Paylaş
Önceki hafta Bodrum–Gökova arasında seyir halindeyken “rast gelir” diyerek çektiğimiz sırtıya kocaman bir torik takılmasaydı sanmıyorum ki yeniden hatırlayayım.
Misinanın ucuna parlak pullu bir sahte balık takılıyor. Küçük bir çıpayı andıran bir iğne de bu sahte balığın gövdesinde sallanıyor. Tekneyle çekmeye başladığınızda bu sahte balık denizin içinde göz alıcı ışıltılar saçarak hareket ediyor ve civardaki “canavarların” dikkatini çekiyor. Balığı yemek için hamle yaptığında da zokayı yutuyor ve doğru tavaya!
Bir arkadaşım aynı avcılık yönteminin insanoğlunun erkeği için de geçerli olduğunu söylüyor. Ona göre göz alıcı giysiler giyip, makyajını da yapan bir kadın, eğer canı istiyorsa bir balıkçı gibi sırtı çekmeye başlar ve açgözlü erkekler de üzerindeki iğneyi fark etmeden atlarlar!
İnsanlık tarihinin uzunluğu içinde bir kadının avcı olup av aramaya çıkmasının geçmişi bir nokta kadar bile sayılmaz. Çok yakın zamanlara kadar bireyselliğin en geliştiği toplumlarda bile bu ayıplanan bir tutumdu ve o kadına hoş gözle bakılmazdı.
Hâlâ da birçok toplumda böyle karşılanır onun için de kadınlar “pasif teknikler” geliştirmişlerdir.
Mitolojide bunun bir örneği de var: Girit Kralı Minos, denizlerin tanrısı Poseidon’dan kurban etmek için güçlü bir boğa istemiş. Poseidon bu isteği yerine getirir ama Minos hayvanı o kadar beğenir ki kıyamaz ve bir başka boğa kurban eder.
Yunan tanrıları sinirli varlıklardır, bunu duyunca Poseidon’un tepesi atar ve Minos’un karısı Pasiphae’yi boğaya âşık eder.
Pasiphae, boğanın ilgisini çekmek için Daidolos’a bir inek heykeli yaptırır, içine girer ve boğayı baştan çıkarır. Bu aşkın meyvesi boğa başlı ve kuyruklu ama insan bedenli Minotor’un doğumu olur ki tam bir baş belasıdır. Bunun üzerine Daidolos’a yeniden görev verilir, o da labirenti icat edip Minotor’u içine hapseder.
Bütün öyküyü anlatmayacağım tabii, sonu acı bitiyor çünkü.
Pasiphae’nin bir inek giysisi giyerek boğayı tavlaması, günümüz kadınlarının giysiler, makyaj malzemeleri, takılar, ayakkabı, çanta gibi aksesuvarlar ile aynı işi yapmasının bilinen ilk örneği.
Antik mezarlardan çıkan takı–tukuların çokluğu da bu işin nesilden nesile aktarıldığını gösteren bir örnektir. Tabii bu her ne kadar tarihsel olsa da temel bir kadın yanılgısıdır.
Moritanya’nın kişi başı milli gelirini bir ayakkabıya ya da bir şişe parfüme rahatlıkla harcayabilmelerin nedeni de bu yanılgıdır.
Erkeklerin ilgisi ilk anda plastik güzelliğe kuşkusuz ki kayar ama bu ne gereklidir, ne de yeterli!
Max Planck Enstitüsü’nde yapılan bir araştırma erkeklerin göz alıcı seksi giysiler içindeki kadınları çekici bulmakla birlikte, uzun süreli bir ilişki için tercih etmediklerini ortaya koyuyor.
Landau Üniversitesi’nin Cinsellik Araştırmaları Enstitüsü’nün araştırması da erkeklerin “arzu listelerinde” birinci sırayı “doğal görünümün” aldığını gösteriyor. “Güzel bir eş” isteği ancak dördüncü sırada kendisine yer bulabiliyor. İkinci ve üçüncü sırada “bakımlı–temiz görünüm” ve “sağlıklı görünümün” yer aldığını da belirteyim.
Seven bir erkek, sevdiği kadının ne yaşlandığını fark edebilir, ne vücudunun şeklinin değişmesinden rahatsız olur.
Selülit avcısı paparazziler olmasa, beğendiğimiz oyuncuların, şarkıcıların bile yaşlandıklarını fark edemeyiz.
Zaten Gasset de kadınların böyle makyaj ve giysiler ile aslında kendilerini dış dünyaya kapattıklarını, bunun onları sevmedikleri erkeklerden koruyacak bir tür zırh olduğunu söylüyor.
Süslenip püslenmiş bir kadının dış dünyaya verdiği mesajın “aranmak” değil, tam tersine kendisi için özel bulduğu erkek dışındakilere kapanmak olduğunu belirtiyor.
Elbette aksini iddia eden başka düşünürler de var. Bitmeyecek bir tartışmadır diyebiliriz.
Tam da bu noktada köşeme aldığım fotoğrafa bir kez daha alıcı gözle bakmanızı rica edeceğim. Sophia Loren ve Jayne Mansfield’i bir yemek masasında gösteren bu fotoğraf bir Holllwood davetinde çekilmiş, ben Papermoon’un duvarında görmüştüm.
“Benimle yaşıt” bir fotoğraftır bile diyebilirim. Birincisi 1934, ikincisi 1933 doğumlu çünkü. Ben doğduğumda onlar 30’larına merdiven dayamışlardı ve henüz 40 yaşına girmedikleri için de Özkök’ün ilgi alanı dışındaydılar.
İkisi de bu fotoğrafın çekildiği yıllarda dünya starıydılar, peşlerinde bir zengin erkek ordusu dolanıyordu, parası olmayanlar gece rüyalarında onları görüyordu.
Sophia Loren’in, Jayne Mansfield’in dekoltