27 Eylül 2007
Okullar açılınca özelikle üst solunum yolu enfeksiyon mevsimi de açılmış oluyor. Üst solunum yolları enfeksiyonlarının kolayca bulaşması ve sık sık tekrarlaması okul döneminde hatta ileriki dönemde yıllarca sürebilecek KBB hastalıklarına neden olabiliyor.
akika bir, gol bir... Okulun açıldığı ilk hafta antibiyotik içerek herhalde bir rekora daha imza atmış olduk. Sevgili kızım, öğle yemeğinde verilen dondurmaya dayanamadığı için bir hafta sabah-akşam antibiyotiğe talim etti. Çünkü üst solunum yolu enfeksiyonu iki günde orta kulak iltihabına döndü. Ben arkadaşlarıma dert yanarken onların da bizden farklı olmadığını öğrendim.
Okullar açılınca özelikle üst solunum yolu enfeksiyon mevsimi de açılmış oluyor. Herkes dertli. Özellikle anaokuluna yeni başlayan aileler "Üç gün gidiyor, geri kalan günler evde. İyileştiriyoruz, gönderiyoruz, yeniden hasta olup geliyor" diye dert yanıyorlar. İlköğretim dönemi anaokulu dönemine göre daha iyi geçiriliyor. Eskiden neydi öyle? Anaokuluna giderken her hafta doktordaydık. Neredeyse ayın yarısını antibiyotik içerek geçiriyorduk. Şimdi biraz da laf olsun diye söyleniyorum.
Çocukların bağışıklık sisteminin çeşitli mikrobik etkenlere karşı hazırlıklı olmaması, kalabalık sınıflar, çok yakın temasta olmaları, sık viral üst solunum yolları enfeksiyonu geçirmeleri birbirlerine kolayca hastalıkları geçirmelerine zemin hazırlıyor. Bu nedenle özellikle anaokulu ve ilköğretim çağı çocuklarında en sık rastlanan hastalıkların başında kulak burun boğaz yolları ile bulaşan hastalıklar geliyor. Üst solunum yolu enfeksiyonu deyip geçmeyin. Çünkü hafif gibi görünse de kalıcı sağlık sorunlarına yol açabiliyor.
Üst solunum yolları enfeksiyonlarının kolayca bulaşması ve çocuklarda sık sık tekrarlaması okul döneminde hatta ileriki dönemde yıllarca sürebilecek KBB hastalıklarına neden olabiliyor. Nereden mi biliyorum? Nişantaşı Kulak Burun Boğaz Grubu’ndan Doç. Dr. Erhun Şerbetçi’ye sordum o anlattı.
Okul başarısını düşürüyor
Dr. Şerbetçi, basit bir nezle ya da grip sonrası oluşan enfeksiyonun ihmal edildiği taktirde henüz bağışıklığı tam oluşmamış çocukları özellikle sinüzit hastalığına daha çok eğilimli hale getirdiğini söyledi. Üst solunum yolu enfeksiyonları çocuklarda okul devamlılığını ve dolayısı ile başarıyı da ciddi şekilde düşürüyor. Tüm çocukların yarış atı gibi yetiştirildiği günümüzde maazallah üç gün okula gitmeyen çocukların arkadaşlarıyla arasındaki mesafenin açıldığını bilmem söylememe gerek var mı? Bu nedenle grip deyip geçmeyin, kısa sürede tedavi şart.
Ailelerin her eğitim döneminde yaşadıkları sıkıntılı üst solunum yolları rahatsızları yalnızca çok bilinen bademcik ve geniz eti iltihaplarına neden olmakla kalmıyor. Orta kulak iltihapları, orta kulakta sıvı toplanması ve çocuk sinüzitleri gibi hastalıkları da beraberinde getiriyor. Sonunda da işitme kayıpları, konuşma ve öğrenme sorunları, yüz kemikleri ve dişlerde gelişme sorunları gibi istenmeyen sorunlara yol açıyor.
İşitme bozukluklarına neden olan orta kulak iltihabı sırasında öğretmenin anlattıklarını duyamayan çocuk derslerden kopuyor. Tedavi edilmeyen çocuk sinüzitlerinin orta kulak sorunlarından kronik akciğer sorunlarına kadar farklı komplikasyonlara yol açabileceğini de unutmamakta yarar var.
Tedaviyi ihmal etmeyin
Bazı anneler burnu aksa, öksürse, kulak ağrısından şikáyetçi bile olsa "Üç gün içinde geçer" diye çocuğunu doktora götürmüyor. Çocuk sinüziti ihtimalini bir kenara atmayın. Yakınmaların 10 günden fazla sürmesi halinde önlem alınması gerektiğini belirten Dr. Şerbetçi "Bir üst solunum yolu enfeksiyonu belirtileri 10 günden fazla sürüyorsa burada bir sinüs tutulması vardır ve belirtiler üç aydır sürüyorsa sinüzit kronik hale gelmiş demektir. Bütün bir kış boyunca hastalanan yazın da iyileşen çocuklarda sinüzit olma olasılığı yüksektir" diyor.
Orta kulak iltihabı da bebek ve küçük çocuklarda kulak çekme veya kaşımayla birlikte, işitme problemi, ağlama, huzursuzluk, ateş, kusma ve kulak akıntısı ile kendini gösteriyor. Kronikleşen orta kulak iltihabı kalıcı işitme kayıplarına neden olabiliyor, bu yüzden belirtilerin görülmesi durumunda hemen bir uzmana başvurmak ve bir an önce tedaviye başlamak çok önemli. Ben bile, o kadar dikkatli ve hastalık konusunda hassas olmama rağmen, Nehir’in kulağına tüp takılmasının önüne geçemedim.
