16 Ekim 2010
Hepatit B tanısı konan hemen herkesin aklına karaciğer kanseri veya siroz geliyor haliyle. Gerçekten uzun yıllar boyunca ‘hepatit B = karaciğer kanseri ve siroz’ olduğu düşünülmüş, hastalar ve yakınları karalar bağlamıştı. Ancak aşı, interferon ve antiviral tedavilerin gelişmesi doktorların hastalığa karşı elini güçlendirdi. Geçenlerde yapılan yedinci Hepato Gastroenteroloji Kongresi’nde hepatit B’yle ilgili sunulan bir araştırma hastalığın başarıyla tedavi edilmesinin mümkün olduğunu ortaya koydu
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Özkan, klinikte gördüğü 942 hepatit B vakasını 12 yıl boyunca sıkı takip etti. Dünyada ve Türkiye’de uzun süre takip edilen en büyük hasta serilerinden biri bu. Tedavi ettiği kronik hepatit B’li hastaların yüzde 10-30’unun kanındaki HBs antijeni başka bir deyişle hepatit B virüsü temizlendi. Prof. Dr. Özkan, “Hepatit B uzun yıllar korkulan bir hastalık oldu. Doktorlar arasındaki genel kanı toplumdan farklı değildi. ‘Kronik hepatit B’de bir şey yapılmaz, takip edilsin’ denirdi. Artık biliyoruz ki ilaçlar hepatit B virüsünün vücuttan atılmasında işe yarıyor” diyor.
VİRÜS HASTALIK YAPAMAYACAK KADAR AZALIYOR
Virüs vücuttan tamamen atılabiliyor mu peki? “Hayır” diyor Prof. Dr. Özkan, ancak kandaki oranı tolere edilebilir, vücuda zarar veremez, hasta yapamaz hale geliyor. Başka bir deyişle kontrol altına alınıyor. Bu da hastanın karaciğer kanseri ve siroz gibi ağır hastalıklardan korunması, yaşamın uzaması demek. Tabii ki bu sonuçlar ilaçların eseri. Ancak hastaların ömür boyu ilaç kullanmaları gerekmeyebiliyor. Prof. Dr. Özkan, “Belli bir tedaviden sonra ilaçları kesebiliyoruz. Vücutlarında HBs antijeni kaybolmuş, buna karşılık antikor gelişmişse hasta şifa bulmuş demek. Daha ileri tetkiklerle virüs bulunsa bile, o kadar azalmış oluyor ki zarar veremiyor” diyor.
Aklınıza hastaların geriye kalan yüzde 70’i ne durumda sorusu geliyor muhakkak... Prof. Dr. Özkan, “Yüzde 30 hastanın iyileşmesi çok iyi bir rakam. Taşıyıcıları da katarsak bu oran daha da artıyor. Geriye kalan hastaların bir kısmı taşıyıcı kalıyor. Yani HBs antijeni bulunsa bile virüs hastaya zarar vermiyor. Bunlara ‘sağlıklı taşıyıcı’ da diyoruz. Bir kısmı hasta oluyor, onları tedavi etmeye devam ediyoruz. Ama uygun tanı, iyi takip ve doğru tedaviyle başarı oranları yükseliyor” diyor.
AŞI HASTALIĞIN GÖRÜLME SIKLIĞINI AZALTTI
Hepatit B aşısının zorunlu aşı programına alınmasının olumlu sonuçları gelmeye başladı bile. Aşı ve tedavilerin de etkisiyle Türkiye’de hastalığın görülme sıklığında giderek azalıyor. 10 yıl önce hastalığın görülme sıklığı ortalama yüzde 10’du, bugün yüzde 5. Çok değil, belki 10 yıl sonra Avrupa, Kuzey Amerika oranları binde 1’lere ulaşmamız bekleniyor.
Dolgu maddeleri neşteri tahtından indiriyor
İnansa da inanmasa da ‘Yaşını hiç göstermiyorsun!’ iltifatından hoşlanmayan var mı, merak ediyorum. Tıp dünyası ve kozmetik sektörü de sürekli bu alana hizmet edecek yeni yöntem, teknik ve malzeme üretiyor. Neştere karar vermek zor belki ama ona sıra gelene kadar ilk bakışta fark edilmeyen ama “Sende bir hoşluk var” dedirten, üstelik daha ekonomik rötuşlar tercih edilebiliyor
Kanadalı Plastik ve Estetik Cerrahi Uzmanı Dr. Arthur Swift, bir firmanın davetlisi olarak İstanbul’daydı ve meslektaşlarına yüz şekillendirmeyi anlattı. Dr. Swift, malzeme olarak hyaluronik asit ve gliserol içeren dolgu malzemelerini kullanıyor. Sadece yaşlanmanın etkilerini ortadan kaldırmakta değil, örneğin kaza sonucu yüzde oluşan asimetrileri düzeltmekte de aynı maddelere başvuruyor. “Bunlar plastik cerrahlara neşter bıraktırıyor” diyen Dr. Swift, kalkık burun, daha düzgün kavisli alın, daha yuvarlak bir çene, dudak kenarlarının yükseltilmesi, düşük göz kapaklarının kaldırılması, çukur şakakların doldurulması ve cilde etkisi aylar sürecek nem kazandırma gibi çok sayıda işlemi söz konusu maddeleri enjekte ederek yapıyor. Yüzde asimetri varsa, yine dolgu malzemeleriyle simetri sağlıyor. Bunun için bazen kulak memelerine veya şakaklarına, bazen buruna bazen de yanaklara dolgu maddesi veriyor. Müdahale edeceği noktaları da hastaların gençlik fotoğraflarını inceleyerek saptıyor.
DOLGU YAPTIR, ÖĞLE YEMEĞİNE ÇIK
Dr. Swift yaklaşık 14 yıldır dolgu malzemelerini kullandığını anlatıyor: “Ben Montreal’de dolgu maddelerini uygulamaya başladığımda, cerrahi müdahale gerektirmediği için meslektaşlarımdan çok tepki aldım. Liposuction uygulamaya başladığımda da aynı tepkilerle karşılaşmıştım. Ama şimdi herkes uyguluyor!” diyor. Hastalar da başta enjeksiyonla yapılan bu işlemlere kuşkuyla yaklaşmış. Ancak çabuk alınan sonuçlardan memnun kalanların sayısı arttıkça yenileri gelmiş. Dr. Swift, “Yaptığım dolgu işlemleri bu kadar popüler olunca günümün yarısında dolgu, yarısında ameliyat yapmaya başladım. Açıkçası hastalarım beni gittikçe daha fazla zorlamaya başladı bu konuda. Çünkü bu işlemi yaptıran öğle yemeğinize çıkabiliyor” diyor.
