Paylaş
Bakın buraya yazıyorum, yaşları ilerleyince, mabat kısmındaki tüyler ağarınca bugünkü fotoğraflarına bakıp “Yav biz bu sakalı bırakırken ne düşünüyormuşuz?” diye hallerine gülecekler.
Bugün nasıl bizim babalar eski fotoğraflarına bakıp gömleklerinin adeta insan gözü çıkarabilecek kudrette uzun ve sivri yakalarına gülüyorlarsa, onlar da sakallarının haline gülecekler.
Hayır bir de yakışan var, yakışmayan var. Mesela zaten kıllısın, parmaklarından, tişörtünün ense kısmından kıvrım kıvrım kıl yün fışkırıyor, neredeyse gözünün içinden bile kıl uzayacak, bir de neden yere kadar sakal uzatıyorsun?
***
Bu mabada kadar sakal işi enteresan, uzatanın üzerine böyle, nasıl desem bir umursamazlık, ne bileyim bir “artık oturaklı bir insanım, çünkü sakallıyım” halleri çörekleniyor.
“Sakal aydınlanması” mı yaşıyorsunuz arkadaşım?
Herhalde kalabalık bir yerde güneş gözlüğü ve cepli bir kıyafet giymiş olmanın getirdiği gereksiz kendine güven gibi bir his yaratıyor olmalı uzun sakallılık.
Hani elini kolunu sokacak yer bulamadığında kendini çıplak gibi hissedersin ya... Ama güneş gözlüğünü taktın ve elini cebine soktun mu dünyanın en kendine güvenli insanı sen olursun... Sakal da öyle bir şey işte, ampul gibi ışıl ışıl suratlı bir ergenin yüzünde o ifade yoktur mesela. Siz onu bir de sakallı görün. 21 yaşındadır ama 48 yıllık hayat tecrübesi sığdırmıştır o sakallara...
Ayrıca sırf “imaj” için yapmış ibibikleri de ayrı bir yere koymak lazım. Yahu, “Sakalım var, hipster’larla hipster olabiliyorum, muhafazakâr mahalleden yürürken de takdir topluyorum” diyeni duydum.
Arkadaşım sen “Neşeli Günler”de hem Münir Özkul’a, hem Adile Naşit’e oynayan “Ziya” Şener Şen misin?
Ortama göre renk değiştiren kertenkele misin? Nesin sen?
Neyse, ben yine “Seviyorsan bırak bence” diyerek sakal mevzuunu bağlayayım.
-----
Yüzmeye gittim, gelicem
Yav şimdi lay lay lom yazalım filan dedim ama çok kısa ve basit bir soru sormak istiyorum, yaşadığı şehri sel basmış sevgili Habitus okuru.
Şimdi ortaya çıktı ki (hoş, zaten biliyorduk) şehirlerimizin altyapısı yok. Sadece üzerine bina dikmişiz ve buna “metropol” demişiz. Rica ediyorum söyler misin, dünyanın hangi şehrinde yerin altında (tekrarlıyorum, yerin altında) olan metroyu su basar ve içinde insanlar şemsiyeyle gezer?
Dünyanın hangi modern şehrinde sokaklar şarıl şarıl çağlayarak akan Düden Şelalesi’ne döner?
Dünyanın hangi büyük şehrinde insanlar işlerine giderken baldırlarına kadar suyun içinde kalır?
Dünyanın hangi büyük şehrinde deniz ve kara taşıtlarını yan yana giderken görebilirsiniz?
Sel suyu içindeki köpekbalığı ve denizaltı görülen fotoşoplu fotoğraflara gülüyoruz ama yine gülerken ağlıyoruz, çünkü yine insan yapımı bir felaketle daha karşı karşıyayız.
Galiba bizim bu ülkede insan eli yapımı olmayan bir felaketle karşılaşma şansımız yok.
Hayır durmadan patlayan aktif yanardağımız olsa mesela, etrafına tarlalı TOKİ filan yaparlar ki verimli topraklardan faydalanalım, para gelsin. Sonra beynimize lav akar, ona da fıtrat der geçeriz.
Dünyada yerkabuğunun en hareketli olduğu bölgelerden birinde yaşıyoruz ve nükleer santral kuruyoruz, eğer başımızda bir yanardağ olsa, ona nasıl yaklaşacağımızı kestirmek çok zor değil.
Evet, bugünkü “Ay bu ülkede yaşamak çok zor, herkes kötü bir biz iyi” sızlanmam bu kadar. Sevgilerimle.
Paylaş