Saç boyası ve kesim bedava
Geçen hafta görüştüğüm arkadaşımın yeni saçına bayıldım. Nerede kestirdiğini sorunca Tony&Guy Akademi’de kestirdiğini söyledi. Boyasını ve kesimini bedava yaptırmış. Şaşırdım. Tony&Guy, dünyanın en ünlü kuaför zincirlerinden biri. 22. akademiyi Türkiye’de 4 yıl önce açmışlar. Eğitim günlerinde boya ve kesim bedava. Aynı işlemi herhangi bir şubede yaptırdığınızda asgari ücrete yakın bir para ödeyeceğinizi hatırlatırım. (0212) 244 02 80 - 244 02 89 numaralı telefondan ya da www.toniandguytr.com adresinden randevu alabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2007
Kızını okutabilmek için Kars’ın bir köyünden yola çıkan gencecik bir anne ile erken yaşta büyümek zorunda kalan kızının mücadelesini anlatan Leylan dizisi, aynı kaderi paylaşan on binlerce kızın yaşadığı gerçeği gözler önüne seriyor. Dedem karşısına alıp evleneceğini söylediğinde henüz 15 yaşındaydı annem. Hayali öğretmen olmaktı. Zaten kaydını da yaptırmıştı okula. Ama çevresindeki birkaç aykırı ses dedemi annemin evlendirilmesi için ikna etmişti. Beni doğurduğunda ise annem 17 yaşında bir kız çocuğuydu. Anneannem dedemin karşısına çıkıp "Benim kızım evlenmeyecek, okuyacak" demişti ama belki bir kez belki de sessizce. Yumruğunu masaya çarpacak güçte bir kadın olmadığı için annemin kaderi başka yazılmıştı.
Geçen hafta gece yarısı elimde kumanda kanal değiştirirken Star’ın yeni dizilerinden Leylan’a denk geldim. Belki annemin hikayesiyle bir bağ kurmasam bu kadar etkilemeyecekti beni. Leylan’la aynı kaderi paylaşan, kızlarını da aynı kadere kurban veren annelerin sayısı çoktur. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı, kız çocuklarını okutmayı aklının ucundan bile geçirmeyen, babaları ikna eden, savaşçı, gözü kara, toprağından kopmayı, ailesinin karşınızda durabilmeyi göze alabilen kaç kadın tanıdınız çevrenizde?
Diziyi seyretmeyenler için küçük bir hatırlatma yapmak isterim. Kızını okutabilmek için Kars’ın bir köyünden yola çıkan gencecik bir anne ile erken yaşta büyümek zorunda kalan kızının mücadelesini anlatan bir dizi Leylan. Aslında bir anne ile kızının sevgiyle yoğrulmuş, yürek titreten masalı da denebilir. Leylan’ın kızının adı Yonca. Benim kara böceğime de çok benziyor. Annesi, bahtı bu çiçek kadar şanslı olsun diye adını Yonca koymuş. Kızının kendisinden daha iyi bir hayatı olsun diye ailesi ve ’kızlar okutulmaz’ zihniyetiyle savaşıyor.
Yonca annesine hayran. Çünkü annesi bir savaşçı. Birçok kadından daha güçlü, daha gözü kara, köklerine ve kızına bağlı, kızı için toprağını, ömrünü, sadece bir kez tattığı aşkını bile terk etmiş bir anne. Leylan, Yonca’nın sığınağı, vatanı, kökleri, her şeyi...
Kadınlarımızın yüzde 20’si Leylan gibi olsa kızlarının kaderi değişir miydi acaba? Kim bilir? Leylan’da anlatılan hikayenin kahramanlarını Türkiye yakından tanıyor. Onlara Kardelenler deniyor. Türkan Saylan’ın yedi yıl önce Siirt’in Pervari ilçesinde başlattığı süreç, Turkcell’in katkısıyla bugün 5 bin kızı kucakladı. Ailesinin erkeklerinin ’okumayacak’ diye ferman verdiği 5 bin kız çocuğu bugün kendi rüyalarını gerçekleştirmek için çalışıyor.
Kadınlar mücadele etmeli
Kardelenler gibi okul hayatına sıkı sıkıya sarılan ya da okumak dışında başka kurtuluşu olmayanların gözlerindeki ışıltıyı iyi biliyorum. Onlar, imkansız olarak gördükleri düşlere bir adım yaklaştıklarında on adım koşuyorlar. Masal mutlu sonla bitecekse, her kadının gözü kara birer savaşçı olarak mücadele etmesine değmez mi sizce?
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2007
Dünyanın en büyük oyuncak firması olan ABD’li Mattel, son bir ay içinde üçüncü kez Çin yapımı ürünleri piyasadan topladı. Bu oyuncakların çocuklara verdiği zarar bu kadar bariz olmasa, bir firma milyarlarca dolarlık zararı göze alır mıydı? Altı aydır İTP kontrolümüz devam ediyor. Hafta sonu Nehir’in kan tahlilleri yeniden yapıldı. Çocuk Hastalıkları ve Hematoloji uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat "Artık sizinle 6 ay sonra görüşelim" dedi. Hocayı bulmuşken, Çin’den gelen oyuncakların çocukları nasıl etkilediğini sordum. "Eğer çocuk yasaklanan oyuncaklarla oynamışsa, aile kan serumunda kurşun düzeyine baktırsın. Çünkü çocukta klinik bulgu vermeden kronik kurşun birikmesi olabilir" yorumunu yaptı. "Oyuncakları ne yapacağız?" dedim, "Gözünüzü kırpmadan çöpe atacaksınız" dedi.
Bu oyuncak meselesi insanı zor durumda bırakıyor. Tamam, bugüne kadar gidip sokakta satılan oyuncaklardan almadım ama bu işin hediye kısmını atlamamak gerekiyor. Sekiz yıl boyunca bakalım Nehir’in elinden kaç riskli oyuncak geçti? Eğer kızımı ikna edersem, ben de kurşun düzeyine baktırmayı düşünüyorum.
Kurşun, özellikle 5 yaşın altındaki çocuklar için çok daha tehlikeli, çünkü erişkinlerin aldıkları kurşunun ancak yüzde 10’u kana geçerken, bu oran çocuklarda yüzde 50... Kurşun, fiziksel ve zihinsel öğrenme problemi, zeka geriliği hatta kanser olarak etkisini gösterebiliyor. Çocuklarda kurşuna en duyarlı sistem, merkezi sinir sistemi... Böbreklerde ve bağışıklık sisteminde de hasara neden olabiliyor.
