Kiminle konuşsam aynı cümleyi duydum: “Benim de satacak çok eşyam var aslında...”
İnanın bana herkes, ama herkes aynı cümleyi kurdu.
Almaktan çok, satmak, elden çıkarmak istiyoruz. Alışverişin bir “hastalık” düzeyinde olduğu dünyanın her şehrinde insanlardan benzer cümleleri duyabilirsiniz.
Bu da esasında toplum olarak, hatta küresel çapta bir “alışverişi kesme özlemi” olduğunu gösteriyor.
Bu işe girişmeden önce pek çok soru soruyor insan kendine: Vaktini harcayacağına değer mi? Enerjine, emeğine değer mi? “Kardeşim senin mesleğin bu değil, sen ürün satabilir misin ki?” “
“Yapsam mı, yapmasam mı” ile geçen birkaç günün sonunda gözümü kararttım ve evdeki eşyaları ayıklamaya başladım.
Amaç neydi? Evimde, dolabımda, gardırobumda senelerdir kullanmadığım ama yeni kalmış ne varsa elden çıkarmak.
Bir süredir pek çoğumuzun sahip olduğu his: Arafta olmak.
Yaşadığın yerin sınırlayıcı koşullarına bu kadar hızlı adapte olmak garip değil mi?
Daha özgürlükçü, daha barışçıl; daha iyi koşullar, herkese iyi yaşam sunan bir çevrede yaşayamayacağımızı, ancak kendi küçük dünyalarımızı arzu ettiğimiz biçimde tasarlayabileceğimizi kabullenmiş gibiyiz.
Ülkenin bir tarafında neredeyse iç savaş varken, batısında tarif edilemeyecek bir sessizlik.
Bir tarafta acı, bir tarafta sanki ameliyattan önce uyuşturucu iğne yapılmış gibi bir umursamazlık, neşe hali.
Son derece baskıcı koşullar içindeyken, sanki dünyanın en özgür ülkesindeymişçesine iş yapmaya çalışmak...
İşte bunlar, insanı fikren ve ruhen, hatta bedenen yoran konular.
Peki nasıl yapılıyor bu programlar?
Katılanlar bir kast ajansından seçilen oyuncular mı yoksa gerçek insanlar mı?
Kavgalara ne sebep oluyor? Durduk yere çileden çıkanlar, duygusal patlamalar yaşayanlar, sinir krizleri...
Nedir işin perde arkası?
Adı üzerinde Reality Show.
Yani senaryosu yazılmış programlar değil hiçbiri, programların maksadı, kişiler arasında gerçekleşen iletişimden “ekmek” çıkarmak.
Bu da ne demek?
Aziz Sancar çok basitçe açıklamış: “Sigara, içindeki kimyasal maddelerle DNA’yı tahrip ediyor. Bu da kanser yapıyor. Benim çalıştığım DNA onarım mekanizması, sigara dumanının yaptığı tahribatı tamir ediyor. Durmadan sigara içerseniz, buna DNA onarım mekanizması yetişemiyor. Dolayısıyla, kanser oluşuyor. Sigara içmezseniz zaten öldürücü kanserin yüzde otuzu kaybolur.”
Vaziyet böyle ama yine de elimizden düşürmüyoruz.
Bırakıyoruz, yine başlıyoruz. “Seviyorum ne yapayım” diyoruz. Bahane çok.
Hiç içmeyenler, denemeyenler veya bırakanlar hem akıllı, hem de şanslı.
Bir türlü sigarayı bırakamamak” ise başka bir meseleye işaret ediyor esasında...
Konu nikotin bağımlılığı değil. Zira her türlü bağımlılığın bir tedavisi var.
İçenler için, sigaranın psikolojik bir fonksiyonu var.
O dönemden kafama kazınan bir cümle var. Köşe komşum Yonca’dan...
Bir gün koşmak üzerine konuşurken, çat diye söyleyiverdi:
“Melike, ben hasta olmuyorum biliyor musun?”
İnanamadım. Onun iyimserliğine verdim bu sözlerini.
Bir insan nasıl hasta olmazdı ki? Öyle bir dünya yoktu ki?
Ama Yonca, nezle bile olmuyordu.
