Paylaş
Fakat burada öyle pek doğa moğa kalmadığı için doğayı filan gözlemleyemiyorsunuz, malum.
Romantik olmaya kalksan da boş, sözde modern bir şehir olan İstanbul’da yağmur göllerinde atlaya zıplaya su kertenkelesi gibi yürümeye çabalarken hangi romantizm arkadaşım.
Paçalarım dizlerime kadar çamur olmuş, sucuk gibi ıslanmışım, daha da eve de çok yol var, hangi romantizm.
Hadi romantizm konusunda ısrar edeyim, yağmurda yürüyüşe çıkayım desen o da zor, nerede yürüyeceksin.
Her yer su birikintisi.
Engebesiz yol yok, çökmeyen yol yapmak ne kadar zor olabilir?
Uluslararası kuralları var bunun, ne kadar zor olabilir uygulamak?
Maliyeti mi çok acaba?
Yürümeye kalksan araçların sıçrattığı sudan kaçmak için strateji oyunu oynaman lazım.
Tüm bunlardan sonra geriye romantizm kalıyorsa, ben onu bilmem.
Doğa gözlemi yapamıyoruz, doğa yok dedik ama gözlem desen şöylesi var: Mesela kediler arabaların altına kaçıyor.
Sığınacak iki tane ağaç bulamayan kuşlar şiddetli yağmurda ya inciniyorlar, ya ölüyorlar.
Sonra, dere yatağına bina yapıyorlar mesela, ortamın doğal hali DERE YATAĞI olduğu için su baskını oluyor.
Her yer beton kaplı; beton da geçirgen bir malzeme olmadığı için olmayacak yerleri sel götürüyor.
Mesela Üsküdar sahili...
Dünkü yağmur görüntülerinde denizle karanın ayrımını yapmak mümkün değildi, vapur mu karada, minibüs mü denizde belli değil...
Bir yüzeyi komple betonla kaplar ve suyun gideceği yer bırakmazsan bu olur elbette.
Hayır arkadaşım, yol yapıyorsun, nefis yol yapıyorsun, sürekli yol yapıyorsun ama o yollara yağmurun gideceği oluk, eğim yapmıyorsun.
Ne anladım ben o mühendislikten.
Bu iş deprem bölgesinde bile bile dayanıksız bina yapmaya benziyor.
Yahu, yağmurun yağacağı belli mi? BELLİ. Biz iklim özelliklerimizi ilkokulda öğretmiyorlar mı? Öğretiyorlar. Çölde mi yaşıyoruz? Hayır.
Yağmur yağacağı, hatta kimi zaman şiddetli yağacağı aşikar.
Yağmur yağınca buranın çamur, sel, su içinde kalacağı belli mi? E o da belli?
Peki neden doğru eğim vermiyorsun, neden suyun gideceği yeri yapmıyorsun?
Tamam betona aşıksın, betona çok aşıksın, en büyük beton ama ne olur iki gram toprak bırak, iki gram oluk yap da doğa seni yenmeye çalışmasın.
Şunu bir öğrenemedik: Sen istediğin kadar beton kapla, istediğin kadar dere yatağı kurut, doğa her zaman galip gelir.
Doğaya inat değil, doğayla birlikte yaşamamız gerektiğini anlatamadık bunu bir türlü.
Doğayla girilen savaşın kaybeden tarafı her zaman biz olacağız ve bu değişmeyecek.
Gerçeğin pis huyu...
“Bir yalanı ne kadar çok tekrar ederseniz, insanlar ona o kadar fazla inanır.”
Dün hala “Camide içki içtiler” cümlesi tekrarlanınca Goebbels’in bu müthiş cümlesi aklıma geldi.
Belirli haber kaynaklarıyla beslenen, belirli şekilde algıları yönetilen kitle tam bir senedir “Camide içki içtiler”i duyuyor.
Buna inanmaktan başka bir alternatifleri yok, inanıyorlar.
Habercilik yapan bir muhabirin “dalkavuk” olduğuna da inandılar şimdi mesela.
“Suç işlediğine” de inandılar. Ne yapıyordu suç işlerken? Haber...
“Gerçek” de “doğa” gibi çalışıyor aslında.
İstersen akşama kadar yalan söyle, bir sene söyle, beş sene söyle, gerçek ne ise ortaya çıkıyor.
Örtemiyorsunuz, kapatamıyorsunuz, engelleyemiyorsunuz.
Biz gerçeği biliyoruz.
Bilmeyenler de eninde sonunda öğrenecek zira gerçeğin doğası bu.
İstedikleri kadar algılarla oynasınlar, psikolojik harp taktikleri kullansınlar, Goebbels’e selam çaksınlar, mühim değil.
Gerçeğin öyle pis bir huyu var işte. İlla bir gün ortaya çıkıyor, kimse anlatmasa bile o kendini anlatıyor...
Paylaş