Melike Karakartal

Bir sinir atma yöntemi olarak futbol

18 Mayıs 2012
Kadıköy’de oturanlar bilir, maç günleri sokağa çıkılmaz.

Maç günü evlere kapanan binlerce insan yaşar bu ilçede.
Çünkü insanın başına ne geleceği belli olmaz.
Bu ilçenin sakinleri, kaza kurşunu yemek, holiganların arasında kalıp taciz edilmek veya içinde bulundukları aracın yine holiganlar tarafından sarsıldığı anları yaşamak istemezler.
Evlerine kapanırlar, camları ve perdeleri sıkı sıkı örterler ve evlerinin pencerelerden en uzak yerine sığınarak maç tantanasının dinmesini beklerler. Bazen, “evin kuytu noktasında beklemek” gibi önlemler abartılı bulunur.
Fakat son yaşadığımız derbi gününü göz önüne alacak olursak, böyle kritik günlerde “savaş koşulları” yaşayacağımızı, hayati tehlike geçene kadar da bu koşulların geçerli olacağını kabul etmiş bulunuyoruz.
Öneriyorum; valilik, belediye bu semtin girişine “Maç günleri sokağa çıkmayınız, çocuğunuz zarar görebilir, kendinizi ve ailenizi hayati tehlikelerden korumak istiyorsanız, stattan ve stat çevresindeki 1 kilometrelik alandan uzak durunuz” uyarısı assın. Zira başınıza bir hâl gelirse, bunun bir telafisi yok.
Başına bir hâl gelmemiş şanslıların “vah vah” demesinden veya televizyonda “ibretlik görüntü” olarak yer almaktan başka bir şeye yaramaz başınıza gelenler. Kimsenin aldığı bir ders olmaz, her defasında aynı sahneler tekrarlanır.

Yazının Devamını Oku

Mikelanj etkisi

17 Mayıs 2012
Karşı cinste, kendinizde olmayan özellikleri mi ararsınız, yoksa size benzeyen özellikleri olan insanları mı seçersiniz?

Tercihlerinizi gözden geçirin. Uzun süre ilişki kurduğunuz insanların, size fazlasıyla benzediğini göreceksiniz. Bir anne ile çocuğun ilişkisinden, uzun seneler birlikte yaşayan çiftlere kadar tüm uzun vadeli mutlu ilişkilerde görürsünüz bu benzeşmeyi...
Yaşlı ve mutlu çiftlerin birbirine benzediğini fark etmişsinizdir. Fark etmeden birbirlerinin jest ve mimiklerini taklit ederler. İlişkileri karşılıklı güven ve sevgiye dayanan çiftler, ilerleyen yıllarla birlikte birbirlerinin mükemmel taklitçilerine dönüşürler.
Bir başka deyişle, çiftler, karşılıklı olarak birbirlerini yontarak, yıllar geçtikçe birbirlerini kopyası iki insan haline geliyorlar. Olaylara verdikleri tepkiler, mimiklerini, oturmaları kalkmaları birbirlerine benziyor. Mimikleriniz aynılaştığı için, yüz ifadesi de “ikizleşiyor”... İşte buna psikolojide “Mikelanj etkisi” diyorlar sevgili hayatının aşkını arayan Habitus okuru.
Bu “Mikelanj etkisi”ni yaşayanlar yeni tanıyan insanların içine girdikleri zaman “Eşiniz mi?” sorusundan önce “Kardeş misiniz?” sorusunu alırlar ve bu benzerlikten ötürü, memnun olurlar... (“Mikelanj etkisi” ile ilgili en bilinen örnekler olarak Bülent- Rahşan Ecevit, Süleyman ve Nazmiye Demirel olarak verilebilir.) Genç çiftlerde aynı durum söz konusu değil tabii. Güzel bir kadın kocası yanındayken “beyefendi kardeşiniz mi?” sorusunu sorduğunuzda kafanıza çantayı yiyebilirsiniz. O nedenle “Mikelanj etkisi”ni “kendine görünüm olarak benzeyen insanı eş olarak seçmiş insan” ile karıştırmamak lazım. Bu konuyla ilgili olarak da, sizi bir sonraki kutumuza alalım...

Arda-Sinem benzerliği

Birbirine ikiz kadar benzeyen çiftler, henüz birbirlerinin jest ve mimiklerini kopyalamaya fırsat bulamamış ama birbirine ikiz kadar benzeyen çiftlerin durumunu nasıl açıklayacağız?
Mesela Arda Turan ve Sinem Kobal... Buğra Gülsoy ile Burcu Kara... Gisele Bündchen ve Tom Brady... Richard Burton ve Elizabeth Taylor...

Yazının Devamını Oku

Anneler Günü’nden kalanlar

15 Mayıs 2012
Özel günlerde artık aklımıza o özel günlere sebep olan hisler değil, “hediye” kelimesi geliyor, malum...

Görünen o ki, Anneler Günü’nü de “pırlanta ve küçük ev aleti alma günü”ne dönüştürmeyi başardık...
Pazar günü, alışveriş merkezlerinden internete, sokaklardan televizyona, gazetelere kafamızı nereye çevirsek birileri bize annemize hediye alıp almadığımızı sorguladı.
Sen ne yaptın bilmem ama ben şu hediye işini bir kenara koydum...
Annemin yanına koşup o hiç değişmeyen kokusunu içime çektim, öpücükler kondurdum...
Tatlı duyguları, çocukluğumu, annemle yapışık geçirdiğim o güzel yıllarımı hatırladım...
Bilirsiniz, senelerin bize annemizle ilgili olarak öğrettiği bir tane önemli konu vardır: Anneler, her koşulda haklıdır.
Söyledikleri her şey doğrudur, o anda doğru olmasa bile hayat, onun sözlerini doğru çıkaracak şekilde biçimlenir.

Yazının Devamını Oku

Bedenin dili var, konuşuyor

11 Mayıs 2012
Üniversiteden yeni mezunsun. Ya da iş arıyorsun, yeni şirketlerle görüşmeye gidiyorsun... Veya kalabalık bir mekandasın...

Elini cebine soksan bir türlü, kadeh tutsan bir türlü, elini nereye koyacağını bilemiyorsun. Toplum içinde duruşunun, bakışının, hareketlerinin insanlara nasıl bir mesaj verdiğini biliyor musun sevgili antisosyal Habitus okuru?
Bilgisayar başında otura otura paslandın, ayağa kalkınca şaşırma. Bugün biraz beden dili konuşalım da, unuttuklarını hatırla...
Sadece “toplum içinde duruş” değil mesele. Doğru iletişim kurmak, kavga etmeden, haykırmadan tartışmak da var işin içinde...
Malum, tartışmadan anladığımız birbirimizin sözünü kesmek... Bir açmazı ortadan kaldırmak, farklı fikirleri buluşturmak için ihtiyacımız olan biraz “gözlem” halbuki. İsterseniz leb demeden leblebiyi anlamak deyin, isterseniz empati... İletişim kurarken “antenleri açmak” şart...
Mesela karşınızdaki kişi ile hararetli bir konuşma halindesiniz... Eğer eliyle ağzını kapatıyorsa, bu, içinde söylemediği birtakım meseleler biriktirdiğinin işaretidir.
Sözleriniz karşısında dudaklarını büzüyorsa, sözleriniz içinde katılmadığı noktalar vardır, ona derhal “Evet seni dinliyorum canım” deyiniz.
Konuştuğunuz kişinin yüzünde müstehzi bir ifade varsa, “He canım, he. Dinli-yorum” mimikleri yapabilir.

Yazının Devamını Oku

Kafelerden insan manzaraları

10 Mayıs 2012
Havalar güzel, kışın evlere kapanan ve “Ev gibisi yokkk kanepede battaniye ve çay keyfi” tweet’leri yazanların “Hava miss, Bebek’te blush keyfiii” vakti geldi.

