Birincisi, sosyal medya sitelerindeki fotoğraflarınızın güvenliği.
Biliyorsunuz, şu anda paylaştığınız tüm fotoğrafların güvenliği ve eklediğiniz bilgiler, tamamen kullandığınız sitelerin insafına bağlı.
Geliştirilen projelerden biri, sadece sizin belirleyeceğiniz kişilerin fotoğraflarınızı görmesini sağlayan ve fotoğraf paylaştığınız sitelerden bağımsız olarak çalışan bir program.
İnternetin her geçen gün daha fazla sosyal bir dünyaya dönüşmesiyle artan güvenlik açıkları, bu tür programlara duyulan ihtiyacı artıracak hiç şüphesiz.
Sanal sosyallik, artık günlük hayatımızın bir parçası, onsuz bir hayat düşünemiyoruz.
Fikirlerimizi, hayatımızı paylaşıyoruz, iletişim kuruyoruz...
Sadece bu kadar değil, dünyada olup biteni takip ettiğimiz en önemli araçlardan birine dönüştü sosyal paylaşım siteleri. Dolayısıyla “İstemeyen gelmesin, bilgi paylaşmasın, fotoğraf yüklemesin, sosyalleşmesin” pek geçerli bir önerme değil.
En heyecan verici projelerden biri akıllı giysi odasıydı. Sizi tanıyan bir kamera düşünün. Tüm gardırobunuz dijital olarak bilgisayarınıza aktarılmış.
Vücut tipinizin birebir kopyalandığı bir avatarınız var.
Aynanın karşısına geçer gibi ekranın; dolayısıyla üzerinde bulunan kameranın karşısına geçiyorsunuz ve karşınızda aynadaki aksiniz yerine avatarınızı görüyorsunuz.
Elinizi yukarı kaldırarak ekranın üst kısmından bir elbise seçiyor, bir el hareketiyle kıyafet değiştiriyorsunuz...
Tabii henüz bu teknoloji kullanıcıya tam randıman vermiyor, grafiklerinin gerçeğe yaklaşması, tekstil dokularının birebir kopyalanması ve gerçek hayattaki serbest hareketlerinin bilgisayara aktarılması için biraz vakit var.
İşte bu da başka bir ekibin uzmanlık alanı.
Bu konuda Intel ile çalışan farklı bir akademik ekip bulunuyor. Cornell University’den Prof. Doug James, objelerin hareket ederken çıkardığı ve bizim çıplak kulakla duyamadığımız seslerin dalga boylarını ölçüp bilgisayara aktararak, kumaşların (mesela üzerinize giydiğiniz pilili bir eteğin hareketlerini düşünün) serbest hareketlerini birebir kopyalıyor.
Sosyal ilişkilerinizin hatırı sayılır bir kısmını “sanal varlığınızın” oluşturacağını ve gerçek hayat ile sanal hayatın birbirine geçeceğini söyleseydi...
Bir sihirli ayna olsaydı ve anahtarsız otomobillerin sizin için “sıradan bir teknoloji” haline geleceğini gösterseydi...
Ona inanır mıydınız?
Muhtemelen, siz de birçok insan gibi, çok kısa bir süre önce, kredi kartınızla internet aracılığıyla alışverişi güvenli ve akıllıca bulmamış, “sosyal medya” gibi bir kavramın lüzumsuz olduğunu düşünmüştünüz. Veya zamanında “hayal teknoloji” hissi yaratan “anahtarsız hayat” gibi kavramların geleceğimiz üzerindeki etkisini aklınızdan geçirmemiştiniz.
Bu durumu hiç garipsemeyin. Siz de milyonlarca insan gibi, teknolojiye benzer tepkiler veriyorsunuz. Bakın Intel araştırmacılarından Vu Nguyen ne diyor:
“Teknoloji, esasında insanların yerleşmiş düşünce ve davranış yapılarına karşı verilen mücadeledir...”
Yani teknoloji konusundaki en büyük mücadelemiz, elimizde tuttuğumuz materyallerle veya yeni fikirler, yeni tasarımlarla değil, insanların yaşama, düşünme kalıplarını yıkarken gerçekleşiyor.
