Nilüfer Kas

Annemin parası yok

2 Ağustos 2007
Zamane çocukları bir tuhaflar. Donlarının markalarını bile yarıştırıyorlar. Nehir böyle bir yarışın içine girmesin diye elimden geleni yapıyorum. Ama bazen sanki bizim eve para gökten zembille iniyormuş gibi sınırsız isteklerde bulunuyor. Annemle birlikte dışarıya çıkma zorunluluğumuz doğunca, Nehir’in yanında kalması için yengemi çağırdık. Öğlen olduğunda acıkan kızım yengesine "Bana domates çorbası yapar mısın?" diye sormuş "evet" yanıtını alınca da kumbarasından 50 YKR alıp yan binadaki bakkala gidip domates suyu satın almış. Bakkal abisi 50 YKR’a bir kutu domates suyunu vermiş, bizimki karnını doyurmuş.

Bunları eve döndüğümüzde öğrendik. Nehir’e domates suyunu hangi parayla aldığını sorunca "Kumbaramdan 50 YKR aldım" dedi. Annem bakkala gidip durumu açıklığa kavuşturdu. Bakkal Nehir’i tanıdığı için domates suyunu verip "Sen götür, ben paranın üzerini annenden alırım" demiş.

İkinci sınıf Hayat Bilgisi dersinde paraları öğrendiler. Parayla ilgili matematik problemlerini de çözdüler. Ama iş gerçek hayatta parayı kullanmaya gelince Nehir çuvallıyor. Çünkü onun için 1 YTL ile 100 YTL arasında fark yok. Onun için var ya da yok fark etmiyor. Nakit yoksa kredi kartı var. Sanki kredi kartı borcunu kuşlar gelip kapatıyor.

Geçen yıl basketbol kursuna gitmek için ısrar etti. Hafta içi yeteri kadar yorulduğu için hafta sonu erkenden kalkıp kursa gitmesini istemedim. Aslında biraz da kendi rahatım için itiraz ettim. Haftada iki gün geç kalkma lüksümden vazgeçmek istemedim. Ayrıca basketbol kursunu, arkadaşlarına özendiği için istediğini fark ettim. "Neden beni basketbol kursuna göndermiyorsun?" sorularından kurtulmak için de "Param yok, o yüzden göndermiyorum" dedim. Konunun kapandığını sanıyordum.

Sorumluluğu paylaşmalı

Yılın ilk veli toplantısında beden eğitimi öğretmeni Nehir’in basketbol kursuna katılmak istediğini ama sonra "Annemin parası yokmuş, o yüzden gelemiyorum" diyerek bu arzusundan vazgeçtiğini söylediğini anlattı. Şaşırdım, Buket öğretmene ne diyeceğimi bilemedim. Sonra kızımı ikna edebilmek için böyle bir bahane uydurduğumu söyledim. Açıkçası Nehir’in öğretmenine bu kadar rahat "Annemin parası yok" demesine hem şaşırdım hem de mutlu oldum. Utanmamış, kendini kötü hissetmemiş ve bunu sorun yapmamış.

Özellikle okula başladıktan sonra maddi konular biraz daha ön plana çıkıyor. Çünkü çocuklar okula başladıktan sonra aileler o güne kadar fark etmedikleri bazı problemlerle karşı karşıya kalıyorlar. Çocuğa verilecek cep harçlığı da sorun olabilecek konulardan biri. Neyse ki bizim böyle bir problemimiz şimdilik yok. Okulda beşinci sınıfa kadar öğrencilerin kantinden alışveriş yapması yasak. Beşinci sınıftan sonra vereceğim harçlığın miktarı sorun olacak mı bilmiyorum. Çünkü zamane çocukları bir tuhaflar. Neredeyse donlarının markalarını bile yarıştırıyorlar. Nehir böyle bir yarışın içine girmesin diye elimden geleni yapıyorum. Bazen özellikle küçük defoları olan kıyafetler alıyorum. "Bunu nasıl giyeceğim?" diye sorduğunda da "Kusura bakma, param buna yetiyor. Sence nasıl bir formül bulursak bu defoyu kapatırız?" diye onu düşünmeye itiyorum. Gidip boncuk kutusunu getiriyor. "Buraya çiçek yapabiliriz" falan diyor.

Nehir’in küçük yaşlardan itibaren para idaresi konusunda sorumluluk almasını istiyorum. Bazen beni kızdırıyor. Sanki eve para gökten zembille iniyormuş gibi sınırsız isteklerde bulunuyor.

İşte o zaman içimdeki canavar anne çıkıyor ve bir süre her isteğine "hayır" diyorum. Nehir benim "hayır"larımı kuzu kuzu kabul etmiyor ama paranın idaresi bende olduğu için bir şey de diyemiyor. Para sahibi olmak çocuklara özgürlük veriyor. Bizimki bayram harçlıklarını biriktiriyor. Onun istediği ama benim itiraz ettiğim bir şey istediğinde "Tamam sen alma, kendi paramla alırım" diyor. "Bana bak küçükhanım, bu evde senin paran, benim param diye bir şey yok. Olamaz da! Alınmayacaksa, alınmayacak" dediğimde sesini çıkaramıyor.

Dört beş ay önce lap-top’un DVD player’ını açıp okuyucusuyla oynamış. Okuyucu minik bir boncuk görüntüsünde olduğu için merak etmiş. Merak etmesini anlıyorum. Ama DVD bozuldu. 200 dolara yaptırdım. Paranın yarısını Nehir’in harçlığından aldım. Çünkü DVD okuyucusunu o bozdu ve bunun sorumluluğunu almalıydı. Kızım parası gitti diye isyan etti. "O paraları ben evsizler için biriktiriyordum. Senin yüzünden daha az yardım edeceğim. Benim yardım paralarımı azalttın" dedi. "Evsizleri bu kadar düşünüyorsan, kullandığın aletleri biraz daha dikkatli kullanırsın bundan sonra" diye yüz vermedim. Para benimse acımadan istiyor, para kendisininse koklatmıyor. Bu çocuk kime çekti bilmiyorum ama bana çekmediğine 1’e 100 bahse girerim!

