Kabine toplantılarına dinleyici ve gözlemci olarak girer, devlet işlerinde etkin bir biçimde yer alırmış.
Rosalynn Carter’ın bu durumu elbette birçok devlet adamını rahatsız edermiş fakat seslerini çıkarmazlarmış. Rosalynn Carter’ın önemli bir özelliği varmış: Nerede sinsi, nerede numaracı, nerede kötü niyetli, nerede çakal biri var, bunu hemen sezermiş.
Bu gözlem yeteneği sayesinde eşi ona sonsuz güvenirmiş.
Hangi ülkede olursa olsun, yönetici eşlerinin devlet işlerinde bir biçimde parmağı olabilir.
Tarih bunun örnekleriyle dolu sevgili Hürrem Sultan Habitus okuru.Fakat Först Leydi’lerin devlet işlerine karıştığı kimi ülkelerde acaba neden eşlerin devlet işlerine müdahalesi bizdeki kadar tepki çekmiyor?
Belki de güç sahipleri, güçlerini hısım-akraba ve destekçilerine para kazandırmak konusunda kullanmadıkları içindir.
Ya da ülkenin bütün önemli işlerini yakınlarına emanet etmedikleri içindir.
Fakat Türkiye’de yaşayan ve her gün kalem oynatan biri ancak sabah kalkıp “Hangi delirtici konuyu, neresinden tutsam?” diye düşünüyor olabilir.
Yazar olmayanlarda da durum farklı değil.
Sabah saatlerinde Twitter’da hepiniz görüyorsunuzdur: Herhangi bir konuda şikayeti olmayan var mı?
Eksiklerden, yanlışlardan, haksızlıklardan, saçmalıklardan bahsetmeyen var mı?
Kafamızın üzerine bir kara bulut gibi çöreklenen medeniyetten uzak, bilimden uzak, cehaletle şekillenmiş o tuhaf kültür(süzlük) halinden şikayet etmeyen var mı?
Bazı günler (her gün?) insan kendini hakikaten çaresiz hissediyor. Hayatın neresinden tutsan elinde kalıyor çünkü.
Medyadan doğru haber almak için kaynağını doğru seçeceksin. Siyasetçilerin deli saçması laflarına sinirleneceksin.
Pembe diziler, Brezilya dizileri, eğlence programları renkli şekerler gibi dururken hakikaten pek yüzüne bakılmazdı belgesellerin.
Bu işe hayatını vermiş isimlerden ve sayısı 50’ye bile varmayacak iyi yapımlardan bahsetmiyorum elbette.
Belgesel diye izlediklerimizin genel olarak “arka arkaya sıralanmış sıkıcı görüntüler dizisi” olduğu zamanlardan bahsediyorum. Daha ne National Geographic var, ne History, ne Discovery...
Kuru kuru TeReTe belgeselleri ya da işte o zamanlar televizyonda ne varsa o.
Sonra tematik kanallarla tanıştık. İnsanı ekran karşısına sabitleyen, bitmeden yerinizden kımıldayamadığınız yapımlarla, programlarla...
Bu hafta sonu Kennedy suikastının 50. Yılı vesilesiyle yayınlanan belgesellere bakıyorum.
Bir de bizimkilere bakıyorum.
İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek” dedi.
“Şaşırma” eşiğimiz yok artık.
Bu kafa ile artık şu aşağıdaki beyanlara da hazırız, her kim söylerse eğer, bizleri şaşırtamayacaktır:
- Maalesef şimdiye kadar kız ve erkek ikiz bebeklerin birlikte ana karnında büyümesini büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek, fetüsü vaktiyle ayırma çalışmalarımız ilim adamlarımız tarafından başlatıldı.
- Maalesef şimdiye kadar “affedersiniz” kadın ve erkek evli çiftler arasında birlikte cinsel münasebet yoluyla çocuk yapılmasını büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah önümüzdeki dönemde artık bu iş laboratuvar koşullarında gerçekleşecek, teması ortadan kaldıracağız.
- Maalesef şimdiye kadar “affedersiniz” kadın ve erkeklerin birlikte çalışmasını büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlışlığı önümüzdeki dönemde kadınlara çalışmayı yasaklamak suretiyle kaldıracağız.
- Maalesef şimdiye kadar kız ve erkek kardeşlerin aynı evde birlikte büyümesini bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlışlık, evlere harem selamlık uygulaması konusundaki yasa tasarımız ile önümüzdeki dönem çözülecek.
* * *
Amerika’da konuşma yapan bir bakan, Türkiye’de haziranda olup bitenlerden onur duyduğunu söylüyor. Türkiye’deki manipülasyon yetmedi, elmaya armut demeler yetmedi, şimdi yeni algı yönetim hedefi uzak denizler mi?
İstiklal Caddesi’nin üzerinde bir-iki ağaç vardı eskiden. O ağaçlar neden kaldırıldı?
Taksim Meydanı’nın ne zaman ağaçlandırılması düşünülüyor?İstiklal Caddesi demişken... Sürekli bozulan, çukurlaşan, yerinden oynayan zeminin sebebi Galatasaray’dan meydana kadar olan yeraltı su tüneli imiş diyorlar. Acaba İstanbul’un bütün cadde ve sokaklarının altından su tünelleri mi geçiyor?
Devlet yönetim katından bakınca Türkiye 3. Dünya ülkesi değilmiş gibi mi görünüyor?
