Düzle babam düzle...

Bazen diyorum ki keşke şu İstanbul, Dubai gibi dümdüz çöl olsaydı da tarihi binaları, apartmanları filan düzlemekle uğraşmasalardı.

Haberin Devamı

Doğrudan dümdüz çölün üstüne gökdelenleri, gökdelen siteleri, garları modern modern yapar, yıkım masrafları da ceplerinde kalırdı...
Her yıkımı, her inşaatı “gelişme” olarak görmemiz icap ediyor “Siyasetçileri ve akrabalarını zengin etmek için düzeni değişmiş Türkiye” anlayışı içinde.
Eski olanı ortadan kaldır, yerine, bugünün güç timsalinin imzasını at, sistem böyle işliyor.
Tekrar tekrar yazmak, tekrar tekrar konuşmak lazım: Kentsel dönüşümün de deprem riskiyle meprem riskiyle ilgisi yok.
Deprem, bol rantlı semtlerde 4 katlı binaları yıkıp yerine 18 katlısını dikmek ve müteahhidin kar etmesine yarıyor sadece.
Deprem, sadece inşaat yapmak ve daha fazla kazanmak için bir bahane.
Evleri yapılan ahali de kah memnun, kah dertli...
Kimisi uyanık müteahhitlerle kavga içinde... İşleri hızlandırmak için yıkım kararı aldırıyorlar, malum
Kimi ev sahipleri de metrekare olarak küçülmüş yeni evlerinde “En azından yenilendi” diye kendilerini avutuyorlar.
Bilseler, düzen “rant” düzeni olmasa güzelim apartmanlarını sağlamlaştırma imkanı da verirdi devlet...
Yeni binalar hızla yükselir, güzelim İstanbul bir “20 katlı apartmanlar şehri”ne dönüşürken bu esnada müteahhit yeni “avlar” peşinde hayatına devam ediyor. Şehirde rantı yüksek olan mahallelerin depreme karşı dayanıklılığını artırıyorlar.
Öbür mahallelerde “iş” yok. Kar yüksek olmadığı için pek uğramıyorlar dökük kenar mahallelere.
İki kere iki dört... Eğer kentsel dönüşümün maksadı deprem riskini ortadan kaldırmak olsaydı sağlam binalar yıkılıp- yapılmasının maliyetinden çok daha az bir rakama güçlendirilirdi.
Türkiye’de böyle bir seçenek yok, çünkü bu birilerinin cebini dolduran koşullar yaratmıyor.
İnsanın düşünme, hayal etme sınırlarını zorlayan bir dönem yaşıyoruz.
Ölümler de, yıkımlar da hep birilerinin daha fazla para kazanabilmesi için.
Elimizde bizi insan yapan ne varsa hepsi ayaklar altında eziliyor ve geride bırakılıyor.
Bir daha dönülüp hatırlanmıyor bile.
“Ölmüştür, geçmiştir” dedi ya bir büyüğümüz... Tam olarak dönemi ifade etti aslıda.
İnsan canını ez geç... Tarihi ez geç... Şehirleri ez, geç... Eğer bunlardan kar çıkıyorsa başka hiçbir değerin bir önemi yok.
Yahu insan canının BİLE değeri yok, bundan ötesi var mı?
Toprağın altına bile bile insan gömmekten, “Ölmüştür, geçmiştir” gibi insanın beyin damarlarını çatlatan sözler duymaktan artık “üzüntü” bile boyut değiştirdi buralarda.
Alınlarında kara bir iz gibi madenci ölümlerini taşıyanlar bile övünçle seçim propagandası peşinde.
Enteresandır, gözünün önünde olan biteni söyleyince de “Türkiye’nin ilerlemeyesini çekemeyen” ilan ediliyorsunuz.
Her itiraza “provokasyon”, her muhalif sese “başarımızı çekemeyen” damgası yapıştırılıyor.
Yahu, eleştiri ilerlemek demektir. Yaşadığımız ülkeyi, yönetimi, yanlış gördüklerimizi dile getireceğiz ki daha ileri gidelim.
Kendini dışarıdan bir göz ile değerlendirmek, eksiklerini göremediğin durumları bir başkasının ağzından dinlemek...
Bunları yapınca bir adım daha ileriye gidersin ancak.
Hoş, bu da “sen beni doyur, ben seni doyurayım” sistemi.
Eleştirirsen eleştiriye tahammülü olmayan adam seni gözden çıkarır.
Kazandığın para ve itibara güle güle demek zorunda kalırsın.
O yüzden eski düşüncelerini bir dolaba kilitleyip, kendine yeni bir “kalın ense” karakteri yaratıp güçlünün yanında duracak, güçlüyle birlikte olarak kendi gücüne güç, parana para katacaksın.
Bunu yapamıyorsan da...
Memlekette olan biteni izleyip, hala nasıl yaşayabildiğine şaşacaksın.
Sayelerinde bilim kurgu filmlerindeki mutantlara benzedik.
Görüntüde insanız ama bu kadar vahşiliğin, bu kadar yalanın, bu kadar talanın, bu kadar değerbilmezliğin, bu kadar sömürünün varlığında BİLE hala yaşayabiliyoruz.
Bu çirkinliğin içine çocuk doğurabiliyoruz. (ben bunu yapamıyorum mesela)
Bu çıkar düzeninin içinde bir biçimde hayatta kalabiliyoruz.
Bravo bize.

Yazarın Tüm Yazıları