Cancan ile çocuklar trafikte güvende

Türkiye’de gerçekleşen trafik kazalarına neden olan kusurlar sıralandığında, sürücü kusurları ilk sırada yer alıyor. Dolayısıyla trafik sorununun kaynağı olarak "saygı" kavramı ön plana çıkıyor. Toyotasa’nın sosyal bilinçlendirme kampanyası "İnsana Saygı Trafikte Saygı" kapsamında hazırladığı Toyota Trafik Oyunu’nda çocuklar başkahraman Cancan ile hem eğleniyor hem de trafik konusunda bilinçleniyor. Proje kapsamında, 6-12 yaş aralığındaki ilköğretim çağı çocukları için özel olarak hazırlanan Toyota Trafik Oyunu adlı bilgisayar oyunu, tüm Toyota Plaza’larda ücretsiz olarak dağıtılıyor. Oyunun bir de www.toyotatrafikoyunu.com adresli web sitesi bulunuyor.
Yazının Devamını Oku

Kaybetme korkum depreşti

26 Temmuz 2007
Hiç kimse ölümü Barış Akarsu’ya yakıştıramadığı için her anne babanın yüreğine "Ya benim başıma da gelirse" korkusu düştü. Galiba her ebeveyn ömür boyu böyle bir korkuyu yaşamaktan kendini kurtaramıyor. Kimi zaman bu korku depreşiyor, kimi zaman zihnin derinliklerine itiliyor.

Üç gündür bilgisayarın başına geçiyorum ama birkaç satır bile yazamadan geri kalkıyorum. Nehir’in kulağımın dibinde "Ne zaman tatile gideceğiz?" vızıldaması da cabası... Canım hiç tatile gitmek istemiyor. Yollar gözümde büyüyor. Güneyin sıcağını, kalabalığını düşündükçe geriliyorum. Pazar gününe kadar seçimleri bahane ettim. Seçimler de bitti. Acaba kıvırıp "Ben genel seçimi değil cumhurbaşkanlığı seçimini kastetmiştim" desem Nehir’i kandırabilir miyim?

Bir aydır öğlene kadar uyuyoruz. İkindiye kadar o koltuktan öbür koltuğa atlayıp vakit öldürüyoruz. Nehir henüz ödevlerini de bitirmedi. Söylemeyeyim diyorum ama duramıyorum. Hemen her gün aramızda ödev tartışması yaşanıyor. "Kızım okula gitmek, ders çalışmak hoşuna gitmiyor mu?" diye soruyorum "Yooo, okulumu ve derslerimi çok seviyorum" diyor. "Peki, beni neden söyletiyorsun, kendi kendine yapmıyorsun?" soruma "Ama çok ödev vermişler" yanıtını veriyor. İstiyor ki, sabahtan akşama kadar sokakta oynasın.

Bu yıl ilk kez onu sokağa bıraktım. Bildiğiniz sokak. Ama hem anneannesinin hem de benim gözümüz üzerinde... Kendi yaşıtı üç-dört arkadaşı var. Birbirleriyle de iyi anlaşıyorlar. Onların oyun saatinde (akşam altıdan sonra) bir yere gidiyorsak, oyun arkadaşları büyük bir hayal kırıklığına uğruyorlar. Arabaya binip hareket edene kadar nereye gideceğimizi, ne zaman döneceğimizi rapor ediyoruz. Steril bir ortamdan çıkartmakla iyi yaptığımı düşünüyorum. Enerjisini harcayacak bir yer bulamazsa anneannesiyle birlikte bana yükleniyor.

Hangi anneyle konuşsam, hepsi ağız birliği etmişçesine "Okullar açılsa da özgürlüğümüze kavuşsak. Bunları okul paklıyor" diyor. Aslında haklılar. Güvendiğiniz kişilere teslim ettiğinizde gözünüz arkada kalmıyor. Acaba Milli Eğitim annelerin bu isteğini duysa, yaz tatillerini bir aya indirse nasıl olur? Bu köşeyi okuyan liseli gençler de var. Sanıyorum ilk itiraz onlardan gelir.

Korkunun yoldaşı endişe

Bu tatil keyfim biraz kaçık. Barış Akarsu’nun ölümünden sonra bendeki "kaybetme korkusu" tavan yaptı. Geçenlerde komşulardan biriyle Nehir’in geçirdiği hastalığı konuştuk. Ablasının da aynı hastalık (İTP) nedeniyle ölümün eşiğinden döndüğünü anlattı. O gece bir rüya gördüm. Merak ettim ve internetten rüyamın anlamına baktım. Bakmaz olaydım. Yorum öyle kötüydü ki günlerce etkisinden kurtulamadım. Sanki her an başıma böyle korkunç bir olay gelecekmiş gibi tedirginlik içinde geçirdim o günleri...

Zaten çoğu zaman yakınlarımın başına kötü bir şey gelecekmiş ya da onlardan birini kaybedecekmişim korkusunu taşırım. Korku ve endişe duyguları, enerjimi tüketiyor.

Korku zaten başlı başına bir insanı yaşamdan uzaklaştırıyor. Yapmak istediği eylemlerden alıkoyarak onu pasifize ediyor, insanın başarısını, gelişmesini ve yükselmesini engelliyor. Zihnin oluşturduğu olumsuz düşünce kalıbından kurtulmak öyle kolay olmuyor. Endişe ise korkunun can yoldaşı...

Her an kötü bir şey olacakmış gibi diken üstünde yaşanmıyor. Yakın arkadaşlarıma "Siz de çocuğunuzu kaybetme korkusu yaşıyor musunuz?" diye soruyorum. Hepsi aynı yanıtı veriyor. "Tabii ki çok korkuyoruz. Hiç sebepsiz ağladığımız, kendi kendimize kuruntu yaptığımız çok oluyor. Ama hemen o kötü düşünceyi kafamızdan uzaklaştırıyoruz" diyorlar.

Dünyanın neresinde olursa olsun, çocukların başına gelen olaylardan fazlasıyla etkileniyorum. Empati yaptığımda yüreğim daralıyor. Bu saçma sapan duygu kalıplarından hızla uzaklaşmam lazım. İnanan bir insan olarak kızımı, sevdiklerimi Yaradan’a emanet ediyorum. Galiba her anne ömür boyu böyle bir korkuyu yaşamaktan kendini kurtaramıyor. Kimi zaman bu korku depreşiyor, kimi zaman zihnimin derinliklerine itmeye çalışıyorum. Barış Akarsu’ya kimse ölümü yakıştıramadığı için herkesin yüreğine "Ya benim başıma da gelirse" korkusu düştü.

Benim Secret’ı devreye sokmam, iyi enerjileri kendime çekmem gerekiyor. Galiba kızım haklı. En iyisi tatile çıkalım, endişe ve korkuları geride bırakalım. Yaşadığımız her anın tadını çıkaralım.

Çocuklara dondurma makinesi

Çocuklar, sıcak yaz günlerinde dondurma yemeden duramaz. Renk renk, çeşit çeşit dondurmalar çocukları cezbeder. Çocuklar kendi dondurmasını ve buzlu içeceğini hazırlasın diye Joker/Maxitoys iki yeni ürünü piyasaya sürdü. Çocuklar hazır dondurma tozuyla 8 dakikada dondurma yapabilecekler. Ayrıca buzlu içecek makinesinde yaz meyveleri ve buzu karıştırıp frozen hazırlayabilirler. Her iki ürünün satış fiyatı: 24.90 YTL
Yazının Devamını Oku

Sosyal fobik çocuklar

19 Temmuz 2007
Ebeveyni tarafından sürekli azarlanan, aşırı korunup kollanan ve insiyatif kullanmasına izin verilmeyen çocuklar, ilerideki yaşamlarında utangaç, kendi başlarına karar veremeyen ve sosyal ilişkiler kurmakta zorluk çeken yetişkinler olarak karşımıza çıkıyor. Yıllar önce sosyal fobi ile ilgili bir haber dosyası hazırlamıştım. Aynı dergi grubundan bir gazeteci arkadaşım kendisinin de ’sosyal fobik’ olduğunu aynı sorunu kızının da yaşadığını, tek başına sokağa çıkmaya korktuklarını söylemişti. Çok şaşırmıştım. Çünkü gazetecilik yapıyordu. Her gün yeni insanlarla tanışıp konuşmak zorundaydı. İş hayatında bu sorunla mücadele ediyordu ama özel hayatında sıkıntı yaşıyordu. Kendisi dergi grubundan üç yıl önce ayrıldı. Şimdi hálá aynı sorunla yaşıyor mu, yoksa bir uzman yardımıyla çözdü mü bilmiyorum.

Sosyal fobiyi öyle önemsememezlik yapmayın. Sosyal fobi, nüfusun yüzde 7’sinden fazlasını etkileyen psikolojik bir sorun. Başlangıç yaşı ise çok erken. Sosyal fobiklerin yüzde 40’ında başlangıç yaşı 10’un altında tespit edilmiş. Yüzde 95’inde ise başlangıç yaşı 20’nin altında...

Okul fobisi ile sosyal fobiyi birbirine karıştırmayın ama birbiriyle ilişkili olduğunu da unutmayın. Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nden Uzman Psikolog Hande Sinirlioğlu’na göre okul fobisi olan çocukların yüzde 40’ında sosyal fobi görülüyor. Bu nedenle, anne babaların çocuklarını çok dikkatli gözlemleyip utangaçlık belirtilerini saptamaları gerekiyor.

"Rezil olacağım" hissi

Kendinizin ya da çocuğunuzun sosyal fobisi olup olmadığını anlamak zor değil. Uzman Psikolog Hande Sinirlioğlu, sosyal fobik kişilerin başka insanların kendilerini yargıladığı ve negatif değerlendirdiği düşüncesi ile yetersizlik, aşağılanmışlık hissettiklerini ve hayal kırıklığına uğradıklarını söylüyor. Sosyal fobikler yalnız başlarına kaldıklarında sıkıntı duymuyorlar. Ne zaman sosyal aktivite içinde yer almaları zorunluluğu doğuyorsa onların da sıkıntıları başlıyor. Çünkü yabancılarla tanışmaktan, tanımadıklarının yanında konuşmaktan veya hareket etmekten rahatsızlık duyuyorlar. Yanlış bir şey yapacak, söyleyecek ve insanlar onunla alay edecek, onu yadırgayacak, aşağılayacak, herkesin içinde rezil olacak gibi hissediyorlar.

Sorunun kaynağı aile

Bazı çocuklar yazılı sınavlarda başarılı oldukları halde tahtaya kalktıklarında bildiklerini unutuyor. Çünkü yapacakları en ufak hata gözlerinde büyüyor, arkadaşlarının önünde küçük düşeceklerine inanıyorlar.

Çocuklarda sosyal fobinin gelişimi ve tedavisinde anne-babaların rolü ve çocuklarına yaklaşımları oldukça önemli...

Ebeveyni tarafından sürekli azarlanan, aşırı korunup kollanan, insiyatif kullanmasına izin verilmeyen, yetersiz ya da beceriksiz olduğu kendilerine hissettirilen çocuklar, ilerideki yaşamlarında utangaç, çekingen, ürkek, kendi başlarına karar veremeyen, sosyal ilişkiler kurmakta zorluk çeken yetişkinler olarak karşımıza çıkıyor.

Çocuğunuzun sosyal fobisinin olup olmadığı sosyal ortamlarda gösterdiği belirtiler ve tanıyla kesinleştiriliyor. Sosyal fobi okul çağındaki çocukların işlevselliğini önemli ölçüde bozuyor. Çocuğun normal psikososyal gelişiminde ciddi sıkıntılara yol açıyor.

Ancak unutmayın. Sosyal fobi tanısı konulabilmesi için; korku ya da kaçınma davranışının çocuğunuzun olağan günlük işlerini, okul yaşamını, toplumsal etkinliklerini bozacak düzeyde olması gerekiyor.

Çocuğun yaşına göre ilaç tedavisi ve psikoterapi öneriliyor. Ancak yine büyük görev anne babalara düşüyor. Çocuklarınızın özgüvenini arttırın, onların kendi kanatlarıyla uçmasına izin verin.

Çocukları dizinin dibinde diye mutlu olan annelere bir çift sözüm var: Gelecekte kanatlarını kırdığınız için sizi affetmeyecekler.

Tehlikeli sınırda mısınız

Başkalarının yanında utangacım.

Sosyal ortamlarda insanların beni yargıladıklarını hissediyorum.

Başkalarının sinirli olduğumu görmelerinden endişe duyuyorum.

Başka insanlar etrafımdayken asla kendimi rahat hissetmiyorum.

Topluluk içinde küçük düşmekten, korkuyorum.

Böyle durumlarda vücudum terleme, titreme, hızlı kalp atışı, nefes darlığı, kızarma, ağız kuruluğu, karıncalanma hissi gibi belirtiler veriyor.

NOT: "Bu belirtilerden çoğu çocuğumda ya da bende var" diyorsanız, bir uzmana danışın.
Yazının Devamını Oku

Nafaka sorununuzu çözmeyene oy vermeyin

12 Temmuz 2007
Partiler neredeyse herkese cennet vaat ediyor. Ancak cenneti vaat eden siyasiler içinde nafaka sorununu çözeceğini söyleyen bir Allah’ın kulu yok. Yüz binlerce kadını ilgilendiren nafaka konusunda çözümü olmayana siz de oyunuzu vermeyin!

evlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre her yıl ortalama 500 bin kişi evleniyor, 100 bin kişi boşanıyor. Boşandıktan sonra medeni ilişki sürdürenlerin yüzdesi sizce kaçtır? Özellikle ortada çocuk varsa, sorun büyük... Çoğunluğun derdi nafaka...

Geçen yaz İngiltere’de çıkarılan yasayla, çocuklarının nafakasını ödemeyen boşanmış babalar çok yakın takip altına alındı. Yeni sistemle babalara elektronik kelepçe takılması, pasaportlarına el konulması gündeme geldi, hatta sokağa çıkmaları bile engellenecekti. Yasa tasarı halindeyken en büyük destek İngiliz Çalışma Bakanı John Hutton’dan gelmişti. Bakan Hutton, "Nafaka ödememek için bahaneler uyduran bütün babaların tepesine bineceğim" diyerek nafaka kaçkını babalara gözdağı da vermişti. Ancak bizim memlekette nafaka kaçkını babaların tepesine inecek bir siyasetçi maalesef yok.

Bir kadın, bir anne, bir gazeteci olarak çocuğa verilmesi zorunlu nafakanın babaların vicdanına bırakılmasına şiddetle karşıyım. Bu nedenle bu konuyu gündemde tutmaya çalışıyorum. Çünkü o kadar çok mağdur kadın var ki!

22 Temmuz’a kadar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı koltuğunda oturan Murat Başesgioğlu, geçen yıl bu konuda bir şeyler yapma sözü vermişti. Aradan bir yıl geçti. Tık yok!

Oysa "Nafaka ödememek için bahaneler uyduran bütün babaların tepesine bineceğim" cümlesi İngiliz Bakan Hutton’dan çok bizim siyasetçilerin ağzına yakışır.

Halen bakanlık koltuğunda oturan Murat Başesgioğlu, avukatlık yaptığı dönemde adliyelerde kadınların yaşadıkları nafaka sorununu yakından biliyor.

Biliyorsunuz, hakim nafaka ödeme kararı verse bile en büyük sorun tahsilat aşamasında yaşanıyor. Çünkü adamlar mahkeme kararına rağmen nafaka ödememekte direniyorlar. Araya icra konulsa bile değişen pek bir şey olmuyor. İşte bu noktada Çalışma Bakanlığı’nın harekete geçmesi çok önemli. Çünkü asıl tıkanıklık burada. Ayrıca nafaka artırımı nedeniyle adliyeler meşgul ediliyor. Bu artırım otomatik faize bağlansa, kadınlar her yıl adliyelerin yolunu tutmamış olacak.

Avans nafaka

Nafaka sorununu basit yöntemlerle çözmüş ülkeler de var. Aynı konuda Türkiye ile aynı maddeleri içeren İsviçre Medeni Kanunu kapsamında, nafaka sorununa yönelik olarak "Nafaka Avans" sistemi (Alimente Vorschuss) adı altında bir uygulama bulunuyor.

Sosyal dairelere bağlı olarak Gençlik Dairesi (Jugendamt) adı altında kurumsal yapı oluşturulmuş. Çocuklu bir ailenin boşanmasından sonra, nafakayı içeren mahkeme kararının bir sureti aynı zamanda Gençlik Dairesi’ne gönderiliyor. Özellikle eşler arasında nafakanın alınmasında bir sorun görüldüğü takdirde, boşanan eş Gençlik Dairesi’ne ve Sosyal Daire’ye bu konuda yetki veriyor. Mahkemenin bağladığı nafakanın bu kurum üzerinden alınması sağlanıyor. Eşe ve çocuklara bağlanan nafaka bu birim tarafından "avans" olarak veriliyor.

Nafaka ödemekle yükümlü kişi, nafakayı bu birime yatırıyor. Nafakanın yatırılmaması durumunda oluşan alacak, bu birim tarafından takip ve tahsil ediliyor. Bu oldukça basit ve işlevsel uygulama, Zürich kantonunda 1917 yılından beri uygulanıyor.

Bazı şeyleri yeniden keşfetmeye gerek yok. Devlet, kadınlarını mağdur etmesin. Mahkemenin öngördüğü nafakayı devlet kadına ödesin. Sonra da adamlardan tahsil etsin. Bu nedenle 22 Temmuz seçimlerinde propaganda yapan siyasilere nafaka konusuna nasıl baktıklarını ve çözüm önerileri olup olmadığını sorun. Kem küm ediyorsa, beylik laflarla geçiştiriyorsa oyunuzu vermeyin.

