Paylaş
Bol oksijen ve huzur vadeden köyün son sayıma göre yerleşik nüfusu 177 kişi. Tabii bir o kadar, belki daha fazlası da burada evi olup yarı zamanlı yaşayanlar, evlerini zaman içinde pansiyona, butik otele çevirenler var.
EVİMİZ EVİNİZDİR
‘Bizim Evimiz Sizin Eviniz’ mottosuyla yola çıkan Casa Mila’nın öyküsü de böyle başlıyor. Henüz üniversite yıllarında reklam filmlerinde ve dizilerde rol alan, sunuculuk yapan ve bir de sinema filmi olan İpek Özkök’ün ailesinin Küçükkuyu’da yazlık evi vardır.
Hatta babasının rahatsızlığı sırasında havası çok temiz olduğu için ailesi bir dönem sürekli de yaşar. İpek Hanım ve nişanlısı Levent Ağan bu dönemde birlikte gittikleri Yeşilyurt’u çok severler. Gelecek hayallerinin içine burayı da koyarlar
Gelecek hayallerinin içine burayı da koyarlar. Evlendikten bir süre sonra kendilerine eski bir taş ev satın alırlar, uzun süren bir yenilenme süreci başlar. Ama bir yandan finans sektöründe faaliyet gösteren, restoran işletmeciliği yapan Levent Bey’in yoğunluğu, öte yandan aileye yeni üyeler girmesiyle geliş gidişler azalır.
OTEL Mİ YAPSAK?
Dostlarımızı, arkadaşlarımızı ağırladığımız bir butik otele mi çevirsek düşüncesi kısa sürede hayata geçer. Mimar Funda Arkas ve farklı tasarımcıların desteğiyle ortaya her türlü konfora sahip olmasına karşın gösterişten uzak sade lüks, her biri farklı konseptte döşenmiş şömineli odaları, terası, bahçesiyle doğanın içinde olduğunuzu hissettiren üç odalı bir butik otel çıkar.
Adı her ne kadar, efsanevi Katalan Mimar Gaudi’nin 1900’lerin başında rezidans olarak tasarlayıp inşa ettiği, bugün Unesco Dünya Mirası listesinde olan Casa Mila’yı hatırlatsa da 2021 Ağustos’unda kapılarını açan tesis aslında kızları Mila’nın, restoran da oğulları Leo’nun adını taşıyor.
Pandemi sürecinde karşılarına çıkan fırsatları değerlendirerek çevrede satılık olan iki evi daha alarak geçen yıl oda sayılarını dokuza çıkarırlar.
Bu samimi ve huzurlu ortamın yaratılmasında sahipleri kadar bence otelin müdürlüğünü üstlenen Cemre Sarıkaya’nın da payı büyük.
Cemre Bey yıllardır film sektöründe çalıştıktan sonra otelciliğe yönelmiş, iyi de yapmış.
Sektörde işinin gereklerine böylesine vakıf, duyarlı, ekibine de hâkim sayısı fazla değil...
LEO RESTAURANT
İpek ve Levent Ağan hem kendilerinin hem de çocuklarının sevdiği yemeklerden yola çıkarak otelin içinde bir İtalyan restoranı açmaya karar vermişler.
Trattoria Leo’da öğlen ve akşam yemekleri servisi var.
Menüden deneyimlediğimiz ‘Vitello Tonnatto/ tane hardal turşusu, kapari, frenk soğanı eşliğinde isli dana nuar, otlu mücver, ‘Bresaolalı ve Mortedellalı pizzalar’ ve ‘Creme Brüle’ çok başarılıydı.
Keyifli bir yemekte olmazsa olmazlarımızdan ‘Soğuk et ve peynir tabağındaki füme antrikot, biberli roastbeef gibi kendi yapımları soğuk etler ile Divle Obruk, İzmir Tulum, Büngüldek, İsli Çerkez gibi yerli peynir çeşitlerimizden oluşması ayrıca övgüye değerdi.
Türk mutfağından örnekler sunan simitli, poğaçalı, lokmalı menemenli, omletli kahvaltılarını da çok sevdim.