Birçok aile ellerindeki oyuncakları tahlil ettirmek için merkez arıyor. Yakında Hıfzıssıhha’da oyuncak analiz laboratuvarı kurulacak. Türkiye’ye gelen oyuncaklar piyasaya çıkmadan önce burada incelenecek. Ancak o zamana kadar ailelerin hassas davranıp kendi denetimlerini yapmaları gerekiyor.
Çoğu anne-baba, oyuncak konusunda yapılan haberler nedeniyle kafasının karıştığını söylüyor. Çin’den gelen oyuncakların hepsi çocuklar için tehlikeli mi? Boyalı oyuncaklardan çocuklara geçen kurşun nasıl zehirliyor? Pazar ya da işportadan hiç mi oyuncak alınmamalı? Çocuklarımız zehirlendi mi? Belki de tüm bilgileri özetlemek yararlı olacak.
Kural 1: Renkli oyuncaklar, çocuklar için tehlikeli olabilir. Sağlık Bakanlığı Kanser Daire Başkanı Murat Tuncer, çocuklara 3 yaşına kadar renkli oyuncak alınmamasını hatta ailelerin kendi oyuncaklarını yapmasını öneriyor. Bu öneri unutulmayacak. Avrupa Birliği Komisyonu, Çin malı oyuncakların potansiyel olarak ölüm tehlikesi saçtığını bildirdi. Bu uyarı dikkate alınacak.
Kural 2: Hıfzıssıhha’da oyuncak analiz laboratuvarı kurulana kadar, Uzakdoğu’dan gelen oyuncaklar alınmayacak. Özellikle boyalı olanlardan kaçınılacak.
Kural 3: Oyuncak alınıyorsa mutlaka standart ve kalite kontrolü aranacak. Kalite kontrolü olarak ambalaj üzerinde CE kısaltması aranacak.
Durum aslında hem vahim hem de değil... Vahim, çünkü bugüne kadar bir servet ödeyerek çocuklara zarar verecek oyuncakları kendi ellerimizle aldık. Vahim değil, çünkü Türk çocukları dünyanın oyuncağa en az para harcayan çocukları arasında yer alıyor. Bir Japon çocuğunun yıllık oyuncak harcamasını Türkiye’de 60 çocuk ancak yapabiliyor. Oyuncakla ilişkisi bizim çocuklardan daha az olanlar var. Çoğu Afrika ülkesinde bu sayı 300’e çıkıyor. Sevinelim mi, üzülelim mi yoksa Allah koruyor mu diyelim, ona siz karar verin.
Ama şu gerçeği unutmayalım. Dünyanın en büyük oyuncak firması olan ABD’li Mattel, son bir ay içinde üçüncü kez Çin yapımı ürünleri piyasadan topladı. Bu oyuncakların çocuklara verdiği zarar bu kadar bariz olmasa, bir firma milyarlarca dolar zararı göze alır mıydı? Mattel firmasına teşekkür etmeliyiz. En azından vicdanlılarmış.
Ailelere öneriler
Çocuğunuza aldığınız oyuncağın boyası dökülüyor ya da çok kısa zaman sonra çıkıyorsa, ortadan kaldırın ama oynasın diye başka çocuklara vermeyin.
Boya kalemi veya boya hamuru gibi malzemeleri çocuklar ağızlarına çok sık götürür. Buna engel olun.
Oyun malzemelerinin bulunduğu ortamı elektrikli süpürge yerine su ile temizleyin.
Kimyasal madde içeren kıyafetleri gözle ayırt etmek mümkün değildir. Ancak aşırı pullu, boncuklu ve düğmeli kıyafetlerin çocuklar için büyük tehlike olduğunu unutmayın ve bu tarz ürünleri kullanmayın.
Terlediğinde rengi değişiyor, yıkandığında soluyorsa, bu kıyafette kimyasal madde olabilir. Bunu bir daha çocuğa giydirmeyin.
Hangi oyuncaklar toplatıldı
Ekim 2006 ile Ağustos 2007 arasında satılan 675 bin Barbie aksesuvarı... Ancak toplatılanlar arasında Barbie bebekleri yer almıyor.
Fisher-Price markası altındaki 90 bin parça GeoTrax tren ürünü.
8 bin 900 adet "Big Big World" oyuncağı.
Küçük çocukların gözdesi Susam Sokağı’ndaki Minik Kuş.
Elmo karakterleri ile Nickelodeon’un Kaşif Dora’sı.
Pixar’ın ünlü çizgi filmi Cars (Arabalar) figürleri.
Mıknatısları yanlış monte edilen Batman Magna, Polly Pocket, One Piece.
Yaklaşık 1 milyon Doggie Day Care seti.
500 bine yakın Sarge jeep serisi.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2007
Aileler, çocukları meslek sahibi yapmak için yetiştiriyor. Öte yandan bütünlüklü gelişimin sanat yoluyla olduğunu çoğu aile ıskalıyor! Örneğin üç yaşından itibaren bir çocuğa enstrüman çalmayı öğretmek, gelişimine büyük katkı sağlıyor. Hikayeyi ünlü psikiyatr Profesör Erdal Atabek anlattı, ona da Köln’de yaşayan tanıdığı bir öğretmen anlatmış. Köln’de belediye, parke olan bir sokağa asfalt döküyor. İşçiler ertesi gün ikinci kat asfaltı dökmek için geldiklerinde asfaltın yer yer kabardığını görüyorlar. Tekrar asfaltlıyorlar, ertesi günü yine asfaltın bazı noktalarında kabarmalar oluyor. İncelediklerinde asfaltı kabartan şeyin mine çiçekleri olduğu anlaşılıyor. Üç, dört kez derken belediye işin içinden çıkamıyor ve bir botanikçiden yardım istiyor. Botanikçi asfaltı kabartan mine çiçekleri için belediyeye şu formülü öneriyor: "Kabaran yerlere asit dökün."
İşçiler asfalt işleminden hemen sonra kabaran yerlere asit döküyorlar. Ertesi sabah geldiklerinde manzara yine aynı... Mine çiçekleri ölmemiş! Araştırıyorlar ki, işçilerin asit döktükleri noktalara o sokağın sakinleri su döküyor ve çiçekler asitten etkilenmiyor. Sonunda belediye pes ediyor ve o sokağı asfaltlamaktan vazgeçiyor, mine çiçeklerine yaşam hakkı tanıyor. Enteresan olansa Köln’de o bölgede yaşayan Türk ve Almanlar’ı birleştiren şeyin mine çiçekleri için belediyeye karşı verdikleri mücadele olması.