UZUN SÜRE DAYANMAMASI DAHA İYİ
Hemen herkes yapılan işlemin uzun süre dayanmasını ister. Dr. Swift bu konuda farklı düşünüyor: “Çünkü, yaşlanmaya devam ediyoruz. Dolgu maddesi yerleştirildiğinde hücreler o maddeyle ilişki geliştirmeye başlar. Dolgu maddesi değişmez ama yüzünüz içten içe değişmeyi ve yaşlanmayı sürdürür. Tam da bu nedenle hasta zamanı geldiğinde dolgu maddesini eriterek vücudundan atabilmeli. 50 yaşındaki bir hastaya yapılan dolgu uygulamasının bir yıl sonra hala orada durması sorun yaratabilir. Çünkü yaşlanma süreci devam eder, çukurluk artar. Vücudun bu süre zarfında yavaş yavaş dolgu maddesini atıp yenisine hazır olması daha iyi” diyor. İşlemin belki de en büyük avantajlarından biri geri dönüşünün olması. Dolgu malzemesiyle istenen sonuç elde edilmemişse, özel işlemle eritilerek bulunduğu yerden uzaklaştırılması da mümkün.
DDOLGU MADDELERİYLE NELER YAPILIYOR?
*Alnı doldurmak ya da biraz daha hoş kavisli göstermek *Kaş arasını doldurmak *Düşük kaşları kaldırmak *Yanakları doldurmak *Burun şekillendirmek *Dudaklara şekil vermek *Dudak üstündeki çizgileri yok etmek *Ellerin kırışıklıklarını azaltmak *Memede çeşitli operasyonlar sonrası çukurlaşan bölgeleri doldurmak *Gözaltı torbaları ve şakaklardaki çukurları doldurmak *Birbirine yakın gözlerin arasını açmak.
TAMAMLAYICI TIP
By-pass’dan sonra yoga
Cerrahlar ne derse desin by-pass kolay bir ameliyat değil. Ameliyat sonrası hastaların normal yaşama dönmesine yardımcı olmak için Memorial Şişli Hastanesi tamamlayıcı tıp yöntemi olarak kalp yogasını öneriyor ve yapılma olanağı sağlıyor. Kalp yogasını yaptıran Dr. Neslihan İskit, by-pass ameliyatından bir ay sonra hastaları yoga programına alıyor. Temel yoga prensiplerini öğreterek kan basıncı ve nabız sayılarının düşürmelerini hedefliyor. Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez en büyük destekçilerden. “Yogadaki hafif egzersizler kasları güçlendiriyor, nefes teknikleri kalbe daha kolay oksijen göndermeyi sağlıyor, meditasyon da stresi azaltıyor. Araştırmalara göre, üç-altı aylık dönemde yoga yapanların kan yağları, şekerleri ve tansiyonları daha iyi kontrol ediliyor. Daha az ilaç kullanımıyla tansiyonları düzene girebiliyor. Bu, yoganın stres hormonu adrenalini azaltıp, mutluluk hormonu endorfini artırmasının bir sonucu” diyor.
SAĞLIĞIM İÇİN
Ozan Doğulu (Müzisyen)
MUTLAKA YAPARIM: Evimde haftanın üç günü antrenörümle spor yaparım.
ASLA YAPMAM: Sigara hiç içmedim, nefret ediyorum!
NİYETİM VAR: Alkolü bırakmak istiyorum.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Obezite (şişmanlık) estetik sorunudur.
DOĞRU: Obezite ciddi bir sağlık sorunu. Kalp damar hastalıkları, bazı kanserler, felç, diyabet, hipertansiyon, kan yağları ve uyku bozukluğu, safra kesesi hastalıklarına yol açar. Kısacası, hayatı kısaltır!
ŞİFA KÜTÜPHANESİ
Göze dair herşey
Göz hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Pınar Aydın O’Dwyer’in yazdığı “Göz Kitabı, Göz Sağlığı Hakkında Herşey” adlı kitap çocukluktan yaşlılığa gözde oluşabilecek her türlü soruna bakış atıyor. Grafik, karikatür, fotoğraf ve çizimleri sayesinde okunması ve anlaşılması son derece kolay olan bu kitabı alın derim.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2010
Sonbahar ve kış aylarıyla nezle, soğuk algınlığı ve grip sezonu açıldı. Türkiye’de grip genellikle kasımdan itibaren salgın yapıyor, şu aralar şikayetlerden daha çok diğer iki gruptaki hastalıklar sorumlu. Ancak birçok kişi şimdiden C vitamini tabletlerini yutarak hastalıklara karşı bariyer oluşturmaya çalışıyor. Peki bu ne derece doğru? Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Aile Hekimliği Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Hülya Akan, bilinçsiz alınan vitaminlerin yarar yerine zarar getirebileceğine dikkat çekiyor. “Mesela grip olmamak için çoğu kişi sürekli C vitamini tabletleri alıyor. Hem C vitaminin gripten koruduğuna dair kanıt yok hem de böbrek taşı olanların fazla C vitamini kullanmaması gerekir” diyor.
Vitaminler vücudumuz için gerekli. Eksikliğe göre alınmalı. Özellikle beslenme bozukluğu olanlarda, yaşlılarda, hamilelikte, bebekliğin erken dönemleri gibi bazı özel durumlarda takviye yapılmalı. Ama sağlıklı bireylerde ekstra vitamin almanın ek bir yararı olduğu kanıtlanmadı.
BİTKİSEL KÖKENLİ DEYİP, MASUM SANMAYIN
Eğer vücudun eksiği yoksa vitamin almanın bir yararı yok. O nedenle hekimin kişiyi muayene edip bir ihtiyacı varsa onu tespit ederek gerekirse vitamin vermesi doğru. Aksi halde bazen yarar yerine zarar getirebilir. Yrd. Doç. Dr. Akan, şu ciddi uyarıda bulunuyor:
“Bu noktada şunu açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Vitamin adı altında çok fazla ürün var. Bunların bir kısmında da antioksidan olduğu veya çeşitli hastalıklara iyi geldiği iddiasıyla bitkisel kökenli bileşikler mevcut. Hepsi hakkında elimizde kanıtlanmış bilgi yok ve çok sık kullanılan bazı bitkisel kökenli desteklerin yan etkilerinin ya da kişinin kullandığı diğer ilaçlarla olumsuz etkileşimleri olduğunu biliyoruz.”
