Nilüfer Kas

Evlenirsen kızımı alırım tehdidi

18 Ağustos 2006
Yeni bir ilişkiye yelken açtığı için Hülya Avşar’a öfkelenen Kaya Çilingiroğlu, bu tehditkár cümleyi söyledi. Ancak Çilingiroğlu ve onun gibi düşünenlere tek bir yanıtım var: Beyler, kızınızı değil havanızı alırsınız!

Her kelimesi tehdit kokan "Evlenirsen kızımı alırım" cümlesini işittiğimde hayata karşı yalpalama devresindeydim. Tek başına mücadelede ne halt yiyeceğimi kara kara düşünürken Nehir’in babası bana işte böyle dedi. Tıpkı Kaya Çilingiroğlu’nun Hülya Avşar’a dediği gibi...

Aradan yedi yıl geçti. Tam olarak nasıl bir tepki verdiğimi hatırlamıyorum, ama bu cümlenin hayatımı şekillendirirken kafamın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandığını söyleyebilirim. Bu süre içinde evliliği aklımdan bile geçirmedim, ama babası kızımı elimden alır korkusu yüzünden değil. Sonuçta elimde kapı gibi velayetim var. Hangi hakim sadece evlendiği için çocuğu anneden alıp babaya verir?

Çoğu kadın yeni bir yaşam kurma konusunda çelişkiler yaşıyor. Yeniden aşık olmayı kendine hak görmeyenlerin sayısı hiç de az değil.

Ekranlarda çok sevdiğimiz dizilere hiç dikkat ettiniz mi? Kadınlar mutlaka eşlerinden ayrılmış ya da eşlerini kaybetmişler, bir ya da iki çocukları var ve dizinin jönü tarafından deli gibi seviliyorlar. Mesela Aliye, Bir Dilim Aşk, İki Aile, eskilerden Şehnaz Tango bunlardan birkaçı... Bunlar renkli camın sunduğu masallar. Oysa gerçek yaşam tam tersi...

Bu hak erkeklerin mi?

Erkekler aşık olmayı, ikinci, üçüncü evliliği yalnızca kendilerine hak görüyor. Eski eşin ağzından "Yeniden evlenmeyi düşünüyorum" ya da "Hayatımda biri var" cümlesini işittiklerinde, aynı tornadan çıkmış sert tepkiyi gün ışığına çıkarıp, çocukları annenin elinden almakla tehdit ediyor. Hep aynı hikaye...

Hülya Avşar’ın, Ali Güven’le bir ilişki yaşama ihtimali bile beni sevindirdi. Kızı Zehra konusunda aşırı hassasiyeti olan bir kadının kendi hayatı olacağını toplumun gözüne sokmasına, toplumun da bu ilişkiye onay vermesine sevindim. Kızdığım ise Kaya Çilingiroğlu... Bir yandan başka bir adamı kızının yanında görmeye tahammül edemeyeceğini söylüyor, diğer yandan kızına bir kardeşi olacağı haberini veriyor. Sizce Zehra’yı, annesinin sevgili adayı mı, babasının yeni çocuğu mu olumsuz etkilemiştir? Yeni bir yaşam kurma konusunda engel tanımayan bu adamların, söyledikleriyle daha az çelişen bir yaşam sürmesi neden bu kadar zor?

Tamam, insan ilişkileri zordur. Hele arada çocuk olunca bu konular tek çözümü olmayan problemlere dönüyor. Bırakın yeniden evliliği, flört etmek bile sorun. Çocuklar bu durumdan bir şekilde olumsuz yönde etkileniyor. Bu nedenle hayatı boyunca yeniden evlenmeyi düşünmeyen, kendini çocuklarına adayan kadınlar var. Üvey babanın yaratacağı etkiyi hesaplayamadığı için riske girmeyen kadınlar çoğunlukta. Bu risk nedeniyle çoğumuz kendimize sınırlar koyup, etrafımıza duvar örüyoruz.

Biz bu kadar hassas davranırken, eski eşlerin ortaya çıkıp "Evlenirsen çocuğumu alırım" tehdidi bana ters geliyor. Bu yüzden onların anlayacağı dilden, racona uygun bir yanıt veriyorum: Beyler kızınızı değil, havanızı alırsınız!

’Nafaka’ önerisi

İki haftadır üzerinde durduğum nafaka konusuna pek çok okurum destek verdi. İzmir’de yaşayan Nihat Tarımeri adlı okurum İsviçre’de uygulanan yöntemin Türkiye’de uygulanabileceğini söylüyor. Yetkililerin dikkatine sunuyorum;

Türkiye ile aynı maddeleri içeren İsviçre Medeni Kanunu kapsamında nafaka sorununa yönelik olarak ’Nafaka Avans’ sistemi (Alimente Vorschuss) adı altında bir uygulama bulunmaktadır.

Çocuğun ve gencin gelişimini tehdit eden unsurların gözetim ve denetimi bağlamında vesayet konusuna yaklaşan yasa bağlamında bu işin yürütülmesi için resmi Vesayet Kurumu şeklinde bir yapılaşma oluşmuştur. Bu yönde kantonların yapılarına göre sosyal dairelere bağlı olarak Gençlik Dairesi (Jugendamt) şeklinde kurumsal yapı oluşturulmuştur.

Çocuklu bir ailenin boşanmasından sonra nafakayı da içeren mahkeme kararının bir sureti aynı zamanda Gençlik Dairesi’ne gönderilir. Bir görevli çocukların boşanmadan etkilenmemesini ve gelişimlerini tehdit edecek bir durumun olup olmadığını değerlendirir.

Eşler arasında nafakanın alınmasına bir sorun olduğunda eş Gençlik Dairesi’ne ve Sosyal Daire’ye bu konuda yetki verir. Mahkemenin bağladığı nafakanın bu kurum üzerinden alınması sağlanır. Eşe ve çocuklara bağlanan nafaka bu birim tarafından ’avans’ olarak verilir.

Nafaka ödemekle yükümlü kişi nafakayı bu birime yatırır. Nafaka konusunda ayrılan eşler arasında artık bir görüşme yapılmaz. Nafakanın yatırılmaması durumunda oluşan alacak bu birim tarafından tahsil edilir.
Yazının Devamını Oku

Çalışma Bakanı nafaka ödemeyen babaların tepesine binmeye hazır

11 Ağustos 2006
"Bizim memlekette, nafaka meselesi hükümet üyelerini çok fazla ilgilendirmiyor. Bu nedenle bakanlardan biri çıkıp da ’Nafaka ödemekten kaçanların tepesine binerim’ demiyor" dediğim için kendi ağzıma acı biber sürüyorum. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun nafaka mağduru kadınlar için harekete geçtiğini öğrenmiş bulunuyorum. Şimdi sıra kadın milletvekillerinde...

Geçen cuma sabah saatlerinde cep telefonum çaldı. Arayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı özel kalemiydi. Cep telefonu numarama ulaşmakta epey zorlanmışlar. Murat Başesgioğlu "Bakan’a açık mektup" yazımı okuyup etkilendiğini belirterek konuyu gündemine aldığını söyledi.

Bilmeyenler için konuyu hatırlatmak isterim. İngiltere’de hazırlanan yasa tasarısı uyarınca, çocuklarının nafakasını ödemeyen boşanmış babalar çok yakın takip altına alınacak. Yeni sistemle babalara elektronik kelepçe takılacak, pasaportlarına el konulacak, hatta sokağa çıkmaları engellenecek. Tasarıya en büyük destek İngiliz Çalışma Bakanı John Hutton’dan geldi. Bakan Hutton, "Nafaka ödememek için bahaneler uyduran bütün babaların tepesine bineceğim" diyerek nafaka kaçkını babalara gözdağı da verdi.

