Bugünkü adıyla Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Yeşilyurt, aynı zamanda bölgenin turizme açılan ilk köyleri arasındaydı. Zaman içinde bu evler pansiyona dönüştü ya da el değiştirerek şehirden kaçış için ikinci ev olarak alındı. Popülerliği arttıkça otel olmak üzere yeni yeni taş evler inşa edildi.
Biz de yıllar sonra Seraf’ın şefi sevgili Sinem Özler’in tavsiyesiyle Yeşilyurt’un yeni tesislerinden Nadas’a gitmeye karar verdik. Belki de bu ani kararın ardında her çiftçi ailesi gibi çocukluğumdan bu yana “Bu yıl nadasa bıraktık” cümlesinin hayatımızın bir parçası olması vardı!
Esra’yı 15 yıl kadar önce gastronomi kültürüne ilişkin yazılar yazmaya başladığım dönemde Coşkun Uysal ile birlikte açtıkları Moreish adlı restoranlarında tanımıştım.
Pek çok öncü gibi Moreish’in ömrü de kısa oldu.
Ama onlar yolculuklarına başarıyla devam ettiler.
İkisinin şeflik serüveni de hak ettikleri gibi ilerledi. Bugün Uysal’ın Avustralya’da Tulum adlı bir restoranı var.
Sevgili Esra ise iki yıl önce Londra’da Zahter adlı restoranını açmıştı.
Geçen yılın son günlerinde gitme fırsatı bulmuş Türk mutfağını olması gerektiği gibi anlatan yemeklerine hayran olmuştum.
O dönemin kayıtlarına göre ilçede 3 otel, 19 meyhane, 4 gazino, 4 lokanta varmış. Tüccarların durak noktası olmasının yanı sıra havası, suyu için çevre yerleşim yerlerinden gelinen bir yermiş. 1962’de bölgenin ilk büyük turistik tesisi Tusan açılmış.
1964’te onu İmbat ve 1966’da Kısmet Oteli takip etmiş. 1968’de restore edilen tarihi Kervansaray, Palmiye, Kuştur derken turizm ciddi bir şekilde gelişmeye başlamış.
10 yıl sonra verilen teşvikler ve izinlerle tesis sayısı 1500’ü geçmiş, yatak sayısı 120 bine yükselmiş. Yıllık geceleme sayısı da 2 milyonu bulmuş.
Ancak bu hızlı büyüme sorunları de beraberinde getirmiş. 2000’li yıllardan itibaren beton yapılaşma, yönetilemez kalabalıklar nedeniyle turizmde popülerliğini yitirmiş.
Bugün Çeşme ilçesinin kalıcı nüfusu 50 bin civarında, geçici olanıysa aya ve bazen yıla göre değişiyor, 500 bini bulabiliyor.
Ege’nin özel destinasyonlarından biri olduğunu düşündüğüm Çeşme Yarımadası günümüzde Çeşme, Alaçatı, Çiftlikköy, Dalyanköy, Germiyan, Ildır, Ovacık, Reisdere, Şifne ve Ilıca ile farklı deneyimler sunuyor. Her birinin kendine has özelliği ve zenginliği var.
1970’lerin sonunda, üniversite hayatımın başladığı ilk yıllarda Nebioğlu Tatil Köyü ve Altınyunus’la Çeşme Türkiye’nin en popüler tatil yerlerinden biriydi. Altın çağlarını yaşadığı bu dönemde kentlilerin en popüler sayfiye kasabasıydı. İzmir’in önde gelen ailelerinin çoğunun kendilerine ait bahçeli villaları vardı.
Yaz geldiğinde ailece 3 aylığına Çeşme’ye göçmek âdettendi.
Evi olmayanlar da otellerde, pansiyonlarda kalır, halk plajlarına giderdi. Son yıllarda nasıl ki Çeşme dendiğinde ilk akla gelen Alaçatı oluyorsa, Ilıca da o dönemin yıldızıydı.
Geçen hafta sonu Gelibolu’daydım. Hem anne hem de baba tarafından çiftçilik yapan bir ailenin dördüncü kuşağı olarak çocukluğum özellikle hasat dönemlerinde hep tarlalarda, harman yerlerinde geçti.
Çiftçilik yapanlar bilirler, toprakla uğraşmak kolay iş değildir.
Bu yüzden de çoğunlukla çiftçi ailelerde “Çocuğum okusun, bir mesleği olsun” düşüncesi ağır basar. Hele de kız çocuğuysanız size gidip okumaktan, farklı bir meslek sahibi olmaktan başka şans sunulmaz. Israr ederseniz de pek işe yaramaz.