İLAÇLARI BOZABİLİYOR
Piyasada çok fazla vitamin, antioksidan ve bitkisel kökenli destekler satılıyor. İlaç etkileşimleri çok önemli. Örneğin kan sulandırıcı ilaç kullananlarda bazı bitkisel kökenli destekler ilacın etkisini artırabilir. Bu da kanama riskini artırarak kişiyi olumsuz yönde etkileyebilir. Diğer bir olumsuz etkisiyse hastanın bitkisel desteklere fazla güven duyması nedeniyle asıl tedavisini ihmal edebilmesi. Yrd. Doç. Dr. Akan, “Örneğin şeker hastalığının ilaçları bellidir. Ama bazen hastalar kimyasal ilaç daha zararlı olabilir düşüncesiyle bitkisel desteklerle çözüm arayışına gidiyor. Bu da şekerin kontrol almasını geciktirebiliyor. Şeker hastalığı sinsi ve vücutta çok hızlı tahribat yapabilen hastalık olduğundan bu gecikme organların hasarlanmasıyla sonuçlanabiliyor” diyor.
Dengeli beslenmek vitamin ihtiyacını karşılamaya yeter
Özellikle düzenli olarak ekstra C vitamini alanlar “hiç hasta olmam” diye düşünüyor. Oysa C vitamini fazla alındığında daha önce böbrek taşı olan kişilerde böbrek taşı oluşumu riskini artırabilir. Ayrıca C vitamininin gribal enfeksiyonları azalttığı ya da önlediğine dair bir kanıt da yok. Bunların dışında her ilacın olumlu etkisi olduğu gibi olumsuz etkileri de vardır. Bu nedenle bilinçsiz kullanmamak gerekir. Normal beslenen bir insan ihtiyacı olan vitaminleri besinlerden alır. İhtiyacından fazlasını ise zaten vücut kullanmayıp dışarı atar. Atamadıkları ise vücutta birikerek yan etkiler yapabilir. Eğer vitamin almak istiyorsanız doğal yollardan sebze ve meyve ağırlıklı ve dengeli bir beslenmeyi tercih edin.
Yazının Devamını Oku 9 Ekim 2010
Doktorlar klasik tıbbın zaman zaman yetmediğini itiraf ediyor. Tamamlayıcı tıp uygulamaları giderek daha fazla kabul görüyor. Kayropraktik bunlardan biri. Kayropraktik uzmanları, omurgaya elle müdahale ediyor, bel, boyun ve sırt ağrılarını tedavi ediyor. İddialı hastanelerden Anadolu Sağlık Merkezi de bu yönteme inandı, kayropraktik uzmanı Dr. Burak Esendal’ı ABD’den transfer etti ve kadrosuna kattı Türkiye için yeni denilebilecek bir yöntem olan kayropraktik, insan organizmasının kendi sağlığını koruyabileceğinden hareket ediyor. Uğraş alanı ağırlıkla omurga ve sinir sistemi. Kelime, eski Yunanca’da, ‘chiro’ (el) ve ‘practic’in (uygulama) birleşmesinden oluşuyor. İsviçre’de tıp eğitimi aldıktan sonra, uzmanlığını kayropraktik eğitiminin merkezi kabul edilen Devanport-Iowa’da yapan Dr. Esendal’dan bu yöntemi dinledim.
Kayropraktik, Dünya Sağlık Örgütü tarafından kabul ediliyor ve 89 ülkede de uygulanıyor. Malum sinir sistemi beyinden başlayıp, vücuda dağılmadan önce omurgadan geçiyor. Bu iletişim ağı çok kritik. Uyku, sindirim ve bağışıklık sistemi, fiziksel koordinasyon sağlama gibi fonksiyonları kontrol ediyor. Dolasıyla omurgadaki bir eğrilik ve şekil bozukluğu, beyinle vücut arasındaki iletişim ağında kopukluk yaratıyor. İşte kayropraktik uzmanları burada devreye giriyor. Omurgadaki doğal olmayan eğrililiklere elle müdahale ederek vücuda fonksiyonlarını kontrol etme becerisini yeniden kazandırıyor.
Yöntemin anahtar kelimelerinden biri de ‘sublüksasyon’. Yani; omurlarda oluşan, sinir ve hareketi etkileyebilen eksen bozukluklarına verilen isim. Kayropraktikle omurga, kalça ve ilgili eklemlerdeki sublüksasyonlar düzeltilerek tedavi ediliyor.
STRES KAYNAKLI SORUNLAR
Kayropraktik kırık, spinal kord tümörü ve enfeksiyon dışındaki hastalıkların tedavisinde kullanılıyor. İlk muayene yaklaşık bir saat. Gözleme ve dokunmaya yönelik değerlendirmelerin yanı sıra, omurganın filmleri çekiliyor. Omurga bölgesinde ısıyı ölçerek sinir sistemindeki bozukluğu tespit etmek amacıyla özel cihazlar kullanılıyor. İlk muayenede elde edilen tüm bilgiler, ortopedik ve nörolojik bulgular, gerekirse laboratuvar testleri bir arada değerlendiriliyor. Hastanın kayropraktik uygulaması için uygun olup olmadığı belirleniyor. Omurgada tedavi edilecek alan saptanıyor. Eller kullanılarak mevcut eklem harekete geçiriliyor. Böylece sıkışmış sinirlerin üzerindeki baskı ortadan kaldırılıyor. Seansların süresiyse ortalama 15 dakika.
Tedavinin ilk aşamasında hasta rahatlama ve hafifleme hissediyor. Aynı zamanda beldeki veya boyundaki ağrılarda azalma oluyor. İkinci aşamada omurganın biyomekaniği değişiyor. Son aşamadaysa hasta iyileştikten sonra omurgası zaman zaman kontrol ediliyor. Bu aşamalarda gerekirse ilaç ve fizik tedaviyle de uygulanabiliyor. Özellikle bel, sırt ve baş ağrısı; sinir sistemiyle ilgili olduğu için stresten kaynaklanan sorunlarda iyi sonuç veriyor. Ayak, diz, omuz ve diğer eklem hastalıklarına da faydası var. Ama hastalar en fazla bel ve boyun ağrıları için yardım alıyor.
KAHVE VE ŞEKER SİNİRE BASKIYI ARTIRIYOR
Dr. Esendal, beslenmenin omurga ve sinir sistemi sağlığıyla da ilişkili olduğunu hatırlatmadan edemiyor: “Vücudun sağlıklı çalışabilmesi için beslenmeye de özen göstermeli. Yerinden kayan omurun etrafındaki sinirde baskı oluşur. Kahve ve şekerse bu baskıyı artırır. Sebze ve meyvenin tazesi tehcih edilmeli. Ayrıca kaslar için proteinler çok önemli. Tedaviden sonra omurgadan kasa salınan laktik asidin atılması için günde en az 2-2.5 litre su içmekte yarar var.
