alt alta koyduğunuzda kendiniz verebileceksiniz.
Profesör Nevzat Tarhan, çocukların şiddete eğilimlerini bir deneyle açıklıyor;
Dört çocuk bir masaya toplanıyor. Çocuklara beşer tane çikolata dağıtılıyor. Herkese eşit dağıtıldığında, çocuklar çikolataları yiyorlar, eğleniyorlar. Aralarında hiçbir sorun çıkmıyor. Ama bir çocuğa üç, diğerine beş, başka birine de dört çikolata dağıtıldığında çocuklar arasında kavga başlıyor. Bu çocuklar henüz adalet duygusu, ayrımcılık kavramı gelişmemiş çocuklar. İşte ayrımcılığa karşı tepki, biyolojik olarak böylece ortaya çıkmış oluyor. Ayrımcılık yapıldığını hisseden çocuk isyan ediyor.
Empati geliştirilmeli
New York Üniversitesi Adli Psikiyatri Birimi, ’Ahlaka Aykırılık Ölçeği’ geliştiriyor. Bu ölçeğin amacı, psikiyatride suça eğilimi tanımlamak. Birim, şiddet eğiliminin biyolojik ve psikolojik boyutları olduğunu vurgulayarak şu sonuca varıyor: İnsan beyninin bir yanı rasyonel olayları, bir tarafı da duygusal alanları yönetiyor. Duygular üzerindeki hakim olan şey ise özdenetim becerisi. Empati, duygusal özdenetim yeteneğinin bir sonucu. Beynin duygusal tarafındaki sorun, çocuğun ahlaki erdemlerinin gelişmemesine yol açıyor. Empati yeteneğinin gelişmemesi, kişiyi ’ben merkezci’ yapabiliyor. Bunun ileri safhalarında kendi çıkarı için başkasına acı çektirmek, şiddetten zevk almak gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle çocukluk dönemlerinden itibaren değer eğitimi verilmeli. Çocuklara empati yeteneği kazandırılmalı. Suçluluk ve pişmanlık duyguları öğretilmeli.
Özel tekniklerle yapılan beyin görüntüleme yöntemi çalışmalarında, bazı çocukların suçluluk ve pişmanlıkla ilgili beyin alanlarının gelişmediği tespit edilmiş. Aile içi eğitimin önemi bu noktada ortaya çıkıyor.
Amerika’da başka bir çalışma yapılıyor. Okulda şiddet uygulayan çocuğa videodan işkenceye uğrayarak acı çeken bir insanın görüntüsü gösteriliyor. Bu şekilde kurbanın çektiği acıyı fark etmesi öğretiliyor. Şiddete başvuran çocuklara "Sen o acı çeken insanın yerinde olsan, ne hissederdin" sorusunu yöneltiyorlar.
Davranışlar önemli
Bilim adamları çocukların şiddete eğiliminin altında, biraz da Hollywood kültürünün yattığı görüşünde. İleri derecede ben merkezcilik, kendini tatmin için eğlence ve sekse düşkünlük, yalnızlık olarak kendini gösteren Hollywood kültürünün, özellikle 90 sonrası kuşakları etkilediği düşünülüyor. 90 sonrası doğan çocuklar, para, cinsellik ve uyuşturucu ile erken tanışıyor. Ergenliği erken bitiriyor ama olgunlaşamıyorlar.
Aslında anne-babaların davranışları da çocukların şiddete eğilimlerini artıyor. Anne-babasını sevgilisine öldürten 16 yaşındaki genç kızın ne dediğini hatırlayın: "Beni hiç sevmediler, hep aşağıladılar."
Anne-baba çocuğun psikolojik gereksinimlerini yerine getiremez, çocukta nefret, öfke duygularını uyandırırlarsa çocuk şiddete yönelebiliyor. Evde anne-baba birbirine şiddet uyguluyorsa, bu da çocuğa şiddeti öğretiyor. Ekrandaki "Kurtlar Vadisi" kadar, evdeki ’vadi’nin de şiddeti körüklediğini unutmayalım.
Saldırganlıklarını nasıl önleriz
Her şeyden önce anne-baba çocuğa saldırganlık modeli olmamalı. Çünkü dayak herkes için olumsuz duygular yaratır.
Aşırı saldırgan davranışlara tolerans gösterilmemeli.
Saldırgan davranışlar ödüllendirilmemeli ve onun bu davranışının istenmeyen bir davranış olduğu hemen gösterilmelidir.
Saldırgan davranışlar kesinlikle dayakla cezalandırılmamalı.
Çocuk gergin ve sinirliyken onunla tartışmamalı, sakinleşmesini beklemeli ve daha sonra davranışı ile ilgili konuşulmalı.
