15 Aralık 2006
Her çocuk dünyaya belli bir zeka kapasitesiyle geliyor. Motive eden, hareketli, canlı, etkileşimi zengin ortamlar, zekayı tam kapasiteye çıkarıyor. Olumsuz hitap ve sözler ise kapasiteyi düşürüyor. Kuzenlerimden birinin canı uzun zamandır fena halde sıkkın... Oğluyla arasındaki uçurum giderek açılıyor ve o ipin ucunu artık yakalayamayacağına inanıyor. Belki de sorunu çözümsüz görmesi onu daha fazla bunaltıyor.
Sorunun kaynağı yıllar öncesine dayanıyor. Kuzenimin ilk çocuğu diğer çocuklardan daha farklıydı. 3-4 yaşına geldiğinde yaşıtlarının yaptıklarını yapamayan oğlunun durumunu kabullenemedi. En yakınlarının uzman yardım önerilerine, uyarılarına kulak tıkadı.
O yıllarda ikinci bir çocuk sahibi daha oldu. Oğlunda göremediği gelişmeyi kızında gördüğü için midir nedir, anne-kızın arası, anne-oğlun arasından daha iyi oldu. Sonuçta oğlu okul çağına geldiğinde fiziksel, ruhsal ve zihinsel olarak yaşıtlarının gerisindeydi. Okul hayatı onun bu farklılığını daha net ortaya koyduğu sırada kız kardeşinin hep bir adım ileride olması onu daha fazla geriletti. Anneye olan öfkesini artırdı.
Ama okulu, okumayı hiç sevmedi. Anne itekleyerek oğlunun sınıf geçmesini izlerken, kızı için bir fırsat doğdu ve kızını özel okula gönderdi. İmkanlarının çok üzerinde gerçekleşen bu durumun gerçek bir fırsat olduğunun farkında olan kızı, derslerine dört elle sarıldı. O başarılı oldukça ağabeyi kızdı. Kızgınlığı hem anneye hem de kız kardeşineydi.
Sevmiyor, saygı duymuyor
Kuzenim "Bu çocuk beni yok sayıyor. Annesi olarak görmüyor. Sevmiyor, saygı duymuyor. Yaptığı her hareket beni öfkelendiriyor, benim hareketlerim de onu öfkelendiriyor" dediğinde ona şu soruyu sordum: "Peki sen iki çocuğuna eşit davranıyor musun? Oğlunun yaptığını kızın yapsa, ona da aynı tepkiyi verir misin? Ya da oğluna sık sık senin için çok özel olduğunu hissettiriyor musun?"
Cevap olarak bir şeyler mırıldandı ama o da baştan itibaren bir hatanın içinde olduğunun farkında... Şimdi geçmişi düzeltmek için psikologlardan yardım alıyor. Ama oğluna, neden kendisinin devlet, kız kardeşinin özel okula gittiğini açıklayamıyor. Aslında açıklıyor ama oğlu bu açıklamayı kabul etmiyor. Geçenlerde kız kardeşine fiziksel olarak zarar vermek istemiş. Oğlan artık öfkesini şiddete dönüştürmeye başlamış.
Bir anne-oğlun arasındaki derin uçuruma neden olan olayları benim yorumlamam zor. Ama kuzenimin işi de çok zor. Çocukları biz mi bu hale getiriyoruz yoksa onlar mı bizi bu hale getiriyor?
Akşam eve döndüğümde kafam karışıktı. O karışıklığın içinde aklıma Kansas Üniversitesi’nde iki bilim adamının yaptığı bir araştırmanın sonuçları geldi. Aslında çocuğa ne verilirse onun alınacağını anlatan bu çalışma, kuzenimin durumuna da uyuyordu. Çalışma yeni değil ama çok çok önemli. Hemen internete girip, sizinle de paylaşmak istedim.
Olumlu konuşun
Çünkü Kansas Üniversitesi’nden Betty Hart ve Todd R. Risley adlı iki psikolog, zengin ile fakirler arasındaki uçurumun nedenlerini açıklarken, anne-baba olarak çocuklarımız arasında uçuruma neden olan davranışlarımızı da gözümüze sokuyor.
Psikolog Hart ve Risley’e göre zengin ve fakirler arasında ciddi bir kelime dağarcığı farkı var. Mesela anne-babası avukat, doktor, gazeteci, yönetici olan 3 yaşındaki bir çocuk 1100 kelime bilirken, fakir aile çocuğunda bu sayı 525’e düşüyor. Çünkü profesyonel meslek sahibi aileler çocuklarını birey olarak görüyor. Fakir aileler ise çocuklarını muhatap almadıklarını her fırsatta gösteriyorlar.
Bir saat içinde, varlıklı anne babalar çocuklarına 487 kez hitap (bu hitap tek kelime de olabilir, uzun bir cümle de) ediyor. Fakir anne-babalarda ise sayı saat başına 178’e düşüyor.
Araştırmacılar bu hitapların olumlu mu, olumsuz mu, destekleyici mi, köstekleyici mi olduğunu da incelemiş. Sonuç:
Varlıklı ve profesyonel ailenin çocuğu, 3 yaşına kadar 500 bin olumlu, destekleyici, teşvik edici söz duyuyor. Bu ailelerde çocuğa yönelik engelleyici, köstekleyici, durdurucu söz sayısı ise 80 bin. Şimdi sıkı durun. Fakir ailelerin çocukları ise 3 yaşına kadar 75 bin destekleyici, motive edici olumlu söz işitiyor. Buna karşılık duydukları köstekleyici söz sayısı 200 bin!
İnsaf diyorum! Bu verileri öylesine okuyup geçmeyin. Çok önemli. Çünkü kelime haznesi zengin olan ve destekleyici biçimde hitap edilen çocuklar daha zeki oluyor. Ayrıca bu çocuklar büyüdüklerinde başarıyı daha kolay yakalıyor.
Neden anne-babaların çocuklarına hitap şekli ve olumlu sözler söylemesi önemli derseniz, bunun yanıtını Betty Hart ve Todd R. Risley şöyle veriyor:
"Çocukların zekası ile kelime dağarcığı arasında yakın bir ilişki var. Varlıklı ve profesyonel ailelerin çocuklarının zeka katsayısı 117, fakirlerinki ise 79. Her çocuk dünyaya belli bir zeka kapasitesiyle geliyor. Dünyaya geldiğinde çocuğunuzun zekasının 120 olduğunu farz edin. Eğer çocuğunuzun zekasını iyi işlerseniz kapasitesini yükseltirsiniz. Diğer türlü 110’a düşürebilirsiniz. Motive eden, hareketli, canlı, etkileşimi zengin ortamlar zekayı tam kapasiteye çıkarıyor."
Gördüğünüz gibi ne ekerseniz onu biçiyorsunuz. Çocuğunuzun zeki, mutlu ve hayatta başarılı olmasını istiyorsanız, onunla bol bol konuşun, onu teşvik edin, olumlu sözlerle desteklediğinizi vurgulayın. ’Dur, yapma, beceriksiz, başarısız’ gibi olumsuz sözleri az kullanın. Buna karşılık ’Aferin, çok güzel, muhteşemsin, harikaydın, gurur duydum’ gibi sözleri daha sık kullanın.
Geçmişte yapılan hataların sonuçlarını düzeltmek kolay değil ama hem kendinize hem de çocuğunuza bir şans daha tanıyın. Bugünden itibaren kilometreyi sıfırlayıp yeni bir başlangıç yapmaya ne dersiniz?
Anne-bebek sağlığı buluşması
Önümüzdeki günlerde aktif olarak faaliyete geçecek Prima Enstitüsü, ilk çalışması olan Anne-Bebek Konferansı’nda enstitü doktorlarıyla anneleri buluşturacak. Bebeklerin fiziksel, duygusal ve zeka gelişimleri, cilt bakımı, anne-bebek ilişkisi ve psikolojisi hakkında değerli bilgiler aktaracak ve annelerin sorularını yanıtlayacak.