Erdal Atabek, "İşte bizim senfoni orkestramızın çocukları da tıpkı Köln’deki asfalt çiçekleri gibi. Üzerlerine sürekli asfalt dökülüyor ama onlar yaşamak, sanat yapmak için direniyorlar" yorumunu yaptı.
Herkes şehre dönerken biz Bodrum-Turgutreis’e Türkiye’nin dört bir yanından toplanmış asfalt çiçeklerinin yani Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nın konserini dinlemek için gittik.
3. Uluslararası Klasik Müzik Festivali D-Marin’de gerçekleşti ve klasik müzikseverler müziğe doydu. Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nda 9 yaşında da çocuk var, 16 yaşında da... Hepsini buluşturan ortak nokta ise müziğe olan aşkları.
Psikiyatr Erdal Atabek, Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nda yer alan çocuklara bir anlamda yaşam koçluğu yapıyor. Özellikle sanatla uğraşan çocukların hayata dair kaygılarının diğer çocuklara göre farklı olup olmadığını merak ediyorum. Atabek "Kendilerini doğru ifade edebilme kaygısı taşıyorlar. Kendilerini ifade edebilme araçları ise sanat. Şunu unutmayın; enstrüman çalan çocuklar empati yapmayı, yaşamın ritmini, başkalarıyla birlikte yaşamayı ve grup çalışması yapmayı öğreniyorlar. Sanat yoluyla eğitim, çocukların gelişimi için çok önemli" yorumunu yapıyor.
Enstrüman çalsın
Çocuklarımızı meslek sahibi yapmak için yetiştiriyoruz. Öte yandan bütünlüklü gelişimin sanat yoluyla olduğunu çoğu aile ıskalıyor! Üç yaşından itibaren bir çocuğa enstrüman çalmayı öğretmek, gelişimine büyük katlı sağlıyor. Mesela Japon keman sanatçısı ve dünyaca ünlü öğretmen Dr. Shinichi Suzuki, çok küçük yaşlarda keman çalmayı öğretmek için Suzuki metodunu geliştirdi. Dr. Suzuki keman çalmayı önce annelere öğretiyor. Anneler yoluyla kemanı çocuğun gelişimi için araç olarak kullanıyor. Enstrüman çalan çocuk, yaşıtlarına göre bilişsel ve duygusal açıdan birkaç adım önde oluyor.
Bizim çocuklarımızın bu konuda yalnız bırakılmış olduklarına inanan Profesör Atabek, ailelere çocuklarını mutlaka bir enstrümana başlatmayı önerdiğini söylüyor. Ama aile olarak sizin istemeniz yeterli değil. Çocuğun da bunu istemesi önemli. Enstrüman çalmak kolay bir iş değil. Ama insan zorlukları yenerek gelişiyor. Zorluklardan uzaklaştıkça geriliyorsun.
Nehir, zorluklardan kaçanlardan. Geçen yıl keman derslerine başladı. Nerede başı sıkışsa kemandan vazgeçmek istiyor. Aynı şeyi piyanoda da yapmıştı. Piyano öğrenmeye 9. Senfoni ile başlayınca zorlandı. Yapamayacağını düşündüğü anda dersleri bırakmak istedi. Biraz motivasyonla başardı. İkinci enstrüman olarak kemanı öğrenmesinden mutluyum. Keşke biraz daha heyecanlı olsa...
Sanat aşkları büyük olan çocuklar hemen belli oluyor. Türkiye’nin çeşitli konservatuvarlarından Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’na seçilen çocuklar, ilk konserlerinde heyecanlandılar, yapabildiklerini gördükleri için ikinci konserlerinde daha rahattılar. Denediler, yaptılar ve geliştiler. Darısı Nehir’in başına...
Gelir ÇYDD’ye
Festivalde bu çocukları ayakta alkışlayanlar, henüz keşfedilmemiş ’asfalt çiçeklerine’ de el uzatmış oldular. Çünkü konserlerden elde edilen gelirin tümü Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği vasıtasıyla Anadolu’daki Güzel Sanatlar Liseleri’ne enstrüman alınmak üzere bağışlandı. Siz de bir katkınız olsun istiyorsanız, 16 Eylül’de Fazıl Say ile Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nın Aya İrini’de vereceği konsere gidin.
Turgutreis’deki konserde özellikle başkemancı 12 yaşındaki Hasan Gökçe Yorgun’a bayıldım. Mersin Konservatuvarı’nda keşfedilen Hasan Gökçe için otoriteler "keman dahisi" diyorlar.
Hasan’ın solosunu dinlerken "Keşke Nehir de asfalt çiçeği gibi kendisini ezenlere karşı ayakta kalma gücüne sahip olsa" diye içimden geçirdim doğrusu...
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2007
Çocuklara uygulanan her türlü tedavi ve koruyucu diş hekimliği işlemlerini yapan, bu konuda özel eğitim almış diş hekimleri var. Ama diş hekimi denilince kızımın ödü kopuyor. Genetik mirasın ne kadar önemli olduğunu insan belli bir yaşa geldiği zaman daha iyi anlıyor. Düşünsenize ailenizin her dört üyesinden birinin ön iki dişinde noktacık şeklinde siyah leke var ve o ailenin mensubu olduğunuz için piyango size çıkıyor.
Ön iki dişimin üzerindeki iki küçük siyah lekeye ortaokulu bitirene kadar tahammül ettim. Ettim diyorum çünkü diş hekimi koltuğuna oturma korkum, estetik kaygımdan daha büyüktü. Sonunda lise birinci sınıfta estetik kaygımın büyüklüğü dişçi koltuğuna oturma korkumu bastırınca iki küçük siyah lekeden kurtulmuş oldum. İnşallah kızımda böyle bir sorun çıkmaz diye düşünürken daha başka bir problemle karşı karşıya kaldım.
