Paylaş
Milyonlarca insan için anlamını bir kenara koyun, herhangi bir insanın ölüm yıldönümünde söz konusu olmaması gereken bir çirkinlik.
Konuya şöyle gireyim: Bence olmasaydı, olmazdık.
Benim gibi düşünenler çok vardır, orası kesin farkat başkası farklı düşünüyor olabilir.
Teorik olarak özgür, demokratik bir ülkede yaşıyorsak, ben kendimi ifade ederken, başka türlü düşünen ve bunu ifade etmek isteyen insanlar da olmalı. Olabilir.
Ama ne şekilde?
“Ben Atatürk’ün icraatlarını inceledim, tarihimizi iyi anladığımı düşünüyorum, bazı düşünce ve icraatlarını tasvip etmiyorum” veya “Ben Atatürk’e sempati duymuyorum” demekle, yani demokratik hakkını kullanmakla, ölüm yıldönümünde “Olmasaydın da olurduk” ilanı vermek bir değil.
Birisi hak iken, öbürü terbiyesizlik, vicdansızlık, insanlıktan çıkmışlık...
Bu durumu ifade etmek için daha birçok kelime bulabiliriz, eminim.
Konuyu en yalın haliyle, “vicdan” tarafından ele alalım önce.
Babasının vefat gününde bir insana “Zaten babanı da hiç sevmezdim” mesajı gönderir misiniz?
Hayır. Arkadaşını kaybettiği günü anarken bir insana “O olmasaydı da sen bugün yaşıyor olacaktın, amma abarttın” der misiniz? Demezsiniz.
İzanlı, vicdanlı, iyi kalpli bir insansanız, demezsiniz.
Şimdi bir de öteki tarafa geçelim.
İzansız şahsa verilen yanıtlara bir bakalım:
Küfretmenin, hakaret etmenin, çocuklarına, ailesine lanet okumanın, hatta konuyu genelleyip bir politikacının ölümünü iştahla beklemeyi ifade etmenin, (Mesela “1954-bekliyoruz”) ile o çirkin ilanı vermekten ne farkı var?
Kötülüğe kötülükle, izansızlığa izansızlıkla cevap vermenin kime, ne faydası var?
Ha, bir de söylediği sözün kötü, ırkçı ve ayrımcı olduğunun farkında olmayanlar var ki, onlara “ırkçılık” konusunda söz anlatmak imkansız.
“Irk” demeyelim de işte, bir etnik grubun diğerlerine olan üstünlüğüne inanan ve neye, tam olarak hangi sebepten dolayı inandığının farkında olmayanlar...
“Öğretilmiş nefret” her yerde aynı.
Atatürk’ten nefret etmeyi öğrenmişlerin söylemleriyle, tanımadığı bir insanı, başının örtüsünden dolayı derhal küçümseyen, otomatik olarak “sınırlı düşünen” kefesine koyan “modern”lerin vaziyeti aynı. Bir başka örnek: Kendisinden farklı bir dine veya etnik kökene mensup kişiye, dini veya etnik grubuna atıfta bulunarak hakaret ettiğini düşünmekle, tuhaf hareketler yapan birini gördüğünde “Spastik herhalde?” diyerek alay etmenin bir farkı yok.
Neyle, neden dalga geçtiğinin farkında değil. Dalga geçilecek veya küçümsenecek bir durum olmadığının farkında değil.
Yobazlığın anlamı tek!
İzansızlığa izansızlıkla cevap vermenin bir başka sebebi, “Nasılsa izanlı olanı anlamaz bu, ben en iyisi onun anlayacağı dilden konuşayım” meselesi.
“Anlayacağı dil” dediğiniz zaman esasında karşınızdakini değil, kendinizi anlatıyorsunuz. Bir konuya nasıl cevap verdiğiniz, başkasıyla değil, sizinle ilgili ipucu veriyor.
Mesela Nasuh Mahruki, o izansız ilanı veren kişiye “Ulan x, ulan y” diye en ağır küfürlerle girişebilirdi. Pek çok insanın yaptığı gibi.
Fakat onun yerine ne dedi? “Birçok insanın hassas olduğu bir günde böyle bir ilan vermek en azından ölüye saygısızlık” diye cevap verdi.
Tabii, izansız adama akıl-mantık kuralları çerçevesinde yanıt verince ve bunu algılayamadığını görünce omuzlar düşüyor.
İlanı veren şahsiyet, Mahruki’nin bu sözünü “O zaman bu küfürlerin edilmesini normal karşılamam lazım öyle mi?” olarak algıladı.
Bakın o çok önemli bir nokta, çünkü “insanlık” öyle kritik, omuz çöktüren anlarda anlaşılıyor.
Sinirden kudurunca ne yapıyorsunuz?
Söylediklerinize, yazdıklarınıza dışarıdan bir bakmayı deneyin.
Ne kadar tıkanırsanız, ne kadar sinirlenirseniz, ne kadar karşınızda deli saçması konuşan bir adam olduğunu düşünseniz de, bir tane gerçek var orada:
İzansızlığa izansız yanıt verince, o adamdan farkınız kalmıyor.
Böyle durumlarda beyin kıvrımlarına yerleşmiş ırkçılığın, ayrımcılığın farkında olmayarak yaşayanlar da ortaya
kabak gibi çıkıyor.
Dinci yobaz ile “modern” yobazın arasında hakikaten fark yok.
Paylaş