Melike Karakartal

Tatile gitmeden okuyun!

6 Temmuz 2012
İnsan tatile ihtiyaç duyunca ne fena oluyor değil mi? O “artık dayanamayacağım” duygusu, iş yaparken sabit bakışlarla duvara kilitlenmeler, dalıp gitmeler...
Arkadaşların tatil fotoğraflarına hasretle bakmalar, denizin yakınına gelince gözleri kapatıp derin derin nefes almalar, iyot ve yosun kokusunu derin derin solumalar...
Kim bilir kaçınız izin vaktini iple çekiyorsunuz, gün sayıyorsunuz şimdi...
Nefes almadan çalışmanın üzerine gündem yorgunluğu, benzersiz bir “ara vermeliyim” ihtiyacı doğuruyor. Memlekette işlerin düzgün gideceğine olan inancımızı çoktan kaybettik, ihtiyacımız olan nefesi ancak kendimize bir alan yaratabildiğimiz, hayattan kopabildiğimiz zaman alabiliyoruz. Kısa süre de olsa “sorun yokmuş gibi” davranıyoruz, güneşe, denize, maviye dalıyoruz; zira akıl sağlığımızı kaybetmemek için bunu yapmak zorundayız, mecburuz.
Eğer bu belirtileri gösteriyorsan hiç durma, bir fırsat yarat, kaç derim sevgili temmuzu getirmiş ve henüz ayağına su değdirmemiş Habitus okuru.
Peki senede bir, bilemedin iki defa verebildiğin bu arada, hayatın kendine zehir olmaması için ne yapman gerektiğini biliyor musun?
Tek atış hakkın var, baştan sona sorun yaşamadığın ve saç-baş yolmadığın bir seyahat için ne yapmalısın?
Buyurunuz, tüyolar:
-  Uçak biletinizi aldınız, uçuş saatinden 24 saat önce internetten check-in yaptırabileceğinizi biliyorsunuz. Peki nereye oturmanız gerektiğini biliyor musunuz?
Açıyorsunuz www.seatguru.com adresini, bineceğiniz havayolu şirketini ve uçağın modelini yazıyorsunuz. Bu site size, dünya üzerinde bulunan tüm yolcu uçaklarında, hangi koltukların iyi, hangi koltukların kötü ve hangilerinin standart koşullar sunduğunu söylüyor.
Hele ki uzun yol gidecekseniz, rahatınızı tesadüflere bırakmamış oluyorsunuz.
-  Gideceğiniz yerde geçireceğiniz vakit sınırlıyken, neler yapıp nerelerde vakit geçireceğinizi tesadüflere ya da turların inisiyatifine bırakamazsınız. Kalacağınız otelin hizmetini mutlaka araştırın. tripadvisor.com en yakın arkadaşınız olsun. Gideceğiniz şehir/tatil yöresiyle ilgili hayatınızı kolaylaştıracak bilgilere, oraya varmadan sahip olun.
Tur ile tatile çıkıyorsanız, fiyat avantajı gözlerinizi kör etmesin, mutlaka TÜRSAB’a kayıtlı turları kullanın ve daha önce aynı tura çıkmış insanlarla konuşun. İnanın bana “kötü tur”dan daha fazla tat kaçıran bir tatil türü yok.
-  Bir şehri öğrenmenin en iyi yöntemlerinden biri gezi otobüsleri kullanmak, özellikle vaktiniz kısaysa.
Gitmeden bu otobüslerin rotalarını öğrenin ve biletinizi internet üzerinden alın. Zaman kazanırsınız. Hangi şehre gideceğiniz önemli değil, ortak adres www.city-sightseeing.com. (Yeri gelmişken bir serzeniş: “İstanbul gezisi” dediğimiz, çoğu turda hâlâ tarihi yarımada ve Anadolu yakasında Üsküdar-Beylerbeyi-Çamlıca ile sınırlı. Bu otobüsler niçin Bağdat Caddesi’ne gitmiyor? Kadıköy’den geçmiyor? Hem Asya’da, hem Avrupa’da karadan Boğaz turuna imkân vermiyor, alışveriş merkezlerini göstermiyor, önemli yeni yapıları anlatmıyor, kısacası bu turlarda standart olarak İstanbul’un tarihi özellikleri yanında şehrin modern yüzü yok? Büyük merak konusu.)
-  Bir seyahate içinde demir taşıyormuş gibi ağır valizle gidiyor ve götürdüğünüz kıyafetlerin sadece dörtte birini giyerek geri geliyorsanız, kulübe hoş geldiniz.
Bu valiz meselesi insanoğlunun çözülemeyen gizemlerinden biri olmaya devam ediyor.
“Nasıl valiz hazırlayacağımı bilmiyorum” diyorsanız faydalı bir link: http://www.travellerspoint.com/packing-tips.cfm
Eğer az eşya götüremeyenlerdenseniz, yapı marketlerde bulabileceğiniz vakum torbalarıyla tüm gardırobunuzu iki valize sığdırmanız mümkün. Şampuan ve kremler başta olmak üzere tüm kozmetiklerinizi parfümerilerde satılan küçük kaplara doldurun. Ağırlığınızın büyük kısmından kurtulursunuz.
-  Ve son olarak: Güzel bir tatilin esas anahtarı nedir biliyor musunuz? “Kıllanan adam”, “rahatsız teyze”, “sürekli cıkcıklayan amca”, “durmadan şikayet eden kadın” olmamak. Gülmek, iyi hissetmek, seyahatte yanınızda olan yakınlarınıza ve tanımadığınız insanlara, size hizmet verenlere, karşılaştığınız herkese iyi davranmak. Deneyin, göreceksiniz. 
Yazının Devamını Oku