Ne yazık ki, Nehir hálá parmak emiyor. Tamam, gündüzleri asla elini ağzına götürmüyor ama uyku vakti geldiğinde parmak olmadan uyumuyor. Özellikle bu yaz parmak emmesi daha arttı. Kendisi de bu durumdan hoşlanmıyor ama bırakamıyor da... Ön dişlerinde ve damak yapısında bozulma olduğunu görüyorum. Doktorlara göre çocukların çoğu parmak emme alışkanlığından 4-5 yaş civarı vazgeçiyor.
Eğer parmak ve emzikten alışkanlığından kalıcı dişlerin çıkma zamanına kadar vazgeçilemediyse parmağın damağa ve dişlere yaptığı basınç damakta ve dişlerde şekil bozuklukları meydana getiriyor. Bu bozuklukların derecesi alışkanlığın yoğunluğuna, parmak-yumruk emme pozisyonuna, süresine göre değişiyor. Alt-üst çene kapanış bozuklukları, konuşma bozuklukları gibi ciddi problemlere bile yol açıyor. Nehir’in probleminin tam olarak ne olduğunu öğrenmek istiyorum ama onu diş hekimine götürmeye ikna edemiyorum. Çünkü diş hekimi korkum Nehir de fazlasıyla var.
ANNELER DE HATALI
Neyse ki süt dişlerinin çıktığı dönemde çürük yaşamadık. Çünkü bu süre en riskli dönem sayılıyor. Süt dişleri normal dişlere oranla daha çok organik madde içerdiği için çürümeye daha yatkın oluyor. Özellikle bazı annelerin sıklıkla yaptığı bir hata da emzik ya da biberonu şeker, bal veya reçele batırarak çocuklara vermeleri, uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdalara alıştırmaları... Beslenme düzensizliğinden dolayı dişler çürümeye yatkın hale geliyor.
Çocuklara uygulanan her türlü tedavi ve koruyucu diş hekimliği işlemlerini yapan, bu konuda özel eğitim almış diş hekimleri var. Çocuk diş hekimlerine pedodontist deniyor. Pedodontistlerin çocuklara yaklaşımı daha farklı oluyor. Ama bu durum diş hekimi korkusu olan çocukların oranını değiştirmiyor. Çocukların yüzde 30’u korkuyor. Kız çocuklarındaki korku erkeklere göre daha fazla.
Bu konuda Nehir, Ateş’i de örnek almıyor. Ateş, ne zaman diş hekimine ihtiyaç duyulsa aslanlar gibi dişçi koltuğuna oturuyor ve yapılması gereken her türlü tedaviyi metanetle yaptırıyor. Nehir, Ateş’in bu cesaretine sinir oluyor ve örnek dahi vermemi istemiyor. Diş teli taktırmak eskiden çocuklar arasında alay konusu olurdu. Şimdi neredeyse her iki çocuktan birinde diş teli var ve çocuklar bundan rahatsızlık duymuyor. Özellikle kızlar renkli, takıp çıkarılabilen diş telleriyle arkadaşlarına hava bile atıyor.
Geçen yıl Melis’in taktığı diş tellerine Nehir dáhil birçok arkadaşı heveslenmişti. Ama iş diş hekimine gitmeye gelince yan çizmişti. Biz ailece güzel, sağlıklı dişlere hasret kaldık. Hem de bu devirde...
Çocukları ikna etmek için
Diş hekimi ziyaretlerini eğlenceli macera olarak algılamalarını sağlayın.
Diş hekimi randevularını çocuğunuzun en rahat, dinlenmiş ve uyumlu olduğu saatlere ayarlayın.
Çocuğunuza diş hekimine gitmekle ilgili neşeli hikáyeler anlatın.
Evde dişçilik oynayarak birbirinizin ağzını kontrol edin.
Kendi dişlerinize önem verin ve bunu çocuğunuza hissettirin.
Acil durumlarda yapılması gerekenler
Eğer bir darbe sırasında çocuğunuzun ön dişi tamamen yerinden fırladıysa dişi temiz bir gazlı bez arasına koyup, tükürük ile ıslatarak hemen diş hekiminize gidin.
Diş hekiminize hemen ulaşamayacaksanız gazlı bezi eczaneden alacağınız serum fizyolojik ile ıslatın ve en kısa zamanda ulaşmaya çalışın. En ideali 1 saat içinde tedaviye başlanmış olmasıdır.
Eğer ön dişlerinden biri veya birkaçı kırıldıysa kırılan parçaları bulmaya çalışın ve hemen diş hekiminize ulaşın. Bu esnada parçaları nemli tutmak önemlidir. Serum fizyolojik hatta tükürük bunun için idealdir. Bu parçalar çok kuvvetli ajanlar ile yerlerine yapıştırılırlar ve yapılacak her dolgudan daha estetik ve dayanıklı olurlar.
Aldığı darbeden sonra herhangi bir problem görünmüyorsa bile mutlaka diş hekimi tarafından detaylı muayene yapılmalı ve ilgili bölgeden röntgen çekilmeli. Amaç dişin canlı bölümünde uzun vadede bir problem olup olmadığının tespitidir.
Yazının Devamını Oku 23 Ağustos 2007
17 Eylül’de okullar açılıyor ama hálá çocuğunun kaydını yaptıramayan veliler var. İsteyenin istediği okula kayıt yaptıramadığı bir ülkede yaşadığımız için veliler kendi yöntemleriyle kayıt sorunlarını çözüyor. Sonuçta ortaya anlatılacak matrak hikayeler çıkıyor.
kulların açılmasına çok az kaldı ama çocuğunu henüz bir okula kaydettirememiş veli sayısı o kadar da az değil. Biliyorsunuz, Milli Eğitim Bakanlığı geçen yıl yeni bir uygulama başlattı. Hangi mahallede oturuyorsanız çocuğunuzu o mahalle muhtarlığının bağlı bulunduğu okula kaydettirmek zorundasınız.
Geçen yıl Haziran ayında kayıt başvuruları önce internetten alındı. Adana, Ankara, Eskişehir, İzmir ve İstanbul’da pilot olarak başlatılan e-kayıt uygulamasına veliler büyük ilgi gösterdi. Hatta ilk gün 13 bin öğrencinin kaydı internet üzerinden yapıldı.