Konferans alanında anneler için hazırlanan özel Prima Odası’nda Klinik Psikolog Hande Kılınç Kunt, anne-bebek ilişkisi ve anne-bebek psikolojisi üzerine bilgiler paylaşacak. 17 Aralık Pazar günü Harbiye Askeri Müze’de gerçekleştirilecek konferanslara tüm anne-babalar ücretsiz katılabilecek.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2006
Anneliğe adaysanız, hamileliğinizi sağlıklı ve dengeli bir kiloda sürdürmek istiyorsanız, bebeğinizi de sağlıklı bir şekilde kucağınıza almak niyetiniz varsa ya doktorunuzla işbirliği yapın ya da kendi kendinizin diyetisyeni olun. Hayatı boyunca 45-48 kiloda kalmış, 36 bedenden daha büyük giysi satın almamış birinin hamileliği gerçekten feci oluyor. Çoğunluğa göre hamileliğinde kilo problemi yaşamayacak şanslı kadınlardan biri olacaktım. İlk 6 ay, bu söylenenler doğru çıktı. Göbeğim belli belirsizdi. Hele arkadan bakıldığında hamile olduğum için yemin etmem bile gerekiyordu. Ama 6’ncı aydan itibaren elim, ayağım, yüzüm, hatta bütün vücudum şişti.
İnsanın vücudundaki değişimleri kabul etmesi pek kolay olmuyor. Bu değişim yavaş yavaş gerçekleşiyor ama bir gün aynaya baktığınızda "Allah’ım bu ben miyim?" diye sorup "Hayır, bu bir kabus olmalı ve bitmeli" yanıtını veriyorsunuz.
Hamileliğimin son iki ayında öyle bir şiştim ki, anlatmam imkansız. Aslında 14 kilo aldım. Ama kendimi 1 ton ağırlığında gibi hissediyordum. Sanıyorum ruhsal ağırlığım, fiziksel ağırlığımın üstüne geçmişti.
Bana göre hamilelik dönemimde dengeli beslenmiştim. Doktorum her gün bir el ayası kadar et, bir bardak süt, haftada iki gün balık şartı koşmuştu. Hangilerine uyduğumu söylemeyeyim, yanlış örnek oluruz. Çünkü süt midemi bulandırdı, o dönem balıktan tiksiniyordum. Eti de annem hazırlayıp önüme koyduğunda yiyordum. Sonuçta 2 kilo ağırlığında bir çocuk dünyaya getirdim.
Şimdiki hamilelere bakıp gıpta ediyorum. Hamileliklerini takip eden doktorların dışında beslenmeleri için ayrı diyetisyenlere gidiyorlar. Aslında çok doğru yapıyorlar. Çünkü bebeğin anne karnında beslenmesi çok önemli... Çoğu hamile bu dönemi öylesine geçiştiriyor.
Diyetisyene gitme imkanı olmayanlar için Dr. Zeynep Aydenk Köseoğlu ile Arzu Aygen "Anne Adayları Nasıl Beslenmeli?" adında bir kitap hazırladılar. Kitap, hamilelik öncesi ve sonrasını da kapsayan, sağlıklı anne ve bebekler için beslenme uzmanından hayati öneriler ile 60 özel yemek tarifinin yer aldığı beslenme rehberi niteliğinde...
Beslenme konusunda denklem basittir. Sağlıklı beslenerek uzmanların "yap, yapma" listesine uyulduğu sürece doğacak bebek de sağlıklı ve hastalıklara karşı dirençli olur. Hamilelik dönemi, günlük enerji, sıvı, protein, vitamin ve mineral ihtiyaçlarının arttığı bir dönemdir. Temel besin maddelerinden her birinin yeterince ve düzenli alınması gerekir. Hamilelik öncesinde annelerin ideal kilolarına yakın olmaları, anne ve bebek sağlığı açısından önemli. Çünkü zayıf annelerin bebeği zayıf ve hassas oluyor.
Sigara ve alkolü bırakın
İdeal kilosundan fazla olan annelerin ise hem kendileri hem bebekleri risk altında... Hamilelikte genel olarak sebze, meyve, ekmek, et ve süt ürünlerinden oluşan dengeli bir diyet öneriliyor. Yüksek miktarda yağ ve şeker içeren besinlerden uzak kalmakta yarar var.
Bebeklerinin yanında sigara içen anneleri gördüğümde içimden ellerindeki izmariti alıp, yere fırlatmak geliyor. Bu kadınların çoğu hamilelik döneminde de sigarayı bırakmıyor. Oysa hamile kalmayı planlayan veya hamile olduğunu öğrenen anne, sigara alışkanlığını kesinlikle bırakmalı. Çünkü sigara, erken ve düşük kilolu bebek doğumlarına, bebekte solunum yolu problemlerine ve hatta ani bebek ölümüne yol açabiliyor. Alkol alımı da erken doğumun yanı sıra zihinsel problemlere neden olabiliyor. Kahve alışkanlığınız varsa miktarını azaltın. Çünkü yüksek dozda kafein düşük ve erken doğum riskini artırıyor.
Kendisi de bir anne olan beslenme uzmanı Dr. Zeynep Aydenk Köseoğlu, hamileliğe hazırlıktan kilonun korunmasına, besin gruplarından ara öğünlere kadar ihtiyaç duyduğunuz her konuda ayrıntılı bilgiler veriyor. Ayrıca "Dengeli beslenme nedir; günde iki sütlaç yerine bir sütlaç mı yemektir, haftanın her akşamını köfteyle geçiştirmek midir, daha sağlıklı olmak için, ekmeği, pilavı hayattan çıkarıp salata kürüne girmek midir?" sorularının yanıtlarını da Dr. Köseoğlu’nun "Anne Adayları Nasıl Beslenmeli?" kitabında bulabilirsiniz.
Kitapta ayrıca Arzu Aygen’in "anne adaylarına özel" yemek tarifleri de bulunuyor. Yemek tarifleri doktor tavsiyelerini sofranıza taşıyor. Tarifler hamilelerin özel durumu gözetilerek ve lezzetten ödün verilmeden hazırlanmış. Unutmayın insan ne yerse odur. Karnınızda taşıdığınız bebek sizden beslendiği için siz ne yerseniz bebeğiniz o olur.
Hayatı boyunca 45-48 kiloda kalmış, 36 bedenden daha büyük giysi satın almamış birinin hamileliği gerçekten feci oluyor. Çoğunluğa göre hamileliğinde kilo problemi yaşamayacak şanslı kadınlardan biri olacaktım. İlk 6 ay, bu söylenenler doğru çıktı. Göbeğim belli belirsizdi. Hele arkadan bakıldığında hamile olduğum için yemin etmem bile gerekiyordu. Ama 6’ncı aydan itibaren elim, ayağım, yüzüm, hatta bütün vücudum şişti.
İnsanın vücudundaki değişimleri kabul etmesi pek kolay olmuyor. Bu değişim yavaş yavaş gerçekleşiyor ama bir gün aynaya baktığınızda "Allah’ım bu ben miyim?" diye sorup "Hayır, bu bir kabus olmalı ve bitmeli" yanıtını veriyorsunuz.
Hamileliğimin son iki ayında öyle bir şiştim ki, anlatmam imkansız. Aslında 14 kilo aldım. Ama kendimi 1 ton ağırlığında gibi hissediyordum. Sanıyorum ruhsal ağırlığım, fiziksel ağırlığımın üstüne geçmişti.
Bana göre hamilelik dönemimde dengeli beslenmiştim. Doktorum her gün bir el ayası kadar et, bir bardak süt, haftada iki gün balık şartı koşmuştu. Hangilerine uyduğumu söylemeyeyim, yanlış örnek oluruz. Çünkü süt midemi bulandırdı, o dönem balıktan tiksiniyordum. Eti de annem hazırlayıp önüme koyduğunda yiyordum. Sonuçta 2 kilo ağırlığında bir çocuk dünyaya getirdim.
Şimdiki hamilelere bakıp gıpta ediyorum. Hamileliklerini takip eden doktorların dışında beslenmeleri için ayrı diyetisyenlere gidiyorlar. Aslında çok doğru yapıyorlar. Çünkü bebeğin anne karnında beslenmesi çok önemli... Çoğu hamile bu dönemi öylesine geçiştiriyor.