Çocuğa sosyal olgunluğuna uygun çeşitli sorumluluklar verilmeli. Çocuk başarma duygusunu yaşamalı.
Çocuğa saldırgan davranışın dezavantajları gösterilmeli.
Olumsuz davranışı görmezden gelinmemeli. Kavga etmeden ve bağırmadan oynadığında sözel olarak ödüllendirilmeli.
Çocuk saldırgan modellerle karşı karşıya getirilmemeli. Televizyonda şiddet içeren programları seyretmesi engellenmeli.
Eğer seyretmesine engel olunamıyorsa, anne-baba çocukla birlikte seyrederek şiddetin sonuçları tartışılabilir. Ayrıca şiddet filmlerinin gerçek yaşamın modeli değil, kurmaca olduğu çocuğa anlatılabilir.
Saldırgan çocukların özellikle baba ile daha çok birlikte olması sağlanmalı.
Ne görürse onu uyguluyor
Aile içi davranışların şekli, çocukların şiddete yatkınlıklarında büyük rol oynuyor. Eğer ailede şiddet varsa, çocuklar büyüklerini taklit ederek, şiddet uygulamaktan çekinmiyorlar.
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2006
Ailenin ilk çocuğu, dolayısıyla kardeşlerin en büyüğü olmak, kişinin liderlik vasfını geliştiriyormuş. Amerikan başkanlarının yarısından fazlasının ilk çocuk olmalarını bunun kanıtı olarak gösteren bilim adamları, ortanca ve küçük çocuklarla ilgili ilginç yaklaşımlarda bulunuyor.
Çocuklarınız arasındaki kişilik farkları sizi şaşırtmasın. Yapılan bilimsel araştırmalar, kardeşler arasında farkların net olduğunu ortaya koyuyor. Avustralyalı araştırmacı Michael Grose, ailenin ilk çocuklarının liderlik yeteneklerine sahip olduklarını ve bu nedenle kardeşlerine göre hayatta daha başarılı olduklarını iddia ediyor. Grose, bu görüşünü desteklemek için, Amerikalı astronotların ve ABD başkanlarının yarısından fazlasının ailenin ilk çocuğu olduğu örneğini veriyor.
Michael Grose, ortanca çocukların daha zarif, dost canlısı ve iyi görüşmeci özelliklerinden dolayı diplomatik yeteneklerinin daha fazla geliştiğine dikkat çekiyor. Ailenin en küçük çocukları, kardeşler içinde en sevimlileri oldukları için sanatsal ve yaratıcı yönleri gelişiyormuş.
Kardeşimle bana baktığımda bu özellikler bize uyuyor. Bende liderlik özellikleri daha fazlayken, kardeşimde hem diplomatik hem de sanatçılık bir arada gelişmiş. Peki tek çocuklarda durum nasıl?
Bu sorunun yanıtını Amerikalı psikolog Kevin Leman veriyor. Leman, "İlk çocukların özelliklerini üçle çarpın, karşınıza tek çocuğun özellikleri çıkar" diyor. Biliyorsunuz, tek çocuklar aşırı mükemmeliyetçi olmalarıyla tanınıyor. Ayrıca kendilerinden yaşlı insanlarla daha kolay anlaşabiliyorlar. Bu özellikler de Nehir’le uyuşuyor. Mükemmeliyetçiliğinden bazen yaka silktiğim oluyor. Büyüklerle anlaşmasına gelince, o mu büyüklerle anlaşıyor yoksa büyükler mi onun yaşına iniyor tam çözebilmiş değilim.
Ama şunu iyi biliyorum. Ailenin ilk çocuğu, dolayısıyla kardeşlerin en büyüğü olmak, kişinin liderlik vasfını geliştiriyor. İlk çocuklar güvenilir, bilinçli kişiler olarak tanınıyor. Sürprizlerden hoşlanmıyor ve biraz da agresif özellikler taşıyorlar. İlk çocuklar ailenin ’örnek çocuğu’ olarak görüldüğü için, başkalarının onayını alma, kabul görme ihtiyacını fazlasıyla hissediyorlar. İlk çocuklardan çok başarılı CEO’lar çıkıyormuş.
Kardeşlerin doğum sırası, karakterlerin gelişimi üzerinde doğrudan etkili oluyor. Kardeşlerin en büyüğü ya da ortancası olmak, tek çocuk olarak büyümek farklı karakter özelliklerinin gelişmesine neden oluyor.
Ortanca çocuk karmaşık
Ortanca çocuklar, kardeşler arasında en karmaşık özelliklere sahip olanlar. Ortancalar, ağabey ya da ablalarından çok farklı. Bu kişiler, bütün ilgiyi ağabey ya da ablalarının topladığına, küçük kardeşlerinin de bütün aile içi disiplin kurallarından kurtulduğuna inanıyor. Bu da ortanca çocuğun daha az ilgi gördüğünü düşünmesine yol açıyor.
