Paylaş
Sadece “kimsenin görmemiş olmasını” diliyorsunuz. Trafikte uygunsuz davranabiliyor, sizi sadece bir an için görecek ve bir daha asla karşılaşmayacağınız insanların hayatı için endişe taşımıyorsunuz.
İşinizi yaparken “bir kerecik de olsa” kolay yolu seçebiliyor, “nasılsa arada kaynar, çakılmaz” diyebiliyorsunuz.
Sahte zeytinyağından tutun, sahte içkiye kadar uzanan bir “sahtelikler diyarında” yaşıyoruz.
Kimsenin bir gram vicdanı sızlamıyor, her yakalanışta kendilerine başka bir yol açarak ceplerini doldurmayı sürdürebiliyorlar. Günlük hayatlarında sağduyulu, cömert, iyi özelliklere sahip insanlar konu işleri olduğunda kişilik değiştirebiliyor... Konu yakın çevreye gelince de aynı hesap...
Ailesini koruyan adam, başkasının çocuğuna aynı hassasiyeti göstermiyor.
Tanıdığı insanları önemserken, tanımadıklarına düşman muamelesi yapıyor.
Madonna konserinde kendi çocuğuna yer açmak için başkalarının tepesine çıkan bir kadından bahsetmiştim, hatırlayın...
Çok geride durduğu için hamile arkadaşımıza sırtına taktığı çantası ile sürünüyordu.
Uyarılınca “Ben burada duracağım, beni ilgilendirmez” demişti. Kendi çocuğu için ihtimam gösteriyor fakat çantasıyla hamile bir kadının göbeğine sürtünmesini iplemiyordu.
Dozu değişmekle birlikte, hepimiz “kötü insan” diye tanımladığınız insanların yapacağını düşündüğümüz türde davranışlar sergileyebiliyoruz. İlla büyük sahtekârlıklara ya da korkunç kötülüklere imza atmanız gerekmiyor, diyorum ya, elinizdeki çöpü sokağa bile fırlatmanız ya da tanımadığınız insanlara sebepsiz yere yaptığınız kabalıklar dahi bu duruma birer örnek.
Zira konu toplumun, şehrin düzenini bozmaksa eğer, çevresini kirleten adamla sahtekârlık ya da şehir kabadayılığı yapan bir adamın çok da farkı yok. Davranışların temelinde farklı nedenler yatmasına rağmen hepsini “düzen bozucu hareketler” başlığı altında toplamak mümkün. Peki... Acaba niçin böyle yapıyoruz?
Normalde utanacağımız, kendi kendimizi ayıplayacağımız davranışları niçin bu kadar rahat sergileyebiliyor, üstelik bir iç hesaplaşma yaşamıyoruz?
Niçin bireysel mutluluğumuzun toplum içinde de bizi mutlu bir insan haline getireceği yanılgısına düşüyoruz?
Ceza yoksa iyileşme de yok
Bu sorunun cevabını bulmak için içinde yaşadığımız toplumun hayatının nasıl aktığına bakmak lazım.
Her gün gazetelerde onlarca, yüzlerce haber okuyoruz.
Kanun ihlali yapan insanlar, halkını hayal kırıklığına uğratan politikacılar, dünyanın soygununu yapıp hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edenler var hayatımızda.
Ortalama bir insan, her gün gözünün önüne getirilen olaylarda, adamların pişkince hayatını sürdürdüğünü görüyor...
Yaptıklarıyla ilgili olarak toplum vicdanını rahatlatan bir ceza almıyorlar, hayat standartlarında bir değişiklik olmuyor, her nasıllarsa öyle yaşamaya devam ediyorlar.
“Toplum vicdanını rahatlatan” cezalar söz konusu olmadığında, hayatın doğru yaşamakla ilgili kullandığımız yöntemler konusunda “iyi” ya da “kötü” ayrımı kalmıyor.
Bizimkine “Bir şekilde yaşamak” deniyor ve içinde vicdan hesaplaşmalarına da pek yer olmuyor.
Doğru yaşayan da aynı hayata sahip oluyor, “yanlış” yaşayan, en ufağından en büyüğüne hayatını çakallıklarla günlerini geçiren de.
Peki kendini “dünya iyisi” olarak tanımlayan insanlar, nasıl oluyor da eleştirdikleri, onaylamadıkları insanlar gibi davranmaya başlıyorlar?
Onu da yarın konuşalım...
Paylaş