Diyetisyene gitme imkanı olmayanlar için Dr. Zeynep Aydenk Köseoğlu ile Arzu Aygen "Anne Adayları Nasıl Beslenmeli?" adında bir kitap hazırladılar. Kitap, hamilelik öncesi ve sonrasını da kapsayan, sağlıklı anne ve bebekler için beslenme uzmanından hayati öneriler ile 60 özel yemek tarifinin yer aldığı beslenme rehberi niteliğinde...
Beslenme konusunda denklem basittir. Sağlıklı beslenerek uzmanların "yap, yapma" listesine uyulduğu sürece doğacak bebek de sağlıklı ve hastalıklara karşı dirençli olur. Hamilelik dönemi, günlük enerji, sıvı, protein, vitamin ve mineral ihtiyaçlarının arttığı bir dönemdir. Temel besin maddelerinden her birinin yeterince ve düzenli alınması gerekir. Hamilelik öncesinde annelerin ideal kilolarına yakın olmaları, anne ve bebek sağlığı açısından önemli. Çünkü zayıf annelerin bebeği zayıf ve hassas oluyor.
Sigara ve alkolü bırakın
İdeal kilosundan fazla olan annelerin ise hem kendileri hem bebekleri risk altında... Hamilelikte genel olarak sebze, meyve, ekmek, et ve süt ürünlerinden oluşan dengeli bir diyet öneriliyor. Yüksek miktarda yağ ve şeker içeren besinlerden uzak kalmakta yarar var.
Bebeklerinin yanında sigara içen anneleri gördüğümde içimden ellerindeki izmariti alıp, yere fırlatmak geliyor. Bu kadınların çoğu hamilelik döneminde de sigarayı bırakmıyor. Oysa hamile kalmayı planlayan veya hamile olduğunu öğrenen anne, sigara alışkanlığını kesinlikle bırakmalı. Çünkü sigara, erken ve düşük kilolu bebek doğumlarına, bebekte solunum yolu problemlerine ve hatta ani bebek ölümüne yol açabiliyor. Alkol alımı da erken doğumun yanı sıra zihinsel problemlere neden olabiliyor. Kahve alışkanlığınız varsa miktarını azaltın. Çünkü yüksek dozda kafein düşük ve erken doğum riskini artırıyor.
Kendisi de bir anne olan beslenme uzmanı Dr. Zeynep Aydenk Köseoğlu, hamileliğe hazırlıktan kilonun korunmasına, besin gruplarından ara öğünlere kadar ihtiyaç duyduğunuz her konuda ayrıntılı bilgiler veriyor. Ayrıca "Dengeli beslenme nedir; günde iki sütlaç yerine bir sütlaç mı yemektir, haftanın her akşamını köfteyle geçiştirmek midir, daha sağlıklı olmak için, ekmeği, pilavı hayattan çıkarıp salata kürüne girmek midir?" sorularının yanıtlarını da Dr. Köseoğlu’nun "Anne Adayları Nasıl Beslenmeli?" kitabında bulabilirsiniz.
Kitapta ayrıca Arzu Aygen’in "anne adaylarına özel" yemek tarifleri de bulunuyor. Yemek tarifleri doktor tavsiyelerini sofranıza taşıyor. Tarifler hamilelerin özel durumu gözetilerek ve lezzetten ödün verilmeden hazırlanmış. Unutmayın insan ne yerse odur. Karnınızda taşıdığınız bebek sizden beslendiği için siz ne yerseniz bebeğiniz o olur.
Tüp bebekte son gelişmeler
İleri yaşta anne olabilme şansından tek bir spermle babalık şansına, dondurulmuş embriyodan tüp bebekteki en son yöntemlere kadar merak ettiğiniz her sorunun yanıtını bu hafta sonu yapılacak ’Sağlık Sohbetleri’nde bulabilirsiniz.
Bahçeci Kliniği-Alman Hastanesi Tüp Bebek Merkezi işbirliğinde halka açık, ücretsiz yapılan Sağlık Sohbetleri’nde kısırlık ve tüp bebek tedavilerinde gelinen nokta anlatılacak. Toplantı "Yumurta ile spermin buluşması" belgeseli ile başlayacak.
Prof. Dr. Mustafa Bahçeci başkanlığında yapılacak toplantıda, "Çocuk sahibi olma şansınız ne kadar, kimler kısırlık tehdidi altında, kısırlık cinsel hayatı bitiriyor mu, genetik hastalığı olan çiftler de bebek sahibi olabilir mi" sorularının yanıtları verilecek.
Sohbet toplantısı 9 Aralık 2006 Cumartesi (yarın) saat 11.00-13.00 arasında Alman Hastanesi Konferans Salonu’nda yapılacak. Katılımcılar, önceden yapılan tetkikleriyle gelerek ücretsiz muayene ve danışmanlık hizmetinden de yararlanabilirler.
Hayykitap’tan çıktı
Hamilelere yönelik hazırlanan "Anne Adayları Nasıl Beslenmeli?" adlı kitap Hayykitap’tan çıktı. Kendi kendinizin diyetisyeni olmak istiyorsanız, kitaptaki önerileri dikkate alın
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2006
Geçen hafta sonu dünyanın dört bir yanından 350’yi aşkın bilim adamı Roma’da toplandı. Milupa’nın bir araya getirdiği otorite sayılan akademisyenler, bebek bağışıklığı ve sağlığı konusundaki önemli gelişmeleri anlattılar.
Roma’ya ayak basar basmaz soluğu Vatikan’da aldık. Dünyanın dört bir köşesinden gelmiş 350’yi aşkın bilim adamıyla birlikte Vatikan’da çok özel bir tura katıldık. İki saatin sonunda ise ikinci durağımız İspanyol merdivenleri, arkasından Aşk Çeşmesi’ydi.
Aşk Çeşmesi’ni ziyaret benim için önemliydi. Çünkü Milupa’dan uluslararası sempozyum daveti aldığımda ilk sorum "Aşk Çeşmesi’ne gitme olanağımız olacak mı?" oldu. Roma’ya kadar gidip, dilekte bulunmadan dönmek olmazdı. Bu ısrarımda, arkadaşlarımın Aşk Çeşmesi’nde tuttukları dileklerin bir bir gerçekleşmesi de etkili oldu.
Elimde bir torba bozuk parayla çeşmenin başına dikildim. Hamileliğinin son aylarını yaşayan Nazire yıllar önce "Bir oğlum olsun" dileğinde bulunmuş. Dileği gerçekleşince benden çeşmeye yeniden para atmamı istedi. Anneannem üç torunu için iş, iki arkadaşım aşk, kızım ise uzun oyuncak listesi için dilek parası vermişti. İçine düştüğüm durumu bir düşünün... Dilekleri tek tek söyleyip, paraları çeşmeye attım. Ortaya çıkan görüntü tam Youtube’luktu.
Tarihi Roma şehri, biz anneler için geçen hafta sonu çok önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Akademisyenlerin yanı sıra anne ve çocuk sağlığı konusunda otorite sayılan bilim adamları araştırmalarda gelinen son noktayı anlattılar. İtalya, Milano Üniversitesi’nde Neonatoloji Profesörü, Milano’daki Macedonio Melloni Kadın Doğum Hastanesi Perinatal Patoloji Departmanı Müdürü ve İtalyan Anne Sütü Bankası Başkanı Guido Moro, beslenme araştırmalarının gelecekte çok daha fazla önem kazanacağını söyledi.
Profesör Moro "Eldeki veriler heyecan verici ve biz şimdilik olasılıkların üstünde çalışıyoruz. Yeni prebiyotikli mama formülü, bebek beslenmesinde önemli bir adımı temsil ediyor. İlk defa olarak, özel prebiyotik karışımlı bebek formülünün bağışıklık sistemini düzenleyebildiği ve bebeğin dünyaya geldiği ilk aylarda atopik dermatit ve enfeksiyon riskini azalttığı kanıtlandı. Bu kanıt, besinlerin bağışıklık sistemi üzerindeki etkilerini daha derinlemesine araştırmak için önemli bir başlangıç noktasıdır" dedi.
Doğumdan sonra, bağışıklık sisteminin olgunlaşması birkaç yıl alıyor. Bu, bebeklerin ilk başta enfeksiyonlara karşı daha savunmasız olmaları anlamına geliyor. Yeni doğanlarda ekstra koruma ve destek faydalı olabilir. Anne sütü, enfeksiyonların önlenmesine yardımcı olmak için bebeğin bağışıklık sistemini güçlendirerek bu görevi yerine getiriyor. Bir bebek beslenirken, prebiyotikleri ve antikorlar gibi değerli koruyucuları da almış oluyor.