Ortanca çocuklar diğerlerine göre daha ketum, düşünce ve duygularını açıkça paylaşamayan kişiler olarak yetişiyor. Ortancalar, ailede ’özel yerleri’ olmadığını düşündükleri için arkadaşlığa daha çok önem veriyor. İnsanların duygularını okumak ve uzlaştırmak konusunda yetenekli olan ortancalar, olayın farklı yönlerini görebiliyor. Bağımsız ve yaratıcı özellikleri dikkat çekiyor. İlk çocuklar şirket yöneticisi olacak özellikler taşırken, ortanca çocuklar girişimci ruhuna sahip oluyor.
Küçük çocuk ün peşinde
Amerikalı psikolog Kevin Leman’a göre, ailenin son çocukları, sosyal yönü baskın ve girişken bir kişilik taşıyor. Leman, en küçük kardeşlerin maddi açıdan en sorumsuz kişiler olduğunu belirterek, genelde tek amaçlarının eğlenmek olduğunu söylüyor. İlgi çekmeye alışık olan ve bundan çok hoşlanan en küçük kardeşler şöhreti seviyor. Billy Crystal, Goldie Hawn, Jim Carey ve Steve Martin gibi dünyaca ünlü yıldızlar, ailelerinin en küçüğü olmalarıyla dikkat çekiyor. En küçükler, sevimli ve ayrıca insanları yönlendirici olmalarıyla tanınıyor.
Bütün bu saptamalara rağmen, bazı durumlarda kişilik özellikleri değişkenlik gösterebiliyor. Bazı aileler ilk çocuktan sonra çocuk yapmayı düşünmüyor. Yıllar sonra tekrar çocuk sahibi olduklarında ikinci çocuk, ortanca çocuk özelliklerini değil ilk çocuk gibi lider özelliklerini taşıyor. Kardeşler arasında farklılıklarla ilgili çok sayıda çalışma yapılmış. Mesela ilk çocukların üniversiteye daha fazla gittikleri belirlenmiş.
Farklı araştırma sonuçlarını okudunuz. Karakterlerin belirlenmesinde sadece doğum sırası bile etkili oluyor. En iyisi siz, çocuklar arasındaki karakter farklılıklarının altını çizmek için yapılan ’Bu çocuk hastanede mi karışmış’ gibi esprileri artık rafa kaldırın.
İlk çocukların özellikleri
Belli bir süre tek çocuk olarak yaşamaya, dikkatin odağında olmaya alışmıştır.
Diğer çocukların öncülüğünü alma hakkı olduğuna inanır.
Haklı olmak ve diğerlerini kontrol etmek onun için çok önemlidir.
İkinci çocuk doğduğunda sevilmediği, ihmal edildiği duygusuna kapılabilir.
Anne-babasının ilgisini yeniden kazanmak ve bu ilgiyi korumak için bir süreliğine uyumlu davranır.
Uyumlu davranış işe yaramazsa kötü davranmayı seçer.
Becerikli, sorumluluk sahibi bir davranış tarzı geliştirebilir ya da çok güvenilmez davranabilir.
Bazen başkalarını korumak ve yardım etmek için can atar.
Başkalarına emir vermek için uğraşır.
İkinci çocukların özellikleri
Anne babaların bölünmemiş ilgisine hiçbir zaman sahip olmadıklarını bilirler.
Her zaman yanında, kendinin önünde giden bir kardeş vardır.
Bir yarış içindeymiş gibi davranır ve ilk çocuğu yakalamaya, onu geçmeye çalışır.
Eğer ilk çocuk ’iyi’ ise, ikinci ’kötü’ olabilir.
İlk çocukta görülmeyen beceriler geliştirir.
Eğer ilk çocuk başarılı ise kendinden ve yeteneklerinden emin olamaz.
Asi olabilir. Sıklıkla durumundan, konumundan memnun değildir
Eğer üçüncü bir çocuk doğarsa, kendini sıkışmış hisseder ve üçüncü çocuğu aşağılama eğilimi gösterir.
Üç çocuğun ortancası olmak
Ne ilk çocuğun haklarına, ne de küçük olanın gördüğü hoşgörüye sahiptir.
Kendini adaletsizlik ortamı içinde yaşıyormuş gibi hisseder.
Sevilmediği, sıkışmışlık içinde olduğu duygusuna kapılır.
Ailede bir yeri olmadığını düşünebilir.
Güvenilmez, ’problem çocuk’ olabilir ya da diğer çocukları aşağılayarak kendini yükseltme eğiliminde olur.
Adaptasyon becerisi yüksektir. Hem küçükle hem de büyükle baş etmesini öğrenir.