İşitme merkezlerine standart geliyor
İhtiyaç duyduğu halde işitme cihazı kullanmaktan imtina eden o kadar çok insan var ki... Aslında bazıları cihazı kullanmayı deniyor. Ama yanlış verilen cihaz işkence aletine dönüşüyor. Duyması gereken sesleri duyamıyor ya da gerekenden fazla ses duyup, rahatsız oluyor. Tiz sesleri algılayamıyor. Mesela telefon... En sonunda kulağına takmaktansa çekmeceye atmayı tercih ediyor. Bazıları da ihtiyaç duysa bile, bahsettiğimiz sorunlar nedeniyle denemiyor bile. Neyse ki Sağlık Bakanlığı duruma el koydu, işitme cihazları sektörüne çeki düzen verdi. 3 Aralık’tan itibaren uygulanacak yeni yönetmeliğin getirdiği standartlar, hastalara yarayacak.
HASTALAR CİHAZLARINA KÜSMEYECEK
Sİ-SER İşitme Merkezleri Genel Müdürü Mahfuz Ağaç, yönetmeliğin sektörü kontrol altına alacağını söylüyor. Çünkü artık yetkili olmayan firmalar kolayca satış yapamayacak. Hastaların mağduriyeti önemli oranda azalacak. İşitme sorunu olanlar cihazlarına küsmeyecek.
Türkiye’de yaklaşık 25 ithalatçı firma var. Bir tane de üretici firma. Yılda yaklaşık 100 bin işitme cihazı satılıyor. Bizimle hemen hemen aynı nüfusa sahip Almanya’daysa yıllık satılan işitme cihazı sayısı 850 bin. Tamam Almanya’nın yaşlı nüfusu bizden bir miktar daha fazla ama bu durum yine de aradaki büyük farkı açıklamaya yetmiyor. Bu arada işitme cihazlarının tek müşterisi yaşlılar değil. Çocuklar ve farklı nedenlerle işitme kaybına uğrayan yetişkinler de ihtiyaç duyabiliyor. Ağaç ;”Kayıt dışı giren cihazları satan bazı satıcılar, fatura ve garanti belgesi vermedikleri için hastalar hem cihazın ücretini ceplerinden ödüyor hem de mağdur oluyordu. Artık Sağlık Bakanlığı’ndan onaylı işitme merkezleri yine SGK onaylı cihazları satacak. Personel eğitimli olacak. İşitme kaybını daha doğru ölçmek için belli aletlerin bulunması gerekecek. İşitme kayıplarına uygun işitme cihazı satılınca memnuniyet oranı da artacak” diyor. Yönetmelik, çocuklar için de ayrı bir prosedürü uygulamaya sokuyor. Dört yaşından küçük çocuklara hizmet verecek merkezler için ayrı ve daha özel koşulları yerine getirmesini istiyor.
Güneş gitti, sıra izlerini silmede
Bazen ne kadar sakınırsak sakınalım cildimizi güneş lekelerinden korumak mümkün olmuyor. Ama çok kez makyaj malzemelerinin bile kapamaya yetmediği lekelerden kurtulmak istiyorsanız tam zamanı. Bunun için uygulanan etkili yöntemlerden biri de ‘franksiyolen’ lazer.
Esteworld Klinikleri Medikal Direktörü Dr. Servet Terziler, lazerle cildi soyduklarını söylüyor. Soyma lekeleri yok etmekle kalmıyor. Cildi de gençleştiriyor. Çünkü soyulan cildin altından yüze elastikiyet sağlayan ve genç görümünü arttıran kolajen hücreler uyarılıyor. Böylece tekrar aktif hale geliyor. Çok kez üç-dört seans yetiyor.
Dr. Terziler yöntemin kimyasal soyma ve yüz mezoterapisinin yaptığı etkileri tek başına gerçekleştirdiğini iddia ediyor: “Bu teknoloji, cildin bir bölümünü soyarken hemen yanındaki dokuya etki etmiyor. Böylece sağlam kalan doku, soyulan bölgeye yardıma gidiyor. Bununla birlikte ortaya yeni bir leke ve izlerden arınmış cilt tabakası çıkıyor. Cildin gerginliği artıyor, gözenekler sıkılaşıyor. İnce izler azalıp, derin izler yüzeyselleşiyor. Ciltteki renk ve ton farkları da azalıyor.”
Uygulamadan sonra güneş yanığına benzer bir görüntü ortaya çıkıyor. İlk birkaç saat kızarıklık, ertesi gün yerini pembeleşmeye bırakıyor. Sonraki birkaç günde, çok ince güneş yanığı sonrasına benzer bir soyulma görülüyor. İşlemin ertesi günü hasta işine dönebiliyor. Makyaj yapabiliyor. İşlem sonrasında, güneşten korunmak ve yüksek faktörlü güneş koruyucusu kullanmak gerekiyor.
Hastaya özel beslenme
Karı-koca diyetisyen Murat ve Aysun Gökçen, Diyetle Gelen Sağlık adlı kitaplarında, eklem ağrısı çekenlerden depresyon geçirenlere, karaciğer yağlanmasından egzamaya kadar birçok sorunda uygulanması gereken diyetleri örnekler ve tariflerle anlatıyor. Sadece sağlık sorunları olanlar değil, doğru-düzgün beslenmeye çabalayanlar da kitaptan kıymetli bilgiler alabilir.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Ekmek yemek şart değil. Zaten üç yasak beyazdan birini (un) fazlasıyla içeriyor, şişmanlatarak zarar veriyor.
DOĞRU: B vitaminlerinin en önemli kaynağı ekmek. Kimse abartıp, canınızın istediği kadar yiyin demiyor elbette. Ama zayıflamak için ekmeği hayatınızdan tamamen çıkarıp, B vitamininden mahrum kalmayın.
Çağla Kubat (31 yaşında-Sporcu, sunucu, oyuncu)
MUTLAKA YAPARIM: Her sabah C vitamini içiyorum. Kış aylarında buna multivitamin katıyorum.
ASLA YAPMAM: Kesinlikle sigara içmiyorum. Sigara dumanından uzak duruyorum.
