1 Şubat 2007
SON zamanlarda tribünlerden niye kaçıyor futbol seyircisi? Futbol terörü, etken ama tek mazeret değil... Ürün iyi, güzel olsa seyredilir, her şeye katlanılır... Ama artık tüm dünyada "Deve Güreşi"ne çevirdiler futbolu... Dünya Kupası’na, Şampiyonlar Ligi’ne bakın... Güçlülerin savaşı, itiş kakış çarpışması... Zarif olana yer yok sahada, forma da...
Ne estetik kaldı, ne de keyifle izlenecek futbolcu... Olanlar da kenarda köşede unutuldu...
İşte size dünkü Trabzonspor takımı.. Ligin zor rakiplerinden Gaziantespor karşısında, üstelik kar tipide müthiş pas yapıp, ilk 45 dakikada tam 5 net pozisyon buluyorlar... Hüseyin ile Ayman kazma savunmacı anlayışından çıkıp, kaptıkları topu iyi kullanınca her şey daha güzel oluyor.. Ama yine gol olmuyor.. Bunca emek, alınteri ve çabaya rağmen...
Cem, bu takımda oynar
A.Gücü’nden Ceyhun’u son anda kadrosuna katıp, teknik kapasitesini geliştiren Trabzonspor, Fortis Türkiye Kupası çeyrek finalinde zor şartlarda, zor bir rakiple oynadı. İki ayaklı maçta ilk maçın önemi büyüktü...
İlk bölümde forvet hattını Umut-Yattara ikilisiyle oluşturup, Gökdeniz ile destekleyen Ziya Doğan, ikinci yarıya Yattara’nın yerine genç Cem’i alarak başladı.
Ersen’in kolay diye atamadığı golü, Gökdeniz zorlanmadan filelere yollayınca herkes derin bir oh çekti.
Belki 1-0 çok büyük avantaj değil kupa için... Ancak kötü, hiç değil...
Dün akşamın iyileri Hüseyin, Gökdeniz ve Umut idi... Diawara gibi önemli bir forveti kilitleyen Risp kadar, ona orta servisini engelleyen Celalettin ve Ufukhan’ın çabası da alkışa değerdi. Genç santrfor Cem ise bu takımda kalması ve oynaması gerektiğini gösterdi.
Sonuç olarak, zor doğa koşullarında bile futbolun asla bir deve güreşi olmaması gerektiğine bir kez daha tanık olduk Avni Aker’de...
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2007
Serdar Tosun’un adaylığını açıklamasıyla birlikte başlayan süreç, İbrahim Kısacık ve Recep Uzelli ile sürdü.. Artık Aydın’ın "aday yok, mecburen başkan oldum" deme şansı yok. Ancak Aydın’ın koltuğu bırakmak gibi bir niyeti de yok. ANKARAGÜCÜ olağan kongresine 4 gün kaldı. 3 Şubat Cumartesi günü yapılacak kongre için görünürde aday yok.. Aslında, "var ama yok.."
Adaylık konusunda ilk açıklamayı yapan, dört gün önce Ankara’da vefat eden ve önceki gün toprağa verilen Başkan Vekili Serdar Tosun idi.
Sağlığında Sheraton Otel’deki bir sohbette Tosun’a "Ben senin başkanlığını istiyorum ama yönetimdeki arkadaşlar pek sıcak bakmıyor" demişti Cemal Aydın.. Peki Tosun’un ardından, başka aday yok muydu? Elbette vardı. Öncelikle kongre kararının alındığı son yönetim toplantısında adaylığını mevcut yönetime açıklayan, asbaşkan İbrahim Kısacık idi ikinci hevesli. Cemal Aydın’a tüm yöneticilerin önünde "Sen yoksan, ben varım başkan" diyen kişiydi bürokrat Kısacık.. Kulübe verecek büyük parası olmadığını ancak Ankaragücü’nü projeleriyle zirveye taşıyacağını belirtip, adaylık isteğini birkaç kez daha tekrarlayan Kısacık’ın aldığı cevap, "Sen biraz bekle" olmuştu..
Yenilenme şart
Ankaragücü yönetimine bir başka önemli aday, eski yöneticilerden Ankaralı genç işadamı Recep Uzelli oldu.. Uzelli, Ekim 2006’da "aday olmayacağını" açıklayan Cemal Aydın ile son bir ay içinde dört kez bir araya gelip, "Ben başkan adayıyım.. Sen daha önce aday olmayacağını açıkladın. Bu kararında kararlı ve ısrarlıysan, ben listemi yapıp, kongreye geleceğim. Ankaragücü’ne yeni yüzlerle yepyeni bir vizyon getireceğimden emin olabilirsin" dedi.. Uzelli’ye göre mevcut yönetimden birkaç kişi alınabilirdi belki ancak yepyeni bir yapı gerekliydi Ankaragücü kulübüne.. Bunun çıkış noktası, yeni bir yönetim anlayışı ve yapılanmasıydı.
