Nilüfer Kas

Boşanmış babalar ile boşanmış anneler el ele

14 Haziran 2007
Kısa bir süre önce her iki derneğin üyeleri birlikte çalışma kararı aldı. Ortak kaderi paylaşan anne ve babalar artık "ortak velayet" için proje üretiyor. Amaçları ortak velayetin yasalaşması... Her iki dernek web sitelerinde Kelebek’te yayınlanmış yazılarıma yer veriyor.

irkaç ay önce, henüz yeni kurulan Boşanmış Babalar Platformu, Kelebek’te her hafta size ulaşan yazılarımı web sitelerinde kullanmak için izin istedi. Sonuçta daha fazla kişiye yazı yoluyla ulaşmak kadar güzel bir şey olamayacağı için memnuniyetle kabul ettim. Boşanmış Babalar Platformu’nun web sitesini açtığınızda sol üst köşede benim fotoğrafımı görüp yazılarımı okuyabiliyorsunuz.

Bir-iki hafta önce ise üç yıl önce kurulan 40 resmi üyesi, 300’den fazla da katılımcısı olan Boşanmış Anneler Derneği’nden avukat Ayça Özdoğan’dan bir çağrı aldım. Özdoğan henüz yeni yapılandırdıkları web sitelerinde yazılarımı yayınlamak istediklerini belirtiyordu. Ben de konuyla ilgili yazılarımı kendileriyle paylaştım. Birkaç gün sonra Avukat Ayça Özdoğan "Sizi Boşanmış Babalar Platformu sayesinde tanıdığımız için üzgünüz ama bulduğumuz için de mutluyuz" diyordu. İki farklı tarafta yer alan iki derneğin benim yazılarımda ortak duygularını bulmaları bana ilginç geldi.

Her iki dernek de kendilerince haklı gerekçelerle çocuklarıyla birlikte mutlu bir hayat sürme isteğinde bulunuyor. Boşanmış Babalar Platformu, öfkelerinden kurtulamayan bazı annelerin, intikam için çocuklarını kendilerinden soğuttuğu, hatta çocuklarıyla ilişkilerini tamamen kopardığı iddiasında...

Boşanmış Babalar Platformu özellikle "Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu" (EYS) ve Ortak Velayet konularında destek arıyor. Ebeveyne Yabancılaşma Sendromu, çocuğun, velayeti altında olduğu ebeveynin baskıları ve psikolojik etkileri ile diğer ebeveyne karşı düşmanca tavırlar içine sokulması ve ondan soğutulması demek. Sonuçta çocuk, her iki ebeveyni de hayatta olduğu halde sadece bir tanesiyle büyümek zorunda bırakılıyor. Türkiye’de velayet genellikle annelere verildiği için çocukların babalarına karşı yabancılaştıkları savunuluyor.

Boşanmış Anneler Derneği ise çocuklarından değil birbirlerinden boşandıkları bilincinin yerleştirilmesini hedefliyor. Ayrıca toplumda var olan dul kadın, zavallı çocuk, sorumsuz baba etiketlerinin de değişmesi için çaba harcıyorlar.

Ortak mücadele

Kısa bir süre önce her iki derneğin üyeleri birlikte çalışma kararı aldı. Ortak kaderi paylaşan anne ve babalar, artık "ortak velayet" için proje üretiyor. Amaçları ortak velayetin yasalaşması...

Eğri oturup doğru konuşalım. Biz bu adamları-kadınları kötüledikçe, çocuklarımızdan uzaklaştırmaya çalıştıkça, onlar babalarını-annelerini daha çok sevmiyor mu?

Yani aramızdaki kavgayı çocuklarımız ciddiye almıyor. Onlar olaylara duygusal değil mantık çerçevesinde bakıyorlar. Çoğu kez ebeveynine "Bana babamı-annemi kötüleme. O benim babam-annem" diyebiliyor. Ama pek çok kadın ya da erkek bu durumu fark etmiyor, eski eşle kavgaya çocukları dáhil ediyor. Her iki derneğin hedefi ise boşanmada yaşanan çekişmenin çocuğa yansıtılmaması. Ayrı yaşayarak da aile birliğinin devam ettirebileceğini anlatmaya çabalıyorlar.

Nedense bu konular konuşulduğunda gözümün önüne gelen görüntü, bir Yeşilçam klasiği olan "Selvi Boylum Al Yazmalım" filmindendir. Biyolojik babası olmadığı halde, Asya’nın oğlu Samet’e mandolin çalıp sevgiyle şarkı söylediği sahnedir. Filmin sonunda ise tercihini üvey babası Cemşit’ten yana kullanan oğlu Samet’in peşinden giden Asya gerekçesini şu cümleyle özetler: "Sevgi nedir? Sevgi iyiliktir, emektir." İyilikle, emekle çocuk büyüten babaların günü kutlu olsun.

Ortak velayet nedir

Ortak velayet, Amerika’da 33 yıldır uygulanıyor. Her boşanma davasının sonucunda ortak velayet verilmiyor. Tarafların başvurusu üzerine, mahkeme gerek görürse bu hakkı veriyor. Reddedilme olasılığı da var ama bu hakkın yasalarda yeri bulunuyor. Çiftler, ortak velayetin gerekliliğini mahkemeye sunuyor. Çocuk yine bir tarafta kalıyor ancak çocukla ilgili alınacak önemli kararlarda anne ve baba ortak karar veriyor.
Yazının Devamını Oku

Bebek beslenmesinde doğru ve yanlışlar

7 Haziran 2007
Anneler bebeklerini beslerken kaliteye değil, daha çok miktara önem veriyor. Bebeğinizi ek besinlere geçmesinden itibaren doğru beslerseniz, ona bir armağan sunmuş olursunuz.

Yaşına gelmeden tansiyon ilacına başladım. Anneme göre "esansiyal" tansiyonun (nedeni bilinmeyen tansiyon) nedeni yoğun stres altında bulunmam. Ancak, Amsterdam’da tanıştığımız beslenme uzmanı Martine Alles’e göre çocukluk dönemimde aldığım aşırı sodyum yani tuz, esansiyel tansiyonumun nedeni olabilir.

Beslenmenin bütün hayatı etkilediğini artık herkes biliyor. Ama 6 Avrupa ülkesinde annelerle yürütülen kapsamlı çalışma sonucunda hemen hemen tüm annelerin beslenme konusunda suçluluk duygusu, kafa karışıklığı ve endişe hisleriyle boğuştuğu ortaya çıktı. Bu duyguyu hissetmelerinin nedeni; aldıkları farklı önerilerin yanı sıra yapmaları gerektiğini düşündükleriyle yapabildiklerinin yani çocuğa yedirebildiklerinin arasında ciddi uçurumlar olması.

Bazı anneler ek gıdaya geçtiklerinde birkaç çeşit gıdayı tekrarlayarak veriyor. Bu anneler sınırlı sayıda besinlerle beslenmeyi alışkanlık haline getiriyorlar. Oysa metabolizmayı bebeklikten itibaren doğru programlarsanız, çocuğunuzun gelecekte sağlıklı bir yaşam sürmesinin yolunu açmış ve çocuğunuza bir armağan sunmuş olursunuz.

Milupa’nın iki beslenme uzmanı Martine Alles ve Niamh Rice ile Amsterdam’da küçük bir toplantı yaptık. Ticari kaygıları bir tarafa bırakıp, özellikle 0-3 yaş döneminde annelere sağlıklı beslenme alışkanlıklarını kazandırmak için harekete geçtiklerini söylediler. Martine Alles, portföylerinde hiç şeker içermeyen ürünlere de yer verdiklerini, bir yaş öncesine hitap eden ürünlere hiç tuz ilave etmediklerini ve 8’inci aydan itibaren olan ürünlerde özel işlenmiş tam tahıllar kullandıklarını anlattı.

Bu ne anlama geliyor? Kısa ve uzun vadede sağlıklı büyüme ve gelişimi destekleyecek bir beslenme programı oluşturmak, çocuğun ileriki hayatında beslenmeye bağlı gelişen sağlık sorunlarının (obezite ve diğer) ortaya çıkma riskini azaltmak.

