Melike Karakartal

“Alacakaranlık Kuşağı” gibi hayat

5 Ocak 2016
Geçmişe nazaran daha şanslı mıyız yoksa şanssız mıyız, emin değilim.

Enformasyon bombardımanı ve sosyal medya araçları bizi eskisinden farklı insanlara dönüştürüyor, bu çok açık.
Şanslı olduğumuz konu, sosyal medyanın insanları daha iyi tanımamıza olanak vermesi.
90’larda yaşadığınızı düşünün.
Yeni bir arkadaş edindiniz.
Onu tanımak istiyorsunuz fakat bunun için sadece bir seçeneğiniz var: Ancak uzun zaman birlikte vakit geçirmeniz kaidesiyle yeni arkadaşınızın alışkanlıklarını, tepkilerini, aklından geçenleri öğrenebilirsiniz.
Bir de bugünü düşünsenize: Herkes gönüllü olarak hayatını sosyal medya aracılığıyla gözümüzün önüne seriyor.
Paylaşım dozu ve yorumlarından karşınızda arkadaşlık kurabileceğiniz bir insan durup durmadığını şak diye anlayıveriyorsunuz.

Yazının Devamını Oku

Şark kurnazlarına diyanet fetvası

4 Ocak 2016
Memlekette cinsellik bir tabu.

Kültürel ve dini sebeplerden ötürü cinsellik “İnsanoğlunun devamı için gerekli bir eylem”den çok ötede bir yerde.
Kadının odağa yerleştirildiği, yine kadından yola çıkılarak “namus”, “ahlak”, “edep” gibi kelimeler olmadan tarif edilemeyen bir kavram.
Konu cinsellik olduğunda namus, ahlak, edep gibi kelimeler erkeği ilgilendirmiyor.
Erkek rahat, kadının vaziyeti çok başka.
Bir kadının ağzı salyalı erkek kültürü tarafından en aşağılık kelimelerle damgalanması için cinsellik konusunda kendini erkekle eşit görmesi bile gerekmiyor. Sadece “Başında bir erkek olmaması” yeterli.
Yalnız olması yeterli. Sokakta yalnız yürümesi yeterli.
Veya başına gelen tacizi anlatması yeterli. Veya günümüz siyasi koşullarında Twitter’da muhalif bir Tweet atması yeterli...

Yazının Devamını Oku

Bu sene uzak olsunlar (2)

1 Ocak 2016
Hayatı ti’ye alanlar, her şeyi ama her şeyi şakaya vuranlar: Başa gelen kötü olaylarla, kayıplarla başa çıkmanın yolu mizah, bakın bu doğru

Güleceksiniz, kahkaha atacaksınız, hayatı biraz hafif yaşayacaksınız ki hem kötülükle hem de acıyla başa çıkasınız.
Biraz güç kazanasınız.
Fakat öyleleri var ki arkadaş, kendi ayarsızlığını, kendini bilmezliğini “hayatı ti’ye alıyorum” kılıfına sokarak yaşıyor. Yalan söylüyor, “Ama ben hayatı ti’ye alıyorum”...
Verdiği sözleri unutuyor, “Aman ben hayatı ti’ye alıyorum”...
Nasıl işine gelirse öyle yaşıyor, “Ama ben hayatı ti’ye alıyorum”...
Şark kurnazlığı yapıyor, “Ama ben hayatı ti’ye alıyorum”...
Vay arkadaş, ne kullanışlı bir işmiş böyle, hayati ti’ye almak... Sorumluluktan kaçacağın zaman yapıştır gitsin: “Ama ben hayatı ti’ye alıyorum.”