Ne var ki, her öneride Cemal Aydın’dan "Yönetimi sen yap.. Ben başkan olayım sen de başkan vekilim.. Kulübü sen yönet, ben temsil edeyim" karşı teklifi geldi. Bu, Aydın’ın koltuğu bırakmak istemediğinin en önemli göstergesiydi.. Ancak "Ben olursam başkan olurum. Senin teklifine yokum" cevabıyla tavrını koydu Recep Uzelli..
Asıl amaç başka
Kasım 2006’da, 288 olarak telaffuz edilen, ancak şimdilerde "400 kişi olabilir" diye nicelenen Ankaragücü kongre üyeleri, ağırlıklı olarak Cemal Aydın’ın işaretine bakıyordu. Oysa "M.Kemal Ünsal’ı yerine bir dönem için başkan yapabilir" denilen Aydın’ın, kimseyi işaret etmek gibi bir niyeti yoktu. Çünkü amacı, koltuğunu muhafaza etmekti.. Ancak sorun, anlık bir öfkeyle televizyon kameraları önünde ağzında çıkan, "Ben yokum, bundan böyle aday değilim.. Kim istiyorsa, gelsin alsın" lafıydı. Daha doğrusu sorun, bu laftan nasıl dönüleceğiydi.
Mevcut durum itibarıyla, "Ne yapayım aday yok. Kulübü ortada bırakamam, mecburen ben varım" deme şansı yoktu.. Rahmetli Serdar Tosun ile başlayıp, İbrahim Kısacık ile süren ve Recep Uzelli’nin son atağı ile tavan yapan "aday varlığı" onu, rahatsız ediyordu.
Çıkış yolu, tribünlerin "bizi bırakma başkan" diye tezahüratı olabilirdi ama Bursa maçındaki bu beklenti, boş çıktı. Yeni bir hamle, bazı delegelerin imza toplayıp, kendisini aday göstererek "Aman biz sensiz ne yaparız" demesiydi.. Bu, önceki gün cılız bir atakla gerçekleşti.. Ancak bu girişimin ardında bir yönlendirmenin izleri vardı.. Bir çare de bazı gazete yazıcılarına köşelerinde "Cemal Aydın en uygunudur. 100. yılda başkan o olmalıdır" yazdırıp, kamuoyu yaratmaktı.. O da yapıldı..
Uzun lafın kısası, iki ara bir derede kalan Cemal Aydın, kendi koltuğuna yeniden aday olacak ama "kendisinin bile inanacağı" bir gerekçe arıyor.
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2007
"Biz Trabzonluyuz.. Biz Türk’üz.. Hepimiz Mustafa Kemal’iz..." Ellerinde bayraklarla Avni Aker’in tbünlerini dolduran binlerce Trabzonsporlunun pankartlardan sloganlara taşınan gerçek çoğunluğun tepkisiydi bu..
Hrant Dink cinayeti ile hedef haline getirilen, popülist saldırıya uğrayan bir balıkçı kentinin hırçın insanının isyanıydı..
Kısacası yaşanan biçimiyle tek kale maça dönüşen, savunmasız saldırıya, iç güdüsel karşı koyuştu..
Tıpkı Ziya Doğan’ın Kayseri’ye duyduğu direniş arzusu gibiydi.. Hani şu, Yattara’yı her türlü tepkiye rağmen kenarda tutma isteğine zirve yaptıran duygu..
Ancak geçen haftaya göre bir gelişme vardı.. Yedi değil, 6 savunmacıyla oynuyordu Trabzon..
Aslında Konya’dan çok daha tehlikeli bir rakipti. Öncelikle Ertuğrul Sağlam’ın kafası pozitif idi.. Oynatmama değil, oynama üzerine kurulu bir futbol felsefesi vardı. Topu her alışınıda Mehmet Topuz ile başlayan, İlhan ile süren ve Gökhan’la golü bulma çabası mekanik bir işleyişe dönüşmüştü. Tıkır tıkır işlyen Kayseri makinesı, ilk yarıda İlhan, Ragıp ve Gökhan ile üç pozisyonu değerlendiremedi. Buna karşılık, kara düzen futbol anlayışıyla oynanan oyun, Trabzonspor’a Gökdeniz ve Umut’la iki gol şansı getirdi. Ancak iki takımın çabası, tribünlere gol keyfini yaşatmadı.
Yattara şaşkınlığı
İkinci bölüme Yattara ve Musampa hamlesiyle başladı Ziya Doğan.. Maçın başında Sağlam’a yaşattığı "Yattara yok" şaşkınlığını, 46. dakika sonrası "forvet çok" biçimiyle yenilemişti..
Posizyonsuz maçın 60. dakikasında Risp’in Gökhan’a hareketi, kırmızı kart idi.. Ancak faullerde ve kartlarda dengeyi tutturamayan hakem Yüksel, faul bile vermedi. Uydurduğu penaltıya ise Tanrı müdahele etmek zorunda kaldı.
