Mehmet Y. Yılmaz

Nasıl bir kalp bıraktın, bilir misin ardında?

31 Ağustos 2013
BİR gün Sünger Bob ile Gary (kedi sesi çıkaran salyangoz) bahçede saklambaç oynarlarken yanlarına Patrick gelir.

Onu da oyuna alırlar. Ama beklenmeyen bir şey olur ve Gary, Patrick’e yapışır, bir daha da bırakmaz, geceyi de birlikte geçirirler.
Sünger Bob, ertesi gün Gary’yi eve çağırır ama Gary kararlıdır. Patrick’i bırakmaz.
Çok üzülen Sünger, kendisine Lary isimli yeni bir salyangoz edinir. Ama Lary, Gary’nin yerini hiçbir zaman dolduramaz, Bob’un içindeki yalnızlık duygusunu daha da büyütür.Bir gün Patrick ve Gary birlikte çamaşır yıkamaya Sünger Bob’un evine gelirler. Onları böyle “muck muck” gören Bob’un neşesi iyice kaçar. Patrick şortunu yıkamak için çamaşır makinesine atınca Gary şortun cebine girer, meğerse içinde bir kurabiye varmış!
Merakının Patrick değil, cebindeki kurabiyeye yönelik olduğu ortaya çıkar. Bob çok sevinir ve Gary ile yeniden arkadaş olur, birlikte gezmeye giderler.
Çocuklar için yapılmış bir çizgi film ama “büyükler âlemi” için de önemli şeyler anlatıyor.
Terk edilmenin üzüntüsü, teselliyi bir başkasında arama çabasının boşluğu, birisine eğilim göstermenin nedeninin “onun cebinin içindekiler” olması, “eski” arkadaşı “yenisi” ile birlikte ve eğlenirken görmenin kahrediciliği vs.Hamile kaldıktan sonra terk edilen oyuncu ve sevgilisi ile ilgili haberleri, yorumları okurken yıllar önce bir sabaha karşı elimde TV kumandası, boş gözlerle seyrettiğim bu çizgi film geldi aklıma.
Oyuncunun eski sevgilisi için söylediği sözler üzerine yazılmış ve her ilişkinin kendi özel dinamikleri olduğunu unutan yorumlar yapıldı.

Yazının Devamını Oku

‘Tuz bende’ diye koşma stratejisi

30 Ağustos 2013
Suriye diktatörünü cezalandırmak için yapılacak bir askeri operasyonun ateşinin düşmekte olduğu görülüyor.

İlk günün heyecanlı ülkeleri İngiltere ve Fransa hafiften ayak sürümeye başladılar. Amerika’da Başkan Obama’nın da bu işe girmesinin nedeni zaten “Ağzımdan bir söz çıktı bir kere”den ileri değildi.
Operasyon zaten bizim yöneticilerimizin beklediği gibi Esad’ı devirmeye yönelik de olmayacaktı.
Amaç Suriye’deki bugünkü dengeyi fazla bozmadan bir yandan Esad’ı cezalandırmak, diğer yandan tarafları siyasi bir uzlaşmaya yöneltebilmekti.
Niye böyle düşündükleri çok basit: Çünkü Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’de nelerin olabileceğinden emin değiller.
Mısır’da seçimle işbaşına gelmiş Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesini sessizce izleyen Batı’nın, şimdi Suriye’de silah zoruyla içinde aşırı unsurları da barındıran bir Müslüman Kardeşler iktidarı kurmayı düşünmesi zaten tuhaf olurdu.Bütün bunlar öngörülemeyecek şeyler değildi, dev istihbarat örgütlerine de gerek yoktu.
Gazete okumak yeterliydi
ama bizim yöneticilerimiz onu

Yazının Devamını Oku

Diktatörlüğü tartışırken aklımızda olsun

29 Ağustos 2013
TDK Sözlük’te “diktatör” kelimesinin karşılığı “Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimse” olarak veriliyor.