NİYETİM VAR: İlk fırsatta bir detoks programına girmeyi çok istiyorum. Detoksa inanıyorum.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2010
Soğuk algınlığı, nezle, grip (influenza), bademcik iltihabı (tonsillit), boğaz enfeksiyonu (farenjit)ses telleri bölgesi olan larenksin iltihabı (larenjit), sinüzit, orta kulak iltihabı (otitis media), bronşit ve zatürree (pnömoni) hastalıkları kapıya dayandı. İklimsel, sosyal ve fiziksel değişikler nedeniyle bu hastalıkların çıkışı, yayılması sonbahar ve kış aylarında daima artıyor. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Bülent Yardımcı’nın söylediğine göre, soğuk, hava kirliliğinin artması, kapalı ve kalabalık ortamlarda yaşam bu hastalıklara zemin hazırlıyor. Sözkonusu faktörlere, güneş ışınlarından daha az yararlanma, fiziksel stresin artması, burun ve ağız içini döşeyen mukoza denilen dokuların soğukla kuruması, koruyucu mekanizmaların iyi çalışamaması da eklenince mikroplara adeta davetiye çıkıyor.
HANGİ HASTALIK NASIL SEYREDİYOR
Soğuk algınlığı, nezle ve gribi virüsler yapar. Halsizlik, ateş boğazda yanma, burun tıkanıklığı veya akması, kas ağrıları gibi belirtiler olur. Bakteri denilen antibiyotiğin etkilediği mikroplarla olan tonsillit, farenjit larenjit gibi enfeksiyonlarda ise şiddetli ateş ve boğaz ağrısı, ses kısıklığı, gıcık tarzında öksürük ve kırgınlık yaşanır. Orta kulak iltihabında ise en belirgin özellik şiddetli kulak ağrısı. Akut sinüzitte baş ağrısı, burun tıkanıklığı, başın ön kısmı ve elmacık kemikleri üzerinde dolgunluk hissi görülür. Akut bronşit ve zatürreede öksürük, kirli renkte balgam, nefes darlığı, göğüs ağrıları tabloya eklenir.
ANTİBİYOTİK HER DERDE DEVA DEĞİL
Virüslerle oluşan enfeksiyonlar antibiyotiğe ihtiyaç göstermeden iyileşir. Dinlenmek, bol sıvı alımı, vitaminler, ağrı kesiciler ve halk arasında antigripal adı ile bilinen dekonjestan- antihistaminik ilaçlarla iyileşir. Yalnızca gripte (influenza) özel virüs ilaçları kullanılır.
Basit enfeksiyonlarda belirtiler 2-3 günde hafifler ve geriler. Daha çok bakterilerle olan tonsillit, farenjit, sinüzit ve orta kulak iltihabı gibi enfeksiyonlarda ise antibiyotik gerekebilir. Bu nedenle doktora başvurmak lazım. Temel prensip olarak 2-3 günde gerilemeyen belirtiler sözkonusu ise bir sağlık kuruluşuna başvurulması öneriliyor.
ÇOCUK, YAŞLI, KRONİK HASTADA RİSK BÜYÜK
Bu enfeksiyonlar en sık çocuklarda görülür. Yaşlılar ve şeker, kalp ve damar, astım gibi kronik hastaları da risk grubunda. Vücudu dirençsiz kılan aşırı yorgunluk, stres, beslenme düzensizliği, soğuğa maruz kalma hastalık görülme sıklığı artıyor.
VÜCUT DİRENCİNİZİ ARTIRIN
Sonbaharda artan bu tip hastalıklardan korunmak için vücut direncini arttırmak gerekir. İyi beslenme, vitamin destekleri, düzenli uyku, spor ve mevsim şartlarına uygun giyinmek basit ve bilinen ama etkili yollar. Enfeksiyonu olan kişilerin solunum yolu temasının engellenmesi (maske kullanmak, evde istirahat ederek kalabalık ortamlardan uzak durmak, hapşırma sırasında ağız ve burunun kağıt mendille kapatılması) ve ellerin sık yıkanması önemli korunma yöntemleri.
Yazının Devamını Oku 2 Ekim 2010
Yakın zamanda insan sağlığını bozan faktörler arasında ofisler de sayılmaya başlanırsa hiç şaşırmayacağım. Ofis çalışanları, Her şeyden önce gerekenden çok daha az hereket ediyor. Hareketsizliğe ofiste ergonomi prensiplerine uygun davranmamak ve iş stresi de katılınca sırt, boyun ve bel ağrısı kaçınılmaz oluyor Konfora kolay ve çabuk alışan insanoğlu, hareketsizliğin bedelini sağlığıyla ödemeye başladı. Aşırı kilo, birçok kronik hastalık, kanser, erken ölümlerin nedenleri sıralanırken hareketsizlik hep ilk sıralarda geliyor. Bu da gösteriyor ki spor ve egzersiz şart! Özellikle de ofis ortamında hareketsiz bir şekilde çalışanlar için... Ama bunun kadar önemli bir başka şey de çalışma ortamında ergonomi kurallarının yerine getirilmesi. Ofis çalışanlarının spor yaparken sırt, boyun ve bele ayrı bir özen göstermesi ve ayrıca bu bölgeleri çalıştıracak egzersizler yapması elzem.
YANLIŞ OTURMAK BÜYÜK SORUN
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Vildan Çerçi, ofis ortamında sık görülen boyun, sırt-bel, dirsek-bilek ağrılarıyla ayak-bacak şişmelerinin büyük oranda yanlış oturmaktan kaynakladığını söylüyor. Çalışmaktan alıkoyan ve hatta bazen çekilmez olan ağrılarla başetmek için şu önerilerde bulunuyor:
SIRTINIZI DESTEKLEYİN: Doğru ve ergonomik bir duruş için sırtınızı ortopedik bel yastığına dayayın! Bel yastığı olmasa bile belinizin kavisini destekleyecek şekilde rulo yapılmış polar küçük battaniyeler kullanabilirsiniz. Uzun süre oturulunca kaslar yorulur. Duruşu bozulur. Omurga üzerine, özellikle omurlar arasındaki disklere yük biner. Bu da önce hafif ağrı ve tutulmalara zamanla bel fıtığına yol açar.
LAPTOP EKRANI KAŞLA AYNI DÜZEYDE OLSUN: Elinizi ensenize götürün. Çıkıntılar varsa, bilin ki boynunuzun doğal duruşu bozulmuş. Buna yol açan sebep laptop kullanırken sürekli öne eğik pozisyonda kalınması. Bu pozisyon boyun ağrılarına neden olmakla kalmıyor, fıtık riskini de yükseltiyor. Laptop ekranının üst seviyesini, kaşınızla aynı hizada olacak şekilde yükseltin. Malum laptop yükseltilince, ayrıca klavye kullanmanız gerekecek. Masanın kalabalığı artıyor ama kendiniz için bunu yapın! Bir de fare (mouse) kullanırken kolunuzu dirseğinize kadar masayla destekleyin. Bu arada masa kenarı da mide hizasında olmalı.