İtiş kakış ile geçen ikinci bölümde ne Yattara çare oldu, ne de Musampa..
Şu bir geçek ki, bu Trabzonspor’da bir şeyler, hatta çok şeyler eksik.. Baksanıza kentin futbol rengi Yattara bile tekdüzeliğe uyum sağlamış.. Kentin umudu olması gereken takım, mutsuzluk kaynağı haline gelmiş.. Yazık çok yazık..
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2007
BERABERLİK bile yetiyordu çeyrek final için... Yetiyordu yetmesine ama işin bir de prestij yanı vardı... Trabzonspor tarihinin en kötü günlerine neden olanların, "işi düzeltme" zamanıydı. Devre arasında Szymek sadece Trabzonspor değil futbolu da terketmişti... Marcelinho, erken hareketlenmişti Almanya’ya doğru... Eller de birkaç ay önce kendisini istemeyenlere, "şimdi de ben sizi istemiyorum" deyip çekip gitmişti...
Tribünlerin boş oluşuna bakıp, bir "affettirme gerekliliği" de gerçekti...
Bunun için kazanmalıydı Karadeniz Fırtınası... Korkmamalı, ürkmemeli aksine futboluyla korkutmalı, ürkütmeliydi... Kazanmak için, yedi savunmacıyla değil, hücumu daha çok sevip, başaranlarla çıkmalıydı sahaya... Ve tabi Yattara’yı kenarda oturtmak yerine sahada oynatmak... Dörtlü defans ve üç ön savunmacı abartı idi... Üç savunma, iki ön savunmacı yeter de artardı, kontra dışında hücum etmeyen Konyaspor’a...
Yeniler uyum sağladı
Anlık küçük hücum hamleleri yaptığı ilk 45 dakikada cılız karşılıklar gördü Trabzonspor... Hücum adına "kayda değer" çok bir şey yoktu Avni Aker’in çimlerinde...
Oynanan, Ziya Doğan’ı memnun etmemiş olacak ki, Yattara’yı 35, Musampa’yı da 38. dakikada ısınmaya yolladı... İlk yarı, ev sahibinin istediği gibi bitti.
İkinci yarıya Yattara’yı alıp başladı Trabzonspor... Umut’un yoktan varettiği pozisyonda Gineliye attırdığı gol, hem Yattara, hem de Trabzonspor için "Hayata dönüşün" işaretiydi. Ligi yitiren ancak tüm gücüyle kupaya asılan Trabzonspor için Yattara’nın dönüşü kadar, yeni transferler Ayman ve Risp’in gösterdiği uyum ve çaba değerli idi.
Beraberlik golüne neden olan Stepanov’un anlamsız tekmesinde, hakem Müftüoğlu’nun penaltı kararı doğru idi.
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2007
GAZETECİLİK zor iş.. Hem kamuoyunu bilgilendirecek hem de meslektaşlarına etik değerleri anlatacaksın.. "Adamlık ve sevgi" üzerine konuşacaksın.. Anlamayana, defalarca bıkmadan yorulmadan anlatacaksın.
Çok yorucu.. İnanın, habercilik yapmaktan çok daha zor.
Ama bu misyonu üstlendiğin zaman da kaçış yok.
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da çıkan bir gazete ekinin genel yönetmeni, köşesinde Hürriyet ANKARA’nın spor sayfasına ilişkin bir takım değerlendirmelerde bulunmuş.. Doğrusu, yanlış olmuş.. Üstelik Hürriyet terbiyesiyle yetişen birine hiç yakışmamış.
Kendi gazetesinin "çok önemli haberler yaptığı" gibi "kendisinin bile inanmadığı" anlamsız saptamalarda bulunurken, birde komik örnek vermiş..
Bir basketbol maçını sayfasına koymayı, bizdeki iki haber ile karşılaştırıp, bir yanlışı, doğru gibi savunmuş.
Elbette bir maçın, ilavede yer alması yanlış değil.. Yanlış olan, bunun küçültülmüş biçimiyle ana gazetesinin spor sayfasında yer alışı.. Bu uygulama gazetecilik açısından "mükerrer haber" olarak nitelenen ve ayıp sayılan önemli bir yanlıştır. Okuyucuya, "siz ana gazetemde yer alan maçı anlamadınız.. Bir de ilaveden okuyun, belki anlarsınız" anlamına gelebilecek, önemli bir saygısızlık yapılmış.
Ve ne yazık ki benim meslektaşım bu ayıbı, iyi bir şeymiş gibi sütununda savunmuş.
Sonra, bir gazetedeki haber için "yalan dolan" ifadesini kullanmak en azından nezaketsizlik.. Terbiyesizlik tanımı bile yapılabilir buna..
"Aradaki fark" daha anlaşılabilir deyimiyle "Gazetecilik yapmaya" gelince..
İşte burada durup, biraz arşiv karıştırmak, üstelik "okuduğunu iyi anlamak" gibi bir özellik gerekiyor..