Prebiyotikler anne sütünün önemli bir kısmını oluşturuyor.
Anne sütündeki prebiyotiklerin bebeğin bağışıklık sistemini güçlendirmede önemli bir rol oynadıkları kanıtlandı. Prebiyotikler, bebeğin sindirim kanalındaki milyonlarca iyi bakteri için besin görevi üstleniyor ve yararlı bakterilerin gelişip sayılarının artmasına yardımcı oluyor. Son bilimsel çalışmalar, bu koşulların yaratılmasının ishalin ve egzama gibi çeşitli enfeksiyon ve alerji türlerinin azaltılmasına yardımcı olduğunu gösteriyor.
Her derde deva
Anne sütü, bebeklerin sindirim sistemi enfeksiyonlarına, ishale ve orta kulak iltihabına (otitis media) karşı koruma sağlıyor. Otoriteler, anne sütünün ayrıca, nefes darlığı, astım, egzamaya karşı olası bir koruma sağladığına da dikkat çekiyor. Bütün bunlardan yola çıkarak şu söylenebilir: Erken beslenme dönemi bebeğin sağlığını ve bağışıklık sistemini geliştirmede kilit bir rol oynuyor.
Peki, anne sütü yoksa ya da yeterli değilse ne yapılacak? Bilim adamları anne sütüne en yakın formüllü mamalar için çalışıyor. Anne sütünün en önemli özelliği prebiyotik içermesi. Milupa’nın yeni formüllü mamalarında tıpkı anne sütündeki gibi prebiyotikler bulunuyor. Bu mamaların bebeğin bağışıklık sistemini takviye ederek, enfeksiyon veya egzama riskini azaltması açısından anne sütü ile benzer bir etkiye sahip oldukları kanıtlandı.
Milupa’nın sponsorluğunu yaptığı konferansta konuşmacılardan biri şu ilginç bilgiyi verdi. Alerjik anneler, çocuklarını dört aydan daha uzun süre emzirdiklerinde, çocuklarının alerjik olma ihtimalleri yükseliyormuş. Ancak, bu henüz yüzde 100 kanıtlanmış bir bilgi değil.
Bilim adamları sabah 08.00’den akşam 17.00’ye kadar anne sütü ve yeni formül mamalarla ilgili araştırma sonuçlarını paylaşırken, biz küçük bir kaçamak yaptık. Roma’ya kadar gidip konferans salonundan gerisin geri Türkiye’ye dönmek olmazdı. Roma gezginleri arasında Nora Romi ve Ayşe Aydın da vardı. Ayşe, ikizleri Ege ve Defne’yi, Nora da Sinan’ı babalarına bırakmıştı. Nehir ise anneannesinin emin ellerindeydi.
Biz üç anne sürekli çocuklarımızdan bahsettik. Sanki konuştukça özlemimizi azaltıyorduk. İkinci günün sonunda çocuklarımız burnumuzda tütüyordu. Üçlü sohbetimize sıkılmadan ortak olan Oya ve Begüm’ü tebrik diyorum. Sonuçta onların çok uzak olduğu konuları saatlerce konuştuk, gık demediler.
Çocukları sevindirmek için Roma’nın altını üstüne getirdik. Ama neye el attıysak resmen "cısss" sesi duyduk. Her şey çok pahalıydı. Son dakika free shop alışverişiyle durumu kurtardım.
Kuş tüyü yataklara, etkileyici tarihsel dokuya rağmen iki günden sonra Roma çekilmez oldu. Dileğimi de tuttum. Artık Roma’da kalmam için bir neden kalmamıştı. Evde Nehir’e sarılınca ağzımdan şu sözcükler dökülüverdi; Mal da yalan, mülk de yalan, sensin kızım tek tatlı olan...
Bir öğretmenin çağrısı
Sivas’ın Zara ilçesinde, Mehmet Akif İlköğretim Okulu’nda öğretmenlik yapan Nihat Büyüktepe, öğrencileri için aydınlık gelecek kurmaya gayret gösteren bir öğretmenimiz. Nihat Büyüktepe, okulu ve öğrencileri için yardımlarınızı bekliyor. Zara’daki Mehmet Akif İlköğretim Okulu öğrencilerinin geleceği için elinizi uzatmak istiyorsanız, nihatbuyuktepe@hotmail.com, nihatbuyuktepe@gmail.com ya da nihatbuyuktepe@mynet.com adreslerinden ulaşabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2006
Babasıyla Nehir iki inatçı keçi gibi köprü üstündeler ve birbirlerine yol vermiyorlar. Ama benim kızım daha çok küçük. 45 yaşındaki bir adamla nasıl mücadele edecek? Duygusal zekasıyla yara almadan bu dönemi atlatır mı sizce?
Eskiden "Sizin çocuk bizimkinden daha zeki" sohbetleri yapılırdı. Artık "sizinkinin duygusal zekası bizimkinden daha yüksek" sohbetleri yapılıyor. Herkes komşusunun, arkadaşının çocuğunun EQ’sunu (Emotinal Qutoient), IQ’sundan daha çok merak ediyor. Duygusal zeka kavramı son 10 yıldır hayatımızda var. IQ yerine EQ’su (duygusal zekası) yüksek olan çocuklar daha makbul. Neden derseniz, yanıtı çok basit... Duygusal zekası yüksek çocuk aile, okul, arkadaş ve iş yaşantısında daha başarılı oluyor. Okul yaşantısıyla birlikte Nehir’in IQ ve EQ’sunu birlikte kullanması da önem kazandı.
Aslında bu konuda biraz dertliyim. Çünkü kızımla ilgili hassasiyetimin en yüksek olduğu dönemlerden birini yaşıyorum. Okul hayatında ilk ciddi sınavını verdi. Ama ne yazık ki sonuçlar çok iç açıcı değil. Özellikle matematikte döküldük. Derslerde aktif olan kızımın sınavda neden böyle bir sonuç aldığının peşindeyim.
Ama sınav sonuçları Nehir’in umurunda değil. Çünkü kendini sınıfta 100 alan arkadaşıyla değil, 4’üncü sınıfa giden ve matematikte 30 alan kuzeni Ateş’le kıyaslıyor. Not konusu açılınca "Ama ben Ateş’ten çok yüksek aldım" diyor. Birkaç kez not konusunu açtım, her seferinde kaçak güreşti. Tamam, kızımın üzülmesini istemiyorum ama kendine çeki düzen vermezse karnesini aldığında daha çok üzülecek. Bu arada duygusal yönden de bir boşluk dönemi yaşıyor. 1 aydır babasıyla görüşmüyor. Tüm ısrarlarıma rağmen babasını aramaya ikna edemiyorum. Kırılmış. Babasına sorsanız o da kırgındır. Bayram haftasında Nehir babasının kendisinde kalma teklifini kabul etmedi. Babası da onu aramamakla cezalandırıyor. İki inatçı keçi gibi köprü üstündeler ve birbirlerine yol vermiyorlar. Ama benim kızım daha çok küçük. 45 yaşındaki bir adamla nasıl mücadele edecek? Yaralanmadan bu dönemi atlatır mı sizce?
Okul ve baba boşluğu derken şunu fark ediyorum; Nehir bütün bunlardan etkilenmiyormuş gibi görünüyor. Belki de derinden etkileniyordur ama geliştirdiği savunma mekanizmaları var. Zekası konusunda test yaptırmadım ama kızımı iyi tanıyorum. Nehir’le ilgili anne notum şudur; IQ’su yerlerde sürünüyor ama EQ’da tek geçerim. Uzmanların demesine göre, EQ’su yüksek olan çocuklarda duygusal ve sosyal iletişim becerisi güçlü. Kendi duygularını iyi tanıyorlar, empati yapıyorlar, yardımseverlik gibi iyi meziyetlere sahipler. Duygusal zekası yüksek çocuk hem okulda hem de arkadaşları arasında başarılı görülüyor.