Ajanslardan geçen bu haber üzerine ben de "Bizim memlekette, nafaka meselesi hükümet üyelerini çok fazla ilgilendirmiyor. Bu nedenle bakanlardan biri çıkıp ’Nafaka ödemekten kaçanların tepesine binerim’ demiyor. Sonra ne mi oluyor? Ülkemizdeki hukuki koşullar nedeniyle çocuğu için nafaka talep eden kadınlar ne yazık ki boşandıkları eşlerin vicdanına terk ediliyor. Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu, meslektaşı Hutton’u örnek alsın, kadınlar için harekete geçsin" diye yazmıştım.

Bir kadın, bir anne, bir gazeteci olarak çocuğa verilmesi zorunlu nafakanın babaların vicdanına bırakılmasına şiddetle karşıyım. Bu çağrıma kulak veren bakanın duyarlılığı çok önemli... Geçmiş yıllarda avukatlık yapan Bakan Murat Başesgioğlu, adliyelerde kadınların yaşadıkları nafaka sorununu yakından bilen biri. Adalet Bakanlığı’yla temasa geçtiğini, eldeki verilerle tabloyu görmek istediğini, nafaka mağduru kadınlar için neler yapılabileceğini araştıracağını söyleyen bakan, uygulanabilir proje için çalışacağı sözünü de verdi.

Biliyorsunuz, hákim nafaka ödeme kararı verse bile en büyük sorun tahsilat aşamasında yaşanıyor. Çünkü adamlar mahkeme kararına rağmen nafaka ödememekte direniyorlar. Araya icra konulsa bile değişen pek bir şey olmuyor. İşte bu noktada Çalışma Bakanı Başesgioğlu’nun harekete geçmesi çok önemli. Çünkü asıl tıkanıklık bu. Ayrıca nafaka artırımı nedeniyle adliyeler meşgul ediliyor. Bu artırım otomatik faize bağlansa, kadınlar her yıl adliyelerin yolunu tutmamış olacak.

Lüks içinde yaşıyor

Nafaka konusunda mağduriyetin ne kadar büyük olduğunu bir okurum çok güzel özetlemiş;

"Nafaka konusundaki yazınızı çok büyük bir takdirle okudum. Şimdiye kadar hiçbir yazar bu konuda, böylesini yazmamıştı. Dilerim okuması gerekenler okur. Bir kızım var. 10 yıl önce eşimden ayrıldım. Nafakamı alabilmek için 10 yıldır mücadele ediyorum. Kızımın babası son derece lüks içinde yaşarken, ben kızıma bakmak için bir temizlik şirketinde çalışıyorum. Bu işim olmasa ne yapardık bilmiyorum. Adam evine aldığı bardağını bile şirketine fatura etmiş. İcra gidiyor ama sadece gittiğiyle kalıyor. Ellerinden bir şey gelmiyor.

Yasalar hep güçlüye göre yapılmış. Bazen isyan edesim geliyor. Bize yazık değil mi? Bizim gibi binlercesi var. Başbakanlığa yazdım, Adalet Bakanlığı’na yazdım. Maalesef kimse duymuyor, kimse görmüyor.

Ben kızıma bakmak için uğraşırken o ise hayatını yaşıyor. Bu mu adalet? Lütfen yazmaya devam edin. Biz kadınlar arkanızdayız. İnanın binlerce kadının ve çocuğun duasını alırsınız. Ama duymayan kalplere, görmeyen gözlere göstermeyi başarabilirseniz...

İnanın artık isyanlardayım. Aklıma bin türlü çılgınlık geliyor. 10 yıldır adliyelerde koşturmaktan bıktım. Adam lütfedip gelmiyor bile. Artık bizleri de birileri duysun."

Eminim Çalışma Bakanı bu çağrıyı da duyacaktır. Önümüzdeki günlerde konuyla ilgili somut adımlar atılacağını umuyorum. Bakan Başesgioğlu’na kadın milletvekillerinin de destek vermesi konunun çözümünü hızlandıracaktır. Millet, elimizi taşın altına sokma zamanı geldi de geçiyor bile...
Yazının Devamını Oku

Çalışma Bakanı’na açık mektup

5 Ağustos 2006
Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu; çocuklarının nafakasını ödemeyen babaları elektronik kelepçeyle izlemeye alan İngiliz Çalışma Bakanı John Hutton’u örnek alın, lütfen nafaka mağduru kadınlar için harekete geçin. Geçen hafta Hürriyet’in iç sayfalarında tek sütunluk bir haber yer aldı. Haberin başlığı ’Nafaka ödemeyene elektronik kelepçe’ olunca dikkat kesildim. Türkiye’de elektronik kelepçe uygulaması olmadığını biliyorum ama nafaka ödemeyen babalar için özel bir uygulama mı yapacaklar diye haberin devamını bir nefeste okudum.

İngiltere’de hazırlanan yasa tasarısı uyarınca, çocuklarının nafakasını ödemeyen boşanmış babalar çok yakın takip altına alınacak. Yeni sistemle babalara elektronik kelepçe takılacak, pasaportlarına el konulacak, hatta sokağa çıkmaları engellenecek. Tasarıya en büyük destek Çalışma Bakanı John Hutton’dan gelmiş. Haberde Bakan Hutton’un "Nafaka ödememek için bahaneler uyduran bütün babaların tepesine bineceğim" diyerek nafaka kaçkını babalara gözdağı verdiği yazılı.

Bizim memlekette, nafaka meselesi hükümet üyelerini çok fazla ilgilendirmiyor. Bu nedenle bakanlardan biri çıkıp "Nafaka ödemekten kaçanların tepesine binerim" demiyor. Sonra ne mi oluyor? Ülkemizdeki hukuki koşullar nedeniyle çocuğu için nafaka talep eden kadınlar ne yazık ki boşandıkları eşlerin vicdanına terk ediliyor. Bir anne olarak, çocuğa verilecek nafakanın babaların vicdanına bırakılmasına karşıyım.

Sinirlerinize hakim olun

Eğer baba vicdanlı ise çocuğunu mağdur etmeyecek nafakayı her ay gönüllü olarak ödüyor. Eski eşine duyduğu öfkesi geçmeyenler ise nafaka vermemek için bin dereden su getiriyor. Bu babaları anlamakta güçlük çekiyorum. Bu babalar çocuklarına iki-üç yılda bir ayakkabı ya da mont alıyorlar, zannediyorlar ki çocuk yaz-kış aynı ayakkabıyı giyiyor. Bu babalar her şeye para buluyor, ortalama standardın üzerinde bir yaşam sürüyor ama nedense nafaka verecek paraları olmuyor.

Çevrelerine de çocuklarının her türlü ihtiyacını karşıladıklarını anlatıyorlar ki, ’kötü baba, hayırsız baba’ imajı yakalarına yapışmasın. Ancak gerçekten kaçamadıkları için vicdanları sızlıyor. Bu rahatsızlığı bastırmak için çeşitli bahaneler uyduruyor, anneyi çocuğu iyi yetiştirmemekle, iyi anne olmamakla suçluyorlar. Böylece o nafaka vermediği için ’kötü baba’, anne de çocuğunu iyi yetiştirmediği için ’kötü anne’ pozisyonuyla durumu eşitlemiş oluyorlar.

Çevremde nafaka konusunda birbirinden ayrı onlarca ayrı hikáyesi olan kadın ve erkek var. Kimin sinirleri sağlamsa o taraf kazanıyor.

Gurur yapmayın

Yakın bir arkadaşım yıllarca artmayan ve düzensiz ödenen nafaka için mahkemeye başvurdu. Ancak adam her celse mahkemeye ’Eski eşimin maddi durumu benden daha iyi, ben bu nafakayı da ödeyemiyorum’ diye kızın maddi gelirinin incelenmesi için talepte bulundu. Hákim ise adama dönüp ’Bu sizin ortak çocuğunuz. Annesi trilyoner olsa ne yazar? Sen bu çocuğun masraflarına ortak olmak zorundasın’ demedi. Üçüncü celsede hákim, adamın ’Başka bir yerden daha geliri var, incelenmesini istiyorum’ talebini kabul edip, duruşmayı bir başka bahara erteleyince bizim kızda sinir kalmadı.

’Kendi çocuğuna nafaka vermemek için bu kadar direnen bir adamın vereceği parayı istemiyorum’ diyerek gözyaşları içinde mahkeme salonunu terk etti. Eski eşi şimdi üç kuruş para veriyor, o parayla çocuğun tüm ihtiyaçlarının karşılandığını sanıyor.

İşyerinden bir başka arkadaşım ise maaşının yarısına yakınını hem de döviz olarak vermekten şikáyetçi. Adamcağız, kadının şerrinden korktuğu için her ay 800 doları trink diye eski karısının avucuna koyuyor. Nafaka almayı beceremeyenlerle de dalga geçip ’Sizi eski karımın yanına nafaka alma kursuna gönderelim’ diyor. Çünkü eski eşi çocuğu koz olarak kullanıyor, adam da kavga ederek hayatının çekilmez bir noktaya gelmesini istemiyor.

Ancak bu örneklerin Türkiye şartlarında fazla olduğunu sanmıyorum. Genellikle kadınlar mağdur durumda. Bu nedenle Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu’nu nafaka konusunda İngiliz meslektaşının uygulamasını örnek almaya çağırıyorum. Bizde elektronik kelepçe uygulaması yok ama başka bir çözüm bulunabilir. Mesela nafaka ödemeyenleri toplum teşhis etsin diye hayırsız babaların kulaklarına elektronik küpe takılsın...

Kadınların nafaka halleri

á Boşanmış kadınların en büyük sorunu nafaka. Kimi gururundan almıyor, kimi direnç gösterip istiyor. Kimi mecbur ve mağdur olduğu için her ay o paranın gelmesini dört gözle bekliyor.

á İcra yoluyla nafaka alanlar ise her ay adliyenin yolunu tutuyor. İcra dairesinde dosyasına baktırıp, paranın yatırılıp yatırılmadığını öğreniyor. Hele nafaka miktarı azsa ve ayın ortası olmasına rağmen henüz yatırılmamışsa, eski eş ’güzel!’ sözlerle yád ediliyor.

á Ancak eski eşten para koparmak için çocuğunu kullanan anneleri de anlamak mümkün değil.

á ’Para vermezsen yemek yapmam, hasta ama doktora götürmem, altı delik ayakkabıyla okula gönderirim, çocuğun yüzünü göremezsin, senin ne olduğunu anlatırım’ gibi tehditkár sözler, sorunu o an için çözüyor ama çocuğa yansıması kötü oluyor.

á Bu tür durumlar çocuğun gözünde babayı değersiz kılıyor. Ancak olayı çocuğa hiç yansıtmamak da bana adaletsiz geliyor. Çocuk, kendisini düşünmeyen, kendisi için cebinden kuruş çıkarmayan babasına hak etmediği değeri veriyor.

á Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali... Kangren olmuş bu sorun insanların vicdanına bırakılmadan, hukuki olarak çözülmeli.
Yazının Devamını Oku

Kalbim fena halde kırık

28 Temmuz 2006
Babasıyla arasındaki ilişkisi her baba-kız arasındaki ilişki gibi olsun diye kırk takla attım, yapmadığım fedak rlık kalmadı. Karşılığı ne mi oldu? Kızım iki günlüğüne babasına gitti, beni defalarca aramak için babasına rica etti ama...

Bir elimde Nehir’in hazır bez paketi, diğer elimde birkaç parça body’si ile gece yarısı annemin kapısını çaldığımda Nehir henüz dört aylıktı. İnsan evini terk ederken neden başka şey değil de hazır bez paketini alır bilmiyorum. Belki de gece yarısı kızımın en çok ihtiyaç duyacağı şeyin bez olduğunu düşünmüştüm.

İnsan hayatında aldığı kararlar doğrultusunda bir yaşam sürüyor. Karar veriyor okuldan ayrılıyor, karar veriyor evleniyor, karar verip boşanıyor. Ama boşanma konusunda karar vermek kolay değil. Hele dört aylık bir çocuk sahibiyseniz.

Çocuk büyütmek anne-babaların el ele vererek bile üstesinden zor geldikleri uzun bir süreç. Bunu tek başına yapmaya soyunmak, küçük bir ordunun büyük bir orduyu yenmek düşüncesiyle cepheye gönüllü gitmesi gibi bir şey.

O dönem hep şu cümleyi tekrarladım. "Ben, tek bir kişiye karşı sorumluyum, o da kızım. Kızım beni anlayacaktır. Zaten boşanan kişi benim, kızım değil. Biz babasıyla ayrıldık diye kızım da babasıyla düşman olacak değil. Ayrı evlerde yaşayacağız ama onlar hep birbirini sevecek."

Yaşam hiç kolay değil

İnandığım şeyler buydu. Ama hiç kolay olmadı. Sabaha karşı acil servislerde kızımın yüzündeki maskeyi sabitlemeye çalıştığımda hep yalnız olduğumu düşündüm. Yanlış mı yapmıştım? Belki kızım yatağın diğer köşesinde babasının da olmasını isterdi. En iyisi benim sormamdı. "Kızım babanı çağırayım mı?" sorusunu her hastalığında tekrarladım. Sadece hastalıklarında mı?

Babasıyla aynı evde hiç yaşamamış, babasını hiç tanımamış bir çocuğa baba sevgisi aşılamanın kolay olduğunu söyleyen varsa alnını karışlarım. Hele zaman zaman kendi öfkesine yenilen, haftalarca, bazen aylarca kızını görmeyen babaya rağmen...

Böyle dönemlerde kızım babası tarafından terk edilmiş duygusu yaşamasın istedim. Yaptığım şey ya hediye paketiyle eve gidip "Bunu baban sana gönderdi, seyahatteymiş" demek ya da cep telefonumun mesaj kısmını açıp Nehir’in kalbini ısıtacak cümleler söylemekti. Ama babası bana her kızdığında cezalandırmak için Nehir’i görmedi. Boşanmak zaten yıpratıcı bir süreç... Takınılan tavır, bu süreci daha zorlaştırıyor.

İşte o tavırlardan birine maruz kaldım. Geçen hafta Nehir benim de zorlamamla babasında kalmayı kabul etti. İki gün kalıp dönecekti.

Kızım perşembe akşamı 19.30’da evden gitti, cumartesi günü saat 22.00’de geldi. 50 saat boyunca kızımdan haber alamadım. Nehir arar diye bekledim, aramadı ama ikinci günün sonunda eve geldi. Birkaç saat sonra beni neden aramadığını sordum, aldığım yanıt beni şok etti.

Kızım cuma günü alışveriş için dışarı çıkarlarken beni aramak istemiş ama babası "Şimdi çıkıyoruz, sonra ararsın" deyip ertelemiş. Cumartesi günü havuza gitmişler. Nehir dört kez babasına "Annemi aramak istiyorum" diye istekte bulunmuş. Her seferinde "Birazdan ararsın, haydi havuza gir" yanıtını almış.

Yaptıklarımın karşılığı bu mu olmalıydı? Kızım babasını aşıp beni arayamadı. Kalbim fena halde kırık...

Boşanmanın ardından

Ayrıldığınız eşinize yönelik kendi duygu ve düşüncelerinizi, çocuğunuzun ona yönelik duygu ve düşüncelerinden ayırmalı, birbirine karıştırmamalısınız.

Bazı ebeveynler "Bize bütün bu yaşattıklarından sonra babanı ya da anneni nasıl sevebilirsin? Onu görmeyi nasıl isteyebilirsin" diyebiliyor. Bu cümleleri sarf etmeyeceksiniz.

Bu dönemde yapılan en büyük yanlışlardan biri, evlilik süresince paylaşılmış sırların deşifre edilmesi.

Boşanma sonrasında eşlerin birbirlerine yönelik karalama kampanyası, çocuğun olumlu bir kimlik bütünlüğüne ulaşmasını engeller. Çünkü çocuk hem anneden hem babadan parçalar taşır.

Boşanmadan en az hasarla sıyrılan çocuklar, çocuk kalmayı sürdürebilen ve anne babalarının üzüntüsünü göğüslemek zorunda bırakılmayanlardır.


Soru-Yorum

Ceza veriyor musunuz?

8 yaşında bir oğlum var. Yazınızı okuduğumda geçmişte babasıyla arasında geçen bir olayı hatırladım, içim yandı. Çocuklarımız için her şeyi yapmaya hazırız ama ne yazık ki bazen en yakınlarımızdan gelebilecek kırgınlıklara hiçbir şey yapamayacak kadar aciz kalıyoruz. Kızgınlığımızı çocuklarımıza bir şey hissettirmeden kendi içimizde halletmeye çalışıyoruz. Normalde hiç bu tarz mail atan biri değilimdir, ama yazınız o kadar etkiledi ki beni, birkaç satırla da olsa sizinle düşüncelerimi paylaşmak istedim. Ceza konusunu elimden geldiğince sevdiği şeylere sınır koyarak ayarlamaya çalışıyorum. Her zaman başarılı olabiliyor musun derseniz, ben de bilemiyorum. Ama şimdiki çocuklara kısıtlama getirmek iyice zorlaştı. Siz ceza konusunda neler yapıyorsunuz? (Çiğdem G. )

Çiğdem Hanım; ceza meselesi biz ebeveynlerin zorlandığı konuların başında geliyor. Oğlunuzun yaptığı hata eğer çok büyük değilse uyarabilirsiniz. Hatanın büyüklüğü ne olursa olsun oğlunuza sevgi ve ılımlı bir ortam oluşturmalısınız. Aşırı tepki ve yargılamadan kaçınmalısınız. Ayrıca yapamayacağınız cezalandırma yöntemini oğlunuza söylemeyin. Uzmanların önerdiği cezalandırma yöntemi, çocuğun sevdiği şeylerden mahrum edilmesi şeklinde. Yani siz doğru olan yöntemi uyguluyorsunuz.
Yazının Devamını Oku

Üç çocuk annesi

15 Temmuz 2006
Sibel Can benimle yaşıt. İlk albümünün çıkışını, sesine nasıl bayıldığımızı hatırlarım. Beğenmiştik, doğruya doğru. Onu hiç canlı izlemedim, özel bir merakım ya da hayranlığım olmadı. Ama her zaman, herkes gibi ben de bir şekilde takip ettim onu. Hatta onu televizyonda izlediğim bazı zamanlarda "Hangimiz daha genç gösteriyoruz acaba" diye kendi kendime içimden geçirdiğim bile olmuştur. Cevabını bilmiyorum, çünkü kimseye soramadım!

Benden evvel doğurdu ve benden üç kat hızlı gitti!!! Ben bir çocukta kaldım, o üçledi yani... Kilo alsa da, verse de her zaman güzel vücudu oldu. Nitekim, geçen hafta gazeteleri onun mayolu fotoğrafları doldurdu. Hálá da konuşuluyor.

Bütün yazılar ve fotoğraflar bir yana, benim takıldığım tek laf şu: "Üç çocuk annesi!!!"

Demek ki ne giyeceğiniz, sahip olduğunuz çocuk sayısına bağlı: Mesela giyeceğiniz eteğin boyu çocukla doğru orantılı. Beş çocuğunuz varsa etek boyu 80 santim, iki çocuğa 75... Böyle gidiyor. Hatta anne iseniz, minimum 50 santim. Bekarlar bikini giyebilir, evliler mayo. Doğuranlar artık denize girmesin!!!

Yahu, olur mu böyle şey ya!!!

İnsan anne oldu diye değişmek zorunda değil ki! Kendisi isterse değişebilir, giyim tarzını ağırlaştırabilir ya da bazı renkleri hayatına sokabilir veya çıkartabilir; keyfi bilir. Ama çocuk doğurdu diye bunu yapmak zorunda değil.

Bu, kadının vücudunun durumuyla alakalıdır, başka bir şeyle değil. Bir de rahat olmasıyla. Eğer bacaklarınız güzelse, beş çocuk da doğursanız, mini etek giymeye devam edebilirsiniz. Belki gündüz gözü Beyoğlu’na çıkmazsınız ama rahat ettiğiniz ve taşımayı becerebildiğiniz sürece bence hiç sorun yok.

SİZE NE KARDEŞİM!

Geçen sabah işe gitmek için giyindim. Eşimi, kahvesinin hazır olduğunu söyleyerek uyandırdım. Beni gördü ve gülmeye başladı. O sabah siyah bir etek ve üzerinde yeşil pullardan minicik bir kurukafa olan bir atlet giymiştim. Saçlarımı da iyice tepeden toplamıştım. Neye güldüğünü sordum. Bana gülmüş. Giyinirken kendimi 20 yaşında sanıyormuşum.

Ben 20’likler gibi giyiniyormuşum yani!!!

"Olabilir, bizim ofisin yaş ortalaması 25" dedim ben de.

Oysa o gün tek farklı olan saçımdı. Eteğim de diz boyundaydı ki benim için epey uzun sayılır... Ona 20’lerimde nasıl giyindiğimi hatırlatmam lazım sanırım. Çünkü giyim de zamanla değişiyor. Benim 20’lerimde güzel giyinmek ve güzel görünmek önemli değildi. Genç göstermek gibi bir endişe de yoktu. Hatta ne kadar uçuk kaçık, deli dolu, aykırı; o kadar iyiydi. Abukluklar her gün değişirdi. Simsiyah külotlu çorabıma metal parçalar dikip pantolon diye giydiğimi hatırladım. Onu hálá saklarım ama giymiyorum işte!!! Bakın, ağırlaşıyor insan. Bazı günler giyimimi biraz abarttığımı bilirim. Hatta bazen, böyle bir kılıkta, yanımda Sinan’la yürümüşlüğüm de vardır. Ama tek endişem üzerimdekinin vücuduma yakışmamasıdır. Yoksa çocukla ya da yaşımla alakalı değil. Şişman göstermesin, bir taraftan pörtlemesin, bir yana kaymasın gibi... Anlayacağınız, biz anneler istediğimiz gibi giyinebilir, istediğimiz gibi denize gidebiliriz. Kimse bu konuda bizi çocuk sahibi olma bahanesiyle kısıtlamaya kalkmasın.

Teşekkür ederim, iyi günler dilerim...

Özel Otistik Çocuk Eğitim Okulu eylül ayında eğitime başlıyor

Türkiye’de otistik çocuklar için gerçekten son derece özverili çalışmalarda bulunan Tohum Vakfı, her geçen sene çalışmalarını genişletiyor. Kamu yararına hizmet veren bir sağlık ve eğitim vakfı olarak kurulan Vakıf, ülkemizde ilk defa "Aynı çatı altında otizmin 3 temel eğitimi" olan Özel Eğitim, Konuşma ve Dil Terapisi ve Duyu Bütünlemesi Terapisi hizmetini vermeye başladı. Şimdi de, eylül ayında Özel Otistik Çocuk Eğitim Okulu"nu hizmete açmaya hazırlanıyorlar. Amaç, otizm ve yaygın gelişim bozukluğu olan çocuklara erken tanı konulması, özel eğitim ile topluma kazandırılmasına öncülük edilmesi ve bunun yurt çapında yaygınlaştırılması.

Otistik çocuk eğitiminde öncelik, bireylere günlük hayatta öz bakım ve bağımsız yaşam sağlama becerilerini öğretmek. Bununla beraber giyinmek, elini yıkamak, dişlerini fırçalamak, göz kontağı kurmak, konuşmayı kullanmak gibi sosyal becerileri geliştirmek, bağırmak, tepinmek gibi istenmeyen davranışları kontrol altına almak da eğitimlerin vazgeçilmez parçalarını oluşturuyor.

Otizm eğitiminde temel olan ilkelerden biri de, eğitimin yoğun ve sürekli olması. Dolayısıyla eğitim programının, çocuğun uyku saati dışındaki tüm zamanlarında yani haftada yaklaşık 40 saat eğitimciler ve aile bireyleri tarafından çocuğa uygulanması büyük önem taşıyor.