Hürriyet ANKARA spor sayfaları, çıktığı günden bu yana her şeye rağmen, ilkeli, tarafsız, dürüst, onurlu, cesur gazetecilik yapılmaktadır. Bu, ilkemiz olan gazetecilik anlayışıdır. Herkeste olması gereken ancak bazılarında olmayan bir tarzdır..
"Kişisel olarak hissettiklerini bir kenara atıp, gazetecilik adına gereğini yapan, kulüplere ve kişilere eşit mesafede kalıp, spor teşkilatına karşı tarafsız ve ön yargısız olan, kimseyle maddi veya manevi alış verişi olmayan, amatör sporları amatör futbol gibi dar kapsamda düşünmeyen, korkusuz bir gazetecilik tarzı.."
Bu nedenle biz İlhan Cavcav’ın görüşlerine yer verirken, ona karşı olan muhalefet grubuna cevap hakkı tanırız. Çünkü bize kimse "şunun aleyhine yazmayın.. Bunu övün" diye talimat veremez.
Bizimle iyi ilişkiler içinde olmayan Cemal Aydın’ın görüşleri de bizim sayfalarımızda yer alır ama eylemlerine yönelik en sert yazılar da Hürriyet’te çıkar.
Aylardır, üstü kapalı bir sansür yaşamamıza rağmen, her türlü özel veya rutin her Ankaragücü haberi, Hürriyet sayfalarında bulunur.. Çünkü biz ağlamaz, iş yaparız.
Çubuk’taki şampiyon genç eskrimciyi sayfamıza taşır, dertlerine ortak oluruz.
Atletizm sahasındaki umut vadeden sporcunun sesi oluruz.
Engelli sporculara değer verir, haberlerini değerlendiririz..
Okul sporlarına yer veririz ancak okul panolarına değil, yüreklere asılırız..
Üstelik onca kişinin başaramadığı işi, sadece üç kişiyle yaparız.
Zaten, Hürriyet ile o gazetenin hafta içi 90.000/45.000 hafta sonu da 125.000/70.000 Ankara Şehir içi satış ortalaması farkı, "kimlerin zeminde, kimlerin terasta" olduğunun anlaşılabilir göstergesi değil midir...
"Aradaki fark" sizce de yeterince açık değil mi?
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2007
TMOK Fair Play Konseyi Başkanı Erdoğan Arıpınar, 2006 yılı için üzücü bir açıklama yaptı. Arıpınar, "2006 yılında fair play adına çok az örnek gördük" dedi. Ve ekledi:
"Semih’in yaptığı efendice bir davranıştı. Ama fair play değil"
Gerçekten de Semih, takımı yenik durumda olsa aynı hareketi yapar mıydı?
Belki yapardı ama Makiavelli mantığı ile düşünüp hareket eden günümüz toplum yapısında bir çok insan, "yeniliyorsak, bari maç iptal olsun" diye sahanın görünmeyen bir yerine gizlenirdi. Ve kural hatası yaptırmayı başarırdı!
Sadece futbol değil, birçok spor dalında unuttuk fair play’i..
Hatta yaşamın her alanında..
Sadece kazanmak önemli.. Ne pahasına olursa olsun kazanmak..
Kime ne kaybettirdiğimizi düşünmeden, neler kaybettiğimizin farkına varmadan yaşadığımız anlık kazançlar..
Sonrasının verdiği zararlar, açtığı yaraları hiç düşünmeden..
Toplum öyle bir "başarı ve kazanma isterisine" girdi ki..
Ben başarılı olayım, ben şöhret olayım ve ben kazanayım..
Sadece ben... Yalnızca ben...
"Ben" duygusu böylesine körüklenen, geliştirilen, şişirilen bir toplumun sonunun hiç de iyi olmadığını söylemek için kahin olmaya gerek yok..
"Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" sözüne uygun öylesine paldır küldür gidiyoruz.
Şu futbol kaosuna bakın Allah aşkına..
Kimin ne yaptığı belli değil..
Bir yanda federasyonun kongre kavgası, diğer yanda kulüplerin kısır, anlamsız iç çekişmeleri..
Yönetenlerin gözlerini böylesine hırs bürüdüğü, her şeyin mübah sayıldığı bir ortamda hangi futbolcudan hangi antrenörden centilmence bir tutum bekleyebilirsiniz?
Balık baştan kokar derler ama kuyruk bile kokmuş ne yazık ki..
Fair Play falan hikaye. Önemli olan kazanmak.
Ne pahasına olursa olsun...
Artık aday var
SON üç dört yıldır hep "yoruldum artık.. Biri çıksın da, devredeyim bu işi.. Aileme daha çok zaman ayırayım" diyordu..
Haklıydı.. Yorardı bu işler.. Her türlü keyfine rağmen azımsanamayacak bir yükü de vardı..