Ben Nehir’de liderlik özellikleri göremiyorum ama öğretmeni ve okulumuzun rehberlik bölümüyle konuştuğumda bu özelliğin var olduğunu söylüyorlar. İyi bir liderin EQ’su yüksek olmalıymış. Çocuklarda EQ’nun gelişmesiyle kişiliğin oluşmaya başlaması paralel gidiyor. Çocuk konuşmaya, duygu ve davranışlarını paylaşmaya başladığı andan itibaren EQ’su da gelişmeye başlıyor.
Nehir’in EQ’sunun gelişmesinde birlikte oynadığımız oyunların etkisi olduğunu düşünüyorum. Çocuklar oyunda kendilerini daha iyi ifade ediyorlar. Nehir, arkadaşlarıyla nasıl konuşacağını, problemi nasıl çözeceğini aramızda oynadığımız oyunlarla öğrendi. Ama şunu da unutmamak gerekiyor; EQ gelişiyor ama olumsuzluklar karşısında gerileyebiliyor da...
Anne babanın ilgisizliği, çevre şartlarının uygun olmayışı, geçirilen bazı hastalıklar, iyi eğitim alamaması EQ’yu geriletebiliyor. Eleştiri, yargılama ve şiddetin yoğun yaşandığı ortamda çocuğun duygusal zekası gelişmiyor. EQ’su yüksek olan çocuklarda beş özellik öne çıkıyor. Bu çocuklar kendilerini iyi tanıdıkları için yaşamlarını daha iyi idare ediyorlar. Duygularını idare edebildikleri için olumsuzluklar karşısında kendilerini daha kolay toparlıyorlar. Bir amaçları olduğunda duygularını yoğunlaştırıp, harekete geçebiliyorlar. İnsan ilişkilerinin temelinde yer alan empati yapma yeteneğine sahipler. İlişkileri yürütebilme becerilerinden dolayı sosyal yaşamlarında başarılı sayılıyorlar.
Hayat hiçbirimiz için kolay değil. Dünyanın her yerinde çocuklar bir şekilde mutsuzlar. Her anne-baba kendi çocuğu için debeleniyor. Benim de tüm debelenmem kızım içindir.
Görsel zeka özellikleri
l Yaşıtlarından daha hayalcidir.
l Okurken kelimelerden çok resimleri öğrenir.
l Sayfalarca resimler çizer.
l Sanat etkinliklerinden zevk alır.
l Boyama, çizmeyi zevkle yapar.
l Motif çizme, örnek bulmada çok başarılıdır.
l Harita okumada çok başarılıdır.
l Yolunu bul, yap-boz oyunlarını sever.
l Zihinde görüntüleri, simaları kolay öğrenir ve iyi hatırlar.
Duygusal zeka özellikleri
n Hedefini belirleyebilme becerisi vardır.
n Kendini harekete geçirebilme becerisine sahiptir.
n Ruh halini düzenleyebilir.
n Çevreyle iyi iletişim kurabilir.
n Kendi duygularını tanır.
n Başkalarının duygularını anlama becerisi vardır.
n Tersliklerin üstesinden gelebilir.
n Duygusal yaşantıları ve olayları çabuk öğrenir.
n Olayları araştırma becerisine sahiptir.
Yazının Devamını Oku 17 Kasım 2006
Şiddetin bu denli yoğun yaşandığı günümüzde, çocuklar da bundan nasibini alıyor. Çoğu çocuk öfke ve saldırganlıklarını kontrol edemezken, onların öfke patlamalarını doğru yönlendirmek gerekiyor.
Bizim 2,5 yaşında bir Yaren’imiz var. Ama ne Yaren! Annesi anne olduğuna, babası da baba olduğuna pişman... Hırçınlık dersen onda, öfke dersen onda, sürekli ağlama krizleri yine onda... Uzmanlar, öfke ve kızgınlık duygularının yaşanmasını normal ama yansıtılma şeklinin önemli olduğunu vurguluyorlar. Örneğin, bebekler hoşlanmadıkları veya olumsuz buldukları durumlarla karşılaştıklarında ağlayarak reaksiyon verirken, 2-3 yaş çocukları bağırarak veya vurarak tepkilerini ortaya koyuyor. Belki de Yaren 2,5 yaş krizini yaşıyor.
Davranış Bilimleri Enstitüsü Çocuk-Genç Bölümü’nden Klinik Psikolog Merve Soysal, agresif çocuklarla ilgili önemli bir noktaya dikkat çekiyor: Erken yaşlarda öfke patlamaları doğru yönlendirilmeyen çocuklar, ileride ciddi anlamda sorunlar yaşayabiliyor. Bu nedenle erken dönemlerden itibaren çocuğun verdiği saldırgan tepkilerin nedenlerini anlamaya çalışmak gerekiyor.
Çocukların hep anne-babayı model aldığını söylüyoruz. Davranışların yansıtılmasında da bu kural geçerli... Psikolog Merve Soysal’a göre öfke patlamaları olan çocuğun içinde bulunduğu ev ortamının nasıl olduğuna bakmak lazım. Eğer anne ve baba, sorunları saldırgan bir şekilde ele alıyorsa, çocuğun aynı davranış modelini öğrenmesi kaçınılmaz.
Aslında çoğu çocuk durup dururken agresifleşmiyor. Kendine yakın bulduğu birinin ölümü, yeni kardeşin doğumu, başka bir eve taşınma, anne-babanın boşanması, çocuğun agresif davranışlarını artırabiliyor. Eğer ortada buna benzer sebepler yokken çocuğunuz saldırgan ve agresif tepkiler veriyorsa, dikkat! Çünkü aile içinde bu tür davranışlar telafi edilse bile okul yaşantısıyla beraber sorunlar çıkıyor.
İsteklerine boyun eğmeyin
Öncelikle sınıfta ’öfkeli ve agresif’ olarak etiketlenen çocukların zamanla okulda da kötü bir ün sahibi olduklarına şahit oldum. Bu çocukları arkadaşları dışlıyor, öğretmenleri de yaka silkiyor. Psikolog Merve Soysal "Çocuklar bir süre sonra bu durumla başa çıkmak için değişik davranışlar geliştirir. Ya ilgisini kaybedip okuldan soğur ya da okulun kabadayısı haline gelir. Bu noktadan sonra değişim daha zor olacağından baştan bazı önlemler almak gereklidir" uyarısında bulunuyor.
Her zaman olduğu gibi öfke kontrolünde sorun yaşayan çocukları yetiştirirken biz anne babalara büyük görev düşüyor. Bunun anlamı şu; çocuğunuzun öfke kontrolünün zayıf olduğuna inanıyorsanız, etkili disiplin yöntemlerini uygulamanız gerekiyor.
Disiplini ev içinde sağlamaya çalışırken onlara aynı kuralları defalarca hatırlatmayın, bağırmayın. Uzmanlar, bu tip çocuklara, yerine getirmesi gereken herhangi bir sorumluluğu veya uyması gereken bir kuralı ’bozuk bir plak’ gibi söylemek, yalvaran veya kızgın bir ses tonu ile konuşmak yerine sakin, kısa cümlelerle, göz kontağı kurularak anlatılmasını öneriyorlar.
Alışveriş merkezleri çocukların agresifleştiği noktaların başında geliyor. Çocuklar istediği alınmadı diye ağlayıp, tepiniyor. Çoğu anne-baba, bu duruma bir son vermek için çocuğun isteklerine boyun eğiyor. Bu da çocuğun bu davranışı öğrenmesine neden oluyor.
Eskiden biz anne-babamızın kaş, göz işaretinden nerede duracağımızı bilirdik. Çocuklarımıza da beden dilini okumayı öğretmek gerekiyor. Çocukları agresifleştiren bir diğer konu da rekabet. Özellikle okul ortamında kazanmak-kaybetmek onlar için çok önemli. Kaybetmenin de kazanmak kadar olağan bir durum olduğunu anlatmak lazım.
Bu konuda ben de dertliyim. Çünkü Nehir hep kazanmak istiyor. Kaybettiğinde agresifleşiyor mu? Hayır, ama çok üzülüyor. Ben de kızımın üzülmesine dayanamıyorum. Acaba üzülüp içine kapanması yerine biraz öfkelenip deşarj olması daha mı iyi olur?