45 DAKİKADA BİR 5 DAKİKA ARA: En az ergonomik koşullar kadar önemli bir madde okuyorsunuz... Her 45 dakida bir (en geç saatte bir) 5 dakikanızı basit egzersiz ve yürüyüş arası verin. Sık ara vermek dokuların sürekli baskı altında kalmasını önler. Yorulmuş kaslar dinlenir. Kan ve lenf dolaşımı hızlanır.
EGZERSİZİ LÜKS GÖRMEYİN: Düzenli egzersiz alışkanlığı edinin. Yüzme, yürüyüş ve yoga oturarak çalışan insanlar için en uygun fiziksel egzersizler. Haftanın 2-3 günü, bir saat zamanı egzersize ayırın.
ÇOK ŞİŞEN BACAKLARA VARİS ÇORABI: Kadınların bacakları gün sonuna doğru şişmeye meyilli. Bu sorunla baş etmek için hafif basınçlı diz altı varis çorabından yararlanabilirsiniz. Yine sık sık kalkıp dolaşmak iyi gelir.
BUNLARI YAPMAK KOLAY
* Boyun egzersizi: Çeneyi yere paralel şekilde boyuna doğru bastırın (gıdı çıkarma). Hareketi günde 8-10 kere, 6 kez tekrarlayın.
* Bel egzersizi: Ellerinizi kalça üzerine koyarak belinizi mümkün olduğunca arkaya doğru esnetin. Hareketi günde 5-6 kere, 6 kez tekrarlayın.
Reflüye ağızdan ameliyat
Önüm, arkam, sağım, solum reflüden mustarip desem abartmış olmam. Reflüden sesi kısılan, ataklar sırasında en keyifli sofralardan bile alelacele kaçarak çıkarmak sorunda kalan, en sevdiği yiyecekleri seyretmekle yetinen her yaştan hasta tanıyorum. Doktorların yalancısıyım, her beş kişiden biri reflüden çekiyor. Diyet, ilaç, radyofrekans ve ameliyat gibi farklı tedavi yöntemleri deneniyor. Bu yöntemlerin arasına en yeni gireniyse TİF (transoral incisionless fundoplication). Herhangi bir cerrahi kesi yapmadan, ağızdan girilip, endoskopik yöntemle mideye ulaşmak ve gevşeyen kapak mekanizmasını onarmak anlamı taşıyor.
REFLÜ CİDDİYE ALINIYOR
Amerikan Hastanesi’nde gastroenteroloji uzmanı Doç. Dr. Feryal İlkova ile genel cerrah Doç. Dr. Tunç Yaltı şimdiye kadar 40 reflü hastasına TİF uyguladı. Malum reflü, mide içeriğinin yemek borusuna kaçmasıyle gelişiyor. Midede yanma, ağızda ekşime, yiyeceklerin, acı-ekşi suyun ağıza gelmesi gibi belirtilerle seyrediyor. Mideden çıkan asit, boğaz iltihaplarına, ses kısıklığına, astım krizlerine yol açabiliyor. Reflünün ciddiye alınmasının en önemli nedenlerinden biri de yemek borusu kanserine yol açma ihtimali. Bu nedenle uzmanlar mutlaka tedavi edilmesi konusunda görüş birliği taşıyor.
MİDEYE AĞIZDAN ULAŞILIYOR
Doç. Dr. İlkova’nın verdiği bilgiye göre, bozulmuş kapak mekanizmasının tamir edildiği TİF yönteminde vücutta herhangi bir kesi yapılmıyor. Mideye ağız içinde gönderilen endoskopla ulaşılıyor. Yöntem için uzun çalışmalar sonucu geliştirilen Esophyx adlı cihaz kullanılıyor. Esophyx ile yemek borusunun altına genişlemiş olan kısım mideye doğru indiriliyor. Zımbaya benzer dikişler atılarak genişleyen kapak daraltılıyor. Genel anestezi altında yapılan TİF, yaklaşık bir saat sürüyor. Hastalar aynı gün evlerine gönderiliyor. Dünyada bu güne kadar 4 binin üzerinde hastaya uygulanmış. Sadece iki hastada istenmeyen sonuçlar gözlenmiş. Doç. Dr. İlkova, “Bizim hasta serimizde hiçbir yan etki görmedik. Hastaların yüzde 88’i reflü ilacını tam kesti. TİF, ameliyatla elde edilen sonuçlara çok yaklaştı” diyor.
Ağlayan bebeğe akupunktur
Bebeklere de akupunktur uygulanabildiğini biliyor muydunuz? Bazı bebeklerde görülen gaz ağrıları (kolik) ya da diğer bir deyişle ağlama nöbetleri özellikle anneler için dayanılmaz olur. Dakikalarca, hatta bazen saatlerce süren ağlamalar annenin de canından can alır. Tamamlayıcı Tıp Uzmanı Dr.Yusuf Özgür Çakmak, 3 haftalıktan 3 aylığa kadar olan bebekleri bebekleri akupunturla tedavi ederek, ağlama nöbetlerine son verdiğini söylüyor. Dr. Çakmak, “Haftanın 3 günü 20 saniyelik seans şeklinde yapıyoruz. Kolik ağrısı için akupunktur dünyada uzun süredir yapılıyor. 2008’te İsveç’te Karolinska Enstitütüsü ve Göteborg Üniversitesi’nce 40 bebek üzerinde yapılan araştırma ağlamaların şiddetinin, süresinin ve sıklığının istatistiksel olarak azaldığını gösterdi” diyor.
Kalple ilgili her şey
Meslek yaşamını ABD Cleveland Clinic’de sürdüren kalp ve damar hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Murat Tuzcu, kendinin ve yakınlarının kalbini korumak isteyenler için ‘Kalbinizi Dinleyin’ kitabını yazdı. Ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alan kalp ve damar hastalıklarıyla ilgili her şeyi A’dan Z’ye anlatan bir kitap. Marion Tomasko’nun şahane ve kolay anlaşılır grafiklerine de yer veren Tuzcu’nun kitabı, benim için başucumda yerini aldı bile.
BENDEN SÖYLEMESİ
YANLIŞ:
Karbohdidrat asla tüketmeyin, şişmanlatır. Zaten vücudun karbonhidrata ihtiyacı yok. Tek işlevi bedeni yağlandırıp kilo almanıza neden olmak.
DOĞRU:
Sağlıklı beslenmek için her gıda grubundan uygun miktarda tüketmek gerekiyor. İhtiyaçtan fazla tüketilen her gıdanın şişmanlatma potansiyeli var.
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2010
Seyahatlerden hastalıkla değil, güzel anılarla dönebilmek için öncesinde bazı önlemler almanızda yarar var. Özellikle enfeksiyon riskinin yüksek olduğu, hijyen açısından sıkıntılı coğrafyalara gidiyorsanız... Uzmanların önerisi, seyahatten en az 4-6 hafta önce tıbbi danışmanlık hizmeti almanız. Gerekiyorsa aşılanmanız.