Kabus gibi başlayan sezonun ilk haftalarında Ankaragücü dibe vurunca, bir de tüm taraftar birlik olup kendisini istifaya davet edince, "kim istiyorsa gelsin alsın.. Ben yoruldum, bırakıyorum" dedi öfkeyle. "Rant mant işlerini" de karıştırıp, bir köşeye çekildi..
"Öfkeyle kalkan, zararla oturur" muydu?.. Bekledik..
O kabus gibi dönemde sadece Başkan vekili Serdar Tosun çıktı.. "Ben adayım arkadaş" dedi..
Kimsenin önünden geçemediği Ankaragücü kulübüne üstelik ligin dibinde iken biri aday çıkma cesaretini gösterebilmişti.. Tribünlere güven ve destek verdi.. Kendisi de onlardan destek aldı..
Ancak bu arada takım düzelirken, o sağlığını yitirdi..
Ankara’daki hastanelerin ardından ABD’ye New York’a gitti. Ailesinin yoğun ilgisi, doktorların çabasıyla sağlığına kavuşma yolunda önemli adımlar attı. ABD’den iyilik haberlerini veren ailesi, 10-15 gün içinde Ankara’ya döneceğini açıkladı.
Durumu nedeniyle kongrede aday olamasa bile, saygıyla karşılanması gereken bir hamle yaptı Serdar Tosun.. Ancak hastalandı..
Tam, "Ne yapalım, başka aday yok ki" söylemleri başlamışken, bir ikinci hamle de İbrahim Kısacık’tan geldi..
"Sen yoksan, ben varım başkan" dedi Kısacık..
"Eğer gerçekten aday olmamayı düşünüyorsan, tribün tepkilerine karşı yaptığın o açıklamanın arkasında hala duruyorsan, ben bu yönetimden bazı arkadaşlar ve yeni insanlarla Ankaragücü’nü yönetmeye adayım" diye ekledi.
İkinci adaydı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı üst düzey bürokratı, emekli bankacı İbrahim Kısacık.. Hem de ciddi bir başkan adayı..
Kendi ifadesiyle "terbiye gereği, başkanın olduğu yerde, üstelik onun listesinde yer alan bir yönetici aday olamazdı." İzin almak, sormak nezaket idi. Kısacık’a göre "nezaket, icazet demek değildi."
Yönetimde yaşanan ve gizli kalması istenen ancak her zaman olduğu gibi Hürriyet’e yansıyan olay, çok ciddi bir dönüm noktasıydı..
Cemal Aydın’ın bu gelişmeden sonra "ne yapayım, benden başka aday yok.." deme şansı kalmamıştı.. Önce Serdar Tosun ardından da İbrahim Kısacık, aday olup sıkıntısını giderdi Ankaragücü Başkanı’nın.. Anlayacağınız, Cemal Aydın, çaresizlik içinde değil artık..
Zaten bir başka gizli adayın da olduğu dilden dile, kulaktan kulağa yayılıyor son zamanda.. Çok parlak, gelecek vadeden, önemli bir iş adamının adaylık konusunda çok hevesli ve ısrarlı olduğu konuşuluyor.
Hem de lafla değil, göz kamaştıran projeleriyle.
Sokaktan geçenler değil, binanın içindekiler aday oluyor başkanlığa.
Üstelik tümü, Ankaragücü yönetimlerinde çalışmış, bir kısmı da halen çalışıyor.. Yani yöneticilikte rüştünü ispat etmiş, Beştepe’de üst yönetici konumuna gelmiş değerli insanlar.. Bu nedenle gelecekle ilgili, kaygı duymamalı kimse..
Çünkü artık aday var...
Yazının Devamını Oku 30 Aralık 2006
GEÇTİĞİMİZ hafta yazmıştık.. Bekleyip göreceğiz, "Değişen ve gelişenleri" diye.. Kulüpler Birliği’nin Radison Toplantılarından bir başkası da birkaç gün önce gerçekleştirildi.
Türk Futbolu’nun geleceği enine boyuna konuşuldu ve bir iddiaya göre 11/6 diğerine göre de 10/7 oranında "Kongre yapılsın, Ulusoy gitsin" denildi.. Yani, futbol siyasi iradenin yoluna girdi..
Gençlerbirliği, Ulusoy tarafına geçerken, Ankaraspor ve Vestel Manisaspor karşı safı seçmişti..
Ve yeni dağılım şöyle oldu:
Ulusoycular: Beşiktaş, Trabzonspor, Ankaragücü, Denizlispor, Sivasspor, Gençlerbirliği, Gaziantepspor.
Anti Ulusoycular: Fenerbahçe, Galatasaray, Bursaspor, Kayserispor, Kayseri Erciyesspor, Antalyaspor, Konyaspor, Ankaraspor, Vestel Manisaspor, Sakaryaspor, Çaykur Rizespor.
İlk toplantıda 9/7/1 veya son andaki şekliyle 10/7 Ulusoy lehine çıkan karar, rüzgarda ters dönmüş şemsiyeyi andırır hale gelmişti..