Tohum Vakfi’nın kurduğu Özel Otistik Çocuk Eğitim Okulu’nun eğitimleri Eylül 2006 itibariyle Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak üç sınıfla başlayacak. Okul, açıldığı ilk yıllarda 0-10 yaş, daha sonra ise 3-21 yaş arası otistik çocukların eğitimi için bir model olacak.

Çocukların eğitimi kadar eğitmenlere de eğitim ve staj olanağı sağlayacak bu okulun en büyük amacı, mümkün olan en fazla sayıda otistik öğrenciye "kaynaştırma eğitimi" vermek ve bu öğrencilerin diğer arkadaşlarıyla birlikte eğitim almalarını sağlamak. Dünyadaki örneklere bakıldığında otistik çocukların yüzde 25 ila 30’u kaynaştırma eğitimine geçebiliyor ki bu çok önemli bir rakam. Özel Otistik Çocuk Eğitim Okulu’ndaki çocuklar 21 yaşına kadar eğitimlerine bu okulda devam edebilecekler. Okulun vereceği eğitimlerin biri de "İşe Alıştırma Eğitimi." Okulda, çocukların eğitiminde dünyada kabul görmüş ve yararlılığı bilimsel olarak kanıtlanmış "Davranışçı Yöntem" metodu uygulanacak. Özel Otistik Çocuk Eğitim Okulu’nun eğitime açılması ile bilimsel çalışmalarla son 25 yıldır araştırmaları yayınlanmış ve sadece otistik çocuklar için geliştirilmiş çağdaş bir müfredat da ülkemize kazandırılmış olacak.

BENDEN SONRA ÇOCUĞUM NE OLACAK KAYGISI

Tohum Otizm Vakfı Başkanı Mine Narin, otizmin geleceği ile ilgili hayalini şöyle açıklıyor: "Her ne gelişim sorunları olursa olsun, tüm çocuklarımızın kendi mahallelerinde, kendi komşuları ve arkadaşlarıyla kaynaştırma okullarına gidebildikleri bir Türkiye hayal ediyorum. Okulu bitirdikleri zaman ise yine doğup büyüdükleri bölgede diğer otistik arkadaşlarıyla paylaştıkları grup evlerinde yaşayabilmeleri ve onlara meslek kazandırabildiğimiz bağımsız bireyler olarak yaşamlarını sürdürebilecekleri bir Türkiye’nin hayali bu. Yani, bir bakıma da bu çocukların anne ve babalarının ’Benden sonra çocuğum ne olacak?’ kaygısını yok etmek."

Mine Narin, otizmin erken tanısının konulması için tüm çocuk doktorlarının ve sağlık ocaklarında çalışan pratisyen hekimlerimizin otizm konusunda eğitilmiş olduğu, otistik çocuk okullarının gelişmiş ülkeler standardında eğitim verdiği ve ülkemizin her bölgesinde otistik çocuk okullarının olduğu bir Türkiye yaratmanın ise hepimizin elinde olduğunu anlatıyor ve ekliyor: "Tohum Otizm Vakfı olarak boşlukların kapatılması için destekleyici hizmetler vermeye ve çeşitli kampanyalarla sesimizi duyurmaya devam edeceğiz."

EĞİTMENLER TÜRK MÜFREDAT ABD’DEN

Vakıf, eğitmenleri, ABD’nin önde gelen ve kaynaştırma oranı en yüksek otistik çocuk okulunun müfredatını öğrenmek ve bu eğitimlerin Özel Otistik Çocuk Eğitim Okulu’nda uygulanmasını sağlamak üzere Princeton Child Development Institute ile bir know-how anlaşması gerçekleştirdi. Tohum Otizm Vakfı, bu kapsamda Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden bir doçenti de vakfın bursu ile ABD’ye gönderdi.

Şimdiye kadar 13 bin otistik çocuğa ulaştılar

Vakıf, kurulduğu günden bu yana İstanbul’daki Özel Eğitim Kursu bünyesinde 221 aileye seminer, 545 otistik çocuğa eğitim hizmeti verdi. Tohum Vakfı, 240 öğretmene de hizmet içi eğitim kursları ve otistik çocukları uygun okula yönlendirme görevini yürüten MEB’e bağlı Rehberlik Araştırma Merkezleri’nde çalışan 50 öğretmene eğitimverdi. 2006 yılında 145 öğretmene hizmet içi eğitim vermeyi planlıyorlar. Vakıf, İstanbul dışında yaşayan 200 aileye verilen eğitimlerin yanı sıra Türkiye çapında otizm tanıtım kampanyası ile 2 bin 700 aileye de otizm hakkında bilgi verdi. Böylelikle Tohum Otizm Vakfı’nın vermiş olduğu eğitimlerle dolaylı olarak toplam 13 bin 77 çocuğa ulaşıldı.

Tohum, Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı İnönü Caddesi, Devres Han. 96/3. Gümüşsuyu,34437 İstanbul.T: 0212 244 75 00 veya

www.tohumotizm.org.tr
Yazının Devamını Oku

Bir başparmak hikáyesi

14 Temmuz 2006
Keanu Reeves’in bir diş hekimini canlandırdığı ve şu sıralar vizyonda olan a giren Başparmak (Thumbsucker) filmini kızı başparmağını emen bir anne olarak izledim. İçsel yalnızlığını başparmağını emerek gidermeye çalışan 17 yaşındaki Justin’in hikáyesinden çıkarılacak çok ders var.

Koca sinema salonunda tek başınaydım. Filmin konusu, çocuğu parmak emen anne-babalar için enteresan. 17 yaşındaki lise son sınıf öğrencisi Justin başparmağını emiyor. Anne bu konuda oğluna karşı anlayışlı olmaya çalışsa da baba daha tahammülsüz.

Çünkü Justin ne zaman başı sıkışsa içe dönüyor ve başparmağını emmeye başlıyor. Okuldaysa kendini tuvalete atıyor ve can simidi gibi başparmağına sarılıyor. Uyurken başparmağı ağzında. 13 yaşında dişlerine tel takılmış. Parmak emme damak ve diş yapısını bozuyor. Justin’in diş doktoru ise Matrix’in yakışıklı oyuncusu Keanu Reeves. Reeves, psikolojiye meraklı bir diş hekimi. Justin’in diş yapısının yeniden bozulmaya başladığını fark ediyor ama yeniden tel takmak yerine hipnoz yapmayı öneriyor.

Hipnoz Justin’in tüm dengelerini altüst ediyor. Sonunda okul anne-babayı çağırıyor. Justin o güne kadar yapamadığı ne varsa başarıyor ama anne ve babasıyla olan ilişkisi hep sallantıda. 17 yaş çocukların dünyasına bakan ’Başparmak’ filmini çocuk sahibi anne-babaların izlemesini öneririm.

EMZİK TUTKUSU

Filmin sonunu söylemeyeceğim. Ama bu başparmak meselesi beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Ne de olsa sevgili kızım iki aylıktan beri başparmağını emiyor. İki yıl öncesine kadar her fırsatını bulduğunda parmağı ağzındaydı. Şimdi sadece uykuya dalarken başparmağını emiyor.

Beş yaşına kadar emzik kullanan biri olarak Nehir’in emzik yerine başparmağını emmeyi bırakacağına inancım vardı. Fikrini aldığım uzmanlar da "Pek çok çocuk, emzik, parmak ya da biberon emme alışkanlığını aşağı yukarı üç yaşlarında terk eder. Bazıları bunu okul çağına kadar devam ettirir ama büyüdüğünü anlayıp bırakır" demişlerdi.

Bu nedenle Nehir’in başparmağını emme alışkanlığını sonlandırmak için harekete geçmedim, zorlamak istemedim.