Kadıköy Şifa Hastanesi Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Aylin İzat Liceoğlu’nun verdiği bilgiye göre, bebekler, çocuklar, yaşlılar, gebeler veya kronik hastalığı olan kişiler seyahatle ilgili riskler açısından özel olarak değerlendirilmeli. Özellikle aşılama, ilaç kullanımı, havayolu seyahatinin riskleri, kronik hastalıklarda kullanılan ilaçların doz ayarlamaları gibi pek çok durum gözden geçirilmeli.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Orta ve Uzakdoğu, Afrika ve Latin Amerika’yı seyahat enfeksiyonları açısından en riskli bölgeler olarak tanımlıyor. Neyse ki Türkiye düşük riskli bölgeler arasında. Dr. Liceoğlu, “Unutmamak gerekir ki, seyahatin amacına göre gelişmiş bir ülkenin bile bazı bölgeleri riskli olabilir. Ya da Afrika’ya iş için gitmekle, safariye gitmenin riski aynı değil” diyor.
Diğer bir önemli nokta da seyahatin yapılacağı zaman. Örneğin grip mevsimi kuzey yarımküre için kasım-mart, güney yarımküre için nisan-eylül arasında. Seyahat edenler genellikle kalabalık taşıtlarla yolculuk yaptıkları ve kalabalık yerleri gezdikleri için grip açısından risk altında.
ENFEKSİYON BULAŞMA YOLLARI
Seyahat enfeksiyonlarından, bulaşma yolu engelenerek korunmak mümkün. Başlıca enfeksiyon bulaşma yolları şunlar:
* Vektörler (sinek, böcek vs.): Eğer şartlar uygunsa vücudumuzu kapatacak giysiler giymeliyiz. Giysilerin kapatamadığı bölgeler için böcek uzaklaştırıcılar işe yarar. Etkisinin devamı için mutlaka 6 saat arayla tekrarlanmalı. Cibinlik kullanmak, cibinlikleri ilaçlamak da etkili. Hava akımı sineklerin uçmasını zorlaştırdığından klimalı otellerde bu önlemlere gerek yok.
* Su ve yiyecekler: Yiyecek ve içeceklerle ilgili temel kural ‘kaynatın, pişirin, soyun veya unutun’ olmalı. Bu nedenle birkaç saattir oda sıcaklığında bulunan pişmiş yiyecekler yenmemeli, tamamen pişmiş ve hala sıcak olan yemekler yenmeli. Çiğ ve az pişmiş yumurta içeren yemekler yenmemeli. Kabuklu sebze ve meyveleri ancak kendimiz soyarsak yemeliyiz. Sokak satıcılarından yemek ve dondurma almamalı, suların güvenliğinden emin olmadığımız yerlerde ya ağzı kapalı ticari sular ya da kaynatılan sular tüketmeliyiz. Böyle bölgelerde buz küpleri de hastalık bulaşma riskini artırabilir. Diş fırçalarken dahi mutlaka temiz olduğu bilinen sular kullanılmalı. Temizliği şüpheli havuz ve deniz sularında kesinlikle yüzülmemeli.
* Solunum yolu: Özellikle geri kalmış ülkelere uzun süreli seyahatler için önemli. Aktif tüberkülozu olan kişilerin uçakla seyahatine izin verilmemeli. Seyahat sırasında kalabalık ortamlardan ve öksüren kişilerden uzak durulmaya çalışılmalı.
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2010
Her güzel, sayılı gün çabuk geçer malum... Önce yaz tatili, ardından bayram tatili geride kaldı. Sabah ve akşam trafiğe girmemek, istediğimiz saatlerde, istediğimiz yerde olmak ve istediğimiz şeyleri yapmak özgürlüğü tatil. Ama maalesef çoğumuzun tatilden “dönüşü muhteşem” olmuyor. Konsantre olmakta güçlük çekiyoruz, ataletle başetmekte zorlanıyoruz, maratondan çıkmış gibi sabah yorgun uyanıyoruz. Karamsarlık çabası. Hatta sosyal ilişkilerde zorlanma bile yaşayabiliyoruz. Ama unutmayın ki tatiller de biter! Eğer tatiliniz sonsuz olsaydı, zaten muhtemelen çekiciliğini yitirecekti. Bu nedenle sürekli tatilde olmanın olumsuz yanlarını düşünmek, depresyonu atmanızda faydalı olacaktır.
Uzmanlara göre, problemin ana sebebi, alışılmış, sıkıcı, rutin ofis yaşantısıyla, tatilde yaşanan mutluluk ve huzurun zıtlığından kaynaklanıyor. Tam da bu nedenle, tatiliniz ne denli iyi geçerse, tatil sonrası depresyonu yaşamanız da o denli muhtemel.
TATİL HAYALLERİ VE GERÇEKLER
Depresyonunuzun kökeni tatilin kendisi olabilir. Tatil esnasında pekçok insan hayatının muhasebesi yapar. Yepyeni fikir ve projeler geliştirir. Ancak eve dönüp de yaşanan hayatı değiştirmenin niye bu denli zor olduğuyla karşı karşıya kalındığında gerçekle yüzleşirsiniz. Tatile gitmeden önce en azından bir beklentiniz vardı. Tatilden dönüşteyse, gerçekle yüzleşiriz.
Problem her ne olursa olsun, tatil sonrası depresyonu, tatilin tüm olumlu etkilerini siliyor. Bu nedenle de ciddiye alınması gerek.
SONBAHAR DEPRESYONA YATKINLIĞI ARTIRIR
Yukarıda sayılan tüm etkenlerin yanısıra yaz tatili dönüşleri genellikle biyolojik ritmimiz açısından da risk altında olduğumuz mevsimsel bir döneme, sonbahara denk geliyor. Havaların serinlemeye başlaması ile güneş ışınlarının giderek etkisinin azalması, anksiyete (sıkıntı), depresyon gibi ruhsal problemlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Uzmanlar bunun biyolojisini şöyle açıklıyor: Beynimizde hipofiz bezi melatonin hormonu üretmekle görevli. Karanlık ortamlarda bu bez hormon üretimini artırır. Melatonin hormonu insanın fiziki hareketlerini yavaşlatan, uykulu ve bitkin yapan, ruh halini dingilleştiren, yani ruhun nefes almasını sağlayan doğal bir sakinleştirici. Karanlıkta üretimi artan melatoninin vücudumuz üzerindeki en önemli etkisi, canımızın sürekli tatlı yiyecekler istemesi ya da aşırı yeme isteği.