Kulüp temsilcileri, öncelikle değişmiş sonra da gelişmişti..
Yani bundan birkaç hafta önce Türk Futbolunun vazgeçilmez Başkanı Haluk Ulusoy, birden "vazgeçilir" hale gelmişti..
Ancak birçok kişinin, gözlerini kaçırıp görmek istemediği bir konuyu hatırlatmakta yarar var..
Bu maç, burada bitmez..
Belki 90-100-125 imza toplanır, kongre kararı alınır ama..
Kongrede delegeler, "seçime gerek yok, biz Ulusoy’dan memnunuz" derlerse ne olur?
Önce yazılı basında, "Ulusoy: 2, Siyaset: 0" diye başlıkları atılır..
Sonra..
Sonra bu işin düğmesini getirenler ile basanların, kara kara düşünme süreci başlar..
Radyolarını açıp, önce "Ben nerde hata yaptım" şarkısını dinlerler.. Ardından "Gitmek mi zor, kalmak mı zor" şarkısına kulak verirler, istemeye istemeye..
Ve "ben istedim bu ayrılığı" şarkısıyla veda ederler...
Büyük ısrar
GEÇTİĞİMİZ gün, Sabah Ankara’da bir haber vardı..
Ankaragücü’nün genç yöneticilerinden basın sözcüsü Serhat Arıkan, "Cemal Aydın’ı aday olmaya iknaya çalışıyoruz" diye..
Zaten bir süredir ince ince sinyaller gelmeye başlamıştı, Cemal Aydın’ın "ben aday olmayacağım" sözünden dönüşüne ilişkin.. Kolay mıydı koltuğu bırakıp gitmek.. İktidardan vazgeçmek..
Değildi elbette ama çok keskin dönüşler, sıkıntı yaratırdı..
Bu nedenle kamuoyunu, alıştıra alıştıra "ne yapayım benden vazgeçilmiyor.. Zaten bakın başka aday da yok" söylemiyle hazırlamak gerekiyordu..
Bu nedenle açılışı, genç Arıkan yaptı..
Yaptı da, kıyamet koptu, taraftar Internet sitelerinde.. Pegasusgüçlüler ile Anti x üyeleri, "aman bırakın ikna olmasın" dediler.. "Hiç uğraşmayın gitsin, yolu açık olsun" diyen vardı..
Bir başkan için böyle yazılması çok acı idi..
İşi espriye döküp, "aman başkan, sakın bırakma.. Biz sensiz ne yaparız sonra..." diye yazan da..
Ancak en ilginç olanını Burç Balmumcu yazmıştı..
Bakınız ne demişti Balmumcu:
"peki neden ikna edilmeliymiş c.a.
geçen yılki şampiyonluk için mi?
3 sene üst üste türkiye kupasını kazandığı için mi?
yoksa iki yıl önce aldığımız şampiyonlar ligi kupası için mi?
tabi iki yıl önce aldığımız kıtalararası şampiyonluğu unutmuşum.
bu kadar başarılı takımın başkanı bırakırmı hiç?
Onun için biz de gidip kulübün kapısında hatta evinin önünde iş yerinde nerde yakalayabilirsek önüne kapanıp yalvaralım.
Başkanım nolur bizi bırakma;
Sen olmazsan, bize her yıl kümede kalmaya oynayacak ve bunu son haftalarda başarabilecek bir takımı kim kurar? Lütfen başkanım Türkiye’deki tek kombinesi olmayan kulüp olmaktan bizi mahrum bırakma..
Son on senedir senin üstün dehanla bulduğun ve bugün hiçbirisi takımda olmayan 1500 tane yabancı ve 2500 tane yerli futbolcu ne olacak? Onlar gibi yetenekli futbolcular şimdi nerde oynayacak?
Stada girmek zorunda kalacaz, hatta stada pankart bile asabileceğiz. Yapma başkanım bizi bırakırsan, biz bu unuttuğumuz şeyleri yapmak zorunda kalırız mahvoluruz..
Sonra başka bir takımın kongre üyesi olan bir başkanı nerden bulacaz,
Mazallah yerinize gerçek Ankaragüçlü bir başkan gelir de tesislerdeki adınızı siler ve gene gökçe yaparsa naparız ama....
N’olur başkanım bizi bırakmayın, verdiğiniz bedava biletlerle beslenen ve taraftar arasına nifak sokan insanlar neyapar sizden sonra aç kalırlar valla..
Sonra bence bu Hikmet Karaman’ı da gönderin biran önce.. Adam hırslı ve iddalı bir tip. Şimdi tutup ’ben kupayı alacam şampiyon olacam’ diye tutturur. Bir sürü masraf açar başınıza. Sonra çoluk çocuğunuzun rızkını bu kulübe vermek zorunda kalırsınız aman dikkat edin..