En küçük çocuk olmak
Tek çocukmuş gibi davranır. Diğerlerini daha güçlü görür.
Başkalarının işleri halletmesini, sorumluğu almasını bekler.
Kendini zayıf olarak görür. Ciddiye alınmadığını düşünebilir.
İşlerinin yapılması yolunda ailenin patronu olur.
Aşağılık duygusu geliştirebilir, hızla ilerleyip önce doğan kardeşini geçmeye çalışabilir.
Bebek kalır ve başkalarından istemeye alışır.
Eğer üç kardeşin en küçüğü ise, ortanca kardeşe karşı en büyükle işbirliği kurar.
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2006
Bugüne kadar çocuklarla birlikte yatmanın zararlı olduğu söylendi. Ama İngiliz bir araştırmacı özellikle 5 yaşına kadar çocuklarla birlikte yatılmasını öneriyor. Çocukların stres hormonlarının çalışmasını engellemek için onlarla birlikte yatabilirmişiz. Yaşasın...
Bugüne kadar birlikte yatma konusu her gündeme geldiğinde başımı öne eğdim, sessizliği tercih ettim. Nehir’le yatmanın, bu bağımlılığın yaratacağı sonuçların neler olacağını düşündükçe endişelendim. Geçen yıl bir televizyon programına konuk olduğumuzda Nehir, birlikte yattığımızı ağzından kaçırıverdi. Ben "ehem, kem küm" desem de durumu kurtaramadım. Arada bir yatağımızı ayırsak da çoğunlukla kızımla aynı yatağı paylaşıyoruz. Onun mu bana daha çok ihtiyacı var, yoksa benim mi ona bilemiyorum.
Bu durumu dürüstçe söyleyen çok az. Çünkü, söylesen bir dert, söylemesen bir dert... Söylediğin anda küçümseyen gözler üzerine çevriliyor. Bu yüzden uzmanlarla konuşurken zaman zaman kızımla aynı yatağı paylaştığımı ama önümüzdeki günlerde yataklarımızı ayıracağımı söylüyorum. Annem de bize çok kızıyor. Nehir yüzünden benim rahat uyku uyuyamadığıma inanıyor. Ama Nehir’in kokusuna ve sıcaklığına öyle çok alıştım ki, ayrı olduğumda uyku tutmuyor.
Uzmanlar, karı kocanın yatağında yatmanın, çocukların bağımsız ve ahenkli biçimde gelişmesini engellediği görüşünde. Hatta "Ebeveynleriyle uyuyan bazı çocuklar ayrılık endişesini ayrı uyuyan çocuklara göre daha uzun yaşarlar" diyorlar.
Çalışan anne ve babalar, çocuklarının kendileriyle yatmalarına izin vererek, gün içinde geçiremedikleri zamanı telafi etme yoluna gidiyor. Geceleri birlikte olarak kendilerini daha az suçlu hissediyorlar.
Stresi azaltıyormuş
Bir taraftan uzmanlar ’ayrı yataklar’ diye vurgulasalar da tüm reklamlar bunun aksini söylüyor. Çocukların anne-babanın yatağına gelmesini öyle eğlenceli gösteriyorlar ki, bu reklamları izlerken Nehir’in ağzının sularının aktığını fark ediyorum.
Aslında bu konuda farklı görüşler var. Bazı uzmanlara göre anne babasıyla birlikte yatan çocuk yalnız uyuyanlara göre daha sık uyanıyor, yaşam boyu kendi yataklarından hoşnut olmuyor ve kendi başlarına uykuya dalmayı öğrenemiyor. Ama İngiliz bir uzman, bu konuda radikal denecek bir açıklama yaptı.
İngiliz çocuk ruh sağlığı uzmanı Margot Sunderland, anne babalara eski alışkanlıklarını bir kenara bırakıp çocuklarının 5 yaşına kadar kendileriyle birlikte uyumalarına izin vermelerini tavsiye etti. Londra’da bir ruh sağlığı merkezinde eğitim direktörü olan Sunderland, bugüne kadar 20 kitap yazmış. Sunderland’ın yazdığı son kitabın adı ’The Science of Parenting’ yani Ebeveynliğin Bilimi. Bu tavsiyesini 800 bilimsel araştırmaya dayandırdığını söyleyen Sunderland, birkaç haftalık çocuklara yalnız uyumayı öğretmenin zararlı olduğunu, anne babadan ayrılmanın bebekte stres hormonlarını arttırdığını savunuyor.
Nehir, İngiliz uzmanın bu tarifine birebir uyuyor. Ne zaman "Kızım bu gece ayrı uyuyalım" desem, Nehir’in stres katsayısı tavan yapıyor. Huzursuzlaşıyor, uykuya daha zor dalıyor, sık sık uyanıyor.
