10 sene evvel, 30’luk bir ablam, bana demişti ki, “Melike’cim. Yaşlanıyorum diye korkma. Yaş aldıkça kendini daha iyi hissedeceksin”...
Anlamsız gelmişti söyledikleri çünkü tam aksini düşünüyordum.
İnsanın yaşamadan anlamadığı konular vardır derler ya, bu da onlardanmış meğer. İnsan o seneleri aşmadan, ne hissedeceğini göremiyormuş.
Bunu neden söyledim biliyor musun sevgili doğum günü çocuğu Habitus okuru?
Bugün törenle dünya üzerinde 32. senemi bitiriyorum ve seneler önce bana manasız gelen birçok sözün değerini daha da iyi anlıyorum.
Yaş almayı “geriye gitmek” olarak algılamamız için canla başla çalışan bir hızlı tüketim dünyası var ama inan bana “malum yaşlara” gelince öyle hissetmiyor insan. Biliyorum, sen de yaşamadan değişimi hissetmeyeceksin ama ben yine de anlatayım...
1- “Her şey için geç kalıyorum” hissi yok oluyor. Görüyorsun ki, her şeye geç kaldığını sandığın zamanlar, boşu boşuna vakit harcadığını düşündüğün durumlar, ileride işe yarayacak deneyimlermiş meğer ve yaşamak lazımmış.
Kaptanlar ve mürettebatın kurtulma oranı daha yüksekmiş.
Can derdine düşen erkeğin kadını da çocuğu da pek sallamadığını batan Costa Concordia’dan kurtulan yolcuların ağzından da dinledik hatırlarsanız.
Erkeklerin hayati durumlarda “canını seven kaçsın ya da kendini kurtarsın” hallerini göz önüne seren araştırmalar söz konusu olunca, şehir hatları vapurlarını düşünmeden edemiyor insan.
Zira yanaşmadan vapuru 60 derece yana yatıran o yoğun erkek kalabalığının, -Allah göstermesin- vapur batma anında yaratacağı kaosu gözümün önüne getirmek istemem.
(Önce mürettebatın ve saltanat kayığı biçimli ayakkabı sahibi delikanlıların kurtulacağı şüphe götürmüyor tabii.)
Aslına bakarsanız erkeklerin içindeki “centilmen insan” ancak bir kadını etkilemek istediklerinde ya da değer verdikleri kadının yanında ortaya çıkıyor.
Tüm o kapı tutmalar, “önden buyurun”lar, sandalye çekmeler, kol kanat germeler, tavuskuşu gibi kabarmalar genlerden filan değil, tamamen hedefe odaklanmış bir insanın strateji kurma halinden kaynaklanıyor.
Şu anda online olan kaç site var, hesabını yapmak zor. Kadınların “sonsuz alışveriş potansiyeli”ni keşfeden girişimciler sayesinde yeni siteler de yolda.
Ürünleri soru sormaksızın iade almaları, güvenli alışveriş yapma imkanı tanımaları, indirim oranları ve alışveriş merkezi kalabalığında Meksika dalgası hareketiyle ilerlemeksizin alışverişe olanak tanımaları açısından hepsini pek seviyoruz. Fakat şöyle sorunları da görmezden gelemiyoruz:
Aynı ürünlerin farklı fiyatlara satılması sorununu izninizle bir numaraya yerleştiriyorum. Aynı elbise bir sitede farklı marka altında (Marka da marka olsa arkadaş, gören de Marc Jacobs sanacak. Birisi “Mıncırık Design” öteki “Elbisechi” vs.), farklı fiyatlardan düşerek, farklı fiyatlara satılıyor. Bu da tüketicide bir güvensizlik hissi yaratıyor.
“Mıncırık design” demişken; alışveriş siteleri henüz şöhrete kavuşamamış küçük markalar için bulunmaz bir fırsat yaratıyor. Normal koşullarda bir alışveriş merkezinde “CFL Design” gibi bir isme sahip olan mağazaya, eğer bir tanıdığın mağazası değilse, girmezsiniz. Fakat şimdi her sabah kalktıktan sonra kahvesini koyup ilk iş “Bugün ne alsam?” diye alışveriş sitelerini karış karış gezen, her markayı bir olay yeri inceleme görevlisi dikkatiyle inceleyen kadınlar sayesinde en adı bilinmez marka bile dikkat çekmeyi ve ürün satmayı başarıyor. Yine de anasayfada sadece “açıklama” olarak güzel bir modelin olduğu fotoğraf ve “Tıpısh Cool” gibi bir söz öbeği gördüğünde insan bir açıklama da görmek istiyor. Ayakkabıcı mısııın, elbiseci misin, parfümcü müsün yoksa ev ürünleri mi satıyorsun arkadaş. Anlayalım.
Erkekler için yeterince içerik sağladığını söylemek pek doğru olmaz. Kıyafet, ayakkabı desen var ama esas gizli tüketici erkekler ve tükettikleri de ayakkabı/kıyafet değil. Üstelik akılları kadınlar gibi çalışmadığı, “Aman Allah’ım! 100 liralık ürünü 80 liraya aldım, kargo ile birlikte mağaza fiyatına geldi ama olsun” sevinci yaşamadıkları için alışveriş sitelerinde pek aradıklarını bulamıyorlar. Kısıtlı sayıda teknolojik ürünler dışında “erkek oyuncakları” da satılsa, kadınlardan daha fazla para harcayacaklarına şüphe yok.
Kadınların ayakkabı tutkusu alışveriş sitelerinde de kendini gösteriyor. Fakat burada da “sergi sorunu” ortaya çıkıyor. Misal, geçen haftalardan birinde bir alışveriş sitesinde satışa sunulan bir marka için ayakkabıları önden fotoğraflamışlar. “Önden ayakkabı fotoğraflamak”, bir kadının ayakkabı almasına değil, ancak çileden çıkmasına sebep olabilir... Böyle basit ama tüketici davranışlarını doğrudan etkileyen konulara dikkatinizi çekerim muhterem alışveriş sitesi sahipleri.
Modellerin satış etkisi
Dikkat ettiyseniz alışveriş sitelerindeki kadın modeller baştan ayağa fotoğraflanırken, erkek modeller kimi zaman göz ile burun arasındaki bir noktadan kesilir. Bunun dışında, yüzleri görünse dahi erkek modeller daha az tavır ve minimum yüz ifadesine sahiptirler.
Peki ne yapıyordu bu uygulama?
Bu uygulamayı telefonuna indiren genç ve heyecanlı erkekler, hiç efor sarf etmeden, bir “güzel kız taraması” yapmadan, hop, telefonları aracılığıyla çevre mekanlardaki güzel kız popülasyonunu görebiliyorlar, içlerinden hedef seçebiliyorlardı.
Tabii bu hedef olan “güzel kızlar” kendi bilgileri dahilinde olmayan bir çöpçatanlık girişimine dahil edilmiş oluyorlardı.
Diyeceğim o ki, böyle uygulamaları “iş geliştirme planlarına” dahil eden şirketler varsa, vazgeçsinler. Zira bu tarama özelliği zaten birçok “sosyal” erkekte halihazırda bulunan bir özellik. Bunun için ayrıca bir uygulamaya lüzum yok.
Efendim, heyecanlı erkek gözü, zaten kendinden “çevremdeki kızlar aplikasyonu” gibidir.
Heyecanlı erkek gözü, teleobjektif gibidir. Normal bir insandan yüzde 200 daha iyi görür. Mini mini bir dekolteyi 500 metre uzaklıktan seçer, zoomlar, netler ve gözünü diker.
Atmacalar bile hedef seçme ve avlama konusunda bu kadar usta değildir.