Başparmakla ilgili çok hikáye var. Kimi anne bu alışkanlığı sona erdirmek için çocuklarının başparmağına oje sürüyor, kimi eldiven ya da çorap geçiriyor. Ama çocuk bunlardan kurtulduğu anda yine başparmağını ağzına alıyor. Terk edilmesi zor bir alışkanlık...

Hele bu filmi seyrettikten sonra Nehir’le ilgili umutlarım iyice azaldı.

Stres, gerginlik, aileyle paylaşmama, kalabalık içinde kendini yalnız hissetme, özgüven eksikliği başparmak emmenin nedenlerinden bazıları. Kızımın hangi duygular içinde bunu alışkanlık haline getirdiğini bilmiyorum. ’Bu işte ne kadar sorumluyuz?’ sorusunun yanıtını vermek çok güç. Dışarıdan bakıldığında yediği önünde yemediği arkasında... Gak deyince su, guk deyince yiyeceğini vermiyor.

VAZGEÇMESİ ÇOK ZOR

Sevgi açlığı çektiğini hiç sanmıyorum. Asosyal bir çocuk da değil. Dişlerinin şekli bozulmaya başladı bile. Nehir görüntüsüne büyük önem veriyor. Kızımı özellikle bu noktadan vurmaya çalışıyorum. Parmak emmeye devam ederse dişlerine tel takılacağını, bunun kendisini mutsuz edeceğini söylüyorum ama bu sözlerim bir kulağından girip diğerinden çıkıyor.

Bana hep söz veriyor. Üç yaşına kadar sağ başparmağını emiyordu. Cerrahi bir operasyondan sonra diğer parmağını emmeye başladı. Şimdi parmağını yatma pozisyonuna göre değiştiriyor.

Geçen yıl okuldan bir form gönderdiler. Formun bir bölümünde çocukların alışkanlıkları soruluyordu. Formu Nehir’le birlikte doldurduğumuz için her maddeyi yüksek sesle okuyordum, o da başıyla onaylıyordu. Parmak emme alışkanlığının olup olmadığı sorusuna geldiğimde "Lütfen anne, yalvarırım olmadığını yaz" dedi. "Nehirciğim yalan yazamayız, sen parmağını emiyorsun" demem fayda etmedi. Saatlerce beni ikna etmeye çalıştı. Tabi formu doğru beyanla doldurdum.

SporOmo’nun Bursa ayağına katıldığımızda Nehir bu sorununu akşam yemeğinde Profesör Yankı Yazgan’la paylaştı. Yankı Yazgan, Nehir’e sınıf arkadaşları arasında bir anket yapmasını, kaç kişinin parmak emdiğini tespit etmesini önerdi. Bu öneri kızımın aklına yattı ama sınıfta kendisinden başka parmağını emen yok.

O akşam Nehir’in çözülme akşamıydı. Kızım bir adım daha ileri gidip, Yankı Yazgan’a benimle yatmaya devam edip etmemesinin uygun olup olmadığını da sordu. Yankı Hoca "Nehirciğim birinden birini tercih et. Parmağını emmeyi bırakırsan annen birlikte yatmanıza olumlu bakabilir" dedi.

Nehir ne mi yaptı? Hem başparmağını emmeye hem de benimle yatmaya devam ediyor...

Emzik ve parmak alışkanlığında ne yapılabilir?

á Bir profesyonel yardımı alın. Gece gündüz uğraşıp çocuğunuzun bu alışkanlığını kırmayı başaramayabilirsiniz.

á Ama işin içine ne kadar çok insanı dahil ederseniz (diş hekimi, büyükanne, büyükbaba, kuzenler) bırakma konusunda motivasyon o kadar büyük olur.

á Çocuklar alışkanlıklarını bir anda terk etmezler, bunu kendilerinin istemeleri gerekir.

á Çocuğunuza büyüdüğünü vurgulayın. Büyük olma isteği çocukluktan kalma alışkanlıkları terk etmesini kolaylaştırır.

á Çocuğunuzun ağzını meşgul etmek için yedek malzemeler temin edin.

á Emzik kullanıyorsa, sınırlandırma getirin. Başarısında övgüyü bol kullanın.

á Biberon eğlencesini azaltın. Süt, meyve suyu yerine biberonuna su doldurun.

á Emziğinin havasını alın. Ucunu keserseniz, emzik emmek için zevk vermez hale gelir.

á Emmenin konforunu başka şeyler ile değiştirin.
Yazının Devamını Oku

Sinan ve bilgisayar

8 Temmuz 2006
Sizi bilemeyiz ama biz yaz okuluna başladık. Bu konu ile ilgili detayları birkaç hafta sonraya bırakmak istiyorum. Şimdilik gözlemlediğim başka bir konudan bahsetmek istiyorum. Benim oğlan, bilgisayara çok meraklı biri değil. Buna sevineyim mi üzüleyim mi bilemiyorum diyemiyorum, çünkü biliyorum. Yaklaşık iki ay önce bir "minicom" sahibi oldu. Bu aleti duymuşsunuzdur belki de, ne kadar detaylı biliyorsunuzdur bilemem. Tamamen çocuklara göre yapılmış bir bilgisayar. Açıp kapama kuralları yok, virüsle uğraşma sorunu yok. Oğlan bilgisayarı çarptı, kırıldı, programlar bozuldu" muhabbeti yok. Daha iyisi, Sinan benim emektar laptopuma sarmıyor artık...

İlk gün eve getirdim aleti ve görünce Sinan’ın gözleri parladı. Hemen beraber kurduk. Ben kurdum!!! İnanılır gibi değil. Sonra oturup ona şöyle bir anlattım durumumuzu. Büyük usta başladı makineyi kurcalamaya...

İnternete girdik beraber. Bazı sitelere baktık. E-kolay.net’in geliştirdiği Minicom standart bir bilgisayarın içindeki tüm programları barındırıyor. Yakında dersler başladığında da ödevleri için pek çok şeyi onunla yapabilecek. İnternet dışında kendi içinde bazı oyunlar ve eğitim programları da var. Sinan en çok el yazısını sevdi. Bir de oyunları tabii...

İlk baştaki heyecanı, takdir edersiniz ki birkaç gün sonra azaldı. İlk başta her okuldan gelişinde bilgisayarının başına geçerken, bir süre sonra unutmaya başladı. Ben henüz müdahale aşamasına geçmediğimden, onu izlemeyi tercih ettim sabırla!

Sonra bir gün eve gelip, "El yazısı çalışma zamanım" diyerek bilgisayarının başına oturdu. Sonraları, günün belli zamanlarında kendi kendine gidip bilgisayarının başına geçti, bir süre oyalandı.

Arkadaşı Derin’in bilgisayara çok daha hakim olduğunu biliyorum. Ama onun babası da öyle. Mesela bilgisayarları söküp tekrar toparlayabilir. Bence oğlunun da bilgisayar başında vızır vızır olması çok normal. Neyse ki müthiş "hakim" bir anne var da, oğlanın kontrolden çıkma ihtimali yok.

BİR BABADAN ANNELERE

Her zaman pek çok konuda kitap takip etmeyi seven biri olmuşumdur. Sağolsun mesleğim de işimi kolaylaştırır. Eskiden pek çok türde kitap geçerdi elime ama artık yayınevleri beni kısıtladı!!!

Şaka bir yana, size elime geçen güzel ve önemli kitapları önermeye devam edeceğim. Bu bahsedeceğim kitabı da bir baba yazdı. "Bu Yayınevi"nden çıkan kitabın adı: Profesyonel Bir Baba’dan Annelere. Yazarı, F. Erkin Ültanır. Hayır, kendisi doktor değil. Ama sadece bir baba da değil. Uzun zamandır çocukla ilgili çok önemli markalardan biri olan Chicco’da çalışıyor. Anlayacağınız, bizim için çok kıymetli olan her bir ürün hakkında her şeyi biliyor. Bu kitapta da ihtiyacımız olan pek çok ürünü nasıl seçeceğimizi, nasıl kullanacağımızı, temizleyeceğimizi, saklayacağımızı, pek çok farklı konuda farklı detayları bulacaksınız. Erkin Bey’in da yazdığı gibi bu kitap "0-3 yaş kullanma kılavuzu." Renkleri ve görüntüsü ile de son derece iç açıcı bir kitap. Benden geçti ama siz kaçırmayın!!!