Kendi adıma Sunderland’ın ’birlikte yatabilirsiniz’ tavsiyesine harfiyen uyduğuma, bir süre daha uyacağıma söz veriyorum. Kötü örnek oluşturduğumu söyleyenlerden biraz insaflı olmalarını rica ediyorum. Çocuk psikolojisi konusunda çalışma yapan tüm uzmanların Sunderland’ın çizgisine yaklaşmalarını diliyorum. Kızımdan da (artık yazılarımı kendisi okuyor) "Nehir ayrı yatmanın zamanı geldi kızım. Aşağıdaki bölümü birebir uygulayalım" tavsiyesinde bulunduğumda mızmızlanmamasını istiyorum. Bu konuda yalnız olmadığımı biliyorum. ’Kelin ilacı olsa başına sürer’ dememenizi, uzmanından çocuğunuzla yatağınızı ayırmanın yollarını okumanızı tavsiye ediyorum.
Çilek Odası’ndan danışmanlık
Sektöründe bir ilke daha imza atan Çilek Odası, ailelere yönelik pedagoji desteği vermek amacıyla Uzman Psikolog Alanur Özalp ile çalışacak. Psikolog Özalp, tasarım ekibini çocuk psikolojisi, ihtiyaçları ve çocukların sağlıklı gelişimlerinde odalarının önemi konusunda aydınlatacak. Alanur Özalp her ay bir Çilek Ailesi’ne konuk olacak, çocukların sorunlarını paylaşacak. Özalp’i evlerinde konuk etmek isteyen aileler, danışman psikolog hattı (0212) 352 09 43 veya danisman.psikolog@cilek.com.tr mailto:danisman. psikolog@cilek.com.tr’ den Alanur Özalp’e ulaşabilecekler.
Yatağa geçiş tavsiyeleri
Erişkin yatağına geçmek küçük bir çocuk için heyecanlı olacaktır. Ancak, bebeklikle arasındaki son bağının kopup gitmesinden üzüntü duyabilir.
Bu nedenle geçişi dikkatle planlayın. Bebek yatağını atıp yeni yatağını koymayın.
Eğer çocuğunuzun ruh hali uygun değilse (yeni bir kardeş gelmişse, anaokuluna başlamak üzereyse, tuvalet eğitiminin ortasındaysa, memeden ya da biberondan kesiliyorsa), yatağa geçişi bir süre ertelemekte fayda var.
Küçük bir çocuğun yatağa geçişini anlatan bir öykü kitabı bulun ve bu kitabı birkaç kez okuyun. Zaman zaman öyküyü kişiselleştirin.
Yatak alırken çocuğunuzu yanınızda gezdirmeyin. Dükkán dükkán gezmek küçük çocuğunuzun ruh halini olumlu yönde etkilemez.
Eğer çocuğunuz sık sık yatağınızı ziyaret ediyorsa, ona yatağınızı değil rahatlığınızı teklif edin.
Gece sizin için ağlarsa, yanına gidin, sırtını sıvazlayın ve yatağınıza geri döneceğinizi söyleyin.
Eğer davetsiz olarak yatağınıza geliyorsa onu kendi yatağına geri götürün.
Bu konuda tutarlı olun. Bir gece odasına geri götürürken, başka bir gece yorgunluğunuzu bahane edip götürmüyorsanız, bu durumu kullanacaktır.
Eğer aile yatağındaki birlikteliği özlediğini fark ederseniz, programınıza göre her sabah ya da yalnızca hafta sonları sabah kucaklaşması için çocuğunuzu yatağınıza davet edin.
Yazının Devamını Oku 12 Mayıs 2006
Anneler Günü, hediye alıp verme gününe dönüşünce, biz de ailece durumu biraz abarttık. Ben anneme alacağım hediyeyi anneme, kızım da bana alacağı hediyeyi bana seçtirdi. Bu pazar tek sürprizi kardeşim yapacak.
Kardeşimi arayıp, aklında hediye seçeneği olup olmadığını sorduğumda "Senin aklında ne var?" diye soruma soruyla karşılık verdi. Anneler Günü hediye seçiminde yaptığım ayak oyununu anladığı günden beri, hediye önerilerime daha temkinli yaklaşıyor. Tam "Yine tuzağıma düştü" derken, benim sürprizim sürpriz olmaktan çıktı. Kuyumcu kuyumcu dolaşıp annem için küpe seçemeyince, geçen hafta sonu kolundan çekiştirip hediyesini anneme seçtirdim. "Anneme ne alacağım" krizini böyle atlatmış oldum.