Neyse uzatmayalım siz olmazsanız güneş bir daha doğmaz, kuşlar ötmez, bahar gelmez, bütün Ankaragüçlüler yetim kalır.. Bunun için hep birlikte arkadaşlar:
"BÜYÜK BAŞKAN BİZİ BIRAKMA....."
Söyleyin.. Bu kadar ısrara, kim dayanabilir...
Ya şimdi ya hiç
FİLMLERDE sık sık izleriz.. Kilise nikahlarında papaz, evlilik ilanından önce "bu çiftle ilgili söyleyeceği, bu nikaha ilişkin bir sözü olan varsa şimdi konuşsun.. Yoksa sonsuza kadar sussun" der..
Çok doğrudur.. Çünkü herşeyin yeri ve zamanı vardır..
Konuşulması gerektiğinde susan; sessizlikte gereksiz coşanın yararı değil zararı, örnekleriyle ortadadır..
Ankaragücü’ne bakıyoruz.. 10 yıldır Cemal Aydın başkan..
Allahı var, başlangıçta iyi işler de yaptı ama ya sonra..
Son 3-4 yıldır camianın mensupları, "Bıraksın, gitsin.. Yeni yüz, yeni fikirler lazım" diye konuşuyor kendi arasında.. Çıkıp bunu, kürsüden söyleyen yok.. İkili üçlü sohbetlerde veya internet sitesi muhabbetlerinden söz ediyorum..
Bırakıp gideceğini her fırsatta ilan eden bir başkana karşı son 4 yılda sadece bir kez rakip liste çıkarılabildi.. Eski futbolculardan Melih Atacan, dördü üye, kalanı üye olmayanlardan oluşan bir liste yapıp, karşı çıkmıştı iktidara..
Ve kaybetmişti doğal olarak.. Ancak aday olmayı başarabilmişti..
Bir kez daha "aday olmayacağını" ilan eden, inandırıcılığını yitirmiş Cemal Aydın, ellerini ovuşturuyor yine..
Ortada rakip yok.. O aday olmasa bile rakip yok..
Kimbilir belki var bir köşede.. Ama ortaya çıkmıyor..
Sebebi, "ya kaybedersem" korkaklığı..
Ne kaybedersin? Alırsın 20-30 oy.. Dimdik ayrılırsın salondan..
Kaybederken, kazanırsın..
Herkes, "helal olsun.. Bak aday oldu" diye işaret eder seni..
Eğer, Cemal Aydın, "aday varsa, ben yokum" sözünde samimi ise tek başına aday, tek listeyle başkan olursun..
Sonuç olarak başkan adayı olabilmek için önce yüreğinde Ankaragücü sevgisi sonra beyninde medeni cesaret gerek..
Yani özün sözü şu:
"Ya şimdi aday olun ya da sonsuza kadar köşenizde oturun..."
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2006
KABUS gibi bir gündü 21 Aralık.. Kocatepe Camii’nde 3 cenaze, Karşıyaka Mezarlık Camii’nde bir başka..
Oğlum gibi sevdiğim Gökçe Karataş’ın anma töreni.. Dile kolay tam 9 yıl olmuş Gökçe’yi yitireli..
O ışıl ışıl yüze, Ankaragücü sevgisiyle dolu o yüreğe veda edeli..
Kocatepe Camii’nde Türk futbolunun duayen başkanı İlhan Cavcav’ın kalp krizinden vefat eden sevgili kardeşi İhsan Cavcav, Futbol Federasyonu Hukuk Kurulu üyesi İsmail Özersin’in hayat arkadaşı Necla Özersin ile İngiltere’de yaşayan kökten Ankaragüçlü Bilgisayar Mühendisi Ziya Adnan’ın çok sevdiği ablası Dr.Nilgün İçöz’ün son yolculukları öncesi törenleri vardı..
Ve günün son kötü haberi Karşıyaka Mezarlığı’ndan geldi.. Yaşamını Ankaragücü tribünlerinde geçirmiş, sarı lacivertli renkler uğruna ömrünü vermiş sevgili Abbas, yakalandığı amansız hastalığa yenik düşmüştü..
Ve dostları, onu son yolculuğuna uğurluyordu. İşte böyle bir gündü 21 Aralık 2006 Perşembe..
Kasım ayını hiç sevmezdim ama 21 Aralık solladı onu.. Ve geçti gitti, iz bırakarak..
Sevgili Ziya Adnan’ın deyimiyle, "yaşamın ilk yarısı iyiydi de; ikinci devre gol yemekle geçiyordu. Defans yapmayı öğrenmek, takım halinde savunmayı başarabilmek önemliydi dostlarla birlikte.."
Ve hayat, hiç bir şey uğruna, kimseyi kırmaya değmezdi..
İşte bu nedenle, nur içinde yat Gökçe.. Allah rahmet eylesin İhsan bey, Necla hanım, Dr. Nilgün hanım ve sevgili Abbas..
Tanrı sizlere rahmet, geride bıraktıklarınıza sabır versin..