BELİRTİLER
* Uyku bozukluğu,
* Yorgunluk,
* Sinirlilik,
* Karamsarlık,
* Konsantrasyon sorunu.
SIK VE KISA TATİL YAPIN
Tatil depresyonu yaşamamak için:
* Yıl içinde bir uzun tatil kullanmaktansa, daha kısa ama daha sık, kısa tatiller yapın. Böylece tatil havasına girmeyip, gerçeklerden tamamen kopmadan rahatlayabilirsiniz.
* Tatilden dönüşte sizi bekleyen tüm iş ve sorunlarla bir anda ilgilenmeye çalışmayın. İşleri birkaç güne yayıp, planlı bir şekilde çalışıp üstesinden gelin.
* Tatilde yapmaktan hoşlandığınız, sizi rahatlatan şeyleri yapmaya da devam etmeye çalışın. Tembel tembel yatmak, kitap okumak, çıkıp yürümek gibi.
* İşkolikler yokluklarında işlerin nasıl yürüdüğünü görmeye zaman ayırmalılar. Fazlaca kişisel sorumluluk aldıklarını, kendilerine fazlaca yüklendiklerini anlamaya çalışabilirler.
* Tatil planınızı öyle bir ayarlayın ki döner dönmek işe başlamayın. Mesela tatilden pazar günü dönüp, pazartesi işe başlamak depresyon olasılığını artırır. Evdeki hayatınıza alışabilmeniz için kendinize bir-iki gün zaman tanıyın.
* Tatiller de biter! Eğer tatiliniz sonsuz olsaydı, zaten muhtemelen çekiciliğini yitirecekti. Bu nedenle sürekli tatilde olmanın olumsuz yanlarını düşünmek, depresyonu atmanızda faydalı olacaktır.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2010
Bazen tatilden dönüşte sadece güzel anılar eşlik etmiyor. Havuz kenarında çıplak ayakla yürümekle bile alabileceğimiz siğiller uzun zaman uğraştırabilir. Tıbbi adı verruka vulgaris olan siğiller ayrıca, ortak kullanılan banyo, hamam, kaplıca gibi ıslak ve sıcak ortamlardan ve yine ortak kullanılan havlu, bornoz, terliklerden bulaşabiliyor. Özellikle ayak tabanına yerleşenler zor iyileşiyor. Siğiller, çocuk ve gençlerde daha sık görülüyor.
Siğiller aslında iyi huylu deri kabartıları. Ama ortak kullanılan alan ve eşyalar aracalığıyla kolayca bulaşabiliyor. Cilt Hastalıkları Uzmanı Dr. Tuğba Yüzüak Türe’nin verdiği bilgiye göre, hastalık, derinin üst tabakasına ve mukozalara yerleşen HPV (human papilloma virus) enfeksiyonuna bağlı çıkıyor. Her 100 kişiden 10’u siğille karşılaşıyor. Virüsle enfekte olduktan 2-9 ay arasında gözle görülür belirtiler çıkıyor. Bazen süre daha da uzayabiliyor.
AYAK TABANINDA DERİNE GİDEBİLİR
Ayak tabanı siğilleri, diğer siğillere göre daha kalın ve çok sayıda olabiliyor. Lezyonlar birleşerek mozaik siğiller oluşturabiliyor. Görünümleri tek veya çoklu, üzerlerinde küçük siyah noktalar bulunan, yüzeyi pürüzlü hemen hemen deri ile aynı seviyede kalınlaşmalar şeklinde. Vücut ağırlığının etkisiyle deri yüzeyinden kabaramazlar ve derine doğru ilerlerler. Bu nedenle de ağrı yapar. Derin yerleşimli olduklarından tedavisi diğerlerine göre daha güç. Ayak tabanının aşırı terlemesi, sürekli nemli ortamda bulunması da tedaviyi güçleştirir.
Ayak tabanındaki siğiller ağrı yapması, yüzeyinin kalınlaşması sebebiyle nasırlarla sıkça karışır. Özellikle çocuklarda nasır şüphesi varsa mutlaka çok yayılmadan hekime başvurmak gerekir.
YÜZDEKİLER GÜNEŞ LEKESİ SANILIYOR
Düz siğiller, genellikle deri renginde veya hafif kahverengimsi, üzeri düz, deriden çok hafif kabarık, zor fark edilen çok sayıda, oldukça küçük kabarıklıklar şeklindedir. Genellikle yüz ve boyun ve göğüs bölgesine yerleşirler. Genital bölgede de görülebilir. Bazen ellerde ve bacaklarda da görülebilir. Bazen benlerle karıştırılıyor. Yüzdeki düz siğillerse güneş lekeleriyle karışabiliyor.
Siğillerin tedavisinde kullanılan yöntemler virüsün yerleştiği dokunun yıkımına yönelik fiziksel ve kimyasal uygulamalar. Çeşitli kimyasal solüsyonlar, elektrokoterizasyon, krioterapi (sıvı nitrojen) uygulamaları en sık kullanılanlar.
TIRNAK YEME ALIŞKANLIĞI OLANLAR RİSK ALTINDA
Siğil tüm deri ve mukozalarda çıkabiliyor. Görüldüğü bölge ve klinik HPV tipine bağlı değişebiliyor. En yaygın tipi “verruka vulgaris”. Sıklıkla ellerde, tırnak etrafında, kollarda, bacaklarda görülmekle birlikte vücudun herhangi bir bölgesine yerleşebilir. Görünümleri kabarık, düz veya saplı olabilir. Genellikle deri renginde. Yüzeyi pürüzlü veya düzdür olabilir. Ayrıca dokunulduğunda kabalaşma hissi verir. Tırnak yeme alışkanlığı olanlarda tırnak etrafının yanı sıra dil ve ağızda da görülebilir. Özellikle ellerinde siğilleri olan anneler çocuklarının altını temizlerken dikkatli olmalı. Makat ve genital bölgeye siğilleri bulaştırabilirler.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZ ZAYIFSA DİKKAT EDİN
Enfeksiyonun vücuda girişi ve siğil oluşumu için kolaylaştırıcı faktörlerden sözetmek mümkün. Deri bütünlüğünün bozulması (küçük yara ve kesikler, tırnak yeme alışkanlığı) virüs için giriş kapısı oluşturur. Kişinin bağışıklık sisteminin bozulması (kansızlık, beslenme bozuklukları, kontrolsüz diyetler, aşırı yorgunluk, stres, düzensiz uyku), bağışıklığı baskılayan hastalık veya ilaç alımı, alerjik kişilerde, çok eşlilerde (genital siğillerde) bulaşma riskini yükseltir.
Yazının Devamını Oku