Ancak, e-kayıttaki en önemli sorun ikametgáhtı. Çünkü Yeşilköy’de oturup Beşiktaş’taki bir okula giden öğrenci olduğu gibi Maltepe’deki bir öğrenci Kadıköy’deki bir okula kayıt yaptırabiliyordu. e-kayıt her okulun kendi bölgesinden öğrenci almasını zorunlu kılan bir uygulamadaydı.
Bunca yıllık alışkanlığı bir anda yıkmak kolay değil. Velilerin kafasına "OKS’yi, ÖSS’yi kazandıran başarılı okul" olarak kazınan okullara kayıt yaptırmak için bırakın e-kayıt sistemini her türlü engeli yok sayanlar var.
Bir tanıdığım anlattı, çok güldüm ve pes dedim. Çalışan bir anne oğlunu istediği etüt-beslenme programı olan bir ilköğretim okuluna yazdırmak için o bölgede oturan arkadaşından yardım istiyor. Önce oturduğu mahalle muhtarına gidiyor nakil için ikametgáh alıyor ve okulun bulunduğu muhtara "Eşimden boşanıyorum. Oğlumla birlikte ortada kalakaldık. Çocuğumu bölgenizdeki okula kaydettireceğim, yeni ikametgáh almak istiyorum" diyor. Mahalle muhtarı boşanma hikáyesine inanmıyor. Hikáyeyi inandırıcı bulmadığı için de ikametgáh vermiyor.
Parasını nasıl kaptırdı
Anne inatçı, oğlunu illa bu okula yazdıracak. Muhtara birkaç kez daha gidip geliyor, ağlıyor ama muhtar da inatçı. Sonunda muhtarı ikna edecek bir tanıdık bulunuyor. Tanıdık kişi annenin hikáyesini doğruluyor, muhtar ikametgáhı veriyor. Ancak işin ikinci kısmı daha önemli. Çünkü okul aile birliği kayıt için beş bin YTL’den kapıyı açıyor. Anne bu kez elinde ikametgáhla okul aile birliğinin kapısını çalıyor. Hikáyesini biraz daha trajik hale getirerek, içine gözyaşı katarak mağduriyetini anlatıyor ve karşısındakini ikna ediyor. Okul aile birliği üyesi "Zaten mağdur olmuşsunuz. Biz sizi daha fazla mağdur etmeyelim. Gönlünüzden ne koparsa verin" diyor. İş bitirici anne oğlunu 150 YTL’ye okula yazdırmayı başarıyor.
Nehir parkta oynarken annem de parka gelenlerle sohbet ediyor. Böylece akşam konuşulacak epey konuyla eve dönmüş oluyor. Okulların açılış günü yaklaştığı için konu genellikle kayıtlar üzerine yoğunlaşıyor. Annelerden biri kızını istediği okula kayıt ettirmek için araya bir aracı koyuyor. Aracı, yetkili kişiyi ikna ettiğini söyleyip aileden 2 bin YTL alıyor. Aile bekliyor bekliyor ama ortada ne aracılık eden var ne de kayıt işlemi. İşin peşine düştüklerinde aracının başka bir yere tayininin çıktığını öğreniyorlar. 2 bin YTL buhar olup uçuyor. Aile aynı okul için başka bir bağlantı bulup 2 bin 500 YTL vererek kayıt işlemini yaptırıyor.
İş çocukta bitiyor
Geçen yıl da böyle bir durum benim başıma geldi. Yakın arkadaşım kızını Bahçelievler’de bir okula kayıt yaptıracak. Ama okul 78 bin YTL kayıt parası istiyor. Bu parayı verirsen ailenin hangi bölgede oturduğunun önemi birdenbire ortadan kalkıyor. Arkadaşım olayı bana anlattı. Milli Eğitim Müdürlüğü’nün de okul müdürlerine yaptığı bir uyarı var. Ne diyorlar: "Aileyi bağış için zorlamayın. Aile istiyorsa, durumu müsaitse bağış yapsın. Yoksa velilerle pazarlık yapmayın."
Arkadaşım bağışı kabul ediyor ama biraz insaf istiyor. Okul müdürünü aradım. Müdüre, bağış karşılığında ikametgáhın neresi olduğuna bakılmaksızın kayıt yaptırdıklarını öğrendiğimi ama 78 bin YTL’nin de çok yüksek olduğunu söyledim. Müdür, bağış ne kadar yüksek olursa olsun böyle bir durumun söz konusu bile olamayacağını söyledi. İkna oldum mu, hayır. Ama yapacağım başka bir şey yoktu.
Bu konuşmanın üzerinden 24 saat geçmeden arkadaşımın eşi kızının kaydını 5 bin YTL karşılığında yaptırdı. Hem ikametgáh bile ibra etmeden. Kızının 48 kişilik sınıfta öğrenim göreceğini bile bile neredeyse bir özel okul ücretine yakın bir parayı gözden çıkardılar.
Bütün bunlara değer mi? Bırakın dershaneyi, doğru dürüst eğitim bile alamayan ama OKS, ÖSS’de dereceye giren çoban Ahmetleri, çiftçi Halilleri görünce tüm bu çabanın boş olduğunu düşünüyorum. Hangi okuya gönderirseniz gönderin, iş çocukta bitiyor. O isterse Harran Ovası’nda tarlada çalışırken, yaylalarında koyun otlatırken Robert Koleji ya da Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanıyor.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2007
Çocuklar, Star’da yayınlanan "Benden baba olmaz" dizisini çok seviyor. Dizideki Soner gibi sorumsuz, çocuğunun nasıl yetiştiği konusunda en ufak fikri bile olmayan, ama iş konuşmaya gelince mangalda kül bırakmayan babaların sayısının az olduğunu mu sanıyorsunuz? Kafanızı nereye çevirseniz onlarca Soner görebilirsiniz!
Pazartesi akşamından programlarını yaptılar. Salı günü önce havuza gidilecek, akşam ise televizyonun yaz dizilerinden "Benden Baba Olmaz"ı izleyeceklerdi. Havuzdan sonra duşlarını aldılar, dizi saatinde sokaktaki oyunu bıraktılar ve televizyonun karşısına geçtiler.