Yazının Devamını Oku

Bu sene uzak olsunlar

31 Aralık 2015
Yeni yılın ilk günü.

Genellikle “yeni başlangıçlar” yapmaya pek müsait görünür, temiz bir sayfa açmış gibi gelir ancak eski alışkanlıklar aynen devam eder değişen takvimle birlikte.
Peki bunları engellemek için ne yapacağız?
Öncelikle etrafımıza bakacağız. Etrafımıza bakacağız ve kimlerden zarar görüyoruz, onları ayıklayacağız.
Hani hep “İfinim, tatmini, mutluluğu kendinizde arayınız” diyorlar ya, hayır.
İnsanın gözü en çok neyi görüyorsa, neye sürekli maruz kalıyorsa, o koşullara göre şekilleniyor. Uzun vadede birlikte aynı ortamı veya hayatı paylaştığımız insanlara dönüşüyoruz. Bunu hem özel hayatınız hem de iş hayatınız için düşünebilirsiniz. Öncelikle “insan tüketen” tür iki ayaklıları belirlemek gerek. Kim mi onlar?

Kendini anlatmaktan dili damağı kuruyanlar

Mesela karşılıklı bir diyalog içindesiniz diyelim.

Yazının Devamını Oku

İyi hisleri tazeleme zamanı

30 Aralık 2015
Yılın son günü muhasebe günüdür...

Nerede hatalar yaptık, nerede hedefi 12’den vurduk...
Benim için ne istediğimi öğrendiğim, kendimi kandırmayı bıraktığım bir seneydi 2015.
Hayatımın bir evresi bitti, yeni bir döneme girdim.
Bilmiyorum geçen senelerle birlikte “yaşlanıyoruz” hissiyatı yaşayanlardan mısınız...
30 yaşıma kadar ben öyleydim.
Sonra yavaş yavaş anladım vaziyeti.
Meğer yaşlanmanın, yaş almanın korkulacak bir tarafı yokmuş.

Yazının Devamını Oku

Yeni yıldan bunları dilerim

28 Aralık 2015
* Epeydir evde televizyon yok. Daha doğrusu bir sağlayıcı platform veya uydu servisi yok. Dolayısıyla televizyon dünyasına maruz kalmayalı, kanepede oturup saatlerce “kafa boşaltma” adına elimde kumanda kanallar arası zap yapmayalı çok oluyor.

Reklamlarda, dizilerde, yarışmalarda, reality show’larda olan bitene uzağım. Eksiklik hissediyor muyum? Asla. Peki yerinde ne var? Bol bol müzik dinlemek. Kitap okumak. Filmleri, dizileri kendi zamanımı ayarlayarak izleyebilmek. Daha çok gazete ve yayın okumak... İnternette daha çok keşif... Hayatımı değiştirecek bilgiler edineceğim, mücevher gibi siteler bulmak...Haberler mi? Doğru kaynakları takip ettiğinizde Twitter’ı her açışınız “akşam bülteni” tadında. Bir yıldır durum böyle. Televizyonsuzluk eksiklik değil. Bilakis, öyle güzel ki. Tavsiye ederim. 

* Size de televizyonsuz bir yıl dilerim.Kendimizi maruz bıraktığımız çirkinliğin haddi hesabı yok. Çirkin şehirler, çirkin binalar, “modern” kelimesi etrafında toplanmış, yarım yamalak, dayanağı olmayan bir estetik anlayışı... Üstelik bu işin sadece kabuğu. Sadece görüntüde değil, ruhu çirkin, kalbi çirkin, çocukların ölümüne bile his beslemeyecek “kafalar” tarafından çevrilmiş vaziyetteyiz. “İnsanı çevresi şekillendirir” denir ya, doğru. Neye bakarsak ona dönüşüyoruz. Yeni yılda güzelliğe bakmanızı dilerim. Doğada daha çok vakit geçirmeye, değerli zamanınızı güzel insanlara ayırmaya, sanat tarihine dalmaya, güzel eserleri seyretmeye, insanın kalbini acıtacak kadar güzel bir manzara karşısında büyülenmeye... Aklımızı, bedenimizi ruhumuzu bunlarla doldurmaya ihtiyacımız var.

