Melike Karakartal

Kaza değil katliam, şehit değil maktul

15 Mayıs 2014
Bu yaslı günde, acılı binlerce insana, işçilerimizin ailelerine, hepimize Allah’tan sabır diliyorum.

En önemlisi insan hayatı arkadaş. En önemlisi.Bu bir kaza değil, bir facia, toplu katliam.
Can veren işçiler “şehit” değil, maktul.
Bu faciaya, maliyet düşürmeyi, kar etmeyi, insan hayatından kıymetli sayan vicdansızlar sebep olduğu için önce “toplu katliam” diyelim, çizgiyi baştan çizelim. Madem algı yönetimi yapılıyor, biz ısrarla, inatla gerçekleri söyleyelim. Bağıralım.Bir milletin kaderini ellerine almış bir takım donanımsız, bırak oturmasını kalkmasını, KONUŞMASINI bilmeyen adamlar, kendi elleriyle yerkabuğunun derinliklerine, ölüme gönderdikleri işçilere “şehit” diyor. Ölen insanlara “SAYI” diyor, “RAKAM” diyor.
Böyle bir günde bile algı yönetimi düşünecek kadar insanlığını kaybetmiş, yüreği kararmış, gözü para hırsından kör olmuş bir anlayış ile karşı karşıyayız.
İnsan bilerek ölümüne sebep olduğu işçiye neden “şehit” der?
Paraya tapan becerikli yöneticiler sayesinde 3. dünya ülkesi olma halini hakkıyla yaşatan, insana “kelle hesabı” yapan siyasetçilerimize selam olsun.
700 madencinin bir aylık maaşı kadar saat takan eski bakana da selam olsun. İşçi güvenliğini es geçen, karın tokluğuna yüzlerce insanı yerin altına gönderen gözleri para hırsı bürümüş koca göbeklilere de selam olsun.

Yazının Devamını Oku

“Örtü” filtresi

14 Mayıs 2014
İki konu var, ölümüne korku yaratıyor: Birincisi eğlence. Diğeri bilim.

Eğlence ahlaksızlıkla, bilim dinsizlikle eş.
Tam da bu yüzden omuzlara çıkmış başörtülü öğrenci utanç kaynağı oluyor.
Tam da bu yüzden Milli Eğitim, bilim ekseninden uzaklaştırılıp dini eğitime doğru kaydırılıyor.

****

Selçuk Özdağ için Düzce Üniversitesi bahar şenliğinde eğlenen öğrencilerimiz “ha açıldı, ha açılacak” kıvamda.

Yazının Devamını Oku

“Edepsiz” meselesi

13 Mayıs 2014
Sosyal protokol ve davranış kurallarından bihaber olan kitle için “edepsiz” çıkışı “HEEYT BE ASLANIM NASIL DA GÖSTERDİ TEPKİSİNİ İŞTE GERÇEK LİDER” dedirtecek bir durum, malum.

İşin garibi, sosyal protokol ve davranış kurallarından, siyasi dilden bihaber kitleye bu tür çıkışların yapılmaması gerektiğini anlatmak zor, hatta imkansız.
Çünkü kafada olmayan bir kavramı tarif etmek, varlığı halinde ne yaşanacağını göstermek, karşılaştırma yaparak farkı işaret etmek mümkün değil.
Daha önce hiç muz yememiş küçük bir çocuğa muzun tadını anlatmak gibi...
“Edepsiz” çıkışının sosyal davranış ve protokol kurallarına aykırı bir davranış olduğunu söylediğinizde, halihazırda var olan “kültürsüzlüğün kültürü” ortamında tepki belli: “Çekemeyen anten taksın”, “Hazmedemiyorlar”, “Kıskanıyorlar”....
Bu kadar güçlü ve tepkisini “Şraaaak” diye ortaya koyan bir liderin varlığını kıskandığınızı, “Güçlü bir Türkiye” fikrinden korktuğunuzu söyleyenler olur. Hatta işi daha da ileriye götüren, sizi “vatan hainliği” ile itham eden bile çıkar. Enteresan olan şu: Siz de bu ülkede doğmuş, yetişmişsinizdir. Ülkenizi sevmektesinizdir, ancak politik görüşünüz, hayata bakışınız iktidarla bir değildir. Demokratik ülkelerde bu normal bir durum sayılırken, siz, sadece hakim güçle aynı fikirleri paylaşmıyorsunuz diye “vatan haini” ilan edilirsiniz.
Koşullar öyle uygun ki, donanımsız olduğunu bilmeyenlerin kendine güveninin yükselişini işaret eder bu “vatan haini” ithamı... Üstelik çok da derinde değilsiniz, sadece büyük bir liderin (hatta liderlerin) protokol kurallarına uyması gerektiğini söylemektesinizdir.
İtham eden tam olarak ne için ettiğini de bilmez esasında.