Bakın bu konuya ilişkin yaşanmış ilginç bir olay anlatacağım. Yakın bir arkadaşım, çocuğunu yaz okuluna göndermek istiyordu. Çocuk da bunu babasından talep etmiş. Bir hafta sonra baba "Annene söyle, yaz okuluna gittiğin sürece nafaka ödemeyeceğim" diye mesaj göndermiş. Şimdi güler misiniz, ağlar mısınız? Elimi arkadaşımın omzunu koydum "Sen de bundan sonra yaptığın her şeyi kalem kalem yaz. Sonra faturadan düşersin" dedim. Güldük. Bu adamları kaynar kazana atmak lazım, belki de buralardan gitmek lazım...

Her yaşa fitness

25 yıldır tüm dünyada 65 bin çocuk için fitness’ı eğlenceye dönüştüren My GYM, İstanbul’da hizmete girdi. 6 haftalık bebekten 13 yaşına kadar farklı yaş grubundaki çocuklar merkeze devam ediyor. Her yaş grubu için hazırlanan fitness programları var. Küçük yaştan itibaren çocuklara sporu sevdirmeyi ve sporu yaşam biçimi olarak benimsetmeyi hedefleyen My GYM’de oyun, jimnastik, cardio, dans, müzik ve kuklalar ile birlikte spor eğlenceye dönüşüyor.

Rekabetin olmadığı bir ortamda birlikte başarmak için tasarlanan programlar, çocukların diğer çocuklarla etkili bir iletişim kurmasını sağlıyor. Ayrıntılı bilgi www.mygym.com.tr adresinde...
Yazının Devamını Oku

Kayınvalidemin ölümünü iki ay önceden gördüm

11 Temmuz 2007
RUMUZ: PEMBELİMEski nişanlımın annesi hastaydı. Nişanlımdan ayrıldıktan sonra rüyamda onların evinde yemek veriyordum. Ev bembeyazdı ve ilahi bir müzik çalıyordu. Bir diğer rüyamda ise kalabalık, hipnotize edilmiş gibi duran insanlardan oluşmuş bir topluluk bir yere gidiyordu. Bana kimse birşey söylemedi ama ben rüyamda kaynanamın öldüğünü anladım. Uzak bir yere gittim. Başlangıçtaki kalabalık yavaş yavaş azaldı ben tek kaldım. Bir baktım bir mezarın içinde biri çırpınıyor. Baktım kaynanam, beni ayak seslerimden tanıdı, "İyi değilsin galiba" dedim. "Yok iyi değilim" dedi. Altını düzeltip yeniden yatırdım. Toprak kendiliğinden pamuk gibi oldu. Bana, "Sağ ol kızım" dedi, gözlerini kapadı. Aradan bir iki ay geçti gerçek hayatta da kaynanamın öldüğünü öğrendim.

YORUM: Birinci rüyanız, nişanlınızdan ayrılmış olmanıza rağmen, aranızdaki arkadaşlığın sürdüğünü ve sizin nişanlınız ve annesi ile ilişkilerinizin çok iyi olduğunu gösteriyor. Özellikle nişanlınızın annesini çok seviyor olmalısınız. Çünkü birinci rüyanızda evlerini bembeyaz (saflık, temizlik ifadesi), içeride ilahiler (masumluk) çalarken görüyorsunuz ve onlara yemek veriyorsunuz (koruyup, kollama duygusu).

İkinci rüyanız da aynı şekilde. Kayınvalidenizi çok sevdiğiniz için rahatsızlığı nedeni ile her an ölebileceğini düşünmeniz, rüyalarınıza onu mezarda gördüğünüz hali ile yansımış (Rahatsız olduğu için ölebileceğini düşünmüşsünüz, iki ay sonra hanımefendinin vefat etmiş olması rüyanızın haberci rüya olduğunu göstermiyor).

Yattığı yeri düzeltmeniz ise, yine ona olan sevginizi, koruyup kollama duygunuzu simgeliyor. Rüyanızda kullandığınız tüm semboller çok saf, sevecen ve koruyucu birisi olduğunuzu gösteriyor. Yakın çevreniz çok şanslı, umarım hakkettiğiniz mutluluğu yakalarsınız.

Rüyamda sürekli düşüyorum

RUMUZ: NERGİZ

Rüyamda yere düşmüştüm ve yukarı çıkamıyordum. Sonra tırmanmaya çalıştım ve tekrar düştüm. Sonra birisinin yardımı ile tırmanmayı başardım.

YORUM: Rüyalarda düşmek, kişinin kendine olan güvenini, bulunduğu konumu veya statüsünü kaybetme korkusunu sembolize eder. Tırmanmaksa, kişinin yükselme ve ilerleme çabası ile ilgilidir. Son günlerde konumunuza tehdit oluşturan veya güven duygunuzu sarsan olaylar yaşıyorsanız bu tür rüyalar görmeniz son derece normaldir.
Yazının Devamını Oku

Çocukların ’Gülücüm’ü melek oldu

5 Temmuz 2007
Çevremdeki anne-babaların büyük çoğunluğu, çocuklarını beklentilerine yanıt vermeyen çocuk doktorlarına götürmek durumunda kalıyor. Şanslıysanız doğru doktoru buluyor, şanssızsanız çocuğunuzu sayısını bile hatırlamayacağınız kadar çok doktorla büyütmek durumunda kalıyorsunuz.

ekiz yıl önceydi... 8 aylık dünyaya gelen kızım, kan uyuşmazlığı nedeniyle yeni doğan sarılığını ileri düzeyde yaşayınca anneliğimin ilk günleri kabusa dönmüştü. Ama beni en fazla üzen, doktorun takındığı tavırdı. Çocuk doktoru, kan tahlili için hem hastaneye çağırmış hem de çocuğun yüzüne bakmadan bizi eve gönderip sabah tekrar istemişti.