Kariyer kadınını bir numaralı alametifarikası olan “tok tok” sesinden tanıyabilirsin sevgili sabah 9 akşam 5 Habitus okuru. Ha, bu sesi duyamayacağınız halıfleksli bir ortamda çalışıyorsanız eğer, kafanız karışabilir. ışte o zaman ne yapıyoruz? Ortaya bir tartışma konusu atıyoruz. Topluluk içinde sürekli söz kesme eğilimi olan kişiyi fark ettiğinizde, hiç şüphesiz, onun bir kariyer kadını olduğuna emin oluyoruz. Ellerini koyduğu yere, giydiği kıyafete ve vücut diline ayrıca dikkat ediyoruz. şöyle ki, avuçları yere bakacak şekilde ellerini sallayarak konuşuyor ve asla etrafındaki insanların sözünü tamamlamasına izin vermiyorsa, ona “Merhaba kariyer kadını, bugün nasılsın?” diyoruz.
Kariyer kadını dediğin siyah giyer. Olmadı beyaz ya da bej. Ama beyazda bir ahestelik vardır. O nedenle beyaz giydiği günler daha tatlı bir insan olur kariyer kadını. Ama ya siyah giyerse? ışte... ışte o gün, sözünün dinlenmesini istediği gündür sevgili yumuşak başlı Habitus okuru. Siyah güvendir, otoritedir.
Kariyer kadını kırmızı giymez. Çünkü bilir ki, kırmızı sebepsiz yere dikkat çekme rengidir. Kariyer kadını, yaptığı işlerle, duruşu, bakışı, yaratıcı fikirleri ve şirketine kazandırdığı başarılarla dikkat çekmelidir.
Pembe gibi tatlı renkleri güven vermek istediği önemli toplantılarda giyer. Çünkü bilir ki müşterisine ve patronuna en olumlu mesajı verecek, “Doğru insanla çalışıyorsunuz, ehmmm” hissini iletecek en iyi araç, mayhoş renkli, pembemsi bir gömlektir.
Beden dili ve çözülüş emareleri...
Kendine güvenli duruş konusunda bir siyasetçiden daha eğitimlidir kariyer kadını. Avuç içleri yukarıya gelecek şekilde hareketler yaparak konuşmaz (çünkü bu teslimiyet göstergesidir). Ellerini saklamaz (çünkü saklayacak bir şeyi yok mesajını vermelidir), ayaklarını çapraz tutmaz (çünkü her şey ters gitse, yenildiği bir konu olsa bile bunu göstermemelidir), göz teması kurmaz (çünkü göz teması kurmak, “sen benimle aynı seviyedesin” demektir).
Kariyer kadını, astlarıyla konuşurken bilgisayarına veya ufuklara doğru bakar. Bakışları üstleriyle konuşurken daha farklıdır. Sokakta çalışanlarıyla karşılaşsa onları tanıyamayacak durumdayken, patronunun gözbebeklerinin çapını sorun, bilir. Yüzünde kaç beni var, kelinde kaç tel saç kalmış, hepsini birrr bir söyleyebilir.
Bir insanın gözüne bakınca niyetini anlayan insanlardansan şanslısın, şu aşağıdakilere denk gelirsen de, seni Allah kurtarsın:
- Travmatik hırslılar: Efendim, şimdi hırslı vaaaar, hırslı var. Hırslı insan aslında niyeti bozmadıkça fena bir insan değildir öyle. Hedefe odaklanmış, çalışmayı seven iyi bir insandan zarar gelmez. Ayrımı iyi yapmak lazım.
Bu noktada hırslı insanları “iyi hırslı” ve “travmatik hırslı” olarak ikiye ayırmak istiyorum.
İyi hırslı insan zararsızken, travmatik hırslı fenadır çünkü bir işi sevdiği, başarılı olacağına, kendine ve çevresine faydasının dokunacağına inandığı için değil, sadece “onaylanma ihtiyacı” için yapar. İster ki, geçmişte yaşadığı görünmezlik, kalabalıklar arasında kaybolma, itilip kakılma duygularının yarattığı boşluğu insanların alkışları doldursun. Onaylanmak, alkışlanmak için yapmayacağı şey yoktur.