Çocuğunuzu okula hazırlayın

Yaklaşık 2,5 ay sonra binlerce çocuk ilkokula başlayacak. İlkokula başlayacak çocukların pek çok açıdan okula hazır olması gerekir. Eğitimsel açıdan hazır olsa da, psikolojik olarak ya da sosyal olarak olmayabilir. Bu durumda zorlanması kaçınılmaz olur. Eğer önünüzdeki tatili doğru değerlendirebilirseniz, çocuğunuzu sıkmadan eksiklerini tamamlayabilirsiniz. Eğer anne-baba olarak çocuğunuzun okula başlaması konusunda ciddi kaygılarınız varsa veya okuldaki öğretmenleri size bu konudaki endişelerini aktardıysalar, vakit geçirmeden bir uzmana başvurarak çocuğunuzun okul olgunluğu açısından değerlendirilmesini istemeniz yararlı olur. Uzman Psikolog Suna Polat’ın bu konuda size önemli önerilerine kulak verin. Aşağıdaki noktalara dikkat ederek gereken takviyeleri yapabilirsiniz.

 ONUNLA KONUŞUN: Çocuğunuzla gideceği okul hakkında konuşun. Size okul hakkında sorular sorması için teşvik edin. Okulda katılacağı heyecan verici, keyifli aktivitelerden söz edin. Kendi okul yaşantınız ile ilgili anılarınızı paylaşın. Örneğin, okulun ilk gününde neler yaşadığınızı, okuldaki ilk gününüzün nasıl geçtiğini anlatabilirsiniz. 

ODASINI DÜZENLEYİN: Okula başlamadan önce çocuğunuzla birlikte odasını düzenleyin, okul ile ilgili malzemelerin alışverişini birlikte yapın, bu malzemeleri birlikte masasına yerleştirin. 

MASA BAŞINA ALIŞSIN: Her akşam birlikte kitap okumayı alışkanlık haline getirin ve günün en az 20-30 dakikasını masa başında oturarak herhangi bir faaliyet yapmaya ayırın. Bu faaliyet, resim yapma, resimli bir kitabı inceleme, okula hazırlık kitaplarındaki çalışmaları yapma, makas ve kağıt ile kesme-yapıştırma yapma, bulmaca çözme vb. olabilir. 

BİLGİSİ PEKİŞSİN: Çocuğunuzu başladığı işi bitirme konusunda teşvik edin. Yaptığı işin kalitesi kadar bitirilmesinin de önemli olduğunu vurgulayın. Tekrarlar yapabilmeleri için fırsat yaratın. Çocuklar öğrenmekte oldukları şeyleri sürekli tekrar ederek pekiştirirler. Ayrıca yapabildikleri şeyleri tekrar tekrar yapmak onların yeni bir şeyi denemek için ihtiyaç duydukları güveni oluşturmalarına yardımcı olur.

 KURAL KOYUN: Bütün çocuklar kurallara ve sınırlara ihtiyaç duyarlar. Tutarlı ve sevecen bir disiplin anlayışı ile yetiştirilen çocuklar, hiç sınır konulmayan veya çok fazla sınır koyulan ortamlarda yetiştirilen çocuklardan daha fazla kendilerine güvenli, daha yaratıcı, daha üretken ve daha uyumlu olurlar. 

TASVİRİ ÖĞRENSİN: Çocuğunuza sorular sorun ve onunkileri cevaplayın. Çocuğunuza özellikle sadece evet veya hayır ile yanıtlanmayacak sorular yöneltmeye dikkat edin. Örneğin; küçük çocuklar genellikle parkta yürüyüş yaparken yerde gördükleri yaprakları toplamaktan hoşlanırlar. Bu yaprakların nasıl benzer veya nasıl farklı olduklarını sorabilirsiniz. Bu gibi sorular çocukların analitik düşünmelerine, nesneleri ve kavramları sınıflandırmalarına yardımcı olur. Bu beceriler okul yaşantısında çok gerekli olan becerilerdir. 

SOSYALLEŞSİN: Çocuğunuzu yeni arkadaşlar edinmesi için teşvik edin. Yeni arkadaşlıklar kurmak hem sosyal gelişimi destekler, hem de çocuğun farklı kişilerin farklı bakış açılarının olabileceğini öğrenmesine yardımcı olur.

 KENDİ İŞİNİ KENDİ YAPSIN: Çocuğunuzun evde ne gibi sorumlulukları olduğunu gözden geçirin. Bu sorumluluklar üzerinde zaman zaman konuşun. Gerekirse yaşına uygun yeni sorumluluklar verin. Kendi işini kendisi yapması konusunda da destek verin. Özellikle, yemek yeme, giyinme, temizlik, çanta hazırlama gibi kendisi ile ilgili işleri mutlaka sizin yardımınız olmadan kendi başına yapması için destekleyin Unutmayın, çocuklar ne kadar çok kendi işlerini kendileri yaparlarsa o kadar çok özgüvenleri yüksek olur. 

SAYILARI ÖĞRENSİN: Çocuğunuzla konuşurken sayılarla ilgili temel kavramları fark etmesini sağlayabilirsiniz. Örneğin; kendi boyu ve kardeşinin boyu, kilosu, yaşı gibi özelikleri üzerinde konuşarak, büyük-küçük, uzun-kısa gibi temel matematiksel kavramları günlük yaşamında kullanmasına yardımcı olabilirsiniz. Domino veya zarlarla oynanan masa başı oyunları hem çocukların dikkat sürelerini geliştirmeleri hem de sayı kavramlarını kullanmaları ve tekrar etmeleri açısından yararlıdır.

OKULA BAŞLAYACAK ÇOCUĞUNUZ EYLÜLDEN SONRA DOĞMUŞSA

Yılın son çeyreğinde, yani eylül ayından sonra doğan çocuklar için okula hazırlanma süreci çok önemli. Küçük yaşlardaki çocukların gelişimleri aylar, hatta haftalar içerisinde olur. Dolayısı ile eylül ayından sonra doğmuş olan çocuklar, ay farkı ile de olsa gelişimsel olarak yılın ilk aylarında doğan çocuklardan daha geride olabilirler.

İnce motor becerilerini geliştirmek için... 

Kağıt ve makas kullanılan aktivitelere ağırlık verin. Örneğin çocuğunuzdan gazetede gördüğünüz bir ilanı ya da hoşuna giden bir resmi kesmesini isteyebilirsiniz. 

Değişik renkte kartonları kullanarak birlikte çeşitli şekiller (ev, okul, gemi, uçak, uzay yaratığı v.b.) üretebilirsiniz. Bu tür çalışmaların dikkat süresini geliştirmeye ve yaratıcılığına da katkısı olur. 

Baş ve işaretparmağını kullanabileceği oyunlar yaratabilirsiniz. Örneğin çamaşır asmak için kullanılan renkli mandalları bir sepete doldurun. Daha sonra "en çok mandalı ipe takabilen kazansın" oyunu oynayın. Çocuğunuzun mandalları saymasını ve kimin daha çok mandal takabildiğini bulmasını isteyin. 

Çizgi çalışmalarını içeren kitapları kullanabilirsiniz. Her gün 10-15 dakika birkaç sayfayı birlikte tamamlayın.

