Melike Karakartal

İstersen akşama kadar atıp tut... Sonu belli!

10 Haziran 2014
Hikayenizi bilmeyen, sizi tanımayan insanların hakkınızdaki sözlerine aldırmayın derler.

Bu bir ölçüde doğru.
Sizi tanımayan insanlar, sizi tanımayan diğerlerinin kendi keyiflerine göre söyledikleri sözlere güvenerek iş yapabilirler.
Potansiyelinizi denemek yerine, size karşı kötü niyet besleyen ama bunu çaktırmayan adamların görüşleri doğrultusunda hareket edebilirler.
Hiç hesapta yokken, sizi tanımayan insanların ağızlarından çıkan rastgele yorumlar yüzünden hayatınız değişebilir.
Yavaşlayabilir.
“Yav ben o dedikleri insan değilim? Nereden çıkıyor bunlar? Neden beni tanımayan insanların görüşlerine dayanarak fikir sahibi oluyorsunuz?” diye de soramazsın.
Hayat ilerlerken böyle bir soru sormak için gerekli fırsatı hiç bulamazsın çünkü.

Yazının Devamını Oku

Bir sakal sorunsalı

7 Haziran 2014
Şimdi efendim biliyorsunuz, erkeklerimiz adeta mabada kadar sakal uzatıyor, bu gizemli halleriyle sokaklarda arz-ı endam ediyorlar.

Bakın buraya yazıyorum, yaşları ilerleyince, mabat kısmındaki tüyler ağarınca bugünkü fotoğraflarına bakıp “Yav biz bu sakalı bırakırken ne düşünüyormuşuz?” diye hallerine gülecekler.
Bugün nasıl bizim babalar eski fotoğraflarına bakıp gömleklerinin adeta insan gözü çıkarabilecek kudrette uzun ve sivri yakalarına gülüyorlarsa, onlar da sakallarının haline gülecekler.
Hayır bir de yakışan var, yakışmayan var. Mesela zaten kıllısın, parmaklarından, tişörtünün ense kısmından kıvrım kıvrım kıl yün fışkırıyor, neredeyse gözünün içinden bile kıl uzayacak, bir de neden yere kadar sakal uzatıyorsun?
***
Bu mabada kadar sakal işi enteresan, uzatanın üzerine böyle, nasıl desem bir umursamazlık, ne bileyim bir “artık oturaklı bir insanım, çünkü sakallıyım” halleri çörekleniyor.
“Sakal aydınlanması” mı yaşıyorsunuz arkadaşım?
Herhalde kalabalık bir yerde güneş gözlüğü ve cepli bir kıyafet giymiş olmanın getirdiği gereksiz kendine güven gibi bir his yaratıyor olmalı uzun sakallılık.

Yazının Devamını Oku

“Hayat” yazmak bizde böyle...

6 Haziran 2014
Haftada en az bir kez avaz avaz bağıran ve artık kendisini gülünç duruma düşürmekte olan ustamız, bu ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı, kindar dili nereye kadar sürdürecek, hakikaten merak ediyorum.