"Sosyal güvenlik" meselesi

5 Temmuz 2012
Dün Research@Intel etkinliğinde tanıtılan ve önümüzdeki 10 yıl içinde hayatımızı dönüştürecek tasarımlarla ilgili sığdıramadığım iki konu vardı.

Birincisi, sosyal medya sitelerindeki fotoğraflarınızın güvenliği.    
Biliyorsunuz, şu anda paylaştığınız tüm fotoğrafların güvenliği ve eklediğiniz bilgiler, tamamen kullandığınız sitelerin insafına bağlı.
Geliştirilen projelerden biri, sadece sizin belirleyeceğiniz kişilerin fotoğraflarınızı görmesini sağlayan ve fotoğraf paylaştığınız sitelerden bağımsız olarak çalışan bir program.
İnternetin her geçen gün daha fazla sosyal bir dünyaya dönüşmesiyle artan güvenlik açıkları, bu tür programlara duyulan ihtiyacı artıracak hiç şüphesiz.
Sanal sosyallik, artık günlük hayatımızın bir parçası, onsuz bir hayat düşünemiyoruz.
Fikirlerimizi, hayatımızı paylaşıyoruz, iletişim kuruyoruz...
Sadece bu kadar değil, dünyada olup biteni takip ettiğimiz en önemli araçlardan birine dönüştü sosyal paylaşım siteleri. Dolayısıyla “İstemeyen gelmesin, bilgi paylaşmasın, fotoğraf yüklemesin, sosyalleşmesin” pek geçerli bir önerme değil.

Yazının Devamını Oku

Devrim yaratacak tasarımlar

4 Temmuz 2012
Dün Intel’in Research@Intel etkinliğinde önümüzdeki 10 yıl içinde günlük yaşamımızı değiştirecek kimi tasarımların görücüye çıktığını söylemiştim. Bugün projeleri biraz yakından inceleyelim...