Yazının Devamını Oku

Üç aşağı beş yukarı yeni Türkiye

10 Mayıs 2014

* Hipokrat yemini de neymiş? Doktorlar sadece belirli bir siyasi partiye gönül verenlere hizmet edebilecek.
Öbürlerini boşver. Yol kenarlarında ölüversinler, zaten bunlar komplocu.
* Çalıntı olmayan bir tane reklam filmimiz, bir tane şarkımız, bir tane marka konseptimiz kalmayacak.
Zaten “orijinal iş” de ne? Adam yapmış, biz onu alır, kendimize uyarlarız, hem çok güzel olur hem de işin orijinalini bilmeyen milyonlara “Süper iş yapmışlar yaaaaa” diye duygulandırmak varken, aaa.
* Hukukun üstünlüğü de ne? Biiiz, hukuku da iyi biliriz. Efendim, en güçlü ve en zenginler hep çok haklıdır, aksini iddia eden varsa onları sandıkta hesaplaşmaya davet ediyorum.
Bir derdin varsa sandığa gideceksin kardeş. Sandık da sandık. Ayrıca sadece hak hukuk konularında değil, toplumsal yaşamın her kademesinde, kişisel sorunlarında, sağlık sorunlarında, ne konuda derdin varsa, sandığa gideceksin.
Tuvaleti gelen küçük çocuklar da bundan böyle annelerine “Anneaaa tuvaletim geldi” diyemeyecek. Sıkıntısı varsa sandığa gitsin.

Yazının Devamını Oku

“Okyanus rallisi”nde bakın kim var

9 Mayıs 2014
9 ay boyunca denizde siz dahil 8 kişiyle birlikte, bir insanın dayanamayacağı kadar uçlarda seyreden hava ve iklim koşullarında, helikopterle yardım gönderilemeyecek kadar uzak yerlerde yarışıyorsunuz.

Yaşayabileceğiniz, yemek yiyebileceğiniz, dinlenebileceğiniz, uyuyabileceğiniz iki metrekarelik bir telefon kulübesi kadar alanınız var.
Üstelik hiç durmadan sarsılan bir telefon kulübesi bu...
Deniz suyunun damıtılması ile elde edilen suyu içiyor, lapa gibi pek de iştah açıcı görünmeyen bir “denizci yemeği” ile besleniyorsunuz. Normalde tükettiğinizin iki, üç katı su tüketiyorsunuz.
Her gün neredeyse 6 bin kalori almanıza rağmen 9 ayın sonunda 10 kilo vermiş olarak eve dönüyorsunuz.
Bu kadar mı? Olsa iyi... 40 günde bir kere kıyafet değiştirebiliyorsunuz.
Şöyle güzel bir duş deseniz hayal.
İletişim imkanları kısıtlı. Teknenin her yanında kameralar ve uydu aracılığıyla bağlantı olsa da, neticede yanınıza kimse gelemediğinde, yardım isteseniz bile bir insana ulaşamadığınızda bunun uzaya gitmekten pek de farkı yok.

Yazının Devamını Oku

Saat ve inşaat

8 Mayıs 2014
Gün geçmiyor ki 700 bin liralık saat üreten bir firma Türkiye gazetelerine ilan vermesin lüks tutkunu Habitus okuru.