Ülkemizde yürümeye yeni başlayan çocukların yüzde 20’si her gün meyve yemiyor ve ortalama günlük tüketim sadece 40 gram. Tavsiye edilen ise en az 70 gram meyve... Bizim çocuklarımızın yüzde 24’ü, 4 aylıktan itibaren yetişkinler için olan ev yapımı yemeklerden yemeye başlıyor. 8’inci aydan itibaren, dört bebekten üçü ailenin kendi için pişirdiği yemekleri ailesiyle birlikte yiyor. Bu da bebeklerimizin tuzla çok erken tanıştığı anlamına geliyor.

Ek gıdaya geçen bebeklerin sebze yerine bisküvi, pilav ve makarnayla karınları doyuruluyor. Onu da bırakın çay, hazır meyve suyu ve abur-cubur tüketimi de bir yaşından önce başlıyor. 1-3 yaş arasındaki çocukların beslenmesinde protein ve meyve az, tatlı ve süt yoğun olarak tüketiliyor.

Bu sadece bize özgü bir durum mu? Hayır. Avrupa’da da gelişmekte olan bebeklerde sebze tüketimi önerilenden az. Ancak anne-babalar sebzeleri; sağlıklı bir beslenme programının vazgeçilmez bir parçası olarak görmek zorundalar. Bebeğinize 8’inci aydan önce ne verirseniz o besine alıştırırsınız.

Miktar değil kalite önemli

Nehir tuzu ve şekeri seviyor. Bu çok normal... Çünkü sebzeyi daha iyi yesin diye tuz koydum, yalancı emziğe alışsın diye de bol bol şekerli su ve ballı su kullandım. Şimdi yemek masasında tuzluğu görmediğinde istiyor. Biraz geç oldu ama ben ise itiraz ediyorum. Tencereye atılan tuzun yeterli olduğunu söyleyip, salataya, balığa hiç tuz koymadan yemesini sağlıyorum. Abur-cubur konusunda ise aldığım tedbirleri bir şekilde deliyor. Yan apartmanımda gazeteci arkadaşım Pervin oturuyor. Penceresini tıklatıp "Pervin abur-cuburun var mı?" dediğini öğrendim. Şimdilik müdahale etmiyorum. Bu küçük kaçamak Nehir’in çok hoşuna gidiyor. Arada sırada abur-cubur yemesinde bir sakınca görmüyorum.

Ancak belli bir yaştan sonra ortaya çıkan hastalıkların temelinde genetik kadar beslenmenin de büyük önemi var. Sonuçta şöyle düşünün; yaşam boyu yağ hücrelerinin sayısı değişmiyor. Bebeklik döneminde karbonhidratı yüksek bir beslenme uygulandığında gelecekte obeziteye davetiye çıkarılmış oluyor. 0-3 yaş döneminde çocuklar 7 kat fazla demire, 4 kat fazla çinkoya, 5 kat fazla kalsiyuma ve 4 kat fazla C vitaminine ihtiyaç duyuyorlar. Oysa aynı yaş grubunda tuz ihtiyacı bir yetişkinin 10’da biri kadar. Anne-babayla aynı yemeği yiyen çocuk, ihtiyacından 10 kat fazla tuz almış oluyor. İleriki yaşlarda nedeni bilinmeyen tansiyon, kalp ve böbrek hastalıklarıyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar.

Annelerin ileriye dönük şişmanlık korkuları yok galiba. Çünkü anneler bu durumu sorun olarak görmüyor. Bebeğinin büyüdüğünü düşünüyor. İsterseniz bugünden itibaren köklü bir değişime gidelim, miktardan çok kaliteye önem verelim.

Çocuklar oyuncaklarını paylaşıyor

Toyzz Shop, oyuncağı olmayan çocuklar için "Oyuncaksız Çocuk Kalmasın!" sloganıyla başlattığı "Altın Kalpler" kampanyası üzerinde çalışmayı sürdürüyor. Firma, bu proje ile çocuklardan kullanmadığı oyuncakları topluyor ve ihtiyacı olan çocuklara ulaştırıyor. Kampanyanın ilk etabında toplanan 5 binin üzerindeki oyuncak, Van Valiliği koordinesiyle Van’da bulunan 50 anasınıfına dağıtıldı. Toyzz Shop, 30 Haziran’a kadar sürecek olan ve gelenekselleştirmeyi planladığı bu kampanyayla diğer doğu illerine de sırayla oyuncak ulaştırmayı amaçlıyor. Projeye katkıda bulunmak isteyen çocukların, kullanmadıkları oyuncakları 30 Haziran’a kadar Toyzz Shop mağazaları içinde bulunan oyuncak sepetlerine koymaları yeterli. Oyuncağını bağışlayan her çocuğa "Altın Kalpler" rozeti takılıyor, ayrıca Eti ürünü ve indirim çeki hediye ediliyor.

Bu sergiyi gezin

AÇEV’i (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) biliyorsunuz. Okul öncesi eğitimin önemini vurgulayan AÇEV, Joker/Maxitoys’un desteğiyle "Renklerle Oynayalım" projesini gerçekleştirdi. Şanslı 15 anne, ünlü ressam Günseli Kato’nun motivasyonuyla çocuklarıyla birlikte resim yaptı. Günseli Kato, çocukların yaptığı resimleri sihirli dokunuşlarıyla tablo haline getirdi. 17 Haziran’a kadar Metrocity alışveriş merkezinde sergilenecek olan eserler, son aşamada AÇEV okul öncesi eğitim programlarına destek fonu yaratmak için satışa sunulacak.
Yazının Devamını Oku

Bencilliğin sorumlusu kim

31 Mayıs 2007
Çocuklarımızı küçük yaşta birey olsunlar diye bilinçli yetiştirmeye çalışır ve onlara "ben" demeyi öğretirken, ölçüyü bazen kaçırıyoruz. Çocuklar artık sorumlulukta en azı, sevgide en fazlasını almaya çalışıyorlar. Dostluğumuz yarı yaşım kadar eski olan arkadaşım, kulağıma fısıldayarak "Bana ’Tek çocukta kalmayın, tek çocuk bencil olur, paylaşmayı bilmez’ derlerdi. İki çocuğum var, ikisi de bencil, paylaşmayı bilmiyor. Bu işin teki, çifti olmuyor. Bence bencillik günümüz çocuklarının sorunu" dedi.

Annesutu.org sitesinin annelik ve çocuk konusunda yazı yazan gazetecilere verdiği "Lider Anne’07" plaket törenindeydik. Bir uzman, çocuklara yapılacak ilk yardım konusunda önemli bilgiler veriyordu. Ancak, arkadaşım hepimizin zihninde kemikleşmiş şablonu altüst eden bir cümle söylemişti. Söylediklerine inanmamış gibi kulağına eğildim: "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

"Sen de öyle düşünmüyor musun?" diye soruma soruyla karşılık verdi. "Tek çocuğu olan anne-babalar çocuklarının bencil olmasından, paylaşımı öğrenememesinden korkar. Çok çocuğu olanlarsa kendilerinin bu sorunları yaşamayacağını zanneder. Oysa tek ya da iki-üç çocuk arasında öyle sanıldığı gibi büyük uçurumlar yok. Kardeşi olan çocuklar da bencil olabiliyor, oyuncağını paylaşmamak için saatlerce kavga edebiliyor. Özel okullarda 15-20 kişilik sınıflardaki çocuklar kadar, devlet okulunda 50-60 kişilik sınıflarda okuyan, kardeş sahibi olan çocuklar da bencil davranışlar sergiliyor" dedi.

Mehtap’ın kızı Zeynep bu yıl okula başladı. Bahçelievler’de bir devlet okuluna devam ediyor. 48 kişilik sınıfta eğitim görüyor. 3 yaşında bir erkek kardeşi var. Ne zaman Mehtap’la telefonda konuşsam, arka fonda çocukların sesini duyuyorum. Çoğunlukla sohbetimiz ağlama sesinin yükselmesi ve bir kardeşin diğerinin elindeki oyuncağı almasıyla kopan çığlıkla kesiliyor.

Sanıyorum çocuklarımızı küçük yaşta birey olsunlar diye bilinçli yetiştirmeye çalışırken, onlara "ben" demeyi öğretirken ölçüyü kaçırıyoruz. "Biz ezildik, başkaları için yaşadık, onlar önce kendileri için yaşasın" diyerek bu düşünceyi hem sözlerimizle hem de davranışlarımızla onlara benimsetiyoruz. Böylece çocuklar kendilerini dünyanın merkezinde hissettikleri gibi kendilerini her şeyin üstünde görüyorlar.

