13 Kasım 2010
‘Okulda Diyabet Eğitimi Programı’yla 60 bin okul, 650 bin öğretmen ve 16 milyon öğrenciye ulaşılacak. Böylece yaşam boyu süren bu hastalık konusunda farkındalık yaratılacak
Türkiye’de okul çağında yaklaşık 15 bin diyabetli çocuk var. Bu çocuklar günde dört kez kan şekerlerine bakmak ve buna göre yine günde dört kez insülin enjeksiyonu yapmak zorunda.
Çok kere gözden kaçan diyabetli çocuklar maalesef okulda beslenme planlarına uygun yemek bulamıyor. Ayrıca insülinlerini yapmak için uygun ortamdan yoksun. Yine kan şekeri düşüklüğü gibi durumlarda okulda acil tedavi yapılamıyor. Ama bana kalırsa en önemlisi, arkadaşları ve öğretmenleri onlarla empati kuramıyor. Tüm bu gerçekler; Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıkları’nı ve Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği’ni harekete geçirdi. İlaç firması Sanofi Aventis koşulsuz destek verdi ve Okulda Diyabet Eğitim Programı başladı.
Emeği geçen herkesi gönülden kutluyorum.
Projeyle ilgili bilgi veren Prof. Dr. Şükrü Hatun, bazı öğretmenlerin diyabet konusunda yeterli bilgileri olmadığı için diyabetli çocukların sorumluluklarını almak istemediğini söylüyor. Hatta bu çocukları spor ve gezi gibi okul aktivitelerine almadıklarını da... “Bu sorunlar nedeniyle; özellikle ilkokul çağındaki bazı diyabetli çocukların anneleri bütün günü çocuklarının okulunda ve yakınında geçiriyor” diyor.
Çocuklarda görülen Tip 1 diyabet (insülin üretimi yok) vakalarının yüzde 90’ına yakını okul çağında tanı alıyor. Ancak gerek aileler gerekse öğretmenler, çocuklarda diyabet görülebileceğini akıllarına getirmediği için çok kere tanı gecikiyor. Prof. Dr. Hatun, “Birçok vakada diyabet tanısından önce çocuklar zayıflıyor. Ders başarıları düşüyor. Derste bile tuvalete gitmesine karşın öğretmenler bu bulgulara yeterince değer vermiyor. Bu program kapsamında okullara çocuklarda diyabet bulgularını anlatan afişler asılacak ve öğretmenlere diyabet eğitimi verilecek. Bu ülkemizde şimdiye kadar yapılmış en geniş diyabet farkındalık programı olarak görülebilir” diyor.
TUVALETTE İNSÜLİN YAPIYORLAR
Diyabetli çocukların okullarda beslenmesindeki en önemli sorun, okul yemekhanesinde veya kantinlerdeki besinlerin sağlıklı beslenme konusunda yetersiz kalması. Bu nedenle diyabetli çocukların beslenme planları daha çok okul zamanı aksıyor. Bu da kan şekeri dengesinin bozuyor. Okulların birçoğunda revir vs. olmadığı için çocuklar insülinlerini sınıfta, müdür odasında veya kantinde yapıyorlar. Bazılarıysa tuvalette.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2010
Güneşin yakıcı olduğu günler geride kaldı. Şimdi sıra yazın cildimizde bıraktığı izleri ortadan kaldırmaya geldi. Derinin doğal güneş ışığına ya da solaryuma uzun süre maruz kalan bölgelerinde gelişen lekelerden kurtulmak için birçok yöntem var. Güneş ışınlarına bağlı olarak ciltte ortaya çıkan renk bozuklukları, halk arasında güneş lekesi adı verilen “solar lentigo” ve gebelik maskesi denilen “melasma” olarak ikiye ayrılıyor. Güneş lekeleri birkaç milimetreden birkaç santimetreye kadar olan, tek ya da çok sayıda, yuvarlak, kahverengi lekeler şeklinde. Melasma ise yanaklar, alın, dudak üstü, burun ve çene gibi yüz bölgelerinde simetrik bir şekilde ortaya çıkan, deriden kabarık olmayan, açık ya da koyu kahverengi bazen de grimsi renkte lekeler.
Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Figen Akın, güneş ışınlarına bağlı ortaya çıkan renk değişikliklerinin tedavisinde soyma (peeling) yönteminin, tıbbi ve kozmetik renk açıcı preparatların, kriyoterapi ve lazer tedavilerinin denenebileceğini söylüyor.
SOYMA CİLDİ YENİLİYOR
Soyma bunlar içinde en fazla bilineni. Güneş lekelerinin tedavisinde uygulanan kimyasal soyma, doğru hastaya ve hastanın cilt yapısına uygun malzemelerle yapıldığında güvenilir bir yöntem. Dr. Akın, “Kimyasal peeling, teknik olarak deri yüzeyinin soyulmasıyla cildin gençleştirilmesinin hedeflendiği kimyasal işlemler için kullanılan bir terim. Bu sürecin sonucunda deride yeni bağ doku oluşumu gerçekleştirilir ve cilt yenilenir” diyor.
BU AYLARDA YAPILMASI İDEAL
Güneşli mevsimlerde işlem sonrası leke riski olduğundan, kimyasal soyma işlemini yaptırmak için sonbahar ve kış ayları ideal. Kimyasal soyma tüm lekeleri yok edip tüm kırışıklıkları silemez. Ancak ince kırışıklıların görünümünü, bazı akne tipleri ve akne izlerini, güneş lekeleri ve çil gibi renk farklılıklarını azaltıyor. Cilt yapısının tazelenmesi ve cilt yüzeyinin daha pürüzsüz, daha canlı bir görünüm kazanması için uygulanıyor.
Yaza çok var ama şimdiden hatırlatayım, aşırı derecede kızarma ve soyulmaya neden olacak şekilde yanmamaya dikkat edin. Hem sağlığınız hem de genç bir cilt için...
Ayrıca tedavi uygulansa bile güneş lekeleri tekrarlayabilir. Yenileri çıkabilir. Bu nedenle yaz kış güneşe çıkarken koruyucu kullanmakta yarar var.
Yazının Devamını Oku 6 Kasım 2010
Bebek ve çocuklarla uçak yolculuğu sadece ebeveynleri için değil, diğer yolcular için de kâbusa dönüşebiliyor. Halbuki yolculuk öncesi ve sırasındaki basit birkaç önlemle daha keyifli yolculuk etmek mümkün.
Sık uçak yolculukları yapan hemen herkesin, etrafındaki çocukların ağlama, bağırma, yüksek sesle konuşma, koltuğuna tekme atmasıyla ilgili anısı bol. Anne-babasını uyarsanız da çok kere çocuklarını kontrol edemez ya da etmek istemezler. Çocuğunuzun sakin bir yolculuk yaşaması ve yaşatması için şunları yapabilirsiniz:
-Kulak enfeksiyonu özellikle iniş-kalkışlarda ağrı yapabilir. Böyle bir sorunu varsa mutlaka tedavi ettirin.
-Çocuğunuz anlayacak yaştaysa, yolculukta neler yaşayacaklarını, neden sessiz olması gerektiğini uygun bir dille anlatarak yolculuğa hazırlayın.
-Yapabiliyorsanız uçuş saatini, uyku saatine denk getirin.
Yazının Devamını Oku 6 Kasım 2010
Tıbbın hemen bütün alanları; insanı daha az keserek, mümkün olduğunca vücut bütünlüğünü koruyarak ameliyat ve tedavi etme yöntemlerinin peşinde. Bu hedeften ilk nasiplenenlerden biri de kalp ve damar hastalıkları. Türkiye de bu alanda epeyce iddialı Cerrahlarla kardiyologlar arasında hararetli bir tartışma sürüyor: Açık kalp cerrahisi mi yoksa stent mi? Ancak şu bir gerçek ki, artık kalp damarlarını açmak ve kapaklarını değiştirmek için giderek artan sıklıkta kapalı yöntem tercih ediliyor. Göğüs kafesini keserek kalbe ulaşmak yerine, kasıktan girip damarları balon ve stentle açmak yaygınlaşıyor. Türkiye’nin ilk ve tek kateter, balon ve stent üretimi yapan Alvimedica Medikal Teknolojileri Şirketi’nin Genel Müdürü Dr. Cem Bozkurt da bu tartışmaya katılıyor ve iddiayı ileriye götürüyor: “Kimse kusura bakmasın ama bugünkü stent teknolojisi varken, by-pass’la çekilen eziyete değmez. Üstelik başlı başına bir risk. ABD’de kalp cerrahisinde çalışacak asistan bulamıyorlar, geleceği yok diye kimse okumak istemiyor” diyor.
Birkaç yıl öncesine kadar hastaların en büyük korkularından biri kalp damarlarına yerli stent takılmasıydı. Bugün konjonktür farklı. Yerli üretici Alvimedica’nın ürettiği stentler, geçen yıl Türkiye’de 32 bin kalbe girdi. 40’ın üzerindeki ülkede de yılda 20 bin kalbe ulaştı.
Ne yalan söyleyeyim firmanın Çatalca’daki üretim tesisine gittiğimde kafamda önyargılar vardı. Gezdikçe kendime kızdım, yatırım yapınca ve o yola baş koyunca oluyormuş işte... Bozkurt, bütün ürünlerini (13 farklı kateter, stent ve tıbbi ekipman) kendilerinin geliştirdiğini anlatıyor: “Dünya standartlarında üretim yapıyoruz. Çinliler taklitlerimizi yaptı. Johnson and Johnson ne üretiyorsa biz de üretiyoruz. Dünyadaki diğer üreticiler, ürünlerinin pek çok parçasını fason yaptırır. Biz toplam üretimimizin yüzde 97’sini kendimiz yapıyoruz. Yedek parçalarımız da dahil buna” diyor.
ERİYEBİLEN STENT ÜRETTİ
Firmanın en iddialı ürünlerinden biri de damardaki görevini tamamladıktan sonra kendi kendine eriyebilen bir stent. Günümüzde yaygın kullanılan stentler, görevlerini tamamladıktan yani damarı açtıktan sonra, vücutta ömür boyu kalıyor. Halbuki sonuçta bu vücut için yabancı bir madde. Üstelik damarda iltihaplanma gibi sorunlara da yol açabilir. Firma eriyebilen stenti polimerden üretmeyi başardı. Bozkurt, “Polimer çok kırılgan bir madde. Bunu balonun üstüne monte edip, kullanılabilir hale getiren ilk firma biz olduk” diyor. Tavşan ve domuzlardan sonra insan deneylerine geçilecek. Deneyler ABD’de kısa adı NAMSA olan alanın saygın laboratuvarında test edilecek” diyor.
Firma AB’den özellikle AR-GE projeleri için önemli miktarlarda fonlar almaya başlamış. Bozkurt, “Örneğin ilaç kaplı balon geliştirme çalışmalarımız için 1.3 milyon Euro tahsis edildi. Kasıktan tıkalı damara gönderilen ilaçlı balonun üretimi üzerinde çalışıyoruz. Yöntemin şeker hastalarının bacak damarlarındaki tıkanıklığı açmada da kullanılması için araştırmalarımızı sürdürüyoruz” diyor.
HER İKİ BUÇUK DAKİKADA BİR KİŞİ KALPTEN ÖLÜYOR
Kalp ve damar hastalıkları hem dünya hem de Türkiye’de çığ gibi büyüyen bir sorun. Türk Kardiyoloji Derneği’nin yaptığı TEKHARF çalışmasına göre her 2.5 dakikada bir kişi kalp hastalıkları nedeniyle yaşamını yitiriyor. Bugün Türkiye’de tıkayıcı kalp damar hastası yaklaşık 2.8 milyon kişi var. 2015’te bu rakamın iki katına ulaşacağı tahmin ediliyor.
Hitler’in sağlık formülü ozon terapi yeniden moda
Ozon tedavileri 1. Dünya Savaşı’ndan beri biliniyor. Hatta Hitler’in kendisine ve üst düzey komutanlarına ozon terapisi yaptırdığı bile rivayet edilir. Bir süre unutulan bu uygulamanın son 10 yılda yeniden yıldızı parladı. Avrupa’da yaklaşık 5 bin hekim bu tedavileri uyguluyor. Türkiye’de de 350 hekimin kullandığı tahmin ediliyor. Ancak tedavi sadece muayenehaneler ve klinikler değil, hastanelere de girmeye bile.
Ozon tedavisi sağlıklı yaşamak ve genç kalmak için yapılabileceği gibi, gayet ciddi bazı hastalıklarda mevcut tedaviyi destekleyici olarak da tercih edilebiliyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Lale Yeprem, ozon tedavisinin romatizmal hastalıklar, diyabet, dolaşım bozukluğu, kronik kolit ve yorgunluk, kanser, fibromiyalji, kapanmayan yaralar ve viral enfeksiyonlarda destek tedavi olarak uygulandığını anlatıyor. Ozon tedavisi bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Ancak tek fonksiyonu bu değil elbette. İnsülin salınımı düzenlemek, romatizmada kronik enflamasyonu kontrol edip ilaç ihtiyacını azaltmak, yaraları dezenfekte ederek iyileştirmesini kolaylaştırmak gibi etkileri de var. Ozon hastaya ve ihtiyaca göre, damar, kalça, eklem içine veya torbalama yöntemleriyle veriliyor. Makat ve vajina yoluyla da uygulamaları var. Ancak yaygın uygulama kişinin kendi kanı alınarak, ozonla zenginleştirildikten sonra yeniden damar yoluyla verilmesi. Almanlar buna ‘kanın yıkanması’ diyor. Dr. Yeprem sağlık için her yıl 12 seans ozon tedavisi öneriyor. Haftada iki kereden bir buçuk ayda tamamlanıyor. Tedavi, uygulandığı yere göre, seansı 150-300 lira arasında değişiyor.
Yeliz (Şarkıcı)
SAĞLIĞIM İÇİN
Mutlaka yaparım: Her yere yürüyerek gidiyorum, vejateryanım.
Asla yapmam: Negatif enerji veren insanların yanında durmam.
Mutlaka yapacağım: Diyete devam ediyorum. Spora da başlayacağım.
Sağlıklı Yaşam Yalanları
ŞİFA KÜTÜPHANESİ
ABD’li Dr. Ben Goldacre, Sağlıklı Yaşam Yalanları adlı kitabında sağlık gündemini meşgul eden birçok konuya şüpheyle yaklaşıyor ve farklı bir bakış sunuyor. Hele de komplo teorilerine meraklıysanız ilgiyle okuyabilirsiniz. Epsilon’dan çıkan kitap 22.5 lira.
UZUN LAFIN KISASI
YANLIŞ: Öğlen bir hamburger, bir patates yer ve bir bardak kola içerim. Akşam yemek yemeyerek telafi ederim.
DOĞRU: Keşke bu kadar kolay olsa! Öğlen aldığınız 1500 kaloriyi harcamak için 2.5 saat tempolu yürümeniz gerek.
Yazının Devamını Oku 30 Ekim 2010
Meme silikonuyla ilgili ne zaman konuşulsa laf döner dolaşır patlamasına gelir. Silikon üreten belli başlı firmalar artık ürünlerinin patlama veya yırtılmasına karşı 10 yıla varan garanti veriyor. Rebabet bununla sınırlı değil, firmalardan biri patlamasının yanısıra, silikonun etrafının dokuyla kaplanarak şeklinin bozulmasına karşı da sigorta yapıyor.
Patlaması, yırtılması çok konuşulsa da bu efsaneler silikon protezlerin önünü pek kesmiş değil. Tahminlere göre Türkiye’de bugüne kadar 100 bin kişi silikon meme taktırdı. Sanovis Sağlık Hizmetleri Şirketi’nin Genel Koordinatörü Orkan Güngör, “Silikon zannedildiğinin aksine kolay kolay patlamaz, yırtılmaz. Bunun için trafik kazası gibi şiddetli travmalar ya da delici, kesici aletlerin saplanması gerekir. Asıl sorun vücudun silikonu yabancı olarak görüp, etrafına sardığı dokuyla sıkıştırması olabilir. Ama biz buna karşı da garanti veriyor ve implantı bedelsiz değiştiriyoruz” diyor. Firma silikonunu tercih edenlere bir sigorta da öneriyor. 150 Euro’luk ekstra ödeme yapanlara sadece silikonlarını yeniden yapmakla yetinmiyor, bin dolarlık tazminat da ödüyorlar. Ki hastane ve doktor masraflarına katkıda bulunsun.
Plastik ve estetik cerrahi uzmanı Dr. Naci Çelik, silikon meme taktıranların yıllar içinde sorduğu soruların değiştiğini anlatıyor: “Hasta bilerek geliyor. Beş sene önce ‘Memelerimi büyütmek istiyorum. Kaç cc protez önerirsiniz?’ diye sorarlardı. Şimdi ‘Hangi protezi, nereden ve hangi seviyeye koyuyorsunuz’ diye soruluyor. Takılacak silikonun sertifikası ve garanti belgelerini veriyoruz. Eskiden anatomik, bilinen adıyla damla protezler yoktu. Günümüzde daha doğal göründüğü için damla protezlere ilgi büyük. Bizim hocalarımız daha büyük protezler koyardı. Artık daha küçük protezler tercih ediliyor.”
KALÇALAR BÜYÜDÜ MEMELER KÜÇÜK KALDI
Dr. Çelik, sağlıksız beslenme, haraketsiz yaşam gibi faktörlerin de etkisiyle vücuttaki orantının bozulduğunu belirtiyor: “Genel olarak Türk kadınlarının memeleri zaten küçük. Bel ve kalçalar genişleyince memeyle alt bölge arasındaki orantı hepten bozuldu. 17-30 yaşın arasındaki kadınların vücudu üçgen gibi. Halbuki annelerinin memesi daha büyük, daha orantılı.”
Halen piyasada yaklaşık 10 firma silikon pazarlıyor. Silikon meme taktıracaklara önerim, ürünün detaylarını öğrenmeleri ve hangi firmanın ürünü olduğuna dikkat etmeleri. Doktorunuzdan mutlaka bir sertifika, evrak talep edin. İsimsiz, markasız ürünlerin takılmasına izin vermeyin. Her şeyin olduğu gibi silikonun da Çin malı var. Dr. Çelik, “Bazen hastalar silikonlarını değiştirmek için geliyor. Bakıyorum protez hiçbir şeye benzemiyor. Silikonu çıkarınca görüyoruz ki ne adı var, ne de kaç cc olduğu. İmplantın içine koydukları bile silikon değil, silikonun yağı. Bilmeyen birinin dışarıdan bakınca ayırt etmesi zor” diyor.
Klinik araştırma olmadan, ilaç bulunamaz
İlaç araştırmaları gündeme gelince hep aynı kaygı dillenir: “Biz kobay mıyız?”. Oysa gönüllü hastalarla yapılan klinik araştırmalar bilimin gelişmesi açısından şart. Üstelik araştırmayı yürüten klinikler hem bilim hem de olanaklar açısından ihya oluyor
Novartis’in Kavacık’daki merkezinde Berkman’ın yanısıra firmanın önceki yıllarda yöneticiliğini yapan Edgar Poffet, Erman Atasoy, Ayet Üsküdarlı ile biraraya geldik. İlaç sektörüyle ilgili geçmişten günümüze birçok konuyu masaya yatırdık. Ancak bugün sizinle ilaç araştırmalarıyla ilgili konuştuklarımızı paylaşmak istiyorum.
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2010
Sonbahar iyiden iyiye kendini hissettiriyor. Soğuk, güneşsiz günler, azalan aydınlık saatlere alışmaksa zor. Bazı bünyeler yağmurlu, karanlık günleri sükunetle karşılarken, benim gibi bir grupsa mümkün olsa tüm sonbahar kışı uykuda geçirmeye hazır. Yorgunluk, gerginlik, isteksizlik insanın yakasına yapışıp kalıyor. Uzman Psikolog Aylin Sezen, bu durumla başetmenin yollarını anlattı ve dedi ki, “Tatil en iyi ilaç.”
Sonbaharla birlikte daha yavaş, sakin bir döneme geçişe hazırlanılıyor ve evde daha fazla zaman geçirilmeye başlanıyor. Fakat bazen, bu döneme geçiş duygusal sıkıntılara neden olabiliyor. Yazın renkli, dolu temposunu bırakmak kaygı yaratabiliyor. Ve bu durumda çatışmalar doğuyor. Sezer, “Sonbaharda doğal olarak değişim, mevsime adaptasyon süreci oluyor. Bünyenin, ihtiyaçlarını ve enerjisini kontrol etme çabası da kaygı yaratabiliyor. Depresyon kimi zaman bu nedenle de tetiklenebilir” diyor.
UZUYORSA DİKKAT YORGUNLUK KRONİKLEŞİR
İki haftayı geçen, kişinin gündelik rutinini bozan, okul veya işteki performansını etkileyen yorgunlukları, bahar yorgunluğu deyip önemsemek önemli psikiyatrik tedavileri geciktirebilir. Mevsimsel yorgunlukla başedilemezse kronik yorgunluk sendromuna dönüşebilir. Sezer, “Halsizlik, isteksizlik, eklem ağrıları, baş ve kas ağrıları, enfeksiyona yatkınlık, uykuya dalmada ve uyanmada güçlük, ışığa ve sese karşı duyarlılık gibi belirtiler görülebilir. Kronik yorgunluk sendromu olan kişinin gözlerinin önünde benekler uçuştuğunu söyler. Devamlı başağrısı ile birlikte sanki kerpetenle ensesinin sıkıldığı hissine kapılabilir. İşteki performansı bozulur. Kronik yorgunluk sendromu fiziksel, duygusal ve zihinsel tükenmişlik içerir” diyor.
BİRKAÇ GÜN MOLA VERİN
Yorgunlukla başetmek için:
* Nedenini araştırın! İş yoğunluğu ise, tempoyu düşürün. Kısa ve sık dinlenme aralıkları verin. Neden monotonluksa yaşamınızı renklendirecek farklı uğraşlar bulun.
* Fiziksel veya duygusal stres meydana getirecek ortamlardan ve işlerden kaçının.
* İş hayatınızda ve özel hayatınızda yeni stratejiler belirleyin, takım çalışması yapın.
* Tatil en iyi ilaç! İmkânları zorlayarak birkaç gün şehir dışına çıkın.
* Güneşli, açık havada yürüyüş, koşu, bisiklet (her gün 5 dakika), havalandırılmış odada egzersiz yapın.
* Bol sebze ve meyve yiyin. Baharda vücudun vitamin ve mineral ihtiyacı artıyor. Özellikle B ve C vitamini ve potasyum.
* Günde 3 litre su için.
* Alkolden kaçının. İlk başta enerji verse de sonrasında olduğunuzdan daha da yorgun hissetmenize neden olacaktır.
* Uyku düzenine dikkat edin. Günlük tasaları, stresleri zihninizden uzaklaştırın.
* Çalıştığınız yeri doğal ışıkla aydınlatıp, havalandırmaya çalışın.
* Kas gevşetici egzersizler yapın.
Yazının Devamını Oku 23 Ekim 2010
Karşımdaki muzip muzip bakan kızın kısa bir süre önce meme kanseri badiresi atlattığına inanmak zor. Melek Tuncel, sol memesindeki büyükçe kitleyi fark ettiğinde henüz 23 yaşında, üniversite öğrencisiydi. Sadece kendisi değil, doktorları bile şaşırdı bu işe.
Bedeni ve ruhuyla savaşarak hastalığın üstesinden geldi. Genç yaşta kazandığı deneyimi, ondan sonra meme kanseri olan 74 yaşındaki anneannesi Şehri Karakuz için kullanıyor şimdi
Melek Tuncel Bursa’dan İstanbul’a üniversite eğitimi için gelmişti. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde halkla ilişkiler okuyordu. Bir sabah memesindeki kitleyi farketti. İlk çekilen ultrasonografiyi değerlendiren cerrah rahattı, “Her genç kızda olabilecek bir şey bu. Önemli değil” dedi. Meme kanseri olabileceğini aklının ucuna bile getirmiyordu. Zaten çok gençti, ailede kimsede yoktu. Bir yıl kadar rahat rahat dolaştı. Gündemine memesindeki kitleyi almadı!
Memesindeki kitleden kime söz ettiyse, “Senin yaşında meme kanseri olmaz” diyordu. Neyse ki erkek arkadaşının ailesi titizlendi, onların ısrarıyla doktora gitti. Her ihtimale karşı biyopsi yaptı. Sonuçları veren laboratuvar çalışanı “Lütfen hemen doktorunuzu görün” dediğinde yumruk yemiş gibi oldu. Kadın doktor da bir süre yüzüne bakamadı. Sonra, “Meme kanserisin” deyiverdi. “İkinci evrede” diye devam etti. Tuncel; “Tek başına gitmiştim doktora. Öylece kaldım... Ben evre diye bir şey bilmiyordum. ‘Üç gün içinde ameliyat olmalısın’ denince ilk kez o zaman ağladım” diye anlatıyor.
EN KORKTUĞU ŞEY MEMESİZ KALMAKTI
Muayeneden çıktığında annesine dahi haber veremedi. Tuncel, “En kötü senaryoları düşünmeye başladım. ‘Öleceğim’ diyordum sürekli.” Erkek arkadaşının ailesi apar topar Bursa’ya götürdü onu. Annesine yüz yüze geldiklerinde söyleyebildi hastalığını. “Annem ve babam ayrı. Babamla görüşmüyorum. Annemse ne yapacağını bilemedi, böyle bir şey olamaz deyip duyuyordu.”
Bu kez doktora annesiyle gitti. Annesine çok kötü şeyler söylendi: Memesinin tamamını alacaklarını ve kurtulmasının büyük bir şans sayılacağını... Bir de kanser üzerine uzmanlaşmış bir hastaneye götürüldü. Bu doktor daha iyimserdi. “Önemli olduğunu düşünmüyorum. Kitle düzgün hatlarda, kansere benzemiyor. Ama çok büyük, kanser olmasa da alalım” dedi. Kitle, doktorun düşündüğünden kötü huyluydu. Üstelik lenflere de sıçramıştı. “Memem alınır diye çok korkuyordum. Ameliyattan sonra hemen mememe baktım. Yerinde görünce çok sevindim” diyor.
DÖKÜLEN SAÇLARINDAN ÇITÇIT YAPTIRTI
Hastalıkla ilgili hiçbir şey bilmiyordu. İnternetten araştırmaya başlayınca da pişman oldu. Okuduklarından ve fotoğraflardan korkmuştu. Ameliyattan üç hafta sonra kendine bir hafta tatil verdi, Kuşadası’na yollandı. Artık kemoterapi alması gerekiyordu ama korkuyordu. Doktoru; “Ciddiye almıyorsun. Bu kadar da laylaylom yapılacak bir şey değil” diye azarladı üstelik. Memenin tümü alınmadığı için kuvvetli ilaçlar verilecekti. Saçları uzun ve sarıydı. “Bu saçların gidecek” dedi doktoru. Her sabah ilk işi elini saçlarına atıp, kontrol etmek oldu. 15’inci gün avucu saçıyla dolmuştu. Kaşlar ve kirpikler de gidiyordu. Annesiyle kuaföre koşturdu. Saçlarını kestirdi ve ekletmek için çıtçıt yaptırdı. Kemoterapinin kendine özgü güçlüklerini de birer birer atlattı.
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2010
Grip sezonu açılıyor. En etkili korunma yolunu aşı. Ancak vücut her türlü olumsuz koşula hazırlıklı olmalı. Yeterli ve dengeli beslenmek vücudun en büyük silahı. Kışın virüs, bakteri gibi hastalık etkenleriyle daha sık karşılaştığımız da unutulmamalı. Diyetisyen Şefika Aydın Selçuk’un beslenme yoluyla vücudun direncini artıracak 13 önerisi var. * Düzenli beslenmek için et, süt, sebze, meyve ve tahıllardan oluşan besin gruplarının dengeli biçimde alınması gerekiyor. Soğuk havalarda sağlıklı kalmak isteyenler taze sebze ve meyveye önem vermeli.
* Yumurta, süt, balık, ıspanak, portakal, havuç, yeşilbiber, kayısı gibi sarı, turuncu ve yeşil sebze ve meyvelerdeki A vitamini güçlü birer antioksidan. Belirli ölçülerde tüketilmeleri hastalıklardan korunmada önemli rol oynar.