Vikipedi’nin tarifi de şöyle: “Devlet içinde tüm yetkileri kendi elinde tutup en üst düzeyde bulunan yöneticidir”.Bir süredir Başbakan’ın da gündeme getirdiği bir tartışmayı yürütürken bu tanımlamalar aklımızın bir köşesinde bulunmalı.
Bakın 16 Haziran 2012’de yayımlanan bir Başbakanlık genelgesinde ne deniliyor:
“Kamu kurum ve kuruluşları (belediyeler ve il özel idareleri hariç) ile sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait şirketlerin, kendi mülkiyetlerinde veya tasarruflarında bulunan taşınmazlarıyla ilgili olarak; kamu kurum ve kuruluşları, vakıf, dernek veya bunların şirketlerine, gerçek veya tüzelkişilere; satış, kira, irtifak, takas, tahsis, devir vb. her türlü tasarrufa yönelik işlemleri için Başbakanlık’tan izin alınacaktır.”
Neden acaba?
Bir hukuk devletinde bu tür işlerin nasıl yürütülmesi gerektiği kanunlarda, yönetmeliklerde yazılı olur, her kademedeki kamu yöneticisinin yetkisi bellidir, onlar da yetkilerini kanun ve yönetmeliklere uygun olarak kullanabilirler.
Bu yetkilerini kullanırken yasa dışına çıkan kamu yöneticilerine hangi işlemlerin yapılacağı, ne tür cezalar verileceği vs. de yine kanunlarda belirtilmiştir.
Bütün yetkiler acaba Başbakanlık’ta neden toplandı?Başbakan, kendisinin seçtiği bakanlara, onların seçtiği müsteşarlara, genel müdürlere güvenmiyor mu ki her dosya için kendi izninin alınmasını şart koşuyor?

Yazının Devamını Oku

Değişikliğin amacı gizli ajandada yazılı

28 Ağustos 2013
YENİ anayasayı yapacak komisyon bir süredir anayasanın ilk maddelerini yazma konusunu tartışıyor.

Şu anda yürürlükte olan anayasanın ilk üç maddesi Türkiye’nin bir cumhuriyet olduğunu ve bu devletin demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti niteliklerini tanımlıyor. Dilinin Türkçe olduğunu, bayrağını, marşını, başkentini belirtiyor.
Bir dördüncü madde var ki o da “bu maddelerin değişmez ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemez olduğunu” söylüyor.
Şu anda tartışma konusu olan madde bu dördüncü madde.
AKP ve BDP devletin niteliklerini belirten ilk üç maddenin “değiştirilebilir” olması gerektiğini savunuyor, CHP ve MHP ise buna karşı çıkıyor, devletin niteliklerinin değiştirilemez olması gerektiğini savunuyor.
AKP ve BDP’nin önerisi kabul edilirse, günün birinde mesela laiklik karşıtı bir parti, yeterli çoğunluğa ulaşırsa devletin laik niteliğini kaldırıp, bir şeriat devleti kurabilir.
Ya da monarşist bir parti yeterli çoğunluğu elde ederse cumhuriyeti kaldırıp, saltanatı yeniden getirebilir.
Aynı şekilde devletin dili, bayrağı, hukuk devleti olma özellikleri de tartışma konusu olabilir, yeterli çoğunluğa ulaşan isterse bunlardan da vazgeçebilir, bayrağı değiştirebilir, dili değiştirebilir ya da başka dilleri ekleyebilir vs.

Yazının Devamını Oku

Hepimizi sallandırmadan önce

27 Ağustos 2013
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan son günlerde “diktatörlük” tartışmasını gündeme getirdi.

Önce “Diktatör olsam diktatör diyemezdin, sallandırırlardı” dedi!
Sonra “Ben diktatör olacağım, o bana diktatör diyecek, vay haline” açılımını geliştirdi.
“Sallandırmak, vay haline” gibi deyimlerin içeriğini ve bu deyimleri kullanmaya yol açan bilinçaltını tartışmadan geçiyorum.
Evet, meseleyi böyle ortaya koyarsanız, haklısınız kimse size diktatör diyemez.
Ama zaten bu memlekette konuşmakta olduğumuz konu, başımızda bir diktatör bulunduğu değil, başımızdaki seçilmiş liderin diktatoryal hevesleri ve eğilimleri olduğudur.
TBMM’ye sunulmuş anayasa teklifini bir kez daha okumasını öneriyorum mesela.
Rejimin bütün denge–fren mekanizmalarından arındırılarak, her şeyin bir tek kişiye bağlanmasını öngören “ala Turka başkanlık sistemi” önerisini ortaya koyan kendisidir.

Yazının Devamını Oku

Azarlanmadan yaşamanın tadını çıkaralım

26 Ağustos 2013
Aslına bakarsanız biz Türkler olarak bu vesileyle biraz rahatladık.

Başbakanımızın öfkeyi bir hitabet biçimi olarak benimsemesinden mustariptik.
Sürekli azarlanan, kafasına kakılan çocuklar gibiydik, ama özellikle son bir aydır biraz kafamızı dinleyebilmemiz mümkün oldu, “babamız” kafayı Sisi’ye, Birleşmiş Milletler’e, İslam İşbirliği Teşkilatı’na taktı, şimdi onları azarlıyor.Bunun keyfini sürmemiz gerekir diye düşünüyorum, bugün-yarın yine bizleri azarlamaya karar verene kadar tadını çıkaralım!
Başbakan önceki gün bir kez daha şöyle seslendi:
Ey Birleşmiş Milletler, ne işe yararsın?Adı Birleşmiş, soyadı
Milletler olan bir gerçek kişiden söz etmiyor.
Hepimizin bildiği gibi bu uluslararası bir kuruluş, bir tüzel kişilik, gerçek kişilik değil.
Dolayısıyla birisi kendisine “eyyy” diye seslenince yanıt verebilmesine olanak yok.