Bencilliklerini körüklüyoruz

Mehtap bu konuda çok dertli. Birden fazla çocuğu olanların arkadaşımla aynı şeyleri yaşadığına inanıyorum. Sevgili arkadaşım "Her hareketimi dikkatle izliyorlar ve diğeriyle olan ilişkimi kayırma olarak algılıyorlar. Zeynep düşüp bir yerini incittiğinde ona müdahalede geç kaldığımı iddia ediyor, ’Ahmet düşseydi ona hemen sarılırdın, daha çabuk koşardın’ diyor. Sevdikleri bir yemek geldiğinde birbirlerinin tabağına bakıyorlar, ’Onun köfteleri daha büyük olmuş’ diye bana küsüyorlar. Kendilerince ’en torpilli’ tabağı kapmaya çalışıyorlar. Çöp denilebilecek bir oyuncak için bile dakikalarca kavga edip sonra bir kenara atıyorlar ve bir daha ilgilenmiyorlar. Aynı oyuncağı aldığımız zaman bile biraz daha iyi görüneni almaya çalışıyorlar. İkisi de birbirine daha eskisini yutturmaya çalışıyor. ’Yemeğin en güzelini ben yiyeyim, en iyi oyuncak bana alınsın, kavgada benim tarafım tutulsun, bana daha çok hak verilsin’ diye hem bizimle hem de birbirleriyle amansız bir mücadelenin içine giriyorlar. Zeynep’e bir günde üç oyuncak alsak bile, ertesi gün Ahmet’e bir oyuncak aldığımızda ’Bana dün almıştınız ama bugün Ahmet’e aldınız, bana hiçbir şey almadınız’ diye ağlıyor. Sevdiği oyuncağı kardeşinin bulamayacağı bir yere saklayıp eskisiyle kandırmaya çalışıyor. Oğlum da iyi bir oyuncak kaptıysa ablası ne kadar yalvarırsa yalvarsın elini sürdürtmüyor. Karşısına geçip onu kızdıra kızdıra oynuyor. Sevgide en fazlasını, sorumlulukta en azını almaya çalışıyorlar" diyor.

Bana göre bencilliğin en güzel tarifi bu cümle. Sorumlulukta en azı, sevgide en fazlasını almaya çalışmak...

Aslında söyledikleri o kadar gerçek ve o kadar hayatın içinden şeyler ki! Bizde de aynı şeyler oluyor. Nehir televizyonda sürekli olarak kendi sevdiği programları seyretmemizi istiyor. Kumanda kazara bana veya anneannesinin eline geçince "Hep sizin istediğiniz şeyler izleniyor" diye sitem ediyor. Aslında suç biraz da bizde... Bencilliklerini körüklemek için bizler taktik vermiyor muyuz?

"Öğretmenine söyle de seni en önde oturtsun, 3 kişilik sıraya oturtmasın. Serviste yerin rahat değilse hostesle konuşayım, yerini değiştirsin, sıkışma. İstersen tiyatro oyununda başrolü alman için öğretmeninden rica edeyim. Seni takıma almaları için koçunla baban konuşsun" demiyor muyuz? Çocuğunun özel muamele görmesi için öğretmenlerin kapısını aşındıranların sayısı sizce az mı? Arkadaşının beslenme çantası getirmediğini gördüğü halde gözünün içine baka baka yiyen çocuklar kimin çocukları acaba? Bu davranışları tek çocuklar kadar kardeş sahibi çocuklar da sergiliyorlar.

"Tek çocuk şımarık olur, bencil olur hatta problemli olur. O yüzden sen ona bir kardeş yap da paylaşmayı öğrensin" cümlesi bana göre artık tarih olmuştur. Bunun teki de bir, çifti de birdir. En iyisi sorumluluğu üzerimize almayalım. Çocuklarımızın bencilliklerini içtikleri suya, soludukları havaya bağlayalım, olsun bitsin.

Yazının Devamını Oku

Cinsellik dersleri

24 Mayıs 2007
Çocuklarınız büyüdüğünde, nasıl bir cinsel kimlik geliştirmelerini istersiniz? Bu sorunun yanıtı sizde gizli... Aslında çocuklar cinselliğe farklı yaklaşımları, anne-babaların sorulara verdikleri yanıtlardan önce tavırlarından algılıyorlar. Ve böylece birbirlerinden farklı cinsel kimlikler geliştiriyorlar.

Çoğumuz cinselliğin yaşandığı ama bir sır gibi saklandığı aile ortamlarında büyüdük. Bu nedenle cinsellikten konuşamadık. Bu suskunluğumuz nedeniyle dilimizde cinsellikle ilgili kelimelerimiz bile yok. Ya doktorlar gibi konuşuyoruz ya da yoğun bir argoyla... Yeni nesil anne-babalar, eski kuşaklar gibi değil. Onlar cinselliği doğal yerine oturtmanın peşindeler. Ama bu kez de "Bu nasıl olacak?" sorusuyla boğuşuyorlar.

Çocuğun sorduğu soruları kendi cinselliğinden ayıramayanlar çoğunlukta. Ayrıca hangi yaşta neyi ne kadar vereceğimizi bilemiyoruz. Bu sebeplerle susmayı ya da ertelemeyi tercih ediyoruz.

Cinsellik konusunda ailelere seminerler veren Psikolog Birsen Özkan, ailelerin üç farklı yaklaşımı olduğunu söylüyor. Birinci grup için cinsellik bir tabu. Çocuğuna "cinsellik ayıp ve günahtır, konuşulmaz" mesajı verir. İkinci grup, birinci grubun abartılmış versiyonu. Ailelerde özellikle erkek çocuğun cinsel organı abartılır ve vurgulanır. Onlara göre cinsellik hoş bir şeydir ve kışkırtan bir tavır vardır. Üçüncü grup ailelerin çocukları cinselliğini keşfeder, tanır ve bırakır. Aile tepki vermez. Aile, cinsel organının diğer organlardan farklı olmadığı mesajını verir.

Aslında çocuklar bu farklı yaklaşımları, anne-babaların sorularına verdikleri yanıtlardan önce tavırlarından algılıyorlar. Ve böylece birbirlerinden farklı cinsel kimlikler geliştirmeye başlıyorlar.

Çocuklarınız büyüdüğünde, nasıl bir cinsel kimlik geliştirmesini istersiniz? Bu sorunun yanıtı sizde gizli... Bizim bu konuda çocuğumuza yaklaşımımıza paradigmalarımız yön veriyor. Paradigmalarımız cinselliğin doğal olduğunu söylüyorsa, sonuç sağlıklı oluyor. Çocuklarınıza sağlıklı modeller sunmuş, doğru mesajlar göndermişseniz, iletişim kurmuşsanız korkulacak bir durum yok.

Uzmanlar "Çocukların üzerinde etkili olabilmek için konuşan ve etkileyen anne babalar olun. Denetlemeye çalışmak ve çocuğu sürekli baskı altında tutmak, ilişkilerinizde sorun yaşatır. Bunun yerine çocuğun kendi kendisini denetlemesine yardımcı olun. Önemli olan bizim olmadığımız yerde çocuk kendi kendini denetleyebiliyor mu, bunu görmenizdir" uyarısında bulunuyorlar.

Suçluluk duymamalı

Özellikle son cümle çocuk yetiştirme felsefesi olmalı... Önemli olan bizim olmadığımız her yerde çocuğun öz kontrol geliştirebilmesi. Belki de o zaman anne-baba olarak gözümüz arkada kalmaz. Ama bu o kadar kolay değil. Çünkü korkumuzdan onları gözümüzün önünden ayırmıyoruz. Sürekli direktiflerle yönlendirmeye çalışıyoruz. Hata yaptıklarında hatalarını biz düzeltmeye kalkıyoruz. Düzgün bir çizgide yürümeleri için sürekli destek veriyoruz. Desteği çektiğimiz anda çoğu hata yapıyor. Cinsellik konusunda bu özdenetimi kurmaları nasıl sağlanır bilmiyorum.

"Okul öncesi dönemde çocuğa, bedensel farklılıklar gösterilmeli, dünyaya nasıl geldiği anlatılmalı ve cinsel tacizden korunmak için ’bedenim benim’ düşüncesi kavratılmalı" görüşüne ben de katılıyorum. Özellikle paranoyak bir anne olarak "bedenim benim" düşüncesini erken yaşlarda Nehir’e verdim. Ona hep "Senin iznin olmadan kimse sana dokunamaz. Dokunmasına izin verme" uyarısında bulundum.