Agresif çocukla mücadele yolları
Öfkesini kontrol etmekte zorlanan çocuğunuzla, duygular hakkında etraflıca konuşun.
Kızgınlık duygusunun hangi öfkeli davranışlara sebep olduğunu ve bunun insanların hayatında nasıl olumsuz durumlara yol açtığını ayrıntılarıyla konuşun.
İletişim becerileri zayıf olan çocuklar, kendilerini ifade ederken zorlandıklarında agresifleşirler. Bu sebeple ona kendini ifade etmesi için değişik ortam ve durumlar yaratın.
Karşılaştığı problemleri çözme becerisi zayıf olan çocuklar, herhangi bir sorunla karşılaştığında paniğe kapılıp öfkeli davranışlar sergiler.
Başınızdan geçen ufak problemlerden onun yaş dönemine uygun olanlarını anlatıp, beraber çözüm yolları oluşturun.
Öfkeli veya saldırgan bir davranışını ödüllendirmemeye özen gösterin.
Sorunlarla başa çıkmak için çocuğunuzun analitik düşünmesini sağlayın. Karşısına çıkan problemle ilgili bahaneler üretmek yerine önce var olan sorunu tanımlamasını, karşısındakine değil soruna odaklanmasını öğretin.
Yazının Devamını Oku 10 Kasım 2006
Bir kampanya başlatalım. Kampanyamızın adı "Biyolojik anne-babalığa hayır!" olsun. Adam gibi anne-babalık yapanlar çocuk doğursun. Bu konuda tereddütte olanlar ya doğum kontrolü yapsın ya da kendini kısırlaştırsın.
Nehir, Nergis, Nilgün, Nesrin, Nur, Nihan, Nil, Nagehan, Nükhet, Nurcan... Sizce tüm Türkiye’yi ayağa kaldıran 17 aylık N.N.B’nin adı bunlardan hangisi? Talihsiz bu çocuk bizim çocuklarımızla adaş ama ya yaşadıkları?
Nedense bu ülkenin insanları balık hafızalıdır. Hatırlasanıza, üç-dört ay önce babası ve üvey annesi tarafından dövülerek öldürülen bir başka çocuk için ah-vah etmiştik. Sonra annesi tarafından üzerinde sigara söndürülerek işkence edilen başka bir çocuğa daha üzüldük. Ama ağzından bırakmadığı emziğiyle tanıdığımız 17 aylık N.N.B’ye yapılanlar hepsinin üzerine tuz-biber ekti.
Anneler, babalar, büyükanneler, büyükbabalar, çocuk sahibi olmayanlar bile minik kıza yapılanlar karşısında büyük tepki gösterdi. Ama gördüğünüz gibi hepimizin eli kolu bağlı. Anne önce kayboldu, sonra yeniden tutuklandı. Pardon o kadına "anne" dememek gerekir. Çocuklarına karşı bu kadar vicdansız olan kadınlar karşısında kanım donuyor. Mantıklı düşünemediğim gibi o kadınları (anne diyemiyorum) bir yere oturtamıyorum. N.N.B’yi doğuran kadını şimdi ölüm korkusu sarmış. Tek kişilik hücrede kalmak istemiş. Kendisine işkence yapılmasından korkuyor.
Çocuklarına bu işkenceyi yapanlar, yapılmasına müsaade edenler, çocuklarını terk edenler, gay rimeşru doğurdukları birkaç günlük çocuklarını çöp kutusuna atanlar... Bu kadınlar hangi vicdanla bunu yapıyorlar bilemiyorum ama herkes anne-baba olmamalı.
Çocukları üzerinde hiçbir sorumluluk hissetmeyen babaları "biyolojik baba" diye yerden yere vururken, 17 aylık N.N.B’nin annesini de aynı kategoriye koyuyorum. "Biyolojik anne"...
Bu ülkede büyük travmalar yaşayan kaç çocuk vardır? Ya da kaç "biyolojik anne-baba"? 17 aylık N.N.B’nin olayında cezaevine konulan babalardan birinin 17 yaşındaki kendi öz kızını erkeklere pazarladığı için daha önce gözaltına alındığını öğrendik. Düşünün henüz çocuk yaştaki kızını başka erkeklere pazarlamakta beis görmeyen bu adam (baba diyemiyorum) başkasının çocuğuna neler yapmaz? Ya da ne kadar vicdanlı davranır?
Utandıran tablo
Bu olay bizim için milat olmalı. Takkeyi önümüze alıp düşünmemiz gereken bir yerdeyiz. İnternette arama motorlarında çocuk pornosu (child porn) yazıp arayan ülkeler arasında Türkiye, Türkiye’de de üç kent ilk üç sırayı paylaşıyor. İzmir, İstanbul ve Ankara... Bu üç kenti Yeni Zelanda’da Auckland ile Amerika’da Seattle izliyor. Bu aslında utanç tablosudur.
Bu ülkede çevrelerinde iyi huylu, kibar olarak tanınan, yüksekokul mezunu, çoğunluğu bekár, bilgisayar ve internet bilgisi yüksek, maddi durumları orta veya yüksek kişiler çocuk pornosuna meraklı. Bu bilgiyi Emniyet’teki Bilişim Suçları Büro Amirliği veriyor. Çocuk pornosuna meraklı bir adamın nasıl bir baba olacağını tahayyül bile edemiyorum.
İzmir Karşıyaka Çocuk Yuvası’nda vücudundaki yaralar gün geçtikçe iyileşirken ruhundaki yaralar tam aksine derinleşen N.N.B’nin yaşadıkları belki bu ülkede bazı dengelerin değişmesine neden olur. "Bir musibet bin nasihatten iyidir" derler. N.N.B, bu ülkenin yaşadığı son musibet olsun.
Herkes tepkisini bir şekilde ortaya koydu. Ben ise hálá kaskatı durumdayım. Tepkiliyim ama çözüm önerilerim de mevcut. Öncelikle cezaevinde tutulanlarla ilgili... Bu işe karışanlara verilmesi gereken cezalarla ilgili iki görüş mevcut. Bazıları bu vicdansızların cezasının mahkemeler tarafından verilmesinden yana. Bazıları da bu adamlar için cezaevi raconunun uygulanmasını istiyor. Ben de raconun uygulanmasını isteyen bazıları arasında yer alıyorum.
Şefkatli kollar kucaklamalı
N.N.B devlet koruması altına alındı. Hastanede üçüncü gününde kollarını açıp birilerini kucaklamak istediğini öğrendik. Galiba minik N.’nin derin yaralarını devletin şefkatli kollarından çok çocuk özlemi içinde yanıp tutuşan, biyolojik anne-baba olamamış birilerinin şefkatli kolları daha çabuk iyileştirir. Çünkü devlet, Çocuk Esirgeme Kurumları’nda kalan binlerce çocuğu şefkatli kollarıyla kucaklamaya çalışıyor. Biyolojik annenin neden olduğu ağır travmayı ancak daha özel bir sevgi tedavi edebilir. Tabii devlet buna izin verirse...
Bu olay kendi anne-babalıklarımızı da sorgulamamıza zemin hazırladı. Kızım benden izinsiz bahçeye çıktığı için pencereyi kapatıp cezalandırdım diye günlerce içim içimi yemişti. Yaptığım bu eşeklik yüzünden kendimi aylarca affedememiştim. Kızım, en güvendiği kişi tarafından, kendini en güvende hissettiği evine alınmamıştı. Kim bilir bu olay Nehir’de nasıl bir travma yaratmış, bu eşekliğim minik kızımın koca yüreğinde ne tür bir yara açmıştı?
Zaten yetersizlik duygusu hiç yakamı bırakmaz. Sürekli kendimi, anneliğimi didiklerim.
Kızımın gözünde gördüğüm en ufak bir ışıksızlık beni günlerce bedbaht ederken, kendi doğurduğu, süt verdiği kızına işkence ve tecavüz edilmesine bir annenin nasıl göz yumduğunu anlayamıyorum. Tepkilerin şiddetine ve yoğunluğuna bakarsak, galiba anlayamayanların sayısı oldukça fazla...