UYUMDA SORUN BELİRTİLERİ

 Dikkat süresi çok kısa olan 

Yaşıtlarından daha geç konuşmuş olan 

Yavaş gelişen 

Akran ilişkilerinde sorun yaşayan; arkadaşları tarafından dışlanan 

Anne ve babaya aşırı bağımlı 

Kurallara uyum sağlamada zorlanan 

Sayı, renk, benzer ve zıt kavramlar gibi temel akademik becerileri kazanmakta zorlanan 

İsteklerini ertelemekte zorlanan ve sınır konulduğunda öfke nöbetleri gösteren çocuklar okulda sorun yaşayabilir, dikkat!
Yazının Devamını Oku

Şimdi değişim zamanı

8 Temmuz 2006
Doğduğu günden itibaren Nehir üzerinde uyguladığım NLP yöntemlerini bu işin uzmanı Cengiz Eren’den öğrendim. Çocuklarınız için aşağıdaki yöntemleri uygulamanızı tavsiye ederim. Hepsi denenmiştir. Ama bu kez kendi yol haritam için NLP’ye başvurdum.

Hayatımla ilgili önemli bir karar aldım ama bundan sonraki yol haritamı nasıl belirlemem gerektiği konusunda net değildim. Aslında kafamda çok şey vardı ama hangisine öncelik vermem gerektiğini bilmiyordum. Onlarca soruyla NLP uzmanı Cengiz Eren’in kapısını çaldım.

Loş ışıklı seans odasında berjer koltuğa oturdum. Cengiz Eren ayaklı yazı tahtasının önünde durarak çocukluğumdan itibaren beni etkileyen olayları birer birer gözümün önüne getirmemi istedi. O olaylar içinde öne çıkan ve göğsümün üzerinde baskı yaratan hatıranın ne olduğunu sordu.

Beş yaşındaydım, annem ve babam tartışıyorlardı. Bir karar vermiştim. 10 dakika mesafede oturan babaannemlere gidip yardım isteyecektim. Hava kararmıştı. Mezarlığın yanından ürpererek geçerken karşıma bir köpek çıkmış, korkum daha da artmıştı. Köpekten kaçmak için daha hızlı koşmuştum. Babaannemlere ulaştığımda nefes nefeseydim. Onlar benimle gelmek yerine teselli etmişlerdi. Bir saat sonra amcalarımdan biri beni eve bırakmıştı. Aslında sıradan bir olaydı ama çocukluğumla ilgili hatırladığım en kötü olay buydu.

Cengiz Eren bu olayın bütün yaşamımı etkilediğini söylediğinde tek kaşımı kaldırdım. İçimden ’Yok artık’ dedim. Ama anlattıkları çok enteresandı. Ben otoritenin (anne-baba) tartışması sonucu acı duymuş ve bu acıyı dindirmek için başka bir otoriteye (babaannem-dedem) başvurmuş ama ikinci otorite (babaannem-dedem) acımı dindirmek yerine teselli etmişti. Yani kararım sonucunda hayal kırıklığı yaşamıştım. Bu olayın formülü şuydu; otorite-acı-otorite-acıÖ Köpek ise beklenmedik bir olaydı.

NLP uzmanı Eren’e göre beş yaşında yaşadığım bu olay yaşamımdaki sistematiği oluşturuyordu. Hayatım boyunca karar almaktan hep kaçmıştım. Çünkü ilk aldığım kararda acı çekmiştim. Eren "Bu nedenle karar aşamasına geldiğinde karar almaktan kaçıyor, tezgáhı kurup hep başkalarına karar aldırıyorsun" dedi.

KONTROLLÜ YAŞAM

Bu tespit bir anlamıyla doğruydu. Karar almaktan hep kaçtım çünkü karar demek risk ve macera demekti. Yani beklenmedik olay anlamına geliyordu. Oysa ben beklenmedik olayları beklenir hale getirerek riski ve macerayı sıfır düzeye indiriyorum. Bu da her şeyi kontrol altına almak demekÖ Beni hayatta en yoran şey kontrollü olmak ve etrafımdaki her şeyi kontrol altına almak...

Cengiz Eren, yüzüme dikkatli bakarak "Senin sorunun otorite" dedi. ’Nasıl yani?’ dedim. "Otorite seni hayal kırıklığına uğrattığı için otoriteye karşı güvensizsin, otoriteyle savaş halindesin ve otorite olmaktan kaçıyorsun. Ama bu durum otorite otoriteliğini hissettirdiği zaman ortaya çıkıyor" dedi.

Seans yaklaşık 2,5 saat sürdü. Cengiz Eren çok şey anlattı. Bu sistematiğin kendisini de çok şaşırttığını ifade etti. Çünkü genellikle insanlar karar aldıktan sonra acı çekerlermiş. Oysa ben acı çektiğim için karar almış sonra da yine acı çekmiştim. Acının iyi tarafı benim performansımı üçe dörde katlıyor olması.

Eren’e "Bunların hepsini anladım ama ben bundan sonra ne yapmalıyım?" diye sordum. "Beklenmedik olayları beklenir hale getirmeyeceksin. Risk alacaksın. Ayrıca sen krizlerin insanısın. Kriz anında kafan müthiş çalışıyor. Müthiş bir organizasyon yeteneğin var. Kriz halindeki bir işte otorite olmalısın. Bu özelliklerinin artık farkındasın. Kaynaklarını hayatına uygulamalısın."

Cengiz Eren yüzüne boş boş baktığımı görünce "İstifa kararını vererek hayatında değişim isteğini ortaya koymuşsun. Daha sık karar vermelisin" dedi. Yürü be kızım kim tutar seni...

Çocuklar için NLP yöntemleri

Doğumdan itibaren göğsünüze değişik meyveleri sürerek, bebeğinizin koku alma duyusunu geliştirin. Sonraki dönemlerde baharat, deniz, orman gibi doğal kokular ile deterjan, çamaşır suyu kokularını tanıtın.

İlk günden itibaren dışarı çıkarın. Resim sergilerine götürün, vitrinleri gezdirin. Hayvanat bahçeleri ve lunaparklar renk çeşitliliği açısından çocuğunuzun ilgisini çekecektir.

Her çeşit müziği ayrı ayrı dinletin. Mesela piyanonun, kemanın sesini bir şarkının melodisinde değil, ayrı olarak dinlemesini sağlayın.

İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca televizyon programlarını ve kasetlerini dinletin.

Harfleri, sayıları görsel ve işitsel olarak sırasız öğretin.

Çocuğunuzun odasında, gardırobunun kapaklarına, karyolasına, kısacası görebileceği her yere farklı renklerde káğıtlara matematik, fizik ve kimyada kullanılan formülleri yazın.

Çocuğunuzun çıkardığı sesleri çıkarmaya çalışın. Sonra hoş ve anlamsız sesler çıkararak bebeğinizin bu sesleri takip etmesine çalışın.

Mümkün olduğu kadar bebeğinizi güldürün. Dokunarak gülüyorsa, bir başka duyu ile bunları kaydedin.

Mümkün olduğu kadar fazla nesneye dokundurun, dokunurken isimlerini söyleyin. Bu kadife gibi yumuşak, bu demir gibi sert gibi sözlerle dokunma duyusunu pekiştirin.

Her gün düzenli olarak görmediği yerlerde dolaştırın. Gittiğiniz yerde sesleri, kokuları ve manzarayı görmesini sağlayın.

Bebeğinizi belirli ritimlerde hareket ettirin. Sonra bu ritimlerdeki tempoyu değiştirin.

Bebeğinize masal anlatın. Masal çocuğun zihnini karıştırıp, hayal etmesini sağlar.

Odasına harfler, şekiller, formüller, rakamlar, başka alfabelerden harfler, resimler asın.

Kendisi öğrenene kadar gramer veya başka şekilde düzeltme yapmayın.

Bebeğinizle birlikte nefes alıp vermek, kalbinizin çalışmasını onunkine göre ayarlamak bebeğinizi rahatlatacaktır. Bu nedenle ağladığında, hırçınlaştığında kucağınıza alın ve nefes sayınızı azaltıp onun size uyum sağlamasını bekleyin.

Sorunlarınızla ilgili yapacağınız konuşmaları ya çok sakin bir şekilde ya da onun olmadığı ortamlarda yapmayı unutmayın.

Çocuğunuza bir şey öğretirken bilgiyi 10 saniye boyunca aktarın.
Yazının Devamını Oku