Kızım servis arkadaşlarının birinde gül şeklinde kırmızı kadife bir yüzük kutusu görmüş. "Aynı gül kutusundan ve yüzükten alacağım" diye tutturdu. Benim anneme yaptığımın aynısını o bana yaptı. Kolumdan tutup okulundaki kermese götürdü. Gül şeklindeki kırmızı kadife gülleri bulduk ama yüzükleri benim takmam mümkün değildi. Orta şiddette gerginliğin ardından sadece kutuyu satın aldık.
Anneler Günü hediyemi bayram harçlığıyla aldığı için kızıma kıyamadım. Capitol’deki bir bijuteriden bir yüzük bulup kutunun içine koyduk. Hediyesini paketledi, üzerine de el yazısıyla "Hediyedir. Anneciğim, Anneler Günün kutlu olsun" yazdı. Anlayacağınız bizim evde bu pazar günü hediye sürprizi yaşanmayacak.
Ancak, geleneksel hediyeleşme konusunda şikayetim var. Bu özel günlerde benim bütçem derin bir yara alıyor. Öyle sadece anneye alınan hediyeyle geçiştirebilsem tamam, ama bizde anne çok... Öncelikle Nehir’e 3 yıl gözü gibi bakan Canan Abla’yı es geçmem mümkün değil. Hediye konusunda sırası annemden sonra gelir. İki yengem de hediye alınacaklar listesinde yer alıyor. Kardeşimin eşi ve her gün Nehir’in güne güleryüzle başlamasına vesile olan servis hostesimiz de bu listeye dahildir.
Hediyeleşme günü
Liste kabarık olunca hediye seçme işini bir ay önceden başlatıyorum. Son dakikaya bıraktığımda, ne ben, ne de hediye verdiğim kişi memnun kalıyor. Anneler Günü, bizim hediyeleşme günümüz oluyor. Acaba bu özel günün hediyeleşmeye dönüşmesi, günün gerçek anlamını unutmamıza mı neden oluyor? Belki...
Anneler Günü, anneliğimiz konusunda aynaya baktığımız ender günlerden biri.
Anne olanlar iyi bilir. Anne olmak gerçekten mucizevi, büyülü bir durum. Şefkatiniz, anlayışınız değişiyor, sabrınızın limitlerini altüst ediyor. Pamuk gibi oluyorsunuz. Tabi bu pamukluk durumunu yaş ilerledikçe değiştirmek gerekir. İşin sonunda "Talihin elinde oyuncak oldum" şarkısını "Kızımın elinde oyuncak oldum" diye söylemek de var.
Anne olmak, biraz da mutluluğun nerede kovalanacağını bilmek demek. Nehir doğduktan sonra ben mutluluğumu nerede kovalayacağımı öğrendiğimi düşünüyorum. Nedense kızımdan sonra aklım biraz daha özgürleşti. Onun sayesinde özgür, hoşnut, adaletli ve iyi kaldığıma inanıyorum. Her insan hayatı boyunca öğüt veren bir rehbere ihtiyaç duyuyor. Benim rehberim annem, kızımın rehberi şimdilik benim. Bu durum benim Nehir’e yeteceğim güne kadar sürecek.
Ama yetememek, yetişememek korkusu beni yiyip bitiriyor. Her gün aynı stresi yaşıyorum. Bu özel günler bu stresin katlanarak artmasından başka bir işe yaramıyor. Ama o kadar çaresizim ki! Fikir üretirken, haber yazarken zamanınız geniş olmalı, aklınız başka yerde kalmamalı. Sürekli bölünerek yazı yazamazsınız. Evde bekleyen bir çocuk varsa, o zaman parçalanma başlıyor. Dengeyi oturtmak çok zor oluyor.
Bu anlamda ben de çok parçalandığımı hissediyorum. Bir taraftan kızımın yanında daha fazla olmak istiyorum, diğer taraftan yapılacak röportajlar, çözülecek kasetler, tamamlanacak projeler var. Hadi bakalım çıkın işin içinden...
Nehir okula servisle gidip geliyor. Ama yine de okula götürüp, akşam almam konusunda ısrar ediyor. Bazen sabahları bırakma şansım oluyor ama bugüne kadar hiç akşam çıkışında gidemedim. Nehir’in "Lütfen anne bu akşam gel. Hep işim var diyorsun, gelmiyorsun. Arkadaşlarımın annesi geliyor" sözleri beni darmaduman ediyor.
Doğru söylüyor, hep işim oluyor. Güneşli’de çalışıp, saat 15.30’da Anadolu yakasında olmak benim için çok lüks bir durum. Kızım üzülüyor, annem benim için bahaneler buluyor, ben suçluluktan ölüyorum.