Gece yarısı güvenebileceğim başka bir çocuk doktoruna ihtiyacım vardı. Her konuda ince eleyip sık dokuyan Pınar, Ateş’i küçük bir hastanede çalışan Doktor Sevinç Akarçay’a gözü kapalı emanet etmişti. Ateş’in doktoruyla gece yarısı sözleştik. Sabahın köründe hastanedeydik. Kızımı kendi bebeği gibi muayene etti. 24 saat dolmadan Nehir hastalık düzeyini atlatmıştı, yüzümüzde güller açarak evimize dönmüştük. O günden sonra ben de kızımı gözüm kapalı emanet ettim Doktor Sevinç Akarçay’a.

Çocuk sahibi olanlar iyi bilirler. Sizi anlayacak, ihtiyaç duyduğunuz her an ulaşabileceğiniz bir doktor bulmak kolay değildir. Çevremdeki anne-babaların büyük çoğunluğu çocuklarını, beklentilerine yanıt vermeyen çocuk doktorlarına götürmek durumunda kalıyor.

Çocuk doktoru seçmek aslında hayati bir konu. Zamane çocukları çürük elma gibi... Herhangi bir virüsle karşılaştıklarında, anında teslim oluyorlar. Bu nedenle gece-gündüz doktorun kapısını çalıyorsunuz. Gece-gündüz doktorumuza ulaşma konusunda biz hiç sıkıntı çekmedik. Her çocuğu "Gülücüm" diye severdi. Her çocuk onun kendi çocuğu gibiydi. Oğlu büyümüştü, o yüzden binlerce küçük ’Gülücüm’ü vardı.

Doğru frekansı bulduk

Annelere de nasıl yaklaşacağını iyi bilirdi. Bir gece Nehir’in nefes alamadığını, hırıltılar çıkardığını görünce "kızım ölüyor" diye ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette ilk aradığım kişi o olmuştu. Beni telefonda sakinleştirmiş, anlattıklarımın krup hastalığına benzediğini söyleyerek bizi Zeynep Kamil Hastanesi acil servisine yönlendirmiş, kendisi de telefon etmişti. Söyler misiniz bunu kaç doktor yapar?

Üç yıl önceydi. Bir gün hastaneye yine gittik. İzinli dediler. Telefonlarını kapatmıştı. Sonunda ona ulaşmayı başardım. Kimseye söylemek istemiyordu. Akciğer kanseriydi. Günde 100’e yakın çocuğa bakan, neredeyse öğle yemeğini bile yiyemeyen, adı gibi sevinç dolu bu kadın kanser olmuştu. Geçirdiği ameliyatlar, gördüğü kemoterapiler nedeniyle mesleğini bırakmak zorunda kaldı. Biz ise doktorumuzdan olmuştuk. Uzun süre Sevinç Hanım gibi bir doktor bulmak için serseri mayın gibi dolaştık. O bizim ilk aşkımızdı ve yerini kimse dolduramadı.

Hep telefonlaştık. İyileşmesi için dua ettik. En son Nehir İTP olduğunda mesajlaştık. Beni "Merak etme Nehir güçlü bir çocuk, bunu da atlatacak" sözleriyle teselli etti.

Bu hafta sonu Hürriyet’i geç saatlerde elime alabildim. İlan sayfasına geldiğimde şoke oldum. "Sevinç’imizi kaybettik" yazıyordu. "Yakalandığı amansız hastalığa yenik düştü" diyordu. Binlerce çocuğun "Gülücüm"ü artık melek olmuştu. Yeryüzündeki üzerinde emeğin olan çocuk "Gülücüm"lerin hepsi seni çok sevdi. Mekanın cennet olsun Sevinç Akarçay.
Yazının Devamını Oku

Hayallerinin peşinden git kızım

28 Haziran 2007
Her birinin büyük hayalleri, küçük hayatları vardı. Başlangıçta tek sermayeleri cesaretleriydi. Küçük imkanlarla büyük engelleri aştılar. Yenile yenile yenmeyi öğrendiler. Başardılar. "İnsan isterse, ama gerçekten isterse hayatta en çok istediğini yapar" dedirttiler.

Yaz tatiline hızlı girdik. Nehir bir an önce ödevlerinden kurtulmak için ufak ufak çalışmaya başladı. Ödevlerini bitirirse tekrar yapsın istiyorum. Üçüncü sınıfta matematikte nal toplamamak için ikinci sınıf matematiğini iyi öğrenmesi gerekiyor.

Klasiktir. Her yaz çocuklara okumaları için uzun bir kitap listesi verilir. Bu kez bizim okul bir farklılık yaptı ve çocuklara istedikleri kitapları okuma özgürlüğü tanıdı. Bazı insanlar aynı anda birkaç kitabı birlikte okumaktan keyif alırlar. Benim kızım da bu gruba giriyor. Oysa ben bitirmeden başka bir kitaba asla başlayamam.

Nehir bir taraftan Orhan Kemal’in "İnci’nin Maceraları" kitabını okurken ona "İnsan İsterse-Azmin Zaferi Öyküleri" kitabının ikincisini verdim. En fazla 50-60 sayfalık kitaplara alışkın olduğu için önce gözünde büyüdü. "Ben bunu nasıl okuyacağım?" falan diye mızmızlandı. Kızımı iyi tanıdığım, oltaya geleceğini bildiğim için hemen bir yem attım. "Bebeğim şu ilk sayfasını oku bakalım! İlgini çekerse devam edersin, çekmezse okumazsın" dedim. Kitabın ilk sayfasında enteresan bir bölüm yer alıyordu. O öyküyü internet kullananlar ve kişisel gelişime merak duyanlar bilirler. Bilmeyenler için yazıyorum;