Bir kampanya da biz başlatalım. Kampanyamızın adı "Biyolojik anne-babalığa hayır!" olsun. Mesajımız ise gayet net; Adam gibi anne-babalık yapacaksanız çocuk sahibi olun. Bu konuda tereddütünüz varsa ya doğum kontrolü yapın ya da kendinizi kısırlaştırın. Günahsız yavruların hayatını karartmayın.
Yaraları hızla iyileşiyor
İzmir Karşıyaka Çocuk Yuvası’nda kalan minik N.N.B’nin yaraları hızla iyileşiyor. Aynı talihsizliği belki de başka çocuklar yaşıyor. Eğer çevrenizde böyle vakalar varsa www.cocukistismarinionleme.org adresinden bilgi ve yardım alabilirsiniz.
Fiziksel istismarın çocuklar üzerindeki etkileri
* Fiziksel ceza gören çocuk kaygı yaşar, içine kapanır.
* Çocuğun kendisine saygısı azalır.
* Şiddet, çocukta saldırganlık ve şiddet davranışlarına yol açar.
* Şiddetli fiziksel ceza ile karşı karşıya kalan çocuk korkar, kendisini çaresiz ve değersiz hisseder.
* Çocukluklarında fiziksel ceza gören insanlarda, ilerike yaşamlarında yoğun kaygı, depresyon ve olumsuz sosyal ilişkiler görülür.
* Bir yetişkin olarak gelecekte aynı davranış kalıplarını kendi çocukları üzerinde uygular.
* Şiddetli cezaya maruz kalanların kendi çocuklarını istismar etme olasılığı, bu tür davranış görmemiş çocuklardan 5 kat daha fazladır.
* Babanın anneye saldırgan davranışını gören çocuklar, şiddet kendilerine yönelmese bile kurban durumundadır.
Yazının Devamını Oku 3 Kasım 2006
3 aylık bebeği Eylül’le birlikte intihar eden Fatma Taşsöken’in, doğum sonrası depresyona girdiği sanılıyor. Kadınların yüzde 85’inde doğum sonrası melankolik bir durum görülüyor. Şikayetler genellikle 12 hafta içinde kendiliğinden kayboluyor. Ya uzun sürerse...
Geçen hafta Antakya’da çok üzücü bir olay meydana geldi. 33 yaşındaki Fatma Taşsöken adında genç anne üç aylık bebeğiyle intihar etti. Dünyayı tanımadan annesiyle birlikte ölüme atlayan Eylül bebeğin yaşamı keşke böyle son bulmasaydı. Yakınlarına göre Fatma Taşsöken doğumdan sonra bunalıma girmişti. Aile, intihar mektubunu bulmuş ama geç kalmışlar. Doğum sonrası depresyona girdiği düşünülen genç anne mektubunda, "Benim için yaptıklarınızın karşılığı bu olmamalıydı. Ama kafamın içindeki uğultular bir türlü dinmiyor. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Kızım da son yolculuğumda bana eşlik edecek. Hepinizi çok seviyorum" yazmıştı. Görünen o ki, Fatma Taşsöken, doğum sonra girdiği depresyonu atlatamamış.
Doğum sonrası depresyon en çok doğumdan sonraki birinci ayda görülüyor ama ilk bir yıl tehlike çanları çalmaya devam ediyor. Doğum sonrası depresyona giren kadınlarda sıkıntı, durgunluk, elem, her şeye ağlama, çabuk yorulma, uyku bozukluğu, hayattan zevk alamama, yetersizlik duygusu, bebeğine bakamayacağı düşüncesi, bebeğiyle yalnız kalmaktan kaçınma, bebeğine zarar verme endişesi gibi belirtiler görülüyor. Loğusalık enteresan bir dönem... En az 40 gün loğusa kadın yalnız bırakılmazmış. Halk arasında ’al basması’ diye bir deyimi duymuşsunuzdur. ’Al basması’nın loğusa kadınları psikolojik açıdan yıprattığına inanılıyor.
Doğumdan sonra eve dönüşümüzde bu olayı yaşamamak için anneannem yatağımın başına kırmızı bir örtü, küçük bir çalı süpürgesi ve Kuran’ı Kerim koydurdu. Bu inanç meselesi. Ben inandım, yapılmasına izin verdim.
Farklı düzene geçiş
20 yaşından itibaren çalışan biri olarak günler boyunca işe gitmemek farklı oluyor. Hareketli bir yaşamın içinden yine oldukça hareketli bir yaşama geçtim. Ama bu kez yaptığım şeyler hep aynıydı; emzir, altını temizle, banyo yaptır, üstünü değiştir, çamaşırlarını yıka, ütüle, taze meyve suyu sık, ağlarsa evin bir köşesinden diğer köşesine kadar kolunda sallayarak gezdir, uyuması için salla, gazını çıkar, ninni söyle, sevgi sözcükleri fısılda, mama hazırla, ilaçlarını zamanında ver, sürekli akan salyasını sil. Of ki ne of!
İşte bu of’ların nasıl çekildiği önemli. Eğer evde kalmaktan hoşlanan biriyseniz, loğusalık döneminde bunun keyfini çıkarabilirsiniz. Becerikli ve organizasyonu iyi olan bir kadın, hem çocuğuna bakar, hem evini çekip çevirebilir. Ama ne yazık ki ben bu kategoriye girmiyorum. Organizasyonum iyidir ama çocuk bakma konusunda tecrübesizliğim nedeniyle çoğu zaman işleri elime yüzüme bulaştırdım. Ekstra bir şey yapmam gerektiğinde imdat çığlığıyla annemi yardıma çağırdım. Annem olmasaydı, ben ne yapardım bilemiyorum.
Loğusalık benim en paspal dönemim sayılabilir. Sadece dışarı çıkmak zorunda kaldığımda giyindim. Yoksa sürekli üstümde bir eşofman vardı. Giyime o kadar düşkün olmama rağmen, çocuk hayatıma girince yakam başım birbirine karıştı. Ne zaman işe başladım, işte o günden itibaren kendimi toparladım. İşte bütün bu karmaşa bazılarına ağır gelebiliyor. Zaten uzmanlar kadınların yüzde 85’inde doğumdan sonra melankolik bir durum görüldüğünü söylüyorlar. Bunu doğumun normal bir parçası olarak kabul etmek gerekiyor. Bu durum en sık doğumdan sonraki ilk haftada ortaya çıkıyor. Çoğunlukla 12 hafta içinde şikayetler kendiliğinden kayboluyor. Ancak bu kısa geçiş döneminde ailenin ve eşin anlayışlı davranmaları ve çiçeği burnunda anneye yardımcı olmaları şart.
Stres tetikliyor
Bazı kadınlarda (bu oran yüzde 10-15 civarında), melankoli tablosu iki haftadan uzun sürebiliyor. Uzmanlar bu durumda depresyonun söz konusu olabileceğini ve profesyonel yardım gerektiğini vurguluyorlar.
Doğum sonrası depresyonun nedenleri tam olarak bilinmemekle birlikte doğumdan sonra ani gelişen hormonal değişimlerin etkili olduğu düşünülüyor.
Eşle olan anlaşmazlıklar ve ekonomik problemlerin doğum sonra depresyonu alevlendirdiği söyleniyor. Uzmanlara göre ilk defa anne olanlar, genç yaşta anne olanlar veya eşiyle ayrı olan kadınlar daha yüksek risk altında. Ama önemli nedenlerin başında stres ve bebeğe karşı aşırı sorumluluk duygusunun gelişmesi geliyor.
Yakın çevremdeki bazı kadınlarda enteresan bir durum gözlemliyorum. Bebeklerinin bakımını tek başlarına yapamayacaklarını düşünüp, buna kendilerini de inandırıyorlar. Çocuk emmeyince, kabız olunca, ateşi çıkınca, sırtı terleyince, banyo zamanı gelince strese giriyorlar. Eskiler bu durumu kendi yöntemlerince ne güzel çözmüşler.
40 gün boyunca loğusayı yalnız bırakmazlarmış. Bu da ortalama altı hafta eder. Kadınlar çoğunlukla bu dönemi altı hafta içinde atlatıyor. Eğer yakın çevrenizde yeni doğum yapmış, kendini yalnız hisseden loğusalar varsa bir el atın... Antakyalı Fatma Taşsöken’in olayı gibi faturası ağır olmasın.