En heyecan verici projelerden biri akıllı giysi odasıydı. Sizi tanıyan bir kamera düşünün. Tüm gardırobunuz dijital olarak bilgisayarınıza aktarılmış.
Vücut tipinizin birebir kopyalandığı bir avatarınız var.
Aynanın karşısına geçer gibi ekranın; dolayısıyla üzerinde bulunan kameranın karşısına geçiyorsunuz ve karşınızda aynadaki aksiniz yerine avatarınızı görüyorsunuz.
Elinizi yukarı kaldırarak ekranın üst kısmından bir elbise seçiyor, bir el hareketiyle kıyafet değiştiriyorsunuz...
Tabii henüz bu teknoloji kullanıcıya tam randıman vermiyor, grafiklerinin gerçeğe yaklaşması, tekstil dokularının birebir kopyalanması ve gerçek hayattaki serbest hareketlerinin bilgisayara aktarılması için biraz vakit var.
İşte bu da başka bir ekibin uzmanlık alanı.
Bu konuda Intel ile çalışan farklı bir akademik ekip bulunuyor. Cornell University’den Prof. Doug James, objelerin hareket ederken çıkardığı ve bizim çıplak kulakla duyamadığımız seslerin dalga boylarını ölçüp bilgisayara aktararak, kumaşların (mesela üzerinize giydiğiniz pilili bir eteğin hareketlerini düşünün) serbest hareketlerini birebir kopyalıyor.

Yazının Devamını Oku

Teknoloji nedir?

3 Temmuz 2012
Bundan 10 yıl önce biri size gelip “Kredi kartınızı internette alışveriş yapmak için kullanacaksınız” deseydi...

Sosyal ilişkilerinizin hatırı sayılır bir kısmını “sanal varlığınızın” oluşturacağını ve gerçek hayat ile sanal hayatın birbirine geçeceğini söyleseydi...
Bir sihirli ayna olsaydı ve anahtarsız otomobillerin sizin için “sıradan bir teknoloji” haline geleceğini gösterseydi...
Ona inanır mıydınız?
Muhtemelen, siz de birçok insan gibi, çok kısa bir süre önce, kredi kartınızla internet aracılığıyla alışverişi güvenli ve akıllıca bulmamış, “sosyal medya” gibi bir kavramın lüzumsuz olduğunu düşünmüştünüz. Veya zamanında “hayal teknoloji” hissi yaratan “anahtarsız hayat” gibi kavramların geleceğimiz üzerindeki etkisini aklınızdan geçirmemiştiniz.
Bu durumu hiç garipsemeyin. Siz de milyonlarca insan gibi, teknolojiye benzer tepkiler veriyorsunuz. Bakın Intel araştırmacılarından Vu Nguyen ne diyor:
“Teknoloji, esasında insanların yerleşmiş düşünce ve davranış yapılarına karşı verilen mücadeledir...”
Yani teknoloji konusundaki en büyük mücadelemiz, elimizde tuttuğumuz materyallerle veya yeni fikirler, yeni tasarımlarla değil, insanların yaşama, düşünme kalıplarını yıkarken gerçekleşiyor.

Yazının Devamını Oku

Topluma iyi örnek olmak

29 Haziran 2012
Dün, kendini “iyi insan” olarak tanımlayan kişilerin dahi, toplum içinde düzen bozucu hareketlere nasıl imza atabildiğini konuşmaya başlamıştık...

Kanunlara uymayan, sahtekârlık yapan adamların ceza almamaları ve hayat standartlarını değiştirmeden yaşamaya devam etmeleri sonucu nasıl bir topluma dönüşmeye başladığımızı fark ediyorsunuzdur, eminim.
Sadece onlarla ilgili değil üstelik konu.
O çok bilindik “geyiğin”, yani topluma kötü örnek/iyi örnek olma meselesinin faturası bize bir hayli pahalıya patlıyor.
Şöyle anlatayım: Sahtekârlığın artması demek, sahtekârlık yapanın toplum vicdanını rahatlatacak nitelikte cezalar almadığını görmesi, böylece fırsat kollayanların da sahtekarlık yapmaya ve cebini doldurmaya başlaması için motivasyon demek.
İnsanların hayatını hiçe saymanın bir cezası olmadığını gören ve bu işlerin cebini doldurmasına kaynaklık edeceğini gören adam, bu davranışı kendisinden daha önce yapmışlardan “miras alıyor”...
Biz ilkokuldayken tek öğrencinin sınıfın düzenini bozmasından korkan öğretmeninizi hatırlayın...
Aslında korkuları boş yere değildi...

Yazının Devamını Oku

“İyi” ile “kötü” arasında fark kalmayınca...