Nehir bunu benimsediğini çok güzel gösterdi. Büyük marketlerin birinde alışveriş yapıyordum. Nehir alışveriş arabasında oturuyordu. Ben de raftan bir şey almak için arkamı dönmüştüm. Nehir’in "Dokunma bana" çığlığıyla irkildim. Yaşlıca bir kadın "Ne şirin şeysin" diyerek Nehir’in yüzünü okşama gafletinde bulunmuş. Kadıncağız yanımızdan kaçarak uzaklaştı. Nehir biraz abartmıştı ama en azından ona öğrettiğim düşünceyi içselleştirdiğini görmüş oldum.

"Duygular coşunca akıl geride kalır..." Bu sözden yola çıkarak şu söylenebilir. Cinsel eğitim almayan çocuklar dürtüleriyle ve bunlara eşlik eden duygularıyla hareket ederler. Arkadaşlarından edindikleri yalan-yanlış bilgilerle ve kendilerini kışkırtan güdüleriyle davranmaları çok normaldir. Bu yüzden anne-babalara büyük görev düşüyor. Gençlerin cinsellikle ilgili algılarını genişletmek ve kararlı davranmaları için; suçluluk duymadan "Hayır" diyebilmeyi, kızgınlık göstermeden "Katılmıyorum" diyebilmeyi, gereksinim duyduğunda "Yardım edin" diyebilmeyi öğretmemiz gerekiyor.

AİLELER NELER YAPMALI

Kardeşleri varsa birlikte banyo yaptırılabilirsiniz.

- Kardeş yoksa kız babayla, erkek anneyle yıkanabilir. Ancak bu durum en geç 5 yaşında bitmelidir.

Cinsellik rahatça konuşulmalı fakat açık seçik yaşanmamalıdır. Sınırı sizler koymalısınız.

Sınır koyarken azarlama, aşırı tepki verme, kaçma olmamalıdır.

4 yaş civarında erkek çocuklar erkek olduklarının kız çocuklar ise noksanlıklarının (cinsel organ) farkına varır.

Okul öncesi dönemde çocuğa, bedensel farklılıklar gösterilmeli, dünyaya nasıl geldiği anlatılmalı ve cinsel tacizden korunmak için "bedenim benim düşüncesi" kavratılmalıdır.

Çocuğu duygusal açıdan coşturacak davranışlara ön ergenlik (9 yaş) gelmeden set çekilmelidir.

Küçük çocukların eğitiminde, soru sorulduğunda cevap vermek ve cevaplarda net olmak çok önemlidir.

Çocuğa nasıl dünyaya geldiğini anlatırken "Biz seni çok istedik" cümlesi çok önemlidir.

Cinsel eğitimi bu yaşlarda anne-baba birlikte vermeli. Bu konuda yayınlamış güzel kitaplar var, bunlar kullanılabilir.
Yazının Devamını Oku

Ailelere altın ipuçları

17 Mayıs 2007
Yüksek sesle müzik dinleyerek ders çalışan, ödev sırasında ayağa kalkıp şöyle bir odayı turlayan çocuklarınıza bağırmayın. Aksine bu yöntemle daha kolay ve daha iyi öğrendiklerini düşünüp onlara destek verin.

eçen hafta yazdığım "Çocuğunuzun öğrenim stilini keşfedin" konulu yazıdan sonra onlarca e-posta aldım. Birçok okur "Ben de çocuğumun öğrenim stilini merak ediyorum. Nasıl ders çalışırsa daha başarılı olur bilmek istiyorum?" diye soruyor.

Çocuğunuzun öğrenim stilini belirlemek için "Bireysel Öğrenme Modeli" testini yaptırmanız gerekiyor. Ancak başka kentlerde yaşayanların uzaktan bu testi yaptırması mümkün görünmüyor. Ortaya bir konu attım, gerisini getirmemek olmaz. Bu nedenle çocuğunu daha iyi tanımak, öğrenim stili hakkında bilgi edinmek isteyen anne-babalara yardımcı olmak için bir tablo hazırladım.

Belki bilgisayar üzerinde yapılan 51 soruluk test kadar net bir sonuç alma imkánınız olmayacak ama en azından çocuğunuzun davranışlarını bu bilgilerle kontrol ederek hangi stilin baskın olduğunu anlayabileceksiniz.

Ayrıca testi yapan Bilfen İlköğretim Okulu Rehberlik Bölümü’nden, anne-baba olarak bu çocuklar için neler yapabileceğiniz konusunda da tavsiyeler aldım. Bu tavsiyelere uyarsanız, çocuğunuzun başarısını artırabilirsiniz.

Artık yüksek sesle müzik dinleyerek ders çalışan, ödev sırasında ayağa kalkıp şöyle bir odayı turlayan çocuklarınıza bağırmayacaksınız. Aksine çocuğunuzun bu yöntemle daha kolay ve daha iyi öğrendiğini bilip destek vereceksiniz. Görsel, işitsel ve kinestetik çocukların öğrenmelerini kolaylaştırmak siz anne-babaların elinde.

İşitsel öğrenenlerin özellikleri

4 Dinleyerek öğrenmeyi tercih eder.

4 Tartışmaya yatkındır ama tartışmanın içinde olmayı değil dışardan dinlemeyi tercih eder.

4 Espri yapmayı ve konuşmayı sever, yüksek ses tonuyla konuşur.

4 Sözel yönergeleri izlemekte başarılıdır.

4 Kolay ezberler ve ezberlediklerini kolay hatırlar.

4 Yabancı dil öğreniminde başarılıdır.

4 Çalışırken müzik dinlemeyi sever.

4 Okumaktansa dinlemeyi tercih eder.

4 Okurken dudaklarını kıpırdatır; okuma hızı düşüktür.

4 Yazılıdan ziyade sözlü sınavlarda başarılı olur.

4 İnsanların yüzlerini unutur ama adlarını hatırlar.

AİLELERE ÖNERİLER

1-
Zaman zaman kitap okuma ve okuduklarını yazarak özetleme çalışmaları yaptırın. Fakat en iyi öğrenme yollarının dinleyerek ve konuşarak olduğunu unutmayın.

Kinestetik (Dokunsal) öğrenenlerin özellikleri

4 Taklit ederek, deneyerek, dokunarak öğrenmeyi tercih eder.

4 Laboratuvar ortamında öğrenmekten ve öğrenme gezilerinden çok hoşlanır.

4 Düşme, itme, çekme, çarpışma son derece doğal davranışıdır.

4 Masa başında uzun süre oturamaz; çalışırken yere uzanır veya yatakta çalışır.

4 Kısa periyotlarda ve hareket ederek çalışır.

4 Yazım hatalarını çok yapar.

4 Okumayı sevmez; okumakta zorlanır.

4 Eşyalarının dağınık olmasından rahatsız olmaz; düzenli olmaya çalışmaz.

AİLELERE ÖNERİLER

1- Ders çalışırken küçük molalar verip yerinden kalkmasına ve hareket etmesine izin verin.

2- Çalıştığı konuyu uygulamasına olanak sağlayın. En iyi yaparak öğrendiğini unutmayın. Zaman zaman ayakta çalışmasını sağlamak için, odasında ayaklı yazı tahtası bulundurun.

3- Çalışma odasında ve masasında, derse konsantre olmasını engelleyecek materyalleri kaldırmasını sağlayın.

Görsel öğrenenlerin özellikleri

4 Çalışmalarında harita, grafik, resim kullanmayı tercih eder.

4 Şekilleri üç boyutlu düşünebilir.

4 Yalnız çalışmayı tercih eder.

4 Sessiz bir ortamda çalışmaktan hoşlanır.

4 Dinleme aktivitelerini sevmez.

4 Sözlü yönergeleri takip etmekte zorlanır; arka arkaya talimat verildiğinde kafası karışır.

4 Çalıştıkları masa ve oda düzenlidir.

4 Kavramları gözünde canlandırarak öğrenir.

4 Çalışırken renkli kalemlerle çalışmayı, önemli yerlerin altını çizmeyi sever.

4 İsimleri ve olayları not alarak öğrenir.

4 Görünüşüne ve kıyafetine özen gösterir.

AİLELERE ÖNERİLER

1- Çalışırken masası dağınık bile görünse kendine has bir düzeni olduğundan müdahale etmeyin. Çünkü bu durum çocuğunuz için bir düzendir ve çalıştığı konuyu hatırlamasına yardımcı olur.