Öte yandan herkesi kendi gibi travmatik sandığı için etrafındaki canlı-cansız her türlü varlığı rakibi zanneder. Sadece insanları değil, oturma odasındaki zigonu bile düşmanı olarak hayal eder.
- “O benim kocam”cılar: Bir ortamda bir kadın, sevgilisinin yakasını düzeltiyor, kolunu çekiştiriyor, “Ay benim sevgilim (ya da kocam) çok acayip bir insandır, ahahaha” diye konuşmaya başlıyorsa ve etrafındaki kimse gülmüyorsa oradan kaçınız. Dinlemek zorunda kalıyorsanız da, karşınızdaki konuşurken bu yaz yapacağınız tatili, altın rengi kumsalları, turkuaz denizi, hamakta sallanma anlarını hayal ediniz. Siz bunları düşünürken yüzünüzde tatlı bir gülümseme belirecek, böylece esaretiniz esnasında daralmış ruh halinizi perdeleyecek gücü bulacaksınız.
Siz kendi tatil rüyanızdan uyandığınızda, hâlâ “kocam ve muhteşemlikleri” semineri devam ediyorsa, hâlâ kaçamıyorsanız makus talihinize küsüp biraz sabredeceksiniz.
Zira son zamanlarda gördüğümüz üzere yediğimiz bal bal değil. Tavuklar tuhaf canlılara dönüştürülmüş. Zeytinyağı deseniz, o da gres yağından hallice.
Zayıflamak istemeyenlerin bile bilgisayarlarının ekranlarından saçma sapan “besin destek” ürünleri reklamları fırlıyor.
Tasarım diye satılan çul çaputların üzerindeki dudak uçuklatan rakamlar ise “bir tek bende olsun, farklı giyineyim”cileri vuruyor.
Taksiciler gözlerini dalgın müşterilerinin cebine dikmiş, duruyor.
Eh, ne yapalım. Etraf kolay bir hayat yaşayıp, az çalışıp çok para kazanmak isteyenlerle dolu.
Hâl böyle olunca biraz antenleri açmamız icap ediyor. Peki nelerden şüphelenmeli?
- Eğer bir ürün normalde olabileceğinden çok düşük fiyatlara satılıyorsa ve televizyondan, telefon veya internet aracılığıyla “bir alana sekiz bedava” yöntemiyle pazarlanıyorsa orada durunuz. Hemen kendinize sorunuz: Bu ürün niçin bu kadar ucuz? Bu üretici babamın oğlu olmadığı halde niçin bana sekiz kavanoz bedava bal veriyor?
Bakınız, geçen hafta annemin doğum gününü kutladık ve neler oldu: Mutfakta pastayı servis tabağına koydum ve mumu yaktım. Oturma odasına geldim, pastayı masaya koydum ve...
Ve...
ışte o an beni görmeliydin sevgili ateş topu Habitus okuru. ıtina ile maşalayıp sprey sıktığım saçlarım, sen mumun alevini al. Çatır çatır yanmaya başla...
Saniyenin yarısı kadar hızlı bir sürede o saç nasıl alev aldı, sağ tarafım bir anda nasıl kamp ateşine dönüştü bilemiyorum.
Gözlerimde şimşekler çaktı ve çığlık çığlığa pastayı elimden fırlattım. Pasta löp diye halıya düşerken aile fertleri “Aman evladııım...”, “Melikeeee...”, “Suuuuu...” sesleriyle adeta yurttan sesler kıvamında kanon yapıyor, ben ise meşaleye dönmüş saçıma vurarak alevleri söndürmeyi çalışıyordum. Sonuç: Ateşi örtmek veya vurarak söndürmek doğru karar. Kel kalmış ya da saç yoğunluğu açısından büyük bir kayıp yaşamış değilim.
Gecenin sonunda annemin doğum gününü ve kel kalmayışımı halıya düşüp kaykılan ve kirlenen pastanın temiz kalan bölümünü yiyerek kutladık.
Hiç fark etmiyoruz ama kullandığımız kozmetik ürünler bizi sıradan durumlarda ateş topuna dönüştürecek gücü taşıyor.