Paylaş
Aklımın geçirgenliği pek az ve kalın bir kabuk ile kaplanmaya başladığını fark ettim.
Hoyrat, kaba, kara cahil, “efendi”sine biat eden, farklı kültür-din-köken-fikir düşmanı kimi küfürbazlara karşı durabilmek için buna mecburdum.
Biz böyle küfürler duyarak büyümedik. Böyle yetişmedik. Anne babamızdan böylesini görmedik çünkü.
İnternet öncesi hayat bir asır kadar uzak gelmiyor.
Bir gün içinde 100 kez haksız yere küfür yediğim, kaba sözlere maruz kaldığım olmazdı –doğal olarak- zira.
Ne bileyim, belki trafikte, yol vermek istemeyen maganda sinkaf ederdi.
Olmadı sokakta omzuma çarpar, veya işi daha ileri götürür “şehir eşkıyalığı” yapardı...
Bireysel olarak “hırtlık” ile karşılaşmalar üç aşağı beş yukarı böyleydi...
Hırtlığın büyüğü daha ziyade gazetelerde okuduklarımızda, haberlerde gördüklerimizdeydi.
Kadın dövenler, öldürenler, olmayacak iftiralarla olmayacak adamları mahkum edenler...
Medyanın haber saklamadığı, algılarla oynamadığı dönemlerde; daha doğrusu bizim öyle sandığımız dönemlerde...
Şimdi işler daha değişik tabii.
Polisin bir muhabire, bir vatandaşa durduk yere hırtlığını naklen görüyoruz.
Naklen göremeyenler sonraki günler sosyal medya aracılığıyla görüntüleri milyon kez izleyebiliyor.
Taksim’e çıktıkları için iki genci enselerinden hınçla tutan emniyet müdürü, ertesi gün “iktidarın sakınca görmediği” bir Taksim eyleminde eylemcilerle birlikte omuz omuza duruyor.
Bunlara karşı çıkınca da akıl almaz küfürlerle karşılaşıyorsun sosyal medyada...
Bu çifte standardın fotoğrafları ve bunu haklı bulan kitlenin küfürleri elli kez, belki yüz kez çıkıyor karşımıza.
Gözlerimizin önünden silinmezcesine duruyor, internetin belleği keskin çünkü.
Kim ne yaparsa yapsın, istediği kadar mani olsun, bu izler hep duracak...
Hepsi sonsuza kadar hatırlanacak. Bin yıl sonra bile hatırlanacak.
Bugünleri yazmak üzere arşivleri araştıranlar, “Bir zamanlar bir ülkede böylesine yalan, böylesine şahsi menfaat, böylesine kin üzerine kurulan bir hayat söz konusuydu” diye başlayacaklar hikayelerine...
Kör tapınma varsa, sorgulayan akıl da var
Akıl almaz derecede hırtlığa, akıl almaz derecede “akıl tutulması”na, akıl almaz bir yoğunlukta maruz kalıyoruz.
Haliyle kalın bir kabuk edinmek icap ediyor.
Sosyal medyada muhalif kişilere sadece hakaret etmek için parayla tutulmuş güç sevdalılarına ve sorgusuz sualsiz “tapınma” yöntemini seçmiş küfürbazlardan korunmanın tek yolu bu.
Öte yandan toplumun geldiği hali gözlemleme fırsatı veriyor bu vaziyet.
“İnsana tapınmak” ne kadar normalleşmiş, “Sen kazan, ben kazanayım” sistemi ne kadar içimize yerleşmiş, küfür-hakaret nasıl da kimileri için su gibi, ekmek gibi bir ihtiyaç haline gelmiş... Nasıl da tersine dönmüş dünya...
Bakınız mesela geçen gün bu troll’lerin bir numaralı hedeflerinden Levent Üzümcü yazdı, adamın biri “Bu Levent Üzümcü’yü sallandıracaksın Gezi’de yazıyor, diğeri “Böyle yazma, onların seviyelerine inme” diyor...
“Delilik” demiş Üzümcü... Herhalde “tersine dünya”yı şu noktada daha iyi ifade edebilecek bir kelime yok.
“Hakim güç”ün algıyı yönetmekteki, toplumu ayrıştırmaktaki, farklı düşünen kesimleri birbirine “kırdırma” çabasındaki, nefret dilini yaymaktaki çabası sonuç veriyor.
Artık bir nesil değil, birkaç nesil bu nefret söylemleriyle büyüyor.
Manzara vahim ancak şunu akıldan çıkarmamakta fayda var: Kör tapınma varsa, hayatı akıl yolunyla sorgulayan da var bu ülkede.
“Gezi” öyle bir hareket işte; sorgulayan aklın “yeter, orada dur” hareketi.
Paylaş