2- Görsel materyallerden daha fazla etkilendiğinden, televizyon ve bilgisayar onun için birer öğretim aracı olarak kullanılabilir. Ancak kullanım saati belirli olmazsa ve izlenen programlar konusunda seçici davranılmazsa, bunlar onun için bir tuzak haline gelebilir.

3- Ders çalışırken konu ile ilgili kavram haritası oluşturması ve kendine has resimli notlar alması başarısını destekler.
Yazının Devamını Oku

Çocuğunuzun öğrenim stilini keşfedin

10 Mayıs 2007
Herkes öğrenebilir ama herkes aynı şekilde öğrenemez. Bir çocuğun öğrenme stili belirlenip, gerekli düzenlemeler yapılırsa başarısı artırılabilir. Bu yazıyı dikkatli okuyun; çocuğunuz nasıl öğreniyor, keşfedin. Önce Howard Gardner’in ’Çoklu Zeká Teorisi’ ile tanıştık. Çocuğumuzun hangi zeká tipine sahip olduğu konusunda kafa yorduk. Şimdilerde kişiye özel öğrenme stillerinden bahsediliyor. Öğrencilik yıllarını geride bırakanlara bir sorum var. Dersi daha iyi nasıl öğreniyordunuz? Hiç ders sırasında ayağa kalkmak, konuşmak istiyor ama yasak olduğu için sıranızda kıpırdayamadığınız oluyor muydu? Müzik dinlerken dersi daha iyi mi anlıyordunuz? Sıcak mı yoksa soğuk mu, loş ışık mı yoksa parlak ışık mı dersi daha iyi anlamanıza destek oluyordu?

"Öğrenmek ve öğretmek için birçok yol var. Herkes öğrenebilir ama herkes aynı şekilde öğrenemez. Bütün çocuklara uyan bir öğrenme stili yoktur. Herkesin en iyi öğrendiği yolu bulup o yolu açmalı ve orada ilerlemeyi kolaylaştırmalı. Bir öğrencinin öğrenme stilini belirleyerek, ona göre gerekli düzenlemeleri yapmak öğrencinin başarısını artırır."

Bu teori Rita Dunn’a ait. Rita Dunn ’Kişiye Özgü Öğrenme Modeli’nin fikir annesi. Dunn’a göre öğrenciye uygun olmayan yollardan bilgiyi öğretmeye çalışmak, onun için katlanılmaz olabiliyor. Bu nedenle okul, öğretmen, anne-baba üçgeninde çocuğun stiline göre öğrenmesinin yolunu açmak çok önemli.

Nasıl öğreniyor

Öğrencilik yıllarımda oturup, sessiz sakin bir ortamda ders çalışamazdım. Mutlaka müzik olurdu. Yazı yazmıyorsam ayakta ders çalışırdım. Şimdi de toplantılarda rahat duramıyorum. Ancak ilk yarım saatte sessiz sakin oturabiliyorum. Yarım saatten sonra sanki iğneler batıyor, kalkıp şöyle bir dolaşmak istiyorum. Nehir ise benim tam tersim, o oturarak, dokunmama izin vermeden ders çalışmayı tercih ediyor.

Bu konuyu okulun rehberlik servisiyle konuşunca devrim sayılabilecek çalışmaların yapıldığını öğrendim. Yeni ilköğretim programının mimarı Prof. Dr. Ziya Selçuk, İstanbul’da Bilfen Okulları’nda, Ankara’da da Maya Okulları’nda eş zamanlı olarak ’Bireysel Öğrenme Modeli’ ile ilgili çalışmalar yürütmüş. Bu süreç, sessiz sedasız iki yıldır sürüyormuş. Önce öğretmenler özel bir testten geçirilmiş. Öğretmenlere "Kolb Öğrenme Stili Envanteri" uygulanmış ve çıkan profile göre eksik yönlerini tamamlamaları için etkinlik önerileri sunulmuş. İşin belkide en zor kısmı bu. Çünkü öğrencinin nasıl öğrendiği belirlense bile öğretmen buna uygun öğretim yapmazsa bir anlamı olmuyor.

Rita Dunn’un Öğrenme Stilleri’nin uygulanması için Türkiye koşullarına uygun özel bir test hazırlanmış. Öğrenciler bilgisayar ortamında 51 sorudan oluşan testten geçiriliyor ardından, ailelere çocuklarıyla ilgili rapor veriliyormuş.

Rehberlik bölüm başkanına "Bütün bunlara neden gerek duydunuz?" diye sordum. Çocuklar bilgiyi üç farklı kanaldan alıyormuş. Görsel, işitsel ve kinestetik (dokunsal). Peki, çocuğumuzu yeniden mi keşfedeceğiz? Veli olarak bana "Çocuğunuzun öğrenim stilini keşfedeceksiniz ve başarısını artıracaksınız" denildi.

Keşke yıllar önce bu stilleri bilmiş olsaydım, ders çalışma stilim garip karşılanmamış olurdu. Ben kinestetik ve görsel öğreniyormuşum. Baskın tarafım ise kinestetik.

Testle anlaşılıyor

Nehir’in nasıl öğrendiğini de merak ettiğimi söyledim. Ona da bir test yapıldı. Nehir’in iki özelliği de eşit oranda baskınmış. Görsel ve işitsel özellikleri ne kadar baskınsa, kinestetik özelliği o kadar geri plandaymış.

Yapılan araştırmalarda her 30 kişiden 22’si bu üç stilden ikisini ya da üçünü taşıyormuş. Toplumun üçte ikisi bu stillerin hepsini, üçte biri ise sadece birini baskın olarak kullanıyormuş. Bazı çocuklar öğretmenin yaklaşımını, bazıları sınıf ortamını öne sürerek derslerden soğuyor. O çocuğu kazanmak daha sonra çok güç oluyor.

Mesela çocuğu müzik dinleyerek ders çalışan kaç anne-baba bu durumu anlayışla karşılıyor? Ya da kinestetik bir çocuğa hiç dokunmadan ders anlatan bir öğretmen o öğrencisine sizce ulaşmış oluyor mu?

Bireysel öğrenme stilleri dipsiz bir kuyu. Nehir’in ve arkadaşlarının bu konuda çok şanslı olduğunu biliyorum. Keşke Milli Eğitim Bakanlığı ülkedeki her öğrencinin öğrenme stilini tespit etse, öğretmenlerini ona göre eğitse de öğrenemeyen öğrenci kalmasa!

Sizin çocuğunuz hangisi

Çocuğunuzun öğrenim stilini öğrenmek için bir test yapılması gerekiyor. Bu özel test, İstanbul’da Bilfen Okulları’nda, Ankara’da Maya Okulları’nda öğrenim gören öğrencilere uygulanıyor.
Yazının Devamını Oku

Uyku terörü

3 Mayıs 2007
Uyurgezerliğin bir bozukluk olduğunu düşünmüyordum. Aile arasında dalga geçilen ve büyüyünce geçen bir durumdu. Ama görüyorum ki uyurgezerlik, uyku terörünün bir parçasıymış. Yatak ıslatma ve uykuda yürüme de öyle. Beş altı yaşlarındaydım. Teyzeme misafirliğe gitmiştim. Hayal meyal gece yarısı teyzemin bana sarıldığını, ’Korkma’ dediğini hatırlıyorum. Uykumda ayaklanmışım, ikinci kattan alt kata merdivenleri inmişim. Ama merdivenlerden yuvarlanmamışım. Teyzem, kapıyı açarken çıkardığım tıkırtıları ve konuşmamı duymuş. 

O günden sonra uyurgezerliğim konusunda çok espri yapıldı. Bir daha yürümedim ama konuştuğumu biliyorum. Zaman zaman anlaşılır, zaman zaman anlaşılmaz bir dil kullanıyormuşum. Şimdi aynı şeyleri Nehir’de yaşıyorum. Nehir uykusunda hiç yürümedi ama yatağın içinde oturdu. Özellikle hastalık dönemlerinde, ateşlendiğinde ve o gün önemli bir durum yaşamışsa bazen anlaşılır, bazen anlaşılmaz bir şekilde konuşuyor. Konuşması sırasında müdahale edersem, eliyle terslediği de oluyor. Sabahları ise çoğunlukla hatırlamıyor.

Çocukların yüzde 25’i geçici veya uzun süreli uyku sorunu yaşıyor.