Biri erkek, diğeri kız olan iki çocuğu iki hafta üst üste televizyonun karşısına geçiren diziyi ben de merak edip seyrettim.
Dizinin senaristi "Annelik doğuştandır, babalık sonradan öğrenilir" sloganıyla yola çıkmış ve yaz için eğlenceyi ve abartıyı bir arada barındıran bir işe imza atmış. İzlemeyenler için "Benden baba olmaz" dizisinin konusu kısaca şöyle:
Boşandıktan sonra özgür ve deli dolu bir hayat yaşamaya başlayan sözde baba Soner, 7 yıllık ayrılıktan sonra çocuğuna bakmak zorunda kalıyor. Bu zorunda kalış sonrasında Soner’in hayatı da büyük ölçüde değişiyor. Babalığı çocuğuna harçlık vermekten ibaret sanan babaların, boşanmalarda en büyük yarayı alan çocukların ve çocuklarıyla yapayalnız kalan kadınların dünyasına da eğilen "Benden Baba Olmaz" adeta birbirine yabancı olan bir baba-oğlun giderek yakınlaşmalarını konu alan bir sevgi yolculuğuna da zoom yapıyor.
İki hafta üst üste izleyince çocuklara diziyi neden bu kadar çok sevdiklerini sordum. Ateş, çocukla babasının yaptıklarını eğlenceli bulduğunu söyledi. Nehir’in oyun arkadaşlarından Ata "Baba çok eğlenceli", Ali Deniz ise "Birlikte gezmeleri hoşuma gidiyor" yorumunu yaptı. Benim kızım da "Benim babam onlar gibi değil" diye ağlayarak cevap verdi.
Nehir, Ateş, Ata, Ali Deniz ve diziyi severek seyreden diğer çocuklar, kendi yaşıtları bir çocuğun, bir kadının bile dize getiremediği bir adamı yola getirmesini sevdiler. Onlar 7 yaşındaki çocuğun değiştirme gücüne hayranlık duydular.
Çocuk iki aylık yoğun bir ilişkinin ardından yeniden annesinin evine döndüğünde, başta oğlunu reddeden ama sonra sevgisine alışan baba ise bu ayrılıkta acı çeken, gözyaşı döken taraf oldu.
Gerçek hayat farkı
Dizide sorumsuz babayı oynayan Soner gibi çocuğunun nasıl yetiştiği konusunda en ufak fikri bile olmayan, ama iş konuşmaya gelince mangalda kül bırakmayan babaların sayısının az olduğunu mu sanıyorsunuz? Kafanızı nereye çevirseniz onlarca Soner görebilirsiniz!
Ancak dizi ile gerçek hayat arasındaki fark ise çok net. Dizide masalsı bir gerçek dışılık var. Çünkü gerçek hayatta hiçbir çocuk babasını adam edemiyor.
Gerçek yaşamda çocuklar babalarına gözyaşı döktüremiyor, aksine gözyaşı döküyorlar. Babasına gerçek düşüncelerini söylediği için baş tacı edilen çocuk sadece dizide kalıyor. Gerçek hayatta gönlünden geçeni dile getirdiği için babaları tarafından acı dolu cümlelerle darmadağın edilen çocuklar var.
Dizide çocuğuna sürprizler yapan babayı ağzının suları akarak izleyen çocuklar, gerçek hayatta hediye istedi diye "çıkarcı" ve "hediye için babasını seven çocuk" olarak yaftalanıyor.
Dizide o yaşına kadar annesinin düzenine alışkın çocuk, babasına kendi düzenini kabul ettirdiği için takdir görürken, gerçek hayatta ise annesi tarafından iyi yetiştirilmemekle, terbiyesizlikle suçlanıyor.
Dizideki baba karakteri "Benden baba olmaz" itirafında bulunurken, gerçek hayattaki baba karakteri arkasını dönüp gidiyor. Giderken arkasından söylenen "Senden baba olmaz" cümlesini duymuyor, duysa da umursamıyor...
Uyuyan melekler yarışıyor
Profilo Alışveriş Merkezi’nde 10-20 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen yarışmada, bebeklerin uyurken çekilmiş fotoğrafları yarışıyor. Birbirinden sevimli bebeklerin bu en şirin ve masum hallerini herkesle paylaşmaya karar veren Profilo Alışveriş Merkezi, 10 gün boyunca bu fotoğrafları sergileyecek. Yarışmaya katılmak isteyenlerin, 20 Ağustos’a kadar 0-3 yaş arası bebeğinin 3 adet fotoğrafını alışveriş merkezine götürmesi yeterli... Yarışmanın birincisi, bir yıllık İpek bebe şampuanı ve Robinson Club Pamfilya’da 5 yıldızlı tatil kazanacak. Detaylı bilgi için (0212) 226 48 63 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Çocuk rehberi bu sitede
Pek çok sitede arama yapmaya son! www.cocukrehberi.com sitesi çocuğunuzu ve sizi ilgilendirebilecek her tür adresi bir araya getirdi. Anne-babalara çocuklarla ilgili aktivite ve mekan önerileri sunan, adreslere yönlendiren, yeniliklerden haberdar eden bir web sitesi... Çocuklarının keyifli ve kaliteli vakit geçirmesi için çaba harcayan anne ve babaların hayatını kolaylaştırmak amacıyla hazırlanan site iki bölümden oluşuyor; "Rehber" ve "Haberler".
"Rehber" bölümünde; başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere tüm Türkiye’den bale ve dans kursları, müzik ve drama kursları, plastik sanatlar kursları, doğum günü ve parti evleri, tasarım pastacılar, spor ve aktivite merkezleri, yuvalar, gösteri kostümcüleri, bakıcı ve danışmanlık şirketleri, oyun grupları vb ile ilgili yüzlerce adrese ulaşmak mümkün.
"Haberler" bölümünde ise çocukları ilgilendirecek, ayrıca çocuklarla ebeveynlerin keyifli vakit geçirmelerini sağlayacak her konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler bulunuyor. Bu bilgiler, siteye üye olanlara "Haftanın Şekerleri" adıyla e-bülten olarak da iletiliyor.