"7 yaşındayken babasını kaybetti ve yetim kaldı. 8 yaşında okuldan alındı ve köyde yaşadı. 10 yaşında yüzü kanlar içinde kalacak şekilde yeni okulundaki hocasından dayak yedi. 17 yaşında hayalindeki okulun istediği bölümü için gerekli not ortalamasını tutturamadı. 24 yaşında tutuklandı, günlerce sorguya çekildi ve 2 ay tek başına bir hücrede hapis yattı. 25 yaşında sürgüne gönderildi. 30 yaşında amiri, onu kendisinden uzaklaştırmak için başka göreve atanmasını sağladı. Yeni görevinde fiilen işsiz bırakıldı. Aylarca boş kaldı. 37 yaşında böbrek hastalığından Viyana’da iki ay hasta ve yalnız halde yattı. 37 yaşında komutan olarak yeni atandığı ordu dağıtıldı. 38 yaşında bir toplantıda giyebileceği bir tek sivil elbisesi bile yoktu ve başkasından bir redingot ödünç aldı. Ayrıca cebinde sadece 80 lirası vardı. 38 yaşında kendisi için tutuklama kararı çıkarıldı. 38 yaşında en yakın beş arkadaşından üçü onun kongre temsilci heyetine üye olmaması için aleyhinde oy kullandı. 39 yaşında idam cezasına çarptırıldı. Sonra ne mi oldu? 42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı oldu. Okuduğunuz öykü efsanevi lider Mustafa Kemal Atatürk’e aittir."

ISRARCI OLMAMALI

Nehir son cümleden sonra siyah gözlerini kocaman kocaman açıp "Gerçekten mi" diye sordu. Kızım okuduklarından çok etkilenmişti. Hız kesmeden kitabın bir başka sayfasını açıp "Burayı da oku. Sonra sana birkaç sorum olacak" dedim. Nehir, dünyanın en zengin kadınları arasında yer alan Amerika’nın ve dünyanın en ünlü TV programcısı Oprah Winfrey’in başarı merdivenlerini çıkarken sımsıkı tutunduğu 10 basit ilkeyi yüksek sesle okudu.

Bitirdikten sonra "Seni etkileyen hangileri oldu" diye sordum. "Hayatını başkalarını mutlu etmek için yaşama. Çevreni seni ileri götürebilecek insanlarla doldur. Nazik ol. Uyumlu ve merhametli ol. Hayallerinin peşinden giderken ısrarcı ol"...

Nehir’i etkileyen maddeler bunlardı. Peki, benim kızım hayallerinin peşinden gitmek için gerekli olan motivasyonu nereden bulacaktı? "Bu iş çok basit. Ben cerrah olmak istiyorum ya... Diyelim ki sınavı kazanamadım. Bir kez daha girerim. Yine mi kazanamadım. Yine girerim. Gerekirse 10 kez girerim ama cerrah olma isteğimden vazgeçmem" dedi. Bu çocuk arada bir beni korkutuyor. Çoğu insan dış motivasyona ihtiyaç duyar. Bazılarının içsel motivasyonu o kadar güçlüdür ki gerekli olan gazı kendi kendilerine verirler. Bizimki de o hesap...

Konsept danışmanlığını ünlü kişisel gelişim uzmanı Mümin Sekman’ın yaptığı "İnsan İsterse" kitabında benim yazdığım dört ayrı başarı öyküsü bulunuyor. Kızım, kaleme aldığım öyküleri okusa bile bana yeter. Sonuçta bu kitapta öyküleri yer alanların büyük hayalleri, küçük hayatları vardı. Hayallerinin verdiği umutla yola çıktılar. Başlangıçta tek sermayeleri cesaretleriydi. Paraları yoktu, çevreleri yoktu ama zorluk çoktu. Küçük imkanlarla büyük engelleri aştılar. Çoğu kez yenile yenile yenmeyi öğrendiler. Yılgın, yorgun, yalnız olsalar da yenilmediler, pes etmediler. Başardılar. "İnsan isterse, ama gerçekten isterse hayatta en çok istediğini yapar" dedirttiler. Nehir, bu kitabı bitirirse sırada "Secret" var. Abarttığımı söylediğinizi duyar gibiyim. Kızmayın, orta bir yol bulayım, "Secret"ı gelecek yaz okutayım.

Fotoğraf atölyeleri başlıyor

Fotoğraf Vakfı ve Galata Fotoğrafhanesi işbirliği ile düzenlenen Fotoğraf Atölyeleri, yaz döneminde de devam ediyor. Hafta içi ve hafta sonu Temel Fotoğraf Eğitimi ile başlayan fotoğraf atölyeleri, kendisini fotoğraf alanında geliştirmek için İleri Fotoğraf Atölyesi ile devam ediyor. Katılımcıların ilgi alanlarına göre Stüdyo Fotoğrafçılığı, Photoshop Retouch Teknikleri ya da Dijital Fotoğraf gibi atölyelerin yer aldığı Fotoğraf Vakfı’nda, fotoğrafın farklı alanlarında projeler hazırlamak isteyenler için de deneyimli eğitmenler eşliğinde Proje Geliştirme Atölyeleri düzenleniyor. Atölyeler 30 Haziran günü başlıyor. Detaylı bilgi için: www.fotografvakfi.org

Genç yönetmen adayları kampta

Geleceğin Yıldızları, sinema tutkuları izleyici olmanın ötesine geçmiş gençler için 17-31 Temmuz tarihleri arasında "Geleceğin Yönetmenleri Kampı"nı düzenliyor. 12-16 yaş arasındaki gençlere yönelik olarak düzenlenen kampta, senaryo aşamasından montaja kadar bir filmin nasıl kurgulanıp seyircilere sunulacağı öğretilecek. Eğitimdijital kameralar, bilgisayarlar, film montaj programları için gerekli olan tüm malzemeler eşliğinde, sinema-tv bölümü mezunu eğitmenlerce verilecek. Günün dört saatini yönetmenlik eğitimi ile geçiren kampçılar, geri kalan zamanlarda ise futbol, basketbol, beyzbol oynayıp vakit geçirebilecek. Ayrıntılı bilgi için: www.geleceginyildizlari.com  
Yazının Devamını Oku