Çocuklar 2 yaşına gelene kadar yaşamlarının 13 ayını, 2-5 yaş arasında ise yaşamlarının yarısını uykuda geçiriyor. Daha ileri yaştaki çocuklarda ve ergenlerde ise uykuda geçen süre yaşamın yüzde 40’ını kapsıyor. Ancak uyku bozuklukları her dört çocuktan birinde görülüyor.

Uykuya dalma güçlüğü, uykuda yürüme, gece altını ıslatma, horlama, uyku apnesi, huzursuz bacak sendromu sadece gece uykuyu değil, çocukların davranışlarını ve okul başarılarını da olumsuz yönde etkiliyor.

Tıpta ’uyku terörü’ ya da ’gece terörü’ olarak anılan uykuda korku bozukluğu genellikle 4-12 yaş arası çocukların yüzde 1-6’sında görülüyor. Uzmanlara göre uyku terörünün bilinen bir sebebi yok. Kız ve erkek çocuklarda eşit sıklıkta rastlanıyor. Ailesinde uyku terörü olanlarda daha sık görülüyor.

Ben uyurgezerliğin bir bozukluk olduğunu düşünmüyordum. Aile arasında dalga geçilen ve büyüyünce geçen bir durumdu. Ama görüyorum ki, uyku terörünün bir parçasıymış. Yatak ıslatma ve uykuda yürüme de uyku terörünün içinde yer alıyor.

Uyku terörü genellikle uykuya daldıktan hemen sonra ortaya çıkıyor. Çocuk panik benzeri bir çığlık ya da ağlama ile uyanıyor. Bu sırada çocuğu rahatlatmak ve sakinleştirmek zor. Terleme, kızarma, çarpıntı, kaslarda kasılma da yaşanabiliyor. Çocuk bazen tam olarak uyanmadan tekrar uykuya dalabiliyor. Sabah kalktığında olanları hiç hatırlamayabiliyor. Bu durum, genellikle bir gecede bir kez olmakla birlikte bir gece boyunca birkaç kez de yaşanabiliyor.

Bu kadar kötü haberlerin sonunda iyi bir haber vereyim. Uyku terörü olan çocuklarda diğer çocuklara göre daha fazla psikiyatrik bozukluk yok. Bu rahatsızlık, çocukluk döneminde görüldüğünde ergenlik döneminde kendiliğinden kayboluyor.

Çocuk bu durumun farkındaysa başka yerlerde kalmak istemeyebiliyor. Bu tercihlerinde haklılar. Çünkü eğer uyandıysa anne-babasını yanında görmek istiyor. Bu durumda ben hemen Nehir’e sımsıkı sarılırım. Yanımda güvende olduğunu, mışıl mışıl uyumaya devam etmesini kulağına fısıldarım.

Sakinleştirici kullanmayın

Bazı anne-babalar bu gibi durumlarda çocuğu uyandırmak için fiziksel olarak zorlayıp, bağırabiliyor. Sabah olanları kısmen hatırlayarak size akşam ne olduğunu sorarsa "Hiçbir şey olmadı" demek yerine açıkça olup biteni anlatın, korkulacak bir durum olmadığını söyleyin. Yatağının yanında çarparak kendisine zarar verebileceği eşyalar olmamasına dikkat edin. Hastalık sırasında ateşin yükselmesi, fiziksel ya da duygusal stres, uykusuz kalma ve uyku düzeninin bozulması uyku terörü riskini artırıyor. Sakinleştirici ilaç kullanmayı düşünmeyin çünkü bu tür ilaçlar riski artıran nedenler arasında yer alıyor.

Uzmanlara göre çoğu durumda çocuklarda tedaviye gerek kalmıyor. Ancak yetişkinlerde görüldüğünde tedavi gerektirme olasılığı daha fazla. Uyku terörleri ilk olarak 18 aylıktan sonra gözleniyor. Uykuda yürüme, okul öncesi ve okul çağı çocuklarında görülüyor.

Uyku terörünün dışında bir de gece kábusları var. Ancak gece kábusları ile uyku terörü birbirinden farklı durumlar. Uyku terörü uyku başlangıcının ilk üç saatinde oluyor ve yaklaşık yarısında çocuk sesli uyku hali yaşıyor. Sabahları ise olayları hatırlamıyor. Gece kábuslarını ise genellikle sabah iyi hatırlıyor. Gece kábusları, uyku terörünün aksine gece daha geç saatlerde oluyor. REM uykusu denilen uykunun son üçte bir periyodunu oluşturan zaman diliminde yaşanıyor. Gece kábuslarının tedavisi daha kolay... Çocuğu güzel sözlerle rahatlatmak ve gün içi stres kaynaklarını azaltmakla gece kábusları azaltılabiliyor.

Uyku bozukluğu nelere yol açıyor

 Dikkat toplamada güçlük,  Aşırı hareketlilik,  Gündüz aşırı uyku hali

 Dürtüsellik,  Huysuzluk,  Hırçınlık,  Okul performansında düşüklük,  Öğrenme bozuklukları,  Sosyal ilişkilerde sorunlar,  Kalp yetmezliği, yüksek tansiyon, 

Patolojik derecede utangaçlık,  Büyüme geriliği: Derin uyku sırasında salgılanan büyüme hormonu uyku bölünmesinden olumsuz etkileniyor. Bu çocuklar büyümede kullanacakları enerjiyi gece uykuda solumak için kullanmak zorunda kalıyor. Bu nedenle büyüme ve gelişme geriliği görülüyor.

Uyku bozukluğu çeşitleri

 Uyku terörü (Uykuda korku bozukluğu): Çocuklarda yaygındır. Yoğun bunaltı eşliğinde ani uyanma görülür, çarpıntı, terleme olabilir. Uyandığında hareketlidir, haykırarak ağlar, uyanınca olayı anımsamaz.

 Rüyasız uyku: Non-REM döneminde görülen bir bozukluktur. Uyuduktan 12 saat sonra ortaya çıkar. Tedavi nadiren gerekir. Görülme zamanından önce uyandırmak, korkuları uzun süreli kaldırabilir.

 Uyurgezerlik bozukluğu (Somnambulizm): Çocuklukta yaygın görülür, genellikle yaşla kendiliğinden kaybolur. Genellikle ailede benzer öykü vardır. Tam bilinçli olmadan yatağı bırakma ve yürüme olur, hasta bu dönemi anımsamaz. Derin Non-REM uykusunda ortaya çıkar. Olasılıkla tehlikelidir. Tehlike ve yaralanmaya karşı önlemler alınmalıdır.

 Hipnagojik (Uykuda dalma) halüsinasyon ve uyku felci: Uykuya dalarken yaşanan canlı görsel imajlardır. Ürkütücü olabilirler. Uyku felci genellikle bir rüyayı takiben kişinin hareket edememesi hissidir. Kişi bu sırada ölüm korkusu yaşayabilir.

 Uyku startı: Uykuya dalarken ani, bazen şiddetli sıçramalardır. Çok parlak ışık görme, işitsel start ise şiddetli bir gürültü işitme hissidir. Bunlar zararsız durumlardır.

 Diş gıcırdatma: Sık görülen bir durumdur. Ciddi vakalarda diş hasarını azaltmak için protez kullanılabilir.

 Huzursuz bacak sendromu: Sıklıkla uykuya dalma güçlüğüne yol açıyor. Çocuklarda büyüme ağrıları, uykuya direnç gösterme ve uykuya dalma güçlükleriyle karışabiliyor. Bu sendromu yaşayan çocuklar, uyku sırasında aşırı hareket ediyor ve sık sık uyanıyor. Sabahları ise zor ve yorgun kalkıyor.

 Uykuda konuşma: Normal bir durumdur. Tıbbi ve psikolojik önemi yoktur.
Yazının Devamını Oku

Hastalık hastası çocukla yaşamak

26 Nisan 2007
Tıp dilinde hipokondriaz denilen "hastalık hastalığında" kişiler hem hasta olmaktan hem de hastalığın doğuracağı sonuçlardan korkuyor. Her şeye yanlış anlamlar yükleyip, hastalık belirtisi olarak görüyorlar. Tıpkı kızım gibi... Hastalık hastası bir yetişkinle yaşamaktan daha kötüsü ne olabilir? Hastalık hastası bir çocukla yaşamak... İTP (İdyopatik Trombositopenik Purpura) ile tanıştıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hastaneden çıkışımızla birlikte kritik bir süreç bizi bekliyordu.

