Belki de bu yüzden tüm çevremdekilerin ‘deli misin kırık ve alçılı ayakla gidilir mi?’ demelerine karşın çok önceden planlanmış, Gamze Cizreli’nin organize ettiği Cumhuriyet’in 100’ü yılını Ankara’da kutlama ve döner dönmez de Kültür Eğitim Kurumları’nın başında olan üç özel kadının Cumhuriyet yemeği davetlerine katılmamayı aklımdan bile geçirmedim.
İyi ki de gitmişim, Ankara’daki etkinlik de İstanbul’daki yemek de coşku doluydu. İşini iyi yapan, yaptığını sahiplenen, kendini ilke ve prensipleriyle özdeşleştiren kadınlarla birlikte olmak bana iyi geldi. Tabii özellikle kadınların bu coşkusunda Mustafa Kemal Atatürk’ün sayesinde elde ettiği kazanımların da payı büyük.
Ankara’daki etkinlik Bir Ankara klasiği olan Trilye’de akşam yemeğiyle başladı. Ertesi gün benim alçım nedeniyle katılamadığım Anıtkabir ziyaretiyle devam etti.
Ardından Velux AVM’de açılan100’üncü Big Chefs’te ilk yemek ve kitap imzasıyla sürdü. 100’üncü yıl balosuyla doruk noktasına ulaştı, iki günü boyunca kendimizi büyük bir aile gibi hissetmemizi sağladı.
Kısacası, bir masa etrafında toplanıp yemek yediğimiz, marşlar, şarkılar söylediğimiz kutlamalar her anlamda doyurucu ve unutulmazdı. Şimdi önce Ankara, sonra İstanbul...
Balıkesir’in beş peynirinin ‘The World Cheese Awards 2023’ Dünya Peynir Yarışmasında Türkiye’yi temsil edeceği söylerken duydukları coşku görülmeye değerdi.
Bu yıl Norveç’in Trondheim kentinde yapılan yarışmaya Balıkesir Büyükşehir Belediyesi, dünya birincilik ödülü de bulunan Coğrafi İşaret Tescilli ‘Manyas Kelle’, ‘İvrindi Kelle’, ‘Savaştepe Mihaliç Kelle’nin yanı sıra, ‘Kirli Hanım’ ‘Bükdere Küflü Katık’ olmak üzere 5 peynir çeşidi ile katılıyormuş.
DÜNYANIN EN İYİ PEYNİRLERİ NASIL BELİRLENİYOR?
İlan edilen, acılarını paylaştığımızı gösteren 3 günlük yas bu akşam sona eriyor. Ama savaş, savaş suçları, soykırımı andıran katliam pek sona ereceğe benzemiyor.
Böyle dönemlerde insan barışa ve demokrasinin temel değerlerine sahip çıkan, çatışmanın tırmanmaması için çaba harcayan bir ülkede yaşamanın, bir yüzyılı geride bıraksa da kendi tarihi ve dünya tarihi içinde hâlâ çok genç olan Cumhuriyet rejimini her alanda daha ileriye taşımanın, güçlü olmanın ve güçlü durmanın önemini çok daha iyi idrak ediyor.
Devletiyle, sivil toplumuyla, iş dünyasıyla bu sorumluluğu yerine getirmeye çalıştığımıza inanıyorum.
Beklentim bu savaşın da, yakın ve uzak çevremizdeki tüm savaşların da en kısa sürede bitmesi, Filistin başta olmak üzere tüm insanlığın barış, huzur ve güvenlik içinde yaşayacakları bir dünyanın kurulması.
Hayallerin gerçek olsa
Cumhuriyet’imizin 100’üncü yıl kutlamaları çerçevesinde birçok kurum ve kuruluş bu önemli eşik noktasını unutulmaz kılmak ve saygısını göstermek için etkinlikler yapıyor, belgeseller hazırlıyor, özel ürünler çıkarıyor, balolar düzenliyor.
Savaşın anlamsızlığı, savaşların haklısı- haksızı olmayacağı, güç sarhoşu, dünyayı yönetme hırsında olan ülkelerin ikiyüzlülüğü üzerine yazmak istiyor. Ama galiba en iyisi en iyi yaptığımız şeyi yapmak, umudu ayakta tutmak için çalışmak.
Ülkemizin de her alanda ve her anlamda güçlü olması için elimizden geleni yapmak.
Ve tabii kendini her geçen gün daha çok hissettiren iklim felaketinden açlığa, savaşlardan salgınlara pek çok sorunla karşı karşıya olduğumuzu da unutmamak...
AKİRA BACK: JAPON MUTFAĞINA MODERN DOKUNUŞLAR
Bir yıl kadar önce İstanbul yeme-içme sahnesine katılan ünlü şef Akira Back’in kendi adını taşıyan restoranını merak etmeme karşın gitme fırsatı bulamamıştım. Geçen hafta ortak dostlarımızla birlikte JW Marriot Marmara Sea Hotel’in Genel Müdürü Okan Karadağ’ın konuğu olduk.
Hemen denizin yanı başında konumlandırılmış restoran önce manzarasıyla insanın aklını başından alıyor. Sonra da sıra her biri sanat yapıtı gibi tasarlanmış, küçük de olsa özgün dokunuşları olan tabaklara geliyor.
Döndüğümde doğrusunu söylemek gerekirse aklım Tiflis’ten çok Kakheti bölgesindeki Tsinandali köyünde kalmıştı. Doğası ve tarihi geçmişi yanı sıra ünlü şef Irakli Asatiani’nin yaptığı yemekler ama özellikle de Gürcü mantısı Khingali / Hinkali’nin tadı hala damağımdadır.
Bu kez Radisson Otel Grubu Bölge Yöneticileri Yeşim Doğukan ve Antoine Maubarak’ın davetiyle ‘Radisson Red Tiflis’in, Başbakan İrakli Garibashvili’nin de katıldığı resmi açılışına gittik.
Uzun süre atıl kalan 100 yıllık tarihi postane binasının restorasyonu ardından açılan otel, kentin tarihi bölgesinde yer alıyor. Odalar İskandinav çıkışlı markanın gösterişten uzak minimalist ve fonksiyonel tarzına uygun döşenmiş.
Yiyip içtiklerimizle, kullandıklarımızla, vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımızla dünyayı artık kendini temizlemeyeceği kadar büyük bir hızla kirletiyoruz.
Sadece konvansiyonel yöntemlerle yapılan tarım tek başına küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık üçte birini üretiyor ve üretilen bu gıdaların üçte biri de çöpe gidiyor.
Bunu önlemenin yolu da sürdürülebilir gıda sistemleri. İklim değişikliğiyle baş edebilecek, ekosistemin korunduğu küçük ölçekli yerel tarım uygulamaları ve ata tohumlara yönelmek için araştırmalara hız vermek.
Özellikle de küçük ölçekli üreticiye desteğin tüm ülkelerin milli kalkınma projesine dönüşmesi. Neyse ki giderek artan bir bilinçlenme söz konusu.
Devletler ve uluslararası örgütler iklim değişikliğini yavaşlatmak, zararı azaltmak için toplantılar düzenliyor, kararlar alıyor. Yeterli olduğunu söylemek imkânsız ama hiçbir şey yapılmasından çok daha iyi.
Belki bildiğiniz gibi temmuz ayında Roma’da BM Gıda Sistemleri Zirvesi’nin ikincisi yapıldı.
Farklı ülkelerden gelen delegeler tarımın yıkıcı etkisini ve gıda üretiminin nasıl daha sürdürülebilir olabileceği gibi konuları tartıştı.
Döndükten sonra ne zaman özel, ruhumuzun dinleneceği bir tatil yapmak istesek İskandinavya ilk aklımıza gelen yer oldu.
Klişelerin aksine her mevsiminin de ayrı güzelliği vardır. Geçen yıl Helsinki’de iliklerime dek titremek çok hoşuma gitmişti.
Oslo’nun serin yazı, bir türlü batmayan güneşi ise bir başkadır.
Bu kez de Stockholm’ün yeşile, maviye doyduğumuz eylülünü çok sevdik. Bizi karşılayan bir başka sürpriz de Carl Gustav’ın tahta çıkışının 50’nci yılı kutlamalarına denk gelmemiz, açık atlı arabasıyla caddelerden geçen kralı yakından görme imkânı bulmamızdı.
1980’lerden itibaren birkaç kez gittiğim kent tabii ki yıllar içinde az da olsa değişime uğramış yüksek binalar da yapılmış ama ‘Gamla Stan’ eski kent bölgesi tarihiye, kültürüyle binalarıyla tamamen korunmuş.
Kısa bir süre önce çok erken yaşta kaybettiğimiz Esra Muslu’yla birlikte Nu Pera’nın girişinde Moreish adlı altı-yedi masalı bir restoran açmışlardı. Her şeyiyle özgün, yaratıcı ve öncü bir şef restoranıydı Moreish. Çocukluğumda babamın balık tutarken yem olarak kullandığı sülünezi ilk kez onlarda yemiştim. Moreish sözcüğünün anlamı gibi sonra nerede karşıma çıksa severek yediğim deniz ürünlerinden biri oldu.
Coşkun’un şimdi Avustralya’da Tulum adlı bir restoranı var ve ülkenin en ünlü şefleri arasında. Esra’nın zamansız ölümünden sonra yazıştık, şefliğinin olgunluk döneminde ve daha yapacağı çok şey varken maalesef aramızdan çok erken ayrılan sevgili arkadaşımızı andık, ilk tanıştığımız yıllara gittik.
Coşkun çok üzgün. İnsanın yıllarca birlikte çalıştığı iş ortağını, 22 yıllık en yakın arkadaşını kaybetmesi kolay değil. Uzaklardaysanız daha da çok etkileniyorsunuz. “Şu an yolda her gördüğüm insanı Esra’ya benzetiyorum” diyor.