* Öte yandan öğrenmemiz gerekenler de var elbette. İnternette veya gerçek hayatta içindeki kapkara kini, nefreti, çirkinliği kusanları görmezden gelmek mesela... Vaktinizi çalan, yalan söyleyen, utanma duygusu olmayan, laftan anlamayan kendini bilmezleri hayatlarımızdan uzak tutmak mesela...Bunları da öğrenebilmeyi dilerim. 

* İnsanların vicdansızlığına, vurdumduymazlığına, acı karşısındaki hissizliklerine mi şaşırıyorsunuz? Her gün “Bu kadar da olmaz?” mı diyorsunuz? İnsanlık, her dönemde böyle. Bunu önce “tarih” diye öğreniyoruz. Geçmişte yapılan haksızlıkların acısını çekiyoruz. Sonra bir bakıyoruz ki, “geçmiş” dediğimiz şey geçmemiş aslında. Haksızlık, adaletsizlik ortadan hiç kaybolmamış. Ayrımcılık hiç bitmemiş. Sabit fikirlilik hiç değişmemiş. Sadece geçmişte güçlü olanın elinden, bugünkü güçlüye geçmiş. Sıra bize gelmiş, yaşadığımız çağda şahit olduklarımızın acısını çekmeye gelmiş... Ne yazık ki insan dediğimiz varlık hiç akıllanmıyor. En becerikli olduğu konu ders almamak ve acıları tekrarlamak.Muhakkak izlemeniz gereken bir belgesel var. 2009 tarihli, büyükanne ve dedelerimizin hatıraları kadar yakın bir dönemi, bütün dünyanın kendine toptan yazık ettiği ikinci büyük savaşı özetliyor. İzledikçe görüyorsunuz ki, tarihten ders almayanlar, tarihi bilmeyenler, okumayı, öğrenmeyi çok gerekli görmeyenler, sadece belirli tip eğitimi takıntı haline getirerek tarihi, bilimi arka plana itenler, geçmişte olanların aynısını tekrarlıyor. Milyonları peşinden sürükleyen güçlü insanları, korkunç uygulamalarını... O zamanlar yasal olan icraatlarının, zamanla nasıl insanlık suçu kategorisine dönüştüğünü izliyorsunuz. Ve görüyorsunuz ki, hem dünya kimseye kalmıyor ve uzun vadede evrensel doğrular alt edilemiyor. Gerçek olmayan değerler, yalan, kara propaganda, insan manipülasyonu üzerine inşa edilen ne varsa çöküyor. Belgeselin bölümleri Youtube’da var. “World War II in Color” olarak aramanız yeterli.Belki de en büyük yeni yıl dileğimiz bu olmalı: İnsanların geçmişten ders alması...

Yazının Devamını Oku

Anneler kariyer yapmasın mı?

24 Aralık 2015
Cem Davran önceki gün “Çocuğu anne büyütür. Bırakın şu kariyer de yaparım triplerini” dedi ve sosyal medyada gümbürtü koptu.

Cem Davran önceki gün “Çocuğu anne büyütür. Bırakın şu kariyer de yaparım triplerini” dedi ve sosyal medyada gümbürtü koptu.
Öncelikle, Davran’ın son derece “sosyal medya linçine” açık bir cümle kurduğunu kabul etmek lazım.
Başka türlü yazsaydı düşüncelerini, bu kadar tepki çekmeyeceği aşikar.
Gün içinde, insanların çalıştığı ve çocuklarını ellerine bıraktıkları bakıcıların sokakta çocuk gezdirdiği zamanlarda hiç denk geldiniz mi bilmem.
Gelmemenizi dilerim.
O bakıcıların umursamazlığını, o annelerin pamuklara sardığı çocuklara nasıl davrandıklarını işitmemenizi dilerim. Kahrolursunuz.
Elbette her bakıcıyı aynı kefeye koymak doğru değil.

Yazının Devamını Oku

En sevdiği kelime: Ölüm!