O vakitler “Biraz sabredersen uzun vadeli etkilerini göreceksin” dedi ama o zamanlar, yani 2 yıl önce, ne manasızca aldığım kiloları verebileceğime inanıyordum, ne de bambaşka bir insana dönüşebileceğimi.
Birbirimize karşı hoyrat davranmaktan ciğerimizin solduğu, “incitici söylem” konusunda kara kuşak sahibi olan bir ülkenin insanları olarak, her yönden gelen çarpık görüşlerin varlığına alışığız.
Görüşlerinden ötürü Twitter’da “Sen de gebereceksin”, “Bu ülkeden defolacaksın” tehditleri alan insanların işlerini yapmaya çalıştığı bir ülkede, Trump’ın düşünce mekanizmasını kullanarak hayatını geçiren çok.
Neredeyse “Biz alışığız” diyeceğiz.
Kendi gibi olmayana yaşam hakkı bile tanımak istemeyen, etnik kökeni bir küçümseme ifadesi olarak kullanabilen, birbirine isim bile takabilen bir kültürün evlatları olarak böyle deli saçması sözlere dünyanın geri kalanından daha az şaşırıyoruz ancak...
Söz deli saçması olsa bile, geldiği kaynak tüm dünyada bilinen bir figür, kariyer sahibi, varlıklı, şöhretli bir adam olduğunda şaşırtıyor insanları esas.
Hani kendi çocuğu yeğeninden az ilgi görüyor diye zavallı çocuğun yüzüne kezzap atarak hayatını karartan “yüksek kariyerli” adama da şaşırdık ya...
Ben daha çok fotoğraf ve bol bol video sahibi olmak isterdim.
Fotoğraf az, video ise hiç yok. Annesi babası fotoğraf meraklısı insanlar dışında çocukluğundan milyonlarca fotoğrafı olan pek yoktur bizim jenerasyonda. Herkesin sadece bir adet bebeklik albümü vardır, o kadar...
Bir de şimdiyi düşünsenize...
Neredeyse bebeklerin doğdukları andan itibaren yaşadıkları her dakikaya ait fotoğraf ve videoları var.
Bizimse en güzel anlarımız bilinçaltına gömüldü...
Konu bebekler olunca elimizden akıllı telefon düşmüyor ama bunu esasında kendimiz için de yapmamız lazım.
Geçen günlerden birinde bir anne baba ziyaretim esnasında, birden konu nasıl tanıştıklarına, nasıl evlendiklerine geldi.
Bunu herhalde bizim aksimiz için söylemiş olmalı. Hem bir topluluk içinde yaşamak hem de birbirinden bu kadar rahatsız olmak niyedir sevgili sosyal kelebek Habitus okuru? Üstelik bunu sokakta rastgele çarpışan, birbirlerini tanımayan insanlar için söylemiyorum. Birbirlerini iyi tanıyan, bilen, aynı sosyal ortamın insanlardan bahsediyorum.
Sokak hallerimiz zaten malumunuz. Arabadan inip birbirimizi dövecek vaziyetteyiz. Niye? “Çünkü sinyal verip önüme doğru direksiyon kırdı.”
İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden ötürü birbirimizin boğazına sarılacak durumdayız. Herhalde bizi uçağa bindirseler, paraşütü takıp ıssız bir adanın üzerindeyken popomuzdan ittirmek suretiyle uçaktan atsalar ve biz o adada tek başımıza yaşasak daha memnun oluruz.
En azından “atar” yapacak, sözle saldıracak, kabalık yapacak insan olmaz etrafımızda.
İlginç milletiz vesselam. Hem insanlar arasında olmaktan hoşlanıyor hem de o insanlar arasında yabaniler gibi davranıyoruz. Sadece sokakta birbirlerini tanımayanlarda değil, aynı mekanı, arkadaş grubunu paylaşan insanlarda da var yabaniliğin bir acayip türü.
Nasıl mı?
Mesela bir davettesiniz diyelim.
* Davet demek “soğuk savaş” demektir esasında. Şöyle iki kadeh bir şey içelim, dostlarla sohbet edelim, güzel zaman geçirelim demez kimse, bildiğiniz soğuk savaş için gidilir.