“Kızınız buraya aşk yaşamaya mı okumaya mı geliyor” diyen okul müdürü, hangi hakla bu soruyu sorma ve insanların hayatını alt üst etme hakkını kendinde buluyor? Tam olarak hangi hakla, ne münasebetle? Ahlak bekçiliği kanuna mı bağlandı?Kendi memleketinde yeteneklerinin tam aksine gitmek zorunda bırakılan, istemediği işlerde çalışmak zorunda kalan, yeteneğinin doğrultusunda gitme fırsatı elde ettiğinde ise “Burada yaşanmaz arkadaş” diye terk-i diyar eyleyip el oğluna yarayan insanları düşünecek olursak... Bu mükemmel eğitim sistemine dershanelerin kapanması bir katkı yaratabilir mi? Hayır dershaneleri kapatma demiyorum, hobi olarak yine kapat ama önce eğitim sistemi öğrenciye ihtiyacını verecek ki dershaneye lüzum kalmasın. Yanlış mı söylüyorum? Hoş, esas derdin eğitim olmadığını biliyoruz, bizimkisi de laf. Ölmüş insanlar üzerinden siyaset yapan, öğrenci üzerinden mi siyaset yapmayacaktı... Hah.
Dünya karedir a dostlar
Kırmızı ışık yanarken ve HERKES dururken, önündeki bir araçlık yere ilerlemek ve orada durmak için çılgıncasına kornaya abanan sürücülerin aklından tam olarak ne geçmektedir?
Bundan böyle bana “Melike’cim” demezseniz, direkt hapis.
Uzun zamandır görüşmeyen iki kadının, ilk karşılaştıkları anda birbirlerine KUZZZZZZ-ZZZUUUUUM diyerek sarılmaları kanunlaştırılmış.
Beni uzun zamandır görmeyen dostlara sesleniyorum.
Beni ilk gördüğünüz anda ‘KUZZZZUUUM ÇOK ÖZLEDİM, AY SAÇLAR YIKILIYO’ diye lafa girmezseniz tevkif işlemlerinizi derhal başlatırım.
Sokakta, ofiste, efendime söyleyeyim, partide, restoranda, şurada, burada yanından ‘NABER TATLIM’ diyerek geçen bir kadın varsa ona hafifçe gülümseyiniz. “Merhaba sana tatlımm, yine kimlerle dedikodu yaptınız da bana uyuz oldun?” diye gözünüzü kırptınız, yanından hızla geçiniz, gidiniz.
Zira bu soru, o cevaplasın diye sorulmadı.
Böyle böyle uzaktan birilerine gıcık kapmasanız, herkesi sever ve herkes tarafından sevilirseniz, hayatın tadı kalır mı kuzum?
Bu röportaj için çok kısa bir süre önce National Geographic’in Washington DC’deki merkezindeydim. Rob Lowe ve “Killing Kennedy”nin diğer oyuncuları Will Rothhaar, Jack Noseworthy ve senaryo yazarı Kelly Masterson ile bir öğle yemeğinde buluştuk.
-Will Rothhaar, Harvey Lee Oswald’ı canlandırmasıyla ilgili olarak büyük tepkiler aldığını söylüyor. “Hâlâ büyük bir sevgiyle hatırlanan bir politikacıyı öldüren adamı anlamalı mıyız hakikaten?” diye sorduklarını söylüyor Rothhaar.
-“Killing Kennedy”, yine Bill O’Reilly ve Martin Dugard’ın yazdığı “Killing Lincoln”dan sonra National Geographic tarafından televizyona uyarlanan ikinci kitap.
-Mesele Kennedy etrafında dönüyor gibi görünse de, suikast Oswald merkez alınarak anlatılıyor. 50 yıldır nefretle hatırlanan bir adamın, Oswald’ın hayatının derinliklerine iniyor. Onu bir katil olarak değil, psikolojik sorunları olan bir insan olarak ele alıyor ve bu cinayeti işlemesinin ardında yatan gerçekleri göz önüne seriyor. Karısı, çocukları, ev hayatı kadar karanlık ve hastalıklı iç dünyasını inceleme fırsatı da yakalıyorsunuz. (Hatırlatayım, belgesel film yarın saat 22.00’de.)
-Filmde Rob Lowe’un canlandırdığı JFK’in kardeşi Bob rolünde Jack Noseworthy var. (Bon Jovi’nin “Always” parçasının klibini hatırlayın.)
-Jackie Kennedy ise iyi bildiğimiz bir isim: Ginnifer Goodwin. “Once Upon A Time”ın çekimleri yüzünden Washington’daki toplantıya katılamadı.
-Belgesel, Richmond Virginia’da çekilmiş.
Milyonlarca insan için anlamını bir kenara koyun, herhangi bir insanın ölüm yıldönümünde söz konusu olmaması gereken bir çirkinlik.
Konuya şöyle gireyim: Bence olmasaydı, olmazdık.
Benim gibi düşünenler çok vardır, orası kesin farkat başkası farklı düşünüyor olabilir.
Teorik olarak özgür, demokratik bir ülkede yaşıyorsak, ben kendimi ifade ederken, başka türlü düşünen ve bunu ifade etmek isteyen insanlar da olmalı. Olabilir.
Ama ne şekilde?
“Ben Atatürk’ün icraatlarını inceledim, tarihimizi iyi anladığımı düşünüyorum, bazı düşünce ve icraatlarını tasvip etmiyorum” veya “Ben Atatürk’e sempati duymuyorum” demekle, yani demokratik hakkını kullanmakla, ölüm yıldönümünde “Olmasaydın da olurduk” ilanı vermek bir değil.
Birisi hak iken, öbürü terbiyesizlik, vicdansızlık, insanlıktan çıkmışlık...