22 Aralık 2015
Türkiye sınırları içinde yaşayan bir garip canlı türü var. Her gün birilerine “geber” demezse rahat edemeyen, sosyal medya aracılığıyla nefret kusan yaratıklar bunlar.

Kendininkinden başka dine inanan veya hiçbir dine mensup olmayan kim varsa ölsün istiyor.Kendininkinden başka bir ırktan veya etnik kökenden geliyorsa ölsün istiyor.Karşısında duran adam Türk değilse, “yabancı” ise, köken olarak başka bir millete mensupsa ama kendini “buralı” olarak görüyorsa, onu da kabul etmiyor, ölsün istiyor.Yanında durduğu, desteklediği siyasetçiyi eleştiren kim varsa ölsün istiyor.Kendininkine benzemeyen hayat yaşayan kim varsa ölsün istiyor. Hayata başka bir pencereden bakan kim varsa ölsün istiyor.Kendi gibi düşünmüyorsa ölsün istiyor.Kendi kafasında oluşturduğu “namuslu kadın” görüntüsüne uygun giyinmeyen kadınlar ölsün istiyor.Bu garip canlı türü, kendine benzemeyen, kendine benzetemediği kim varsa ölsün istiyor.Kendi gibi olmayan herkesin ölmesi gerektiğine yürekten inanıyor.En sevdiği kelime, “ölüm.” Günde birkaç kez bu kelimeyi kullanmazsa rahat edemiyor.Sosyal medyada ağzından tükürükler saçarak kendine Azrail rolü biçiyor.Yılbaşı için ağaç kurmak bile yeterli bu garip canlı türlerine göre ölmeyi hak etmek için.Biz de bu garip canlı türlerinin içinde ölmemeye veya delirmemeye çalışmaya “hayat” diyoruz.

 

Yollar belediyelere mi ait


İstanbul Büyükşehir Belediyesi Bağdat Caddesi’nin tüm şeritlerine yol boyunca dev puntolarla İBB yazmış.İnsan önce önemli bir trafik uyarısı zannediyor yola yazılmış bu dev harfleri. Yeni bir uygulama başladı da sadece sağa döneceklerin takip etmesi gereken şeridi belirten veya otobüs şeridini işaret eden bir uyarı yerleştirildi sanıyorsunuz önce fakat konunun trafik kurallarıyla ilgisi yok. İBB, yollara ismini kazımış sadece.Verilen hizmetin altını çizmeyi arzu edebilir büyükşehir belediyesi, hakkıdır ancak birincisi, bu iş ağaç gövdesine sevgili ismi kazır gibi yola isim yazarak mı yapılmalıdır?Bir diğer konu: Bu yollar vatandaşın vergileriyle yapılıyor.Dolayısıyla, belediyelerin yolları sahiplenmesi doğru değil.Dahası, araçların yolları, belediyenin reklam panosu değil, olamaz.Yollarda, ancak yaya ve araçlar için elzem işaret ve uyarılar bulunur.İBB’nin yaptığı dijital dünyanın “watermarking” meselesi gibi olmuş.Hani dijital işlerde, fotoğraflarda, telif haklarının korunması amacıyla görsellere, işin sahibini belirten bir gösterge yerleştirilir...Mesela Hürriyet’e ait bir fotoğrafın anonim bir biçimde yayılmaması veya başkaları tarafından sahiplenilmemesi için görselin içine yarı transparan Hürriyet logosu yedirilmesi gibi...Büyükşehir’in yaptığı da “watermarking” sayılır. Çok teşekkür ederiz yol yaptığınız ve hizmetleriniz için ancak o yolları vergilerimizle bizler, vatandaşlar finanse ediyoruz.Ha, şeritlere illa bir şey yazmak gerekiyorsa, gönül rahatlığıyla dev puntolarla Ahmet, Mehmet, Ayşe, Melike, Can, Arzu, Zeynep, Ali gibi isimler yazabilirsiniz.

Yazının Devamını Oku