Anneliği teraziye koymak mümkün müdür bilmiyorum. Kızımın yüreğime dokunan sözleri beni yüreklendirse de, annelik karnemde kırıklar kimi zaman daha fazla yer kaplıyor. Bu Anneler Günü, terazinin benden yana çıkması için, Cumartesi günü çok çalışmam gerekecek çookkk...
Çocuk Üniversitesi
Çocukların merak ettikleri, büyüklerin de yanıtlamakta zorluk çektikleri soruların ele alındığı Çocuk Üniversiteleri, yeni yüzyılda çocukların bilime olan ilgisini arttırmaya yönelik projelerden biri. Optimist Yayınları, 2002 yılında Almanya Tübingen’de gerçekleştirilen Birinci Çocuk Üniversitesi’nin sekiz sorusu ile sekiz profesörün bu sorulara verdikleri yanıtları içeren kitabı Türkçe’ye kazandırdı. Kitapta "Dinozorların soyu neden tükendi, neden zenginler ve fakirler var, insanlar neden ölmek zorundadır, okul neden can sıkıcıdır, neden insan maymun soyundadır" sorularının yanıtları yer alıyor. Kitap 15 dile çevrildi, sadece Almanya’da 120 bin sattı.
Anneler Günü Festivali’ne davetlisiniz
www.bebek.com’un geleneksel Anneler Günü Festivali, Prima’nın ana sponsorluğunda 13 Mayıs Cumartesi günü Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda gerçekleşiyor. Hediyeler, sürprizler, amfi tiyatroda Milupa, Britax Römer, Anadolu Sağlık Merkezi, Braun, Medline, Prima ve Nivea Baby tarafından hazırlanan gün boyu sürecek söyleşiler, bol eğlence, mini armağanlar anneleri ve çocukları bekliyor. Bazı şanslı katılımcılar e-bebek.com’un hediye yağmuruna tutulacak. Bunun için yapmanız gereken bir tek şey var; Festivale katılmak! Üstelik katılım ücretsiz...
Yazının Devamını Oku 5 Mayıs 2006
Bazen bir bakıcının, bazen öfkesine hakim olamayan anne babaların bebeklerini kollarından tutup sarsmaları, ne yazık ki bizlere çok da yabancı bir davranış şekli değil. Ancak, kızgınlık anında yapılan bu sarsma hareketi bebeklerin ölümüne neden olabiliyor.
Mamasını yemediği için Japon bakıcısı tarafından 5 aylık bebeğe yapılan eziyeti izlemişsinizdir. Ekran başındakilerin tüylerini diken diken eden bu görüntüler özellikle çiçeği burnunda anne babaları derinden sarstı. Çocuklarını bakıcılara teslim eden anne babaların kafasından bin bir düşünce geçti. Ancak, bu tür hareketleri yalnızca bakıcılar değil, anne babalar da yapabiliyor.
Adli tıp literatürüne ’Sarsılmış Bebek Sendromu’ (Shaken Baby Syndrome) olarak geçen bu olay bazen bebeklerin ölümüne yol açabiliyor. İlk aylarda sürekli ağlayan bebekleri karşısında öfke nöbetlerine kapılan genç anneler var. Mamasını yemeyen, sürekli ağlayan bir bebeği susturmak için aşırı kızgınlık içinde kollarından tutup sarsmak, kollarından tutup fırlatmak masum bir hareket değil.
Bazı anneler kızgınlıklarını bebeklerinden bu şekilde çıkarıyor. Bebeklerin dövülmesinin zararlı olduğunu söyleyen ebeveynler, bu tür hırpalamanın zararsız olduğunu savunuyor. Aynı düşünceyi taşıyan bakıcıların, kendilerine emanet edilen bebeklere yaptıkları ise gizli kameralar sayesinde ortada.
Ancak, bu hareketi yapanlar çok önemli bir noktayı atlıyor. 1 yaşına kadar olan bebeklerde güçlü olmayan boyun kasları başı sabit tutamadığı için beyine giden damarlar yırtılabiliyor. Bu da beyin kanamasına yol açıyor.
Çoğu ebeveyn, sarsmanın çoğunlukla bebeğin ağlamasını durdurmak veya huzursuzluğunu ortadan kaldırmak amacını taşıdığını düşünüyor. Bakıcılar da bu hareketin faturasının bu kadar ağır olabileceğini akıllarından bile geçirmiyorlar. Sarsılmaya maruz kalan bebeklerde kusma, beslenme zorluğu, kasılma, huzursuzluk gibi belirtiler ise gerçek hikayeyi bilmeyen doktorlar tarafından gaz sancısı, solunum yolları enfeksiyonu, bebeğin diş çıkarmasına bağlanıyor.
Bu bulguların neye bağlı geliştiğini bilen anne-baba ya da bakıcı susmayı tercih ediyor. Bu tip hareketler sadece bebeklerde değil, 3-4 yaş grubundaki çocuklar üzerinde de hasarlara neden oluyor.