Garantisine de isim yazarak farklı bir uygulamayı hayata geçiren bu ‘lüküs’ saat firmasının gücünü kıskanan bazı paralel saatçiler hemen harekete geçmiş.
Madem Türkiye’de bu kadar hem lüks tutkunu, hem halkı için çalışan siyasetçiler var, biz de faydalanalım demişler.
Hem para içinde yüzüp hem de halkı için çalışan ve memleketin refah seviyesini yükselten siyasetçilerin bulunduğu, herkeslerin kıskandığı bu ülkede iyi satış yaparız demişler, hepsi gazetelere ilan vermek için sıraya girmiş.
Madem onlar halkı söğüşlüyor, biz neden onları söğüşlemeyelim demişler.
Şaka bir yana 700 bin lirayla neler yapılır arkadaş. Kaç çocuk beslersin, giydirirsin.
700 bin liralık saat takan siyasetçiye güvenmek de ancak bir üçüncü dünya ülkesinde olur zaten. Ucuz saat taksa “Bunun daha g*tünde don yok, bize nasıl bakacak” derler. Pahalı saat vatandaşa da “iyi yaşam vaadi” gibi. Hayata enteresan bakıyoruz vesselam.
? Biliyorsunuz İstanbul adeta Dubai gibi eskiden çöl ve keleş olan ve TOKİ sayesinde müthiş sanat eseri binalara kavuşmuş yepisyeni bir şehir. Zaten tarihi de İslam ve Türklerle başlamış, daha öncesi yok.

Yazının Devamını Oku

Biri ölmüş gibi üzülenler derneği

6 Mayıs 2014
20’li yaşlarda daha çok oluyor galiba.

“Ben şu dünyada ne işe yarıyorum ki?” diye kendine sorup, yanıtını bulamayıp, acı çekmeye başlıyorsun.
Çok acayip bir acı üstelik, gören de biri öldü sanır.
Biri ölmüş veya çaresiz bir hastalığa yakalanmış gibi kendini kahrediyor, yatakta yuvarlanarak ağlıyor ve sana “N’oldu” diye soranlara net bir cevap veremiyorsun.
“Eee şey, hayat... Yani ben ne işe yarıyorum ki şu hayatta? Ne iş yaparım ki ben? Neye yararım?” diye kem küm ediyor, ancak karşındakinin acını anlayabileceği kelimeleri sıralayamıyorsun.
“Genç”sin işte, doğru kelimeleri bulup sıralayamamak ya da yanlış kelimeleri en yanlış zamanda söylemek doğanda var.
Kendini ifade edemiyor ve acı çekmeyi sürdürüyorsun. Üstelik kendini ifade edemediğinde acın katlanır ya...
Çektiğin acı, bir de kendini anlatamadığın için daha da şahlanmış, seni yataklarda yuvarlanırken görenler, ağlayıp sızlanmana bakıp hakikaten biri öldü sanacak.

Yazının Devamını Oku

Keyfin fotoğrafı olmaz arkadaş!

3 Mayıs 2014
The Secret Life of Walter Mitty’de bir sahne vardı, izleyenler hatırlayacaktır:

Fotoğrafçı, uzun zamandır fotoğrafını çekmek için peşinde koştuğu ve “hayalet kedi” olarak bilinen kar kaplanının peşinden dünyanın bir ucuna gitmiştir.
Zor koşullarda, adeta bir fotoğrafçının “siperi” olarak tanımlanabilecek bir noktaya fotoğraf makinesini konumlamış, o anın gelmesini beklemektedir...
Nihayet kar kaplanı ortaya çıkar.
Fakat fotoğrafçı yerinden hareket etmez. Deklanşöre basmaz. Sadece izler.
Kar kaplanı gözden kaybolana kadar onu izler.
Walter Mitty ona “Neden çekmiyorsun?” diye sorduğunda “Bazen bir andan keyif aldığımda onu sadece kendime saklarım” yanıtını alır.
Uğrunda canını bile tehlikeye attığı an öyle güzeldir ki, onu hiçbir fotoğraf karesine sığdıramayacaktır...

Yazının Devamını Oku