Ancak ben geçmişi ve mutfağı zengin farklı kültürlerin izlerinin bulunduğu böyle bir coğrafyada doğrusu biraz da yöresel mutfaktan esinlenen örnekler görmek isterim.
İki ay kadar önce mutfağın başına geçen deneyimli şef Ferhat Sezer bunları yapabilecek bir isim. Zaten ikinci akşam yapılan Casa Mila -Suvla Wine’ ‘Yemek Şarap Eşleşmesinde’ şef bu karmayı çok iyi kurguladığını ispatladı.
Yanında çıtır patatesiyle Sunaba Beyazı adlı göğeren beyaz küflü taze peynirli Pancar Kruvasan, Pastırma Turşusu, Karides Tartar, Porçini Mantarlı Cannekoni, Safranlı Risotto eşliğinde Dana İncik /Ossbuco ile şefin ödüllü tatlısı ‘Tatlı Ravioli’ lezzet ve yaratıcılığın harmanlandığı yemeklerdi.
İçlerinde en çok etkilendiğim şefin imza tabaklarından olan Pancar Kruvasan, Ravioli tatlısı ve Kayseri pastırmasını bir başka boyuta taşıdığı pastırma turşusu umarım menüye bir an önce girer...
MAKRO MANTARLAR
Yeşilyurt Köyü’nün orman içinde ilerleyen patika yolunda yüzlerce yıllık ağaçların arasında yürürken, bölgeyi çok iyi tanıyan, birkaç yıl önce komşu sayılabilecek Adatepe köyünde yaşarken buluşup sohbet ettiğimiz Türkiye’nin en önemli yabani mantar uzmanı Jilbert Barutçiyan geldi aklıma nedense.
Casa Mila’ya dönüp oturma salonunda çay içerken sehpa üstünde “Makro Mantarlar” kitabının karşıma çıkması da hoş bir sürpriz oldu.
Hazine bulmuş gibi açıp incelemeye, okumaya başladım.
2021 yılında Ginko Kitap tarafından yayımlanan “Makro Mantarlar” beş yıllık bir çalışmanın, araştırmanın ürünü.
Jilber kitabın önsözünde “Mantar toplamak bir tutkudur. Balıkçılık, avcılık tutkusu nasılsa, bu tutku da öyle... Bir bulma, yakalama hali, doğayla iç içe olmanın bir yolu. Bir küme kuzu göbeği mantarı karşısında kalp atışlarını hızlandıran, adrenalin yükselten bir spor” diyor. Gerçekten de öyle, nedenleri kişiden kişiye değişse de...
Kitabı okudukça bir kez daha doğal ortamda yetişen mantarları toplama ve yeme konusunda söylediklerinin ne denli önemli olduğunu, önemli gördüğüm detayları yazmanın da gerektiğini düşündüm.
Kitap doğal mantarlara ait çok önemli bilgiler içeriyor. Yüzlerce sayfalık çalışma öyle hemen okunup bitirilecek gibi değil, gerektiğinde başvurulacak çok önemli bir kaynak. Doğada yetişen mantarları seviyor ve tüketiyorsanız mutlaka bu kitaptan edinin derim.
Şimdi sıra bana göre hepimizin bilmesi gereken olmazsa olmazlarda:
Ülkemizde ve dünyada mantarlar konusundaki yanlış inanışlar her yıl binlerce kişinin zehirlenmesine ve yüzlercesinin ölümüne yol açıyor.
Doğada pek çok değerli mantarın zehirli hatta ölümcül ikizi bulunuyor.
Türü ve tazeliği konusunda en ufak bir kuşku duyduğunuz hiçbir mantarı yemeyin, az yiyerek ya da yedikten sonra biraz bekleyerek etkilerini görmek gibi deneylere girmeyin. Pek çok mantar çiğ yendiğinde zehirli hatta ölümcül olabilir. Prensip olarak hiçbir mantarın çiğ yenmemesi önerilir. En az 20 dakika kuvvetli ateşte pişirilmelidir.
Mantarlara ilgi duyan herkesin mantarları sadece ‘zehirli-zehirsiz olarak değil; ölümcül zehirli-yenen-yenmeyen’ olarak sınıflandırması her türlü yanlış anlamayı engellemek açısından önemlidir.
Paylaş