Velayet mağduru ebeveynler

21 Haziran 2007
Çocuklarını boşandığı eşlerine karşı koz olarak kullanan ya da çeşitli nedenlerden dolayı göstermeyen ünlü ya da ünsüz on binler var. Hemen hepsinin ortak sorunu velayet mağduru olmaları. Velayet mağduru bir baba geçen haftaki yazım üzerine bana bir çağrıda bulundu: "Velayet mağduru babalardan çevremde o kadar çok var ki! Bizler sesimizi; erkeklik gururumuzdan, hislerimizi açığa vurmaya utandığımızdan, kanunların yarattığı ayırımcılıktan sonuç alamadığımızdan, yılgınlığımızdan, çocuklarımıza kötü bir baba imajı bırakmak korkusundan duyuramadık. Hep sessiz kaldık. Yastığa rahat başımızı koyamadık, aynayla konuştuk, duvarlara yakardık, birbirimizden destek aldık, birbirimizin omzunda ağladık. Biz belki de binleriz, on binleriz... Sessiz, yılgın, mutsuz on binler...

Eski eşlerimizin gözünde veya gerçekte ne olursak olalım birer baba olduğumuzu, çocuklarımızı en az anneleri kadar sevdiğimizi anlatamadık. Tüm boşanmışlara kendi aralarında her ne yaşanmışsa yaşanmış olduğunu; babaları veya anneleri aleyhine çocuklara bir şey anlatılmaması gerektiğini iletir misiniz? Tüm bunları bizim için, toplum için, çocuklar için yapar mısınız?"

Mutsuz ebeveynlerin ve mutsuz çocukların sayısını azaltmak için velayet mağduru bir babanın kızına yazdığı ama gönderemediği mektubunu sizinle paylaşmak istedim.

Kim derseniz, adı bende saklı...

Dörtdörtlük bir Çerkez’in evladı olarak dünyaya geldiğimden midir, babama doyasıya sarılmak kısmet olmadı bana. İçim giderdi sokakta babalarının kucağındaki bebeleri, baba-oğul, baba-kız el ele gezen çocukları görünce. Oysa bırakın babamın elini tutmayı, bana sarılmasını, başımı okşamasını, bayramlar harici bir öpücük dahi alamadım hayatımda. 18’ime basmadan kaybettim babamı. Ağız dolusu "babacığım" diye sarılamadan, içime çekemeden kokusunu. Kısmet tabutuna ve kefen içerisinde mezarına indirirken sarılmakmış babacığıma. O acı anımda bile bunu düşünmüştüm.

Bir sene sonra Türkiye 38.’si olarak İTÜ Gemi İnşaatı Fakültesi’ne girdim. Ama artık sevinecek, benimle gurur duyacak bir babam yoktu! Nafile ve kısık bir ses ile okudum mezar taşına sınav sonuç belgemi. İlk kez ama haykırarak söyledim onu ne kadar çok sevdiğimi: "Seni seviyorum baba..." Hep hayal ettim. Eğer bir gün çocuklarım olursa onlarla arkadaş olacaktım. Uzaktan ve gözlerimle değil, sarılarak, öperek, kucaklayarak, konuşarak, sevecektim.

Doğmadan ona aşık oldum

Eşimin hamile kaldığı müjdesini aldığımdaki sevincimi anlatamam, hele bir kızım olacağını öğrendiğimde kendimi Allah’ıma çok daha yakın hissettim. Efsanevi ’baba-kız aşkı’na daha kızım doğmadan düştüm. Kendimi hazırlamaya başladım. Kızımı 9 ay ben mi taşıdım, anası mı Allah bilir. Günü çattı, saati geldi. Nihayet kızımı elime aldım.

Şirketimi yeni kurmuşum. Ne cumartesi var ne de pazar. Uyumak üzere eve geldiğim 3-5 saatte de kızıma doymaya çalışır, her uyandığında başında ben olurdum. Altını değiştirir, sütünü verirdim kızımın.

Ancak eski eşim taksidini ödediğim evi annesinin üzerine yapmaya, bankadaki ortak hesabımızı sıfırlamaya kadar ileriye gidince bana iki don bir gömlek ile evi terk etmek kaldı. Ve o, ilk bir-iki aydan sonra biricik prensesimi göstermemeye başladı. Bana en büyük eziyetin bu olacağını biliyordu.

Yalanlarla büyüyor

Şaka değil, boşanmadan sonra 7 yıl boyunca kızımı ancak haciz ile görebildim. Tam yüz küsur kez... Bunun için yapmanız gereken işlem haciz için borçluya yapılan işlemden daha zor. Her cuma adliyeye gidilir, ücret yatırılır. Sonra çalışan memurlara pazar günü sizinle gelsin diye yalvarılır. Her konuda anlaştığınız memur pazar günü gidilip evinden alınır, adliyeye getirilir, dosya alınır. Daha sonra karakola gidilir, polis alınır. Kızımın evine gidilir. "Sağlam aldım-sağlam verdim" diye teslim-tesellüm tutanağı polis ve memur gözetiminde karşılıklı imzalanır. Sonra sırası ile polis karakola ve memur evine bırakılır.

15 yaşına kadar anne-teyze-anneanne üçgeninde yalanlarla doldu kafası prensesimin. Son 5 senedir, yani yeni evliliğim boyunca kızımı hacze gitmiyorum. Evliliğimin ilk yıllarında kızımı gösteren annesi son iki senedir yine eski silahını kullanır oldu. Kızımı okulu dışında yine göremiyorum. Yakında yeni bir bayram var. Prensesime sarılamayacağım, onu koklayamayacağım bir başka bayram. Tıpkı bundan 35-40 sene önce babacığıma sarılamadığım bayramlar gibi.

Hálá içim gider sokakta baba-kız gezen çocukları görünce. Bu nedenle bayram sabahları ben aynı kábusla uyanırım. Kızım mezar taşıma haykırır; "Bayramın kutlu olsun. Seni çok seviyor(d)um baba...
Yazının Devamını Oku