İlk bir hafta Nehir’i neredeyse 24 saat gözlem altında tuttum. "Uyumadın mı" diye sorarsanız uyumadım. Uyuma ihtimalime karşı her bir saat arayla saat kurdum ve Nehir’in tüm vücudunu kontrol ettim. Bir haftadan sonra bu kontrol başka bir şekle dönüştü. Geceleri kalkıp lambayı açmak yerine kontrollerimi cep telefonu ışığıyla yaptım.

Bu arada sürekli "Bak kızım, bundan sonra kendi kendinin doktoru olacaksın. Kafanı bir yere çarparsan ya da düşersen, birisi seni iterse en yakınında kim varsa haberdar et. Elini yüzünü yıkarken ağzının içini kontrol et. Sen artık bu hastalığın belirtilerinin ne olduğunu biliyorsun. Bu konuda dikkatli olacağına dair sana güvenmek istiyorum" dedim. Demez olsaydım!

10 gün sonra okula başladı. Öğle yemeğinde domates yiyip yiyemeyeceğini sormak için beni buldu. İkinci günü yüzünde çıkan sivilce yüzünden revire gitti. Üçüncü günü başı ağrıdığı için revirde 1 saat yattı. Dördüncü günü karnı ağrıdığı için yemek yemedi.

Ultrason bile çektirdik

Beşinci günü evde sesi uzun süre sesi çıkmayınca odalara baktım, bulamayınca mutfağa girdim. Dijital ateş ölçeri alıp kolunun altına koymuş, dıt dıt yapmasını bekliyordu. "Hayırdır kızım, ne yapıyorsun?" diye sorduğumda "Sanıyorum ateşim var. Onu ölçüyorum" yanıtını verdi.

O ara sağ göğsüne dokunamadığını söyledi. Ne var diye bakmak için bile izin vermedi. Göğsü acıyormuş. Memesindeki hassasiyet bir hafta devam edince kan tahlillerini götürdüğümüzde doktorumuza gösterdik. Profesör Cengiz Canpolat "Diğer göğsüne göre bir farklılık var. Bir-iki hafta bekleyin. Kızarma, akıntı ya da şişme olursa ultrason çektirmekte yarar var" dedi. Nehir bunu duydu ya, durdurabilene aşk olsun! O gece göğsünün ağrısından(!) bir türlü uyuyamadı. Hatta ağrısından(!) okula bile gidemeyeceğini söyledi.

Anneme rica ettim, ertesi günü başka bir çocuk doktoruna götürdü. Öğle saatlerinde aradılar, doktor hemen ultrason çektirilmesini istemiş. SSK’dan randevu alayım dedim, Temmuz’a gün verdiler (Allah maddi durumu iyi olmayana yardım etsin. Doktor acil diyor, hastane dört ay sonrasına gün veriyor).

Ertesi gün özel hastaneden aldığımız randevuya gidene kadar Nehir göğsünün ağrısından duramadı! Ultrason çekildi. Rapora göre artık kızım büyümeye başlamış. Meme oluşumu görüldü. Raporu aldıktan bir gün sonra Nehir’in ağrısı falan kalmadı, hassasiyeti geçti. Aynı şeyi gözü için de yaptı. Tahtayı göremiyormuş, buğulu görüyormuş. 15 gün boyunca sürekli şikáyet edince bize göz doktorunun yolu göründü. Gittik, en ince detayına kadar gözü kontrolden geçti. Hiçbir şeyi yokmuş. Eve dönerken sevgili kızım ne derse beğenirsiniz; "Galiba önümde oturan Burak yüzünden tahtayı göremiyorum."

Küçük hanıma hastane de beğendiremiyorum. Doktora gidilecekse önce hangi hastane olduğunu soruyor. Beğenmediyse gitmiyor. Doktor tercihleri de var. İyi iletişim kurduğu doktorlarla sık sık görüşmek istiyor. Mesela ilk hafta her gün kan vermek için evimize yakın bir laboratuvara gittik. Parmakları delik deşik olmuştu. Laboratuvarın sahibi hastalığın hassasiyeti nedeniyle Nehir’le yakından ilgilendi, kan alırken zorlamadı. İyi diyalogları sayesinde Nehir laboratuvara keyifle gitti, Cemal amcasına resim yapıp götürdü.

En son vukuatımız ise suçiçeği ile ilgiliydi. Sınıftan bir-iki çocuk suçiçeği oldu. Geçen hafta revirden çağırdılar: Nehir ve üç arkadaşı suçiçeği olduk diye revire inmişler. Doktor Gamze Hanım çocukların üzerini çıkarmış, kontrol ediyordu. Nehir beni görür görmez ağlamaya başladı. Suçiçeği olmaktan korkuyormuş, hastaneye yeniden yatmak istemiyormuş. Dört çocuğun hiçbirinde suçiçeği çıkmadı.

Bedenine karşı hassas

Nehir tam bir hastalık hastası oldu. İnanın bu durumdan çok rahatsızım. Durumumuz nedir diye araştırdım. Çünkü gözüm korktu. Tıp dilinde Hipokondriaz denilen "hastalık hastalığında" kişiler hem hasta olmaktan hem de hastalığın doğuracağı sonuçlardan korkuyor. Ama hasta rolünün sağlayacaklarından yararlanmak için hasta olmayı bilinç dışı olarak arzu ediyorlar. Hastalık ayrıca kişinin yaşayabileceği sorunlara, eksikliklere neden olarak da gösteriliyor. Hastalık hastalığında gerçek şikáyetler duyulmuyor. Hastalık hastaları kendi beden sağlığı ile aşırı uğraşıyor.

Sağlık sorunları nedeniyle hastaneye başvuranların yüzde 4-6’sında hastalık hastalığı tespit ediliyor. Rahatsızlık her yaşta başlayabiliyor ama en çok 20-30 yaş arasında görülüyor. Hastalık hastaları vücudun normal çalışmasına ait bir takım belirtilere anormal gözü ile bakıyorlar. Her şeye yanlış anlamlar yükleyip, hastalık belirtisi olarak görüyorlar. Örneğin kalp atışları, terleme, hıçkırık, öksürme, esneme, kabızlık, göz seyirmeleri gibi durumlar, ciddi bir hastalık (kanser, kalp krizi gibi) bulunduğu fikrini oluşturuyor. Çoğunlukla yeterli tetkik ve muayene yapılmadığından şikáyet ediyorlar.

Hastalık hastaları kendilerine kondurdukları hastalık nedeniyle özel bir muamele beklentisi içinde oluyorlar. Bu nedenle işlerine yönelik dikkat ve ilgileri azalıyor. Devamlı olarak sevk alarak, hastanede yatış, check-up, tomografi, MR incelemeleri talep ediyorlar. Hastalık hastalığı yakın birinin kaybı ya da stresli bir dönemi takiben su yüzüne çıkıyor.

İTP ciddi bir hastalık. Yeniden hastalanma korkusunun Nehir’de bu hassasiyete neden olduğunu düşünüyorum. Ama kızımın bu hassasiyeti yüzünden sağlık konusunda ciddi harcamalar yapıyorum. Ya Nehir hastalık hastası olmaktan kurtulacak ya da ben tüm kazandığımı hastanelere dağıtacağım.

astalık hastası bir yetişkinle yaşamaktan daha kötüsü ne olabilir? Hastalık hastası bir çocukla yaşamak... İTP (İdyopatik Trombositopenik Purpura) ile tanıştıktan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hastaneden çıkışımızla birlikte kritik bir süreç bizi bekliyordu.

İlk bir hafta Nehir’i neredeyse 24 saat gözlem altında tuttum. "Uyumadın mı" diye sorarsanız uyumadım. Uyuma ihtimalime karşı her bir saat arayla saat kurdum ve Nehir’in tüm vücudunu kontrol ettim. Bir haftadan sonra bu kontrol başka bir şekle dönüştü. Geceleri kalkıp lambayı açmak yerine kontrollerimi cep telefonu ışığıyla yaptım.

Bu arada sürekli "Bak kızım, bundan sonra kendi kendinin doktoru olacaksın. Kafanı bir yere çarparsan ya da düşersen, birisi seni iterse en yakınında kim varsa haberdar et. Elini yüzünü yıkarken ağzının içini kontrol et. Sen artık bu hastalığın belirtilerinin ne olduğunu biliyorsun. Bu konuda dikkatli olacağına dair sana güvenmek istiyorum" dedim. Demez olsaydım!