Sadece kızgınlık anında yapılan davranışlar değil, severken de çocuklara ciddi zarar verebiliyoruz. Çünkü biz severken de dozu kaçırıyoruz. Yeni doğmuş bebekleri somurarak öpenler var. Ya da birkaç aylık bebekleri üst üste havaya atıp tutmak, havada yakaladığımızda hafifçe sağa sola sarsmak geleneksel davranışlarımız içinde.
Sırta, omuza alınmayan çocuk yoktur. Üstüne üstlük çocuk omuzdayken zıplayarak yürünür. Çocuğu dizde ya da ayağın üzerine oturtarak zıplatmak, ayak bileklerinden veya kollarından tutarak kendi etrafında döndürmek görünürde masumdur ama sonuçları acıdır. Çünkü sarsıntıyla ortaya çıkabilecek hasarlar ciddi sonuçlara neden oluyor. Uzmanlar, bu sarsıntılar sonucunda çocuklarda beyin sarsıntısı, omurilik hasarı ve felci, körlük ya da göz bozukluğu, çeşitli felçler, normal gelişimde gecikme, zeka geriliği, kemik kırıkları, omuz ya da kalça çıkıkları meydana gelebileceğini söylüyorlar.
Faturası ağır olur
Bir öfke patlamasında bebeğinize uyguladığınız sarsma hareketinin faturası ağır olabilir. 2 yaşın altındaki çocukları hiçbir nedenle sarsmamak gerekiyor. Hatta çocuğunuzu taşırken, tutarken her zaman başına destek olmalısınız. Bazı anneler özellikle erkek çocuklarını gelecekte kısır olmaması için kanguruda taşımıyor. Bazıları da kanguruya koyduktan sonra bebekleriyle hiç ilgilenmiyorlar. İlk aylarda başını tutamadığı için sağa sola kaykılmış çok bebek görüyorum. Kafaları boşta sallanıyormuş gibi oluyor. Anneler de elleri boşta, sanki yürüyüşe çıkmış, göğsünde bebek taşımıyormuş gibi sallanarak yürüyor. Bebeklerini böyle taşıyan anneleri asıl ben sarsmak istiyorum.
Eğer, çalışan bir anneyseniz, bebeğinizi başka birine bırakıyorsanız (bu kişi anneanne, babaanne olabilir), onunla ilgilenecek ya da ilişkide olacak herkese sarsıntının zararlarından bahsetmenizde yarar var.
Bebeğiniz durmadan ağlıyorsa ne yapmanız gerektiğini öğrenin. Pek çok bebek yaşamının ilk aylarında bol bol ağlar. Bunun normal olduğunu bilerek alışmaya çalışın. Eğer bebeğinizi bilerek ya da istemeden sarstıysanız, korkmadan ve utanmadan onu bir sağlık kuruluşuna götürün. Beyindeki bir kanama, eğer doktorlara bebeği sarstığınızı söylerseniz tedavi edilebilir. Bu bebeğinizi daha sonra çıkabilecek birçok sorundan korur hatta hayatını kurtarır. Öfke konusunda kendinize güvenemiyorsanız, bebeğiniz olduktan sonra sinirlerinizi aldırın.
Anneler ve bebekler seansı
7’den 70’e tüm sinema tutkunlarını ağırlayan Cinecity Sinemaları, Kozyatağı Bonus Premium Cinecity Trio’da her perşembe saat 14:00’te ’Bebekler ve Anneler Seansı’ düzenliyor. Anneleri ve bebekleri her hafta sinemanın büyülü dünyasında eğlenceli yolculuklara çıkaran Kozyatağı Bonus Premium Cinecity Trio, anneler ve bebeklerinin birlikte film izlemeleri için özel ortam yaratmış.
Öfkenizi yenmek için bunları yapın
Çocuğu güvenli bir yere koyun ve odayı birkaç dakikalığına terk edin.
Bir arkadaşınızı ya da komşunuzu çağırın.
10 kez derin nefes alın, sonra 10 kez daha nefes alın.
Kendiniz için bir şey yapın, sevdiğiniz bir müziği çalın, çay ya da kahve hazırlayın, egzersiz yapın, duş alın ya da bir şeyler okuyun.
Başka bir iş yapın: Çöpü dökün, yeri silin, enerjinizi başka bir yere yönlendirin.
Oturun, gözünüzü kapatın, birkaç dakika güzel bir anınızı düşünün, hareket etmeyin.
Kendiniz hakkında 10 güzel şeyi bir kağıda yazın.
Çocuğunuz hakkında 10 güzel şeyi bir kağıda yazın.
Yazının Devamını Oku