Çocuklar için antibakteriyel iç çamaşırı
Antalya’da yaşayan ve 9 yaşında bir çocuk annesi olan Leman Özçilingir, kızı için antibakteriyel, antikanserojen, antialerjik iç çamaşırı kullandığını yazmış. Denizli’de üretilen yüzde yüz doğal, tek kullanımlık Ekopak marka iç çamaşırları sayesinde özellikle bakteri üremesinin önüne geçiliyormuş. Kızların hijyen olmaları çok önemli. Okula giden küçük yaştaki kızların tuvaletten sonra yeterli temizlik yapıp yapmadığını kontrol edemiyoruz.
Leman Özçilingir, ter ve nem tutucu özelliği olan iç çamaşırları kızı için gönül rahatlığıyla kullandığını söylüyor. Bu çamaşırlar seyahatlerde çok işe yarıyormuş, Bu nedenle okul ve hastane kantinleri ile benzin istasyonları, havaalanı ve otogarlarda da satılıyormuş. Şimdilik Antalya, İzmir, İstanbul, Ankara, Ordu’da satışa sunulmuş. Benim hiç dikkatimi çekmedi. 3-10 yaş grubu çocuklar için bedenlerinin yanı sıra S, M, L hatta XL bedenleri de mevcutmuş. Hijyen konusunda gözü arkada kalan anneler deneyebilir.
Uzman önerileri
Kendinizi aşırı derecede yormayın.
Uykunun zihinsel sağlık açısından önemli olduğunu unutmayın.
Bebeğiniz uyurken siz de uyumaya çalışın.
Bebeğinizin hareketleri uykunuzu bozuyorsa onu başka bir odaya almayı deneyin.
Eşinizle vardiya sistemi geliştirin ve bu şekilde bebekten sadece siz sorumlu olmayın.
Bebeğe bakım konusunda etrafınızdaki akraba ve arkadaşlarınızdan yardım isteyin.
Kendinize dinlenecek zaman ayırın.
Gebelik esnasında ve emzirme döneminde beslenmenize dikkat edin.
Kendinizi çaresiz ve güçsüz hissediyorsanız bir psikolog veya psikiyatrdan destek almak için zaman kaybetmeyin.
Yazının Devamını Oku 27 Ekim 2006
Ergenlik dönemi bunalımları meşhurdur. Gürültülüdür, sakardır, ketumdur, saldırgandır, dağınıktır, romantik aşkla ilgilidir. Anne-babalar bu dönemde çocuklarından yaka silkerler. Ben ise Nehir’in ergenlik dönemini düşündükçe soğuk soğuk terliyorum.
Nehir’i yakından tanıyanlar "Bu yaşta böyleyse, 15 yaşındaki hali nasıl olur tahmin bile edemiyorum" diyerek beni kábuslara sürüklüyorlar. Ergenlik döneminde çocukları olanların yakınmaları ise korkularımın üstüne tuz biber ekiyor.
Gerçekten Nehir’in ergenlik döneminden tırsıyorum. Göğüsleri büyüyecek, adet görmeye başlayacak, her şey dağınık kalsın isteyecek, içine veya odasına kapanacak, ev dışında daha fazla zaman geçirmenin yollarını arayacak, arkadaşlarının düşüncelerini bizim düşüncelerimizin önüne geçirecek, romantik aşkların peşinde koşarken derslerini asacak. En küçük tartışmamızda sorunlarının yanında isyankarlığıyla da mücadele etmek zorunda kalacağım.
Geleceği düşünüp, küçük bir simülasyon yaptığımda bile tüylerim diken diken oluyor. Hayır, baş edemeyeceğimden değil... Nehir cıva gibi bir çocuk. Ele avuca sığmadığı gibi sürprizleri de fazla. Sıradan bir ergenlik yaşasa "Üç-dört yıl sık dişini Nilüfer" der, çekerim. Ama her zamanki acayipliğini ergenlikte de gösterirse ayvayı yedim.
Annem ne benim ne de kardeşimin ergenlik döneminde hiç şikayetçi olmadı. Ama her ikimiz de isyanları oynamıştık. İkimiz de okullarımızı değiştirmek istedik. Annem bu taleple karşısına çıktığımızda bizi ne karşısına aldı ne de yanımızda oldu. Olayı hiç dramatikleştirmedi. Sadece içinde bulunduğumuz durumu somut olarak açıkladı. Ne mi yaptık? Tıpış tıpış okullarımıza devam ettik.
Bizim gibi ergenler
Benim ergenliğim de sivriliklerle doluydu. İsyankarlığımı birinci sıraya koyarım. Ama dünün ergeni, bugünün annesi olarak şunu rahatçalıkla söyleyebilirim; benim gibi bir çocukla rahat bir ergenlik dönemi geçiririm.
Çocuklar büyürken her yaşta farklı sorunlarla mücadele ediyoruz. Doğduğu günden itibaren mamasıydı, gazıydı, beziydi, hastalığıydı, aşılarıydı, psikolojisiydi derken insan yıpranıyor. Ben de zaman zaman yorulduğumu, pilimin azaldığını düşünüyorum. Ama çocuk varken pilin bitmesi tolere edilemez!
Bu köşeyi en güzel şekilde size ulaştıran sayfa sekreteri arkadaşım Belgin’in kızı ergenlik dönemini yaşıyor. Zor bir süreç geçiriyor. Bana "Şimdiden kendini yorma. Enerjini ergenlik dönemine sakla. Asıl ergenlik döneminde enerjiye ihtiyaç duyuluyor. Bebeklik döneminde, ilkokul çağında yaşanan sorunların hiçbir şey olduğunu göreceksin" diyor.
Belgin’in sözleri benim korkularımı tetiklemekten başka işe yaramıyor. İstanbullular’ın korku içinde Marmara depremini beklemeleri gibi yüreğim ağzımda Nehir’in ergenlik dönemini bekliyorum.
Erkeklerde ergenlik özellikleri
l Gürültülüdür, sakardır, ketumdur, saldırgandır
l Dağınıktır, temizliğine yeterince önem vermez
l Boyca ve ağırlıkça kızlara göre daha hızlı gelişir
l Cinsellik ve kızlar hakkında daha fazla konuşur
l Ev dışında daha fazla vakit geçirir
Kızlarda ergenlik özellikleri
l Erkeklere göre daha belirsiz ve silik özellikler taşır
l Yaşça büyük erkeklere ilgi duyar
l Romantik aşkla ilgilidir
l Rol yapar
l Konuşkandır fakat bu iletişim kurmaya yönelik değildir
l Olur olmaz şeylere gülme eğilimindedir
Ailelere öneriler
l Sonradan kabul edebileceğiniz şeylere baştan hayır demeyin.
l Sakin olun, fevri davranışlardan kaçınmaya çalışın.
l Sıkıcı, öğüt veren konuşmalardan kaçının.
l Çocuklarınızın söylediklerini anlamaya çalışın.
l İyi bir dinleyici olun, konuşulanların sır olarak kalacağı konusunda onlara güven verin.
l Bu dönemde çocuklar ne yetişkin ne de çocuktur. Bu durumu göz önünde tutarak onun yetişkin davranışlarını destekleyip, çocukça davranışlarda ise bu çelişkiyi yaşatmadan destek olun.
l Yeteneklerini ve ilgi alanlarını tanımaya çalışan çocuğunuzun ilgilerindeki değişkenlik normaldir. Ona bu değişkenliğinde kendini tanımasına fırsat verin.
l Olumsuz davranışlardan önce olumlu davranışları görmeye çalışarak, iletişimi güçlendirip olumlu davranışları pekiştirin.
l Bu dönemde yaşayacağınız aşırı baskı ve cezalandırmalar çocuğunuzu arkadaş grubuna itecektir. Bu nedenle yapıcı eleştiriler kullanın.
l Problemlerinizi kapı aralığında çözmeye kalkışmayın. Problemleri çözmek için yer ve zaman ayırın. Problemi doğru tanımlayın.
l Çocuklarınızın kendi sorumluluklarını üzerinize almayın. Unutmayın, sorumluluklarını ne kadar önce üstlenirse o derece de sorumlu birey olur.
l Kuralların öğretilmesi ve uygulanmasında tutarlı, açık ve kararlı olun.
Yazının Devamını Oku