28 Haziran 2012
Utana sıkıla yaptığınız günlük davranışlarınızı düşünün: Elinizdeki sakız kağıdını yere atarken büyük bir iç hesaplaşma yaşamıyorsunuz.

Sadece “kimsenin görmemiş olmasını” diliyorsunuz. Trafikte uygunsuz davranabiliyor, sizi sadece bir an için görecek ve bir daha asla karşılaşmayacağınız insanların hayatı için endişe taşımıyorsunuz.
İşinizi yaparken “bir kerecik de olsa” kolay yolu seçebiliyor, “nasılsa arada kaynar, çakılmaz” diyebiliyorsunuz.
Sahte zeytinyağından tutun, sahte içkiye kadar uzanan bir “sahtelikler diyarında” yaşıyoruz.
Kimsenin bir gram vicdanı sızlamıyor, her yakalanışta kendilerine başka bir yol açarak ceplerini doldurmayı sürdürebiliyorlar. Günlük hayatlarında sağduyulu, cömert, iyi özelliklere sahip insanlar konu işleri olduğunda kişilik değiştirebiliyor... Konu yakın çevreye gelince de aynı hesap...
Ailesini koruyan adam, başkasının çocuğuna aynı hassasiyeti göstermiyor.
Tanıdığı insanları önemserken, tanımadıklarına düşman muamelesi yapıyor.
Madonna konserinde kendi çocuğuna yer açmak için başkalarının tepesine çıkan bir kadından bahsetmiştim, hatırlayın...

Yazının Devamını Oku

Kadınlara yollarda zulüm var!

27 Haziran 2012
Yolda eli kolu dolu taksi-dolmuş beklerken birtakım erkek sürücüler tarafından taciz edilmeyen kadın var mıdır?

Cevabınızı duyuyorum, eğer yoksa da, üç vakte kadar olacaktır, hiç merak etmeyin.
İstisnasız her kadını, yol kenarlarından almak, arabalarına bindirmek ister kimi erkekler.
Kadına yapılan bu zulüm, çocuk yaştan teyze olacağı zamanlara kadar, sürer.
O üç saniyelik bakış, korna, selektör, “hadi hadi gel” hareketi nasıl da mutlu eder, nasıl heyecan verir adama.
Kadının gelmeyeceğini, binmeyeceğini bilse bile gözüne gözüne yakar o uzun farları.
Yolda giderken sinyal vermez, kuralları iplemez, otomobilinde sürüş güvenliği için bulunan tüm imkanları gereksiz bulur ama onları “lazım olduğunda” kullanmakta ustadır.
Usta olduğu alanlar ise şunlardır: Mesela kırmızıdan sarıya dönen trafik ışıklarında önündekine “hadi yürüsene” demek için selektör yapar.

Yazının Devamını Oku

“Müşteri filtresi” böyle bir şey!

26 Haziran 2012
Farkında mısınız, güzel yaz geceleri, hayatı boyunca çok insanla karşılaştığı için kendini “insan sarrafı” zanneden şef garsonların ve servis elemanlarının, hatta kafe sahiplerinin insafına kalmış. İyi vakit geçirmek için ön koşul, onların “iyi müşteri” zannettiği profile uymak.

Özellikle kebapçı ve meyhanelerde, enteresan bir “müşteri filtresi”; bir başka deyişle “köselenin gücü” diye bir şey var.
Ciddiyim...
Servis elemanlarının gözünde, bir kösele ayakkabı her zaman bir spor ayakkabıdan daha fazla kaale alınır.
Ayağa spor ayakkabıyı giydiniz, biraz da ufak tefek, “zararsız” göründünüz mü, oturacak masa bulamazsınız.
Bir gün sonra saltanat kayığı modeli köselenizle arz-ı endam ediniz, restoran tarafından abartılı jest ve mimiklerle “buyurunuz aman da aman”larla karşılaşabilirsiniz.
Tek mesele “kösele” değil elbette ama müşteri seçmek bu kadar basit koşullara bağlı.
Bu arada, köseleli adam krallar gibi ağırlanırken, olan ötekilere olur.

Yazının Devamını Oku