İngiliz bilim adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre kafelerde kitap okuyormuş gibi yapıp etrafı kesenlerin oranı kışla karşılaştırıldığında yüzde 200 artıyormuş...
Buyurunuz, baharla birlikte ortaya çıkan “güzel hava insanları”...
Tek tüfek’ler Eğer bir kadın tek başına bir kafede oturuyorsa, güneş gözlüksüz olmaz. Güneş gözlüğü, tek başına olmanın verdiği kendine güvensizliği, “hiç arkadaşı, sevgilisi yok herhalde, kalmış yalnız başına, yazıık” bakışlarını engeller. Akşam da olsa, yağmur da yağsa o gözlüğü gözünden çıkarmaz. Çünkü o güneş gözlüğü, etrafındaki insanlarla arasına mesafe koymasını sağlar. Her ne kadar vücuduyla “tek başımayım ama çok meşgul-havalı bir insanım” mesajı verse de, güneş gözlüğünü çıkardığında tüm o havası söner. Çünkü gözleri “ehe ehe tek başımayım ben ehe ehe, acaba hakkımda ne düşünüyorsunuz sevgili hiç tanımadığım insanlar ehe ehe, lütfen beni eleştirmeyin ve acımayın” diye bakar.
Hâl böyle olunca telefonla ilgilenmek iyi bir izlenim verdiğini hissettirmez “tek tüfek”e. Çok meşgul görünmesi lazımdır. Telefonu kurcaladığında karşısındakine “oyalanıyor, vah vaah” hissi verdiğini düşünür. Muhakkak ama muhakkak önünde bir tablet bilgisayar, o da olmadı en kötü ihtimal bir kitap olmalıdır. Fakat sorun, o kitabın son paragrafını başa dönüp dönüp okumaktadır. Antenleri gelen gidene, etrafında oturan insanlara odaklanmıştır çünkü, konuşmalara kulak misafiri olmaktan ve yeni gelen insanları incelemekten önündeki kitapta yazanları bir türlü algılayamaz.
Akşamları gözleri çok ağrır “tek tüfek”in... Saatler boyunca önündeki kitabı okuyormuş gibi yapmış, kafasını oynatmadan, güneş gözlüğüyle örttüğü gözlerini döndürerek insanları incelemiştir.
Kız grupları Eğer bir kafede kız grubu varsa, orada neşe vardır. Neşeleri ve gürültüleriyle, çevrelerindeki “çift” masalara gerginlik verirler. Çevredeki tüm çiftlerin erkek olanları, kız arkadaşları tarafından kız grubuna sırtı gelecek şekilde oturtulmuşlardır.
Çiftlerin oturduğu masalardaki tüm kızlar, varsa eğer yüzüklerini kız grubunun iyice görebileceği şekilde masanın üstünde tutar. İmkan bulsa, elinde bir polis feneri olsa, önce bekar kıza, sonra elindeki yüzüğe tutmak ister. Bunu yapamadığı için o yüzüklü el hep havadadır, yüzdedir, göz önündedir...

Yazının Devamını Oku

Çok sıkıldım!

9 Mayıs 2012
İnsanlara “bu” diye hitap edenlerden: Kimi siyasetçilerin de sıklıkla kullandığı bu hitap biçmi, insanda bir kan çekilmesi, bir yabancılaşma, adeta hayatın anlamını sorgulama duygusu yaratır.

Be arkadaş. Masadan mı bahsediyorsuuun, iskemleden miii, yoksa bir canlıdan mı? Bilelim.
Cümlelere “Yaani, tpikide” kalıbıyla başlayanlardan: Günlük diyaloglar içinde en çok karşılaştığımız ifadelere bir yenisi eklendi, müjdeler olsun. Bundan böyle eşle, dostla, arkadaşlarınızla konuşurken kullandığınız “İnnnanılmaz”, “aaaynen” ve “bi’ tık daha” gibi ifadelere, “tabii ki de” kelime grubunu ekleyebilir, tatlılığınıza tatlılık katabilirsiniz. Bundan sonra birisi size bir soru sorduğunda, kendinizi biraz sıkışmış, biraz stresli hissederseniz, cümlenize “TPİKİDE” diyerek başlayabilirsiniz. Hemen bu konuyu bir örnekle pekiştirelim: Mesela bankadan bir takım evrakları almak konusunda gecikmiş Zeynep’e “Zeynep’ciğim, bankaya uğramanı söylemiştim, uğrayabildin mi?” diye bir soru soralım:
Zeynep, eğer “tabii ki de” kalıbını yeterince hayatına soktuysa, size “Yaani TPİKİDE uğradım ama öğle tatiliydi, tekrar gideceğim” gibi bir cümle kuracaktır.
“Hanfendüeee” kelimesinden: İkinci “bayan” sendromu desek yeridir. ?imdi efendim, şöyle anlatayım. Birtakım erkekler, tanımadıkları kadınlarla iletişim kurarken bu hitap şeklinin son derece uygun olduğunu düşünmekteler. Mesela paranızın üstünü unutursunuz, bakkal arkanızdan “hanfendüüüeee” diye avaz avaz bağırır. Kebapçıya gidersiniz, burammm buram ter kokarak siparişinizi almaya gelen servis elemanı “Hanfendüüee siz ne alırdınız?” diye sorar. Kalabalık bir yerde alışveriş yaparken kasiyer “Fiş mi fatura mı?” diye sorduğunda, eğer duymazsanız, sorusunu “Hanfendüeeeeeöö, fiş mi fatura mı?” diye tekrarlar. Tabii bunu “şşş-huooop-alooo” tonuyla söylediği için insanda bir cevap vermeme, bir terslenme arzusu yaratır. Zannedersin ki sen direksiyon başındasın ve bir hafriyat kamyonunu inşaat alanına geri geri sokmaya çalışıyorsun, o da sana “Gel gel. Sağ sağ sağ. Fiyuvvt, huooop!” diye bağırarak yardım ediyor.
Madem hâl böyle, biz de “?ş, huoop” tonuyla “Hanfendüee” diye hitap eden erkeklere aynı şekilde cevap verelim. Eğer ufukta, gözlerini yarım açmış bir şekilde “Hanfendüüeeö” diye bağıran bir adam görürsek, ona “Beyfendüeeeööğ” diye hitap edelim.
Tabii bu noktada “Bre Habitus, hanımefendi de demeyeceksek, nasıl hitap edelim kadınlara?” dediğinizi duyar gibiyim. Hiç şüphesiz “kadııın kadıın”, “esküzmi” ya da “genç bayan”, “küçük hanım” diye seslenilmesini istemeyiz lakin “hanımefendi” diyecekseniz de, bunu inşaat alanına hafriyat kamyonunu geri geri sokmaya çalışan şoföre yardım eden adam tonu ile söylemeyiniz, çok rica ediyorum.
Elektronik aletlere bağımlı yaşamaktan: Efendim, dün henüz bir senesi dolmamış bilgisayarımın üzerine kahve dökmek suretiyle kendisini hurdaya çıkardım. Tamir bile edilemiyor, size o kadar söyleyeyim. Dün siz beni bu sayfalarda arar, “Neredesin, Habitus?” diye sorarken benim teknik serviste ciğerim yanıyordu. ?u noktada “Bugün back-up’ını aldın mı?” diye sormak isterim sana sevgili dikkatsiz Habitus okuru. İnsan ancak elindekini kaybedince elektronik cihazlara bağımlı yaşadığını idrak edebiliyor. Üç saniyede tüm çalışmalarınız çöp oluveriyor. ?imdi müsaadenizle kaybolan verilerim için yas tutacağım.

Yazının Devamını Oku

Egzersiz ilaçtır (2)

5 Mayıs 2012
Dün hareketsizliğin bize neye mâl olduğunu konuştuk. Bugün de ne yapmamız gerektiğine, hayatımızın içine hareketi nasıl katabileceğimize bakalım sevgili bakkala bile giderken otomobile binen üşengeç Habitus okuru.

Hafta sonu kahvaltını yaptın. Kahveni içiyor ve göbeğini sıvazlayarak gazete okuyorsan, sana gazeteni okuman ve kahveni bitirmen için yarım saat daha veriyorum. İşin bitince eşofmanlarını ve spor ayakkabılarını giyecek, sokağa çıkacaksın. Yok evde yapılacak işler var, yok televizyon izleyeceğim, yok gezmeye çıkacaktık, yok sevgilimle buluşacağım, ben anlamam.
Tüm işlerin bir 45 dakika beklesin. Şimdi beraber yürüyüşe çıkıyoruz.
Nasıl yürüyeceğim diyorsan, http://www.aktifyasam.org.tr/yayinlar adresine girip “Yetişkinler için fiziksel aktivite rehberi”ni bilgisayarına bir güzel indiriyorsun. Burada sadece yürüyüş değil, dayanıklılık, kuvvet, denge ve esneklik egzersizleri de bulacaksın. Faydalanmanı öneririm.
Hafta sonu cumartesi ve pazar günü yürümek konusunda anlaştıysak –itiraz istemem-, hafta içi günlerine geçiyorum:
Öncelikle, işine varmak ve işten geri dönmek için kullanabileceğin alternatifin varsa ve “otomobilimin rahatlığından vazgeçmem” diyorsan, seni kınıyorum. Demek her sabah ve her akşam toplam üç saat trafik çekmeye ve hiç hareket etmeden yaşamaya gönüllüsün. Hayatın boyunca boşa harcayacağın 40 bin saatin var demek. Vay be... Ömrünü trafikte harcamaya değer yani.
Eve geldiğinde kendini çok yorgun hissediyor, kımıldayacak halin olmuyorsa, bunun bir kısmının psikolojik olduğunu söylemek isterim.
Ama bu, çocukların sütten toplu zehirlenmesinin “psikolojik” olması gibi bir şey değil, onu baştan diyeyim.

Yazının Devamını Oku

Egzersiz ilaçtır (1)

4 Mayıs 2012
Gün içinde ne kadar hareket ediyorsunuz?

Tek aktiviteniz aracınızın kapısını açmak, mutfağa gidip su içmek veya mouse’ınıza tıklamak ise “Niçin başım hastalıktan kurtulmuyor?” ya da “Diyet yapıyorum, her şeyime dikkat ediyorum, niçin kilo veremiyorum?” diye sızlanmayınız.
Malum, şehir hayatı içinde hareket etmemek için bahane çok.
Yarım saat yürüyüş yapacağınıza, dizi izlemeyi, bilgisayarda vakit geçirmeyi, bir kafede oturup laklak etmeyi, ya da hiçbir şey yapmadan oturmayı tercih ediyorsunuz.
Belki yaptığınız tercihlerin kendinizi daha iyi hissetmenize sebep olacağını düşünüyorsunuz fakat yanlış seçim.
Yorucu bir günden sonra kendinizi evde koltuktan koltuğa atmak yerine yarım saat yürüyüş yapmayı başarırsanız, enerji seviyenizin hiç olmadığı kadar yükseldiğini fark edersiniz...
Genellikle “yorgunluk üzerine yorgunluk, spor yapılmaz şimdi” düşüncesiyle ertelenen günlük egzersizler, esasında vücudun ve beynin yapısal özelliklerinden ötürü açlık duyduğu bir konu, sevgili oturdukça oturan Habitus okuru.
Bakınız, fiziksel olarak aktif bir yaşam için programlanmış insanoğlu, 150 yıl önce günde 30 bin adımdan fazlasını atarken şimdi bu rakam sadece 3 bine düşmüş durumda.

Yazının Devamını Oku