* C vitamini vücuttan zararlı maddelerin atılmasını sağlar, savunma sistemini güçlendirir. Yeşilbiber, maydanoz, tere, roka, karnabahar, ıspanak, portakal, limon, mandalina, kuşburnu gibi besinler bol miktarda C vitamini içerir. Vitamin kaybını önlemek için salata, meyve suları tüketilmeden hemen önce hazırlanmalı.
* E vitami antioksidandır. Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, sıvı yağlar, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, tahin gibi besinlerden alabilirsiniz.
DOĞAL İLAÇ BAL
* Balık, balık yağı, fındık ve cevizde bulunan Omega-3 yağ asitleri güçlü bir antioksidandır ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde etkili. Ayrıca zeytinyağı, fındık yağı gibi sıvı yağlarda bulunan omega-9 yağ asitleri de bağışıklık sistemini olumlu etkiler.
* Çinko desteği fiziksel, nörolojik ve psikolojik gelişmeyi olumlu etkiler, yaşamı tehdit eden enfeksiyonların sıklığını azaltır. En iyi kaynakları, kırmızı et ve kabuklu deniz ürünleri ile karaciğer gibi hayvansal kaynaklı besinler. Ayrıca fındık, ceviz, fıstık gibi kuruyemişler, süt, peynir ve kuru baklagillerde bulunuyor.
* Kefir, yoğurt sindirim sistemini güçlendirerek bağırsak enfeksiyonlarına karşı direnç oluşturur. Yoğurt prebiyotiktir, yani probiyotiklerin üremesini artırır. Kefir probiyotiktir ve tümör oluşumunu engeller. Ayrıca bol miktarda vitamin (K vit, B1 vitamini, pantotenik asit, niasin, folik asit B12, ve biyotin) sentezi yaparlar. Kefir mikroorganizmalarının ürettiği biyotin diğer B kompleks vitaminlerinin emilimini de artırır.
* Bal enerji veriminin dışında karasal iklime sahip ve gün içi ısı farkının fazla olduğu bölgelerde soğuğa ve soğuk algınlığına karşı, ağız, boğaz ve bronşlardaki rahatsızlıklarda ve enfeksiyonlarında doğal bir ilaç olarak kullanılır.
* Sarımsağın yapısında bol miktarda su, fruktoz içeren karbonhidratlar, kükürt bileşikleri, protein, lif ve serbest amino asitler bulunur. Sarımsak ayrıca yüksek miktarda saponin, fosfor, potasyum, kükürt, çinko, orta miktarda selenyum, A ve C vitaminleri ile az miktarda da kalsiyum, magnezyum, sodyum, demir, manganez ve B kompleks vitaminlerini içerir. Sarımsağın bağışıklık sisteminin baskılanmasını önleyerek kansere karşı etkili bir silah olabileceği belirtiliyor.
GÜNDE BİR TUTAM MAYDANOZ
* Bir tutam maydanoz günlük C vitamini ihtiyacının çoğunu karşılar.
* Nar antioksidan ve anti-tümör etkisinden dolayı ilaç olarak da tanımlanabilir.
* Kayısı, insan vücudunun günlük enerji ve protein gereksiniminin karşılanmasında çok az katkıda bulunmakla birlikte minerallerden potasyum ve vitaminlerden ß-karotence çok zengin. A vitaminin öncül maddesi olan ß-karoten vücudu ve organları saran epitel doku, göz sağlığı, kemik, diş gelişmesi ve endokrin bezlerinin çalışması için gerekli. Bu görevlerinden başka A vitamini üreme ve büyümede, enfeksiyonlara karşı vücut direncinin artmasında önemli rol oynar.
* Kivi dünyada yoğun tüketilen 26 meyve arasında besin yönünden en zengini. 100 gramında ortalama 100-400 miligram C vitamini bulunur. Ayrıca magnezyum içeriği bakımından da en zengin, yüksek potasyum miktarı ve düşük sodyum ile yine meyveler içerisinde ön sıralarda yer almakta. E vitamini, bakır, fosfor, B2 vitamini ve A vitamini bakımından da iyi bir içeriğe sahip. Kivi, karotenoidler (beta karoten, lutein ve ksantofil), fenolik bileşikler (flavanoidler ve antosiyaninler) ve antioksidant içerikleri yönünden de oldukça önemli meyvelerden.
Yazının Devamını Oku