Yanlış hesap Bağdat’tan dönmez
LİGİN ilk yarısı nefes nefese bitti. Zirvedeki ile en alttaki arasında birkaç kazanım ve kayıplık farkla..
İki yıldır Levent Bıçakçı’nın büyük çabasıyla cazip hale gelen Fortis Türkiye Kupası maçları oynandı üç gün içinde..
Ve öylesine ilginç bir hale geldi ki..
D Grubu’nun 9 puanlı lideri Ankaragücü, Gençlerbirliği’nin Beşiktaş’ı 3-0 yenmesi nedeniyle, elenme tehlikesiyle karşı karşıya.. Beşiktaş’ı duman eden Gençler, son maçta Rize’ye yenilir veya berabere kalırsa, her an sakata gelebilir.
Ankaraspor ise Trabzonspor’un grubunda.. Oynadığı üç maçta da alışılageldiği üzere beraberlik alan Leoparlar, son maçı kazanır, Trabzonspor da Konyaspor’u yenerse çeyrek finalist olacak..
Yani işler, sarpa sardı.. Durumlar, karma karışık..
Bizim Özgür Şahiner’in deyimiyle "devir, artık hesap devri.."
Hesabını iyi yapan, kupa yolunda devam eder.. Yanlış hesap ise artık Bağdat’tan bile dönmez..
Değişim ve gelişim
GEÇTİĞİMİZ hafta içinde "Anti Haluk Ulusoy savaşında" yeni bir cephe açıldı..
Her şeye rağmen Futbol Federasyonu Başkanlığı koltuğuna oturan Ulusoy için yine düğmeye basıldı..
İşin ciddiyeti, Başbakan Erdoğan’ın iki önemli kentin Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki ile Melih Gökçek’i çağırıp, düğmeye bizzat basmasından belliydi. Üstelik bir önceki seçimde Ulusoy’a destek veren Gökçek, artık diğer tarafta idi.. Zaten Ulusoy’un son yaptığı açıklama da "Gökçek’i diğer tarafta kabul ettiği" yönünde idi..
Ancak tüm medya kurumlarının merkezlerine tek elden gönderilen, "Ulusoy için düğmeye basıldı. 15 kulüp, Ulusoy’u istemiyor" şeklindeki haberlerde ciddi çelişkiler vardı..
Hadi Gökçek, bu tarafa geçmişti de, kalan 14 takım kimdi?
Belli ki, Trabzonspor’un tavrı aynıydı.. Denizlispor, kayıtsız şartsız Ulusoy’a bağlı idi.. Ankaragücü de cephe değiştirmemişti.. Beşiktaş’ın inkarı, imkansızdı.. Sivas’ın duruşunda da bir değişim yoktu.. Bir yıl önce karşı tarafa oy vermesine karşın futbolda istikrar adına Ulusoy’u savunan Gençlerbirliği başkanı İlhan Cavcav da bu cephede yer aldığını söylemişti. Vestel’in de Kulüpler Birliği’nin Radison toplantısında Ulusoy lehine oy verdiği, herkesin malumuydu.
Yani şimdilik bir duruş içinde olan 7 takım vardı.. Bize öğretilen ise matematikte 18’den 7 çıkınca, 11’in kalacağı idi.. Ve bu, ret cephesinin 15 takımdan oluştuğu iddiasının doğru olmadığı anlamına geliyordu..
Peki.. Kim vardı diğer tarafta ?
Fenerbahçe, "Anti Ulusoy" cephesinin başını çekiyordu. Bursasporlu Levent Kızıl’ın başkanlık rüyası da "o tarafta olma" gerekçesiydi.. İki Kayseri takımı ile Konyaspor, baştan beri açık seçik "Ulusoy karşıtı" tutum içindeydi.. Tıpkı Sakaryaspor gibi.. Bir yıl önce Ulusoy’un en büyük destekçisi olan Ankaraspor da artık bu safta idi.. Gaziantepspor için de aynı iddia vardı.. Galatasaray, Seyrantepe Projesi gereği, iktidara yakın olmanın getirilerini iyi biliyordu. Türkiye’deki dengeleri iyi bilen Çaykur Rize’nin seçimi de bu cephe idi.. Başlangıçta Ulusoy’u uygun gören Antalyaspor’un tercihi de siyasi otorite ile aynı çizgiye gelmişti..
Bu saptamalar, çok kısa süre öncesine kadar ortaya konulan tavırların sonuçlarıydı..
Türkiye’de hala geçerliliğini koruyan, bir siyaset büyüğümüzün deyimiyle "dün dündür, bugün de bugün" şeklindeki sözün futboldaki etkisini birlikte gözlemleyeceğiz.. Çoğunluğu iş adamı olan başkanların, yaşayacağı değişim ve gelişimin zamanı, şekli ve boyutu önem kazandı şimdi..
Kimler değişecek ve gelişecek, hep birlikte göreceğiz..
Yazının Devamını Oku