10 gün sonra okula başladı. Öğle yemeğinde domates yiyip yiyemeyeceğini sormak için beni buldu. İkinci günü yüzünde çıkan sivilce yüzünden revire gitti. Üçüncü günü başı ağrıdığı için revirde 1 saat yattı. Dördüncü günü karnı ağrıdığı için yemek yemedi.

Ultrason bile çektirdik

Beşinci günü evde sesi uzun süre sesi çıkmayınca odalara baktım, bulamayınca mutfağa girdim. Dijital ateş ölçeri alıp kolunun altına koymuş, dıt dıt yapmasını bekliyordu. "Hayırdır kızım, ne yapıyorsun?" diye sorduğumda "Sanıyorum ateşim var. Onu ölçüyorum" yanıtını verdi.

O ara sağ göğsüne dokunamadığını söyledi. Ne var diye bakmak için bile izin vermedi. Göğsü acıyormuş. Memesindeki hassasiyet bir hafta devam edince kan tahlillerini götürdüğümüzde doktorumuza gösterdik. Profesör Cengiz Canpolat "Diğer göğsüne göre bir farklılık var. Bir-iki hafta bekleyin. Kızarma, akıntı ya da şişme olursa ultrason çektirmekte yarar var" dedi. Nehir bunu duydu ya, durdurabilene aşk olsun! O gece göğsünün ağrısından(!) bir türlü uyuyamadı. Hatta ağrısından(!) okula bile gidemeyeceğini söyledi.

Anneme rica ettim, ertesi günü başka bir çocuk doktoruna götürdü. Öğle saatlerinde aradılar, doktor hemen ultrason çektirilmesini istemiş. SSK’dan randevu alayım dedim, Temmuz’a gün verdiler (Allah maddi durumu iyi olmayana yardım etsin. Doktor acil diyor, hastane dört ay sonrasına gün veriyor).

Ertesi gün özel hastaneden aldığımız randevuya gidene kadar Nehir göğsünün ağrısından duramadı! Ultrason çekildi. Rapora göre artık kızım büyümeye başlamış. Meme oluşumu görüldü. Raporu aldıktan bir gün sonra Nehir’in ağrısı falan kalmadı, hassasiyeti geçti. Aynı şeyi gözü için de yaptı. Tahtayı göremiyormuş, buğulu görüyormuş. 15 gün boyunca sürekli şikáyet edince bize göz doktorunun yolu göründü. Gittik, en ince detayına kadar gözü kontrolden geçti. Hiçbir şeyi yokmuş. Eve dönerken sevgili kızım ne derse beğenirsiniz; "Galiba önümde oturan Burak yüzünden tahtayı göremiyorum."

Küçük hanıma hastane de beğendiremiyorum. Doktora gidilecekse önce hangi hastane olduğunu soruyor. Beğenmediyse gitmiyor. Doktor tercihleri de var. İyi iletişim kurduğu doktorlarla sık sık görüşmek istiyor. Mesela ilk hafta her gün kan vermek için evimize yakın bir laboratuvara gittik. Parmakları delik deşik olmuştu. Laboratuvarın sahibi hastalığın hassasiyeti nedeniyle Nehir’le yakından ilgilendi, kan alırken zorlamadı. İyi diyalogları sayesinde Nehir laboratuvara keyifle gitti, Cemal amcasına resim yapıp götürdü.

En son vukuatımız ise suçiçeği ile ilgiliydi. Sınıftan bir-iki çocuk suçiçeği oldu. Geçen hafta revirden çağırdılar: Nehir ve üç arkadaşı suçiçeği olduk diye revire inmişler. Doktor Gamze Hanım çocukların üzerini çıkarmış, kontrol ediyordu. Nehir beni görür görmez ağlamaya başladı. Suçiçeği olmaktan korkuyormuş, hastaneye yeniden yatmak istemiyormuş. Dört çocuğun hiçbirinde suçiçeği çıkmadı.

Bedenine karşı hassas

Nehir tam bir hastalık hastası oldu. İnanın bu durumdan çok rahatsızım. Durumumuz nedir diye araştırdım. Çünkü gözüm korktu. Tıp dilinde Hipokondriaz denilen "hastalık hastalığında" kişiler hem hasta olmaktan hem de hastalığın doğuracağı sonuçlardan korkuyor. Ama hasta rolünün sağlayacaklarından yararlanmak için hasta olmayı bilinç dışı olarak arzu ediyorlar. Hastalık ayrıca kişinin yaşayabileceği sorunlara, eksikliklere neden olarak da gösteriliyor. Hastalık hastalığında gerçek şikáyetler duyulmuyor. Hastalık hastaları kendi beden sağlığı ile aşırı uğraşıyor.

Sağlık sorunları nedeniyle hastaneye başvuranların yüzde 4-6’sında hastalık hastalığı tespit ediliyor. Rahatsızlık her yaşta başlayabiliyor ama en çok 20-30 yaş arasında görülüyor. Hastalık hastaları vücudun normal çalışmasına ait bir takım belirtilere anormal gözü ile bakıyorlar. Her şeye yanlış anlamlar yükleyip, hastalık belirtisi olarak görüyorlar. Örneğin kalp atışları, terleme, hıçkırık, öksürme, esneme, kabızlık, göz seyirmeleri gibi durumlar, ciddi bir hastalık (kanser, kalp krizi gibi) bulunduğu fikrini oluşturuyor. Çoğunlukla yeterli tetkik ve muayene yapılmadığından şikáyet ediyorlar.

Hastalık hastaları kendilerine kondurdukları hastalık nedeniyle özel bir muamele beklentisi içinde oluyorlar. Bu nedenle işlerine yönelik dikkat ve ilgileri azalıyor. Devamlı olarak sevk alarak, hastanede yatış, check-up, tomografi, MR incelemeleri talep ediyorlar. Hastalık hastalığı yakın birinin kaybı ya da stresli bir dönemi takiben su yüzüne çıkıyor.

İTP ciddi bir hastalık. Yeniden hastalanma korkusunun Nehir’de bu hassasiyete neden olduğunu düşünüyorum. Ama kızımın bu hassasiyeti yüzünden sağlık konusunda ciddi harcamalar yapıyorum. Ya Nehir hastalık hastası olmaktan kurtulacak ya da ben tüm kazandığımı hastanelere dağıtacağım.

Joker-Maxitoys Bebek Şenliği

Bebek ve çocuklara yönelik ürün yelpazesine sahip olan Joker/Maxitoys mağazalarında Bebek Şenliği başladı. 15 Mayıs tarihine kadar sürecek geleneksel Bebek Şenliği’nde anneleri birçok sürpriz bekliyor. Şenlikte, bebek gelişiminde ailelerin yararlanabileceği bilgilerden oluşan eğitimler verilecek, bebek bakımı konusunda annelerin sorularına yanıt aranacak. Alışveriş için özel promosyonları da takip edin. Her 200 YTL alışverişe 40 YTL’lik hediye çeki verileceğini bir kenara not alın.

Anneniz için bir fidan

Yurt içi/yurt dışı arama hattı Alo811, Anneler Günü’nde annelerine kalıcı bir armağan vermek isteyenler için özel bir kampanya düzenliyor. Alo811’in Türçek işbirliği ile düzenlediği "Anneniz için bir fidan dikin" kampanyasıyla annenize kalıcı bir hediye verirken binlerce canlıya oksijen kaynağı ve yaşam alanı yaratabilirsiniz. 16 Nisan-9 Mayıs tarihleri arasında 100 YTL kontör dolumu yapanların anneleri adına fidan dikilecek. Hediye edilen fidanın yıllık gelişimi Türçek tarafından annenize bildiriliyor. Kampanya bilgileri www.alo811.com adresinde...

Hastalık hastalığı belirtileri

4 Kişi vücudunda hissettiği, algıladığı farklılıkları yanlış yorumlayıp, bunlara kötü bir anlam verir. Ağır bir hastalığı olduğu ya da olacağı korkusunu yaşar.

4 Gereken inceleme ve muayenelerin hekimlerce yapılmasından sonra bir sorunun olmadığının söylenmesine rağmen, hasta olduğuna dair düşünceleri devam ettirir.

4 Hastanın bu düşünceleri kendinde yüksek bir gerilime yol açar, mesleki ve sosyal alanlarda bozulmalara neden olur.

4 Bu rahatsızlık en az 6 ay devam eder.
Yazının Devamını Oku