Yazının Devamını Oku

Bir kadın kimin için süslenir?

24 Ağustos 2013
YILLAR önce balıkçılık ile ilgili bir kitapta okumuştum bu sözü: “Yeminiz, avınızın türünü belirler”.

Önceki hafta Bodrum–Gökova arasında seyir halindeyken “rast gelir” diyerek çektiğimiz sırtıya kocaman bir torik takılmasaydı sanmıyorum ki yeniden hatırlayayım.
Misinanın ucuna parlak pullu bir sahte balık takılıyor. Küçük bir çıpayı andıran bir iğne de bu sahte balığın gövdesinde sallanıyor. Tekneyle çekmeye başladığınızda bu sahte balık denizin içinde göz alıcı ışıltılar saçarak hareket ediyor ve civardaki “canavarların” dikkatini çekiyor. Balığı yemek için hamle yaptığında da zokayı yutuyor ve doğru tavaya!
Bir arkadaşım aynı avcılık yönteminin insanoğlunun erkeği için de geçerli olduğunu söylüyor. Ona göre göz alıcı giysiler giyip, makyajını da yapan bir kadın, eğer canı istiyorsa bir balıkçı gibi sırtı çekmeye başlar ve açgözlü erkekler de üzerindeki iğneyi fark etmeden atlarlar!
İnsanlık tarihinin uzunluğu içinde bir kadının avcı olup av aramaya çıkmasının geçmişi bir nokta kadar bile sayılmaz. Çok yakın zamanlara kadar bireyselliğin en geliştiği toplumlarda bile bu ayıplanan bir tutumdu ve o kadına hoş gözle bakılmazdı.
Hâlâ da birçok toplumda böyle karşılanır onun için de kadınlar “pasif teknikler” geliştirmişlerdir.
Mitolojide bunun bir örneği de var: Girit Kralı Minos, denizlerin tanrısı Poseidon’dan kurban etmek için güçlü bir boğa istemiş. Poseidon bu isteği yerine getirir ama Minos hayvanı o kadar beğenir ki kıyamaz ve bir başka boğa kurban eder.
Yunan tanrıları sinirli varlıklardır, bunu duyunca Poseidon’un tepesi atar ve Minos’un karısı Pasiphae’yi boğaya âşık eder.

Yazının Devamını Oku

Çocuklara ne olacağı umurlarında değil

23 Ağustos 2013
MİLLİ Eğitim Bakanlığı, geçtiğimiz öğretim yılında birinci sınıfa başlatılan 60–66 aylık 450 bin çocuğa yeni öğretim yılında kurs desteği verecekmiş.

İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, öğrencilerin tümüne takviye vereceklerini, öğrencilerin arkadaşları ile aynı seviyeye gelmelerinin sağlanacağını açıkladı.
Sabah’tan Yaşar Özay’ın haberine göre Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından 4+4+4 sistemi için hazırlanan raporlar, çocukların önemli bölümünün okumayı sökemediğini ortaya koyuyor.Hatırlayacaksınız bakanlık bu raporlardan sonra kayıt yaşında değişikliğe de gitmişti.
Bütün bunların olacağı bir gece yarısı baskınıyla bu kanun gündeme getirildiğinde çok yazıldı, çizildi, ama AKP yöneticileri söylenen hiçbir şeye kulak asmadı.
Raporlar öğrencilerin 40 dakikalık uzun ders sürelerine adapte olamadıklarını, yüzde 44’ünün boylarına uygun olmayan sıralarda bir ders yılı süresince oturmak zorunda kaldıklarını, yüzde 67’sinin tuvalet konusunda zorluk çektiğini gösteriyor.Üst yaş gruplarındaki öğrencilerin tamamı nisan ayında okumaya geçerken, 66 ay altındaki öğrenciler için bu oran yüzde 18’de kalmış.O zaman da söylemiştik, sırf imam hatiplerin orta bölümlerini açabilmek için bütün sistemi altüst ettiler.
Tek suçları o dönemde 60–66 aylık olmak olan çocuklara eziyet ettiler, geleceklerini kararttılar.
O çocuklardan ve velilerinden özür bile dilemediler, şimdi kendi berbat ettikleri işi düzeltmek için çocukların üzerine bir de kurs yükü bindirecekler.Bu ahın altından nasıl kalkacaklar, kim bilir?
Konya’da da 20 okulu imam hatibe dönüştürmüşler.

Yazının Devamını Oku