Yahu bu düşmanlaştırıcı dil sayesinde “İktidarın şu tarafını mantıklı buluyorum” ve “İktidarın şu tarafını mantıklı bulmuyorum” diye efendi efendi tartışan kesim bile “ŞERRRREFSİİİİZ!!!! ZORUNA MI GİTTİ”ye bağladı, sonumuz hayrolsun muhterem İstanbul beyefendisi Habitus okuru.
Herkes birbirine düşman kesildi, artık makul bir platformda tartışabilme yeteneğimizi bile kaybettik. Kolaylıkla zıvanadan çıkıyor, kendimizi kontrol etmekte zorlanıyoruz. Farklı düşünceler bir arada yaşayabilir oysa ki. Siz başka, o başka, ben başka düşünebilirim ve birlikte aynı yerde yaşayabiliriz.
Nedense bugünün hakim siyasi “güç”ü başka şey söylüyor. Herhalde milleti birbirine kırdırmadan rahat etmeyecekler, çoğumuza öyle görünmeye başladı bu iş.
Bakınız, bu satırları yazan bendeniz gibi düşünmeyenlere söyleyeceğim şimdi şunları:
Arkadaş bak. Benim tek bir isteğim vardı. Liderimin, kendi gibi olmayan, düşünmeyen, Alevi’sinden ateistine, Ermeni’sinden, Kürt’üne Hıristiyan’ından Yahudi’sine, trans bireyinden eşcinseline, “öteki” olarak altını çizdiği tüm insanları en az “çocuğu” gibi gördüğü Sünni Müslümanlar gibi koruması, kollaması. Eşitlikçi olması.Bir sene önce, “Neden meydanlardaki gençleri dinlemiyor, halbuki dinlese anlayacak, neticede devletin başı değil mi? Herkesin sesi olması gerektiğinin elbette bilincindedir” diyordum. Tabii bu biraz saflıkmış.
Neticede artık biliyoruz ki ortada ticari hesaplar, ince bağlantılar, “Al gülüm ver gülüm”ler varmış. Konu hakikaten bir ağaç değilmiş.
“Her kesimi dinleyen özgürlükçü bir lider olabilir, bu kendi elinde” diyordum. (Ha, bu tabii biraz da sistematik olarak siyasetten uzak tutulmuş bir neslin mensubu olmamın getirdiği saf bir bakış. Eksik olmasın, siyasete uzak bırakıldığımız zamanları misli misli kapattık.)

Yazının Devamını Oku

Doğayla inatlaşınca bu oluyor

4 Haziran 2014
Son günlerin deli yağmurları belki bir başka ülkede olsam beni romantik duygulara savurabilirdi. Şöyle ne bileyim, televizyonu kapatıp yağmurun sesini dinleyeyim, doğa suyu görünce nasıl da değişiyor bunu gözlemleyeyim, pek hoş olurdu.

Fakat burada öyle pek doğa moğa kalmadığı için doğayı filan gözlemleyemiyorsunuz, malum.
Romantik olmaya kalksan da boş, sözde modern bir şehir olan İstanbul’da yağmur göllerinde atlaya zıplaya su kertenkelesi gibi yürümeye çabalarken hangi romantizm arkadaşım.
Paçalarım dizlerime kadar çamur olmuş, sucuk gibi ıslanmışım, daha da eve de çok yol var, hangi romantizm.
Hadi romantizm konusunda ısrar edeyim, yağmurda yürüyüşe çıkayım desen o da zor, nerede yürüyeceksin.
Her yer su birikintisi.
Engebesiz yol yok, çökmeyen yol yapmak ne kadar zor olabilir?
Uluslararası kuralları var bunun, ne kadar zor olabilir uygulamak?

Yazının Devamını Oku

İnsan unutur, internet unutmaz

4 Haziran 2014
İnternet sayesinde kaynaştığımızdan beri ne oldu biliyor musun sevgili naif Habitus okuru?

Aklımın geçirgenliği pek az ve kalın bir kabuk ile kaplanmaya başladığını fark ettim.
Hoyrat, kaba, kara cahil, “efendi”sine biat eden, farklı kültür-din-köken-fikir düşmanı kimi küfürbazlara karşı durabilmek için buna mecburdum.
Biz böyle küfürler duyarak büyümedik. Böyle yetişmedik. Anne babamızdan böylesini görmedik çünkü.
İnternet öncesi hayat bir asır kadar uzak gelmiyor.
Bir gün içinde 100 kez haksız yere küfür yediğim, kaba sözlere maruz kaldığım olmazdı –doğal olarak- zira.
Ne bileyim, belki trafikte, yol vermek istemeyen maganda sinkaf ederdi.
Olmadı sokakta omzuma çarpar, veya işi daha ileri götürür “şehir eşkıyalığı” yapardı...

Yazının Devamını Oku

Hürriyet Sosyal de ne ola?