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2007
Biri zayıf belediyecilik anlayışının, diğeri bastırılamayan öfkenin kurbanı oldu. Her ikisinin ölümüne neden olanlarla anne-babaları el sıkıştı. Bunlar madalyonun bir yüzü... Peki diğer yüzünde ne var?
slında bu konuda yazmak istemiyordum. Güzeller güzeli, zeytin gözlü Dilara’nın anne-babasının mahkeme salonundan çıkarken yaptıkları "helalleştik" açıklamasını duyunca şaşırmıştım. Kanalizasyon kanalında üç kilometre sürüklendikten sonra Ataköy yakınlarında bir dereden çıkarılan cansız bedenini öpüp-koklayan babanın sergilediği o içler acısı sahneyi unutmam mümkün değildi. Onlar yaşadıkları bu trajediyi unutabilmişler miydi?
Bilmiyorum, ama 5 yaşındaki kızlarının ölümüne neden olan yüklenici firmanın sahiplerini dört duvar arasından kendi elleriyle kurtarmışlardı. Gazetelerden okuduğumuz kadarıyla duruşmada şikayeti sorulan güzel gözlü Dilara’nın babası Muhterem Dumrul, şikayetinden vazgeçtiğini söyledi.
Hakim Zeynel Coşkun, babanın manevi tazminat aldığını hatırlattı. Rögar kapağını koymayı unutmuş bulunan MVM adlı müteahhitlik şirketinin ihmali nedeniyle kilometrelerce pislik içinde sürüklenen Dilara çok az yaşamıştı. 5 yıllık ömrüne biçilen paranın miktarı hakkında çeşitli söylentiler vardı. Kimine göre 600 bin, kimine göre 700 bin YTL bedel biçilmişti Dilara’nın yaşayamadığı ömrüne...
Henüz ihmali bulunanların serbest kalışını içime sindirememişken, henüz Dilara’nın anne-babasının aldığı karara tarafsız bakmayı becerememişken, bir baba daha oğlunun ölümüne neden olan kişiyle "helalleşip" şikayetinden vazgeçti.
"Hatırlarsınız" demiyorum, çünkü bunun gibi öyle çok olay oluyor ki bu memlekette... İki yıl önceydi. Ekim ayının 13’üydü. Kaya ailesi için uğursuz bir gündü. Dört yaşındaki Ahmet Kaya, annesi Naciye Kaya’yla birlikte bir taksiden iniyordu. Anne-oğulun bulunduğu yerin yakınına park edilen bir minibüste adaşı Ahmet Kökçe, Murat Kılıç’la tartışıyordu. Kökçe tartışmaya noktayı silahıyla koydu. Ahmet Kökçe’nin silahından çıkan kurşun, dünyanın kötülüklerinden korunmak için annesinin elinden sıkı sıkıya tutan minik Ahmet Kaya’nın kafasına isabet etmişti.
Anne-baba oğullarının acısını hiç unutmadı. Ta ki geçen haftaya kadar... Hayatı dört yaşında bir kurşunla sonlanan Ahmet Kaya’nın babası Nurullah Kaya, oğlunun katilini affettiğini, davadan vazgeçtiğini söyledi.
Kan parası alma konusunda oğlunun katiliyle bir anlaşma yapmıştı. Silahıyla bir çocuğun ölümüne neden olan Kökçe’nin ailesinin mağdur olmamasını istiyordu. Ama hakim, babaya rağmen sanığın tutukluluk halinin devamına karar verdi.
Madalyonun diğer yüzü
Bu çocuklardan biri zayıf belediyecilik anlayışının, diğeri bastırılamayan öfkenin kurbanı oldu. Her ikisinin ölümüne neden olanlarla anne-babaları el sıkıştı. Buraya kadar yazdıklarımın madalyonun bir yüzü... Peki diğer yüzünde ne var?
İki çocuğun ölümünde benzer olan yön nedir? Her ikisi de kasten kendilerine yönelik olmayan nedenlerle yaşamlarına veda ettiler. Dilara belediyecilik anlamında yapılan bir ihmalkarlık, Ahmet ise hedefini şaşıran bir kurşun sonucu öldü. Her iki ölümde de hakim karşısına çıkan sanıklar, kasten değil taksirli suçtan (kasten olmayan) yargılanıyor.
Kamuoyu her iki aileyi de kınadı. Onlara göre iki aile de çocuklarının ölümlerine fiyat biçmişlerdi. Kafam karışıktı. Çocuğunu kaybeden anne-baba, çocuğunun ölümüne neden olan biriyle hangi ruh haliyle el sıkışır?
Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nden Profesör Nevzat Tarhan’ı aradım. Profesör Tarhan "Bir anne-baba için en büyük travma, çocuğun kaybıdır. Stres büyüklüğü 100 üzerinden 100’dür. Ruhsal yapıları yaralanır, örselenir. Olması gereken, anne-babanın çocuklarını toprağa verdikten sonra beyinlerinde de gömmeleri gerektiğidir. Anne-baba sürekli olarak ölen çocuğunu düşünürse, ruh sağlıkları bozulur. Travmanın çözülmesi için olabilecek en iyi şey, sebep-sonuç ilişkisi kurarak olaya olumlu bakmaktır. Böylece çocuğunun kaybını çözülmüş yas haline getirmiş olur" dedi.
Nevzat Hoca’ya göre her iki ailenin aldığı kan parası, çocuklarının ölümlerinin bedeli olarak algılanmamalı. Pişmanlığın mali bedeli, diyeti olarak görülmeli. Yarayı kapatmak, kaybetme travmasını gidermek için bir orta yol diye benimsenmeli. Nevzat Tarhan "Böyle bir karar vermek aile için de zordur. Özellikle toplum önünde nasıl algılanacaklarını düşünürler. Sonuçta affetmeseler, öfkeleri birikse daha mı iyi? Kan davaları işte böyle başlıyor. Kan parası pişmanlığı ifade eden bir durumdur. Aileleri de anlamak gerekir" yorumunu yaptı.
Siz onların yerinde olsanız ne yapardınız? Çocuğunuzun ölümü nedeniyle kendinizi hayata mı kapatırdınız yoksa hayata yeniden sarılıp çocuğunuzun katilini mi affederdiniz?
Yazının Devamını Oku