Kanunlara uymayan, sahtekârlık yapan adamların ceza almamaları ve hayat standartlarını değiştirmeden yaşamaya devam etmeleri sonucu nasıl bir topluma dönüşmeye başladığımızı fark ediyorsunuzdur, eminim.
Sadece onlarla ilgili değil üstelik konu.
O çok bilindik “geyiğin”, yani topluma kötü örnek/iyi örnek olma meselesinin faturası bize bir hayli pahalıya patlıyor.
Şöyle anlatayım: Sahtekârlığın artması demek, sahtekârlık yapanın toplum vicdanını rahatlatacak nitelikte cezalar almadığını görmesi, böylece fırsat kollayanların da sahtekarlık yapmaya ve cebini doldurmaya başlaması için motivasyon demek.
İnsanların hayatını hiçe saymanın bir cezası olmadığını gören ve bu işlerin cebini doldurmasına kaynaklık edeceğini gören adam, bu davranışı kendisinden daha önce yapmışlardan “miras alıyor”...
Biz ilkokuldayken tek öğrencinin sınıfın düzenini bozmasından korkan öğretmeninizi hatırlayın...
Aslında korkuları boş yere değildi...
Sadece “kimsenin görmemiş olmasını” diliyorsunuz. Trafikte uygunsuz davranabiliyor, sizi sadece bir an için görecek ve bir daha asla karşılaşmayacağınız insanların hayatı için endişe taşımıyorsunuz.
İşinizi yaparken “bir kerecik de olsa” kolay yolu seçebiliyor, “nasılsa arada kaynar, çakılmaz” diyebiliyorsunuz.
Sahte zeytinyağından tutun, sahte içkiye kadar uzanan bir “sahtelikler diyarında” yaşıyoruz.
Kimsenin bir gram vicdanı sızlamıyor, her yakalanışta kendilerine başka bir yol açarak ceplerini doldurmayı sürdürebiliyorlar. Günlük hayatlarında sağduyulu, cömert, iyi özelliklere sahip insanlar konu işleri olduğunda kişilik değiştirebiliyor... Konu yakın çevreye gelince de aynı hesap...
Ailesini koruyan adam, başkasının çocuğuna aynı hassasiyeti göstermiyor.
Tanıdığı insanları önemserken, tanımadıklarına düşman muamelesi yapıyor.
Madonna konserinde kendi çocuğuna yer açmak için başkalarının tepesine çıkan bir kadından bahsetmiştim, hatırlayın...
Cevabınızı duyuyorum, eğer yoksa da, üç vakte kadar olacaktır, hiç merak etmeyin.
İstisnasız her kadını, yol kenarlarından almak, arabalarına bindirmek ister kimi erkekler.
Kadına yapılan bu zulüm, çocuk yaştan teyze olacağı zamanlara kadar, sürer.
O üç saniyelik bakış, korna, selektör, “hadi hadi gel” hareketi nasıl da mutlu eder, nasıl heyecan verir adama.
Kadının gelmeyeceğini, binmeyeceğini bilse bile gözüne gözüne yakar o uzun farları.
Yolda giderken sinyal vermez, kuralları iplemez, otomobilinde sürüş güvenliği için bulunan tüm imkanları gereksiz bulur ama onları “lazım olduğunda” kullanmakta ustadır.
Usta olduğu alanlar ise şunlardır: Mesela kırmızıdan sarıya dönen trafik ışıklarında önündekine “hadi yürüsene” demek için selektör yapar.
Özellikle kebapçı ve meyhanelerde, enteresan bir “müşteri filtresi”; bir başka deyişle “köselenin gücü” diye bir şey var.
Ciddiyim...
Servis elemanlarının gözünde, bir kösele ayakkabı her zaman bir spor ayakkabıdan daha fazla kaale alınır.
Ayağa spor ayakkabıyı giydiniz, biraz da ufak tefek, “zararsız” göründünüz mü, oturacak masa bulamazsınız.
Bir gün sonra saltanat kayığı modeli köselenizle arz-ı endam ediniz, restoran tarafından abartılı jest ve mimiklerle “buyurunuz aman da aman”larla karşılaşabilirsiniz.
Tek mesele “kösele” değil elbette ama müşteri seçmek bu kadar basit koşullara bağlı.
Bu arada, köseleli adam krallar gibi ağırlanırken, olan ötekilere olur.