31 Mayıs 2014
Sosyal medya bağımlısı olduğumuz günden beri “ara sıra teknoloji perhizi yapmalı” diyoruz.

Gündemin verdiği psikolojik yük bunu gerektiriyor zira.
Yoruluyoruz... Bazen gündemin kolpalığından, bazen acıdan, her sabah kötü bir haber alışımızdan...
Kaçınız eli Twitter’a “Bakalım ne göreceğim de yıkılacağım” diye açıyor?
Bazen keyfiniz yerindeyken kaçınız “Dur biraz uzak kalayım da beş dakika huzur dolayım, şu 10 dakikanın keyfini çıkarayım” diyor?
Tabii “perhiz” Türkiye’de yaşayan bizler için bir lüks.
Zira sosyal medyayı “Alpler’de kayak yapıyorum, burnumun ucu yandı” gibi tatlı paylaşımlar için kullanan medeni ülkelerdeki dostlarımız gibi değil vaziyetimiz. Haberi internetten alıyoruz. Sokakta ne var, ne yok, buradan öğreniyoruz.
Arkadaşlar, dostlar ne diyor, tanıdığımız ve takip ettiğimiz insanlar ne paylaşıyor, gündemde ne var, hayatımızı sürdürmemizi engelleyecek bir durum söz konusu mu...

Yazının Devamını Oku

Çok temiziz evelallah

30 Mayıs 2014
Caddebostan sahilinde bir Migros vardır, bilirsiniz.

İşte o Migros ile sahildeki Ragıp Sarıca Paşa köşkü ve devam eden sahil, Kadıköylülerin iki lokma denize baktığı, çimlerde yayılıp nefes aldığı bölümdür.
Gerçi şimdi ta Dalyan’dan Bostancı’ya genişledi “çimlere yayılma” alanı.
Hafta sonu gelseniz, çimlerde oturacak yer bulamayabilirsiniz, hafta içi bile kalabalık olur buralar.
Eskiden civarda tuvalet yoktu.
Ya yakındaki Burger King’in, ya da Starbucks’ın, (ondan önce de Schlotzky’s’in) tuvaletleri kullanılırdı.
Bu kafeler sahil kalabalığının “boşaltım” ağırlığını kaldıramayınca mundar oldu, sonunda her ikisi de çözümü “şifreli tuvalet” yapmakta buldu. Şimdi ancak bu kafelerden alışveriş yaptığınız takdirde tuvaletleri kullanabiliyorsunuz. Adamlar haklı...
O en berbat dönemi gördüm. Size pisliğin boyutunu tarif edemem.

Yazının Devamını Oku

Düzle babam düzle...

28 Mayıs 2014
Bazen diyorum ki keşke şu İstanbul, Dubai gibi dümdüz çöl olsaydı da tarihi binaları, apartmanları filan düzlemekle uğraşmasalardı.

Doğrudan dümdüz çölün üstüne gökdelenleri, gökdelen siteleri, garları modern modern yapar, yıkım masrafları da ceplerinde kalırdı...
Her yıkımı, her inşaatı “gelişme” olarak görmemiz icap ediyor “Siyasetçileri ve akrabalarını zengin etmek için düzeni değişmiş Türkiye” anlayışı içinde.
Eski olanı ortadan kaldır, yerine, bugünün güç timsalinin imzasını at, sistem böyle işliyor.Tekrar tekrar yazmak, tekrar tekrar konuşmak lazım: Kentsel dönüşümün de deprem riskiyle meprem riskiyle ilgisi yok.
Deprem, bol rantlı semtlerde 4 katlı binaları yıkıp yerine 18 katlısını dikmek ve müteahhidin kar etmesine yarıyor sadece.
Deprem, sadece inşaat yapmak ve daha fazla kazanmak için bir bahane.
Evleri yapılan ahali de kah memnun, kah dertli...
Kimisi uyanık müteahhitlerle kavga içinde... İşleri hızlandırmak için yıkım kararı aldırıyorlar, malum

Yazının Devamını Oku