Yıllar içinde ailenin büyükleri birer birer aranızdan ayrılmaya başlayınca iş başa düşer, toprağa tekrar yakınlaşmaya başlarsınız. Bizim hikâyemizde de böyle oldu.
Ama ne yazık ki artık çocukluğumun toprağı, ekinleri ve hasatları yok.
Amerikalı ünlü iç mimari firması Wilson Associates’ten Dan Kwan’ın üstlendiği tasarım Nahide Büyükkaymakçı’nın semazenlerden esinlendiği camdan derviş heykeli, Osmanlı kaftanlarından esinlenen renkleri mermer ve doğal ahşapla uyumu gibi detaylarıyla beğeniyle karşılanmıştı. Otelin genelinde daha sonra büyük bir değişim olmadı.
İki yıl kadar önce yeme-içme sektörünün önde gelen girişimcilerinden, 2002’de Desert Group’u kurarak sektöre giren Gülin ve Yücel Özalp çifti otelin 20’nci katında bir restoran ve terasında bir bar açmaya karar verdiler. Uzun süren araştırmalardan sonra restoranın adının Okra, terasın Upperist olmasında karar kıldılar.
Ve bu iki mekân da iki hafta kadar önce kapılarını açtı. Bugün Gümüşsuyu’nda bir klasik olan Topaz, Tepebaşı’nda İKSV binasının terasında Firuze ve Monkey, Mısır Çarşısı girişindeki 122 yıllık miras Pandeli gibi her biri kendini kanıtlamış mekânların yanı sıra Okra, Upperist ve güçlü bir ekiple yola devam ediyorlar.
2017 yılında ise Cordon Bleu Türkiye Direktörü Defne Ertan Tüysüzoğlu ile okulun ilk mezunlarından, 9 aylık mutfak eğitimlerini tamamlayıp Le Grand diploması alan, ardından 6 ay pastacılık okuyan Umut Karakuş’un o dönem kurucu şefliğini üstlendiği Aila Restoran’da buluşmuş ve beş yılın değerlendirmesini yapmıştık. Umut Şef’in her birinde özel bir dokunuş olan lezzetli mezeleri daha dün gibi aklımda.
2022’nin son günlerinde Defne’yle bir 10’uncu yıl buluşması planladık. Ancak İncili Gastronomi Rehberi’nin İngilizcesinin basımını, Londra’daki lansmanını tam bitirdik derken, deprem felaketiyle derinden sarsılmamız, ardından beşinci rehberin çalışmaları nedeniyle bir araya gelmemiz ancak geçtiğimiz hafta ve yine çok özel bir mekânda, Fauna’da gerçekleşti.
20 yıl önce İbrahim Tuna’nın açtığı Fauna Türkiye’nin en kendine has, en özel restoranları arasında. Onu farklı kılan yarışının hep kendiyle ve hep daha iyinin peşinde olması. İbrahim Bey açıldığı günden bu yana taze makarnaları başta olmak üzere menüsünde olan her yemeği kendi yapar. Ve bu yüzden de mekânları hep beş- altı masalıdır ve en fazla 25 kişiye servis verir. Tam yoruldum ara mı versem dediği dönemde de yolu şef Emrah Coşkun’la kesişir. Pandemi döneminde birlikte mutfağa girerler, denemeler yaparlar, sonra paket servisi başlatırlar. Bakarlar ki uyumla çalışıyorlar, ortak olmaya karar verirler. Dört elle üretmeye, karşılıklı fikir alışverişinde bulunmaya başlayınca da menüye yeni yemekler de girer..
Bu başlıklar yazıya yön verse de çok iddialı olduğunu, fazla öznel kaldığını düşündüğüm için sonradan değişti. Yine de sunuculuğunu Elfin Yüksektepe’nin üstlendiği İncili Gastronomi Rehberi’nin sonuçlarını açıkladığımız 17 Temmuz akşamı pek çok açıdan benim için özeldi.
Tüm dünyayı etkisi altına alan pandemiyi atlattık derken, ülkemiz yüzyılın en büyük depremiyle yüz yüze gelmesi, ramazan, bayram, seçimler gibi her biri ülkemiz için çok önemli olay ve gelişmelerin art arda gelmesi nedeniyle bir süre ara vermek zorunda kaldıktan sonra çalışmalarımıza hız vererek rehberin basımını gerçekleştirdik.
Sonuçları açıkladığımız geceyi yılın en sıcak günlerinden birinde yapmamızın en önemli nedeniyse özellikle Bodrum, Alaçatı, Urla gibi yazlık bölgelerimizdeki rehbere yeni giren restoranların sezon bitmeden bilinmesiydi. Ancak tüm sıcağa ve yaz tatilinin başladığı bir dönem olmasına karşın bir-iki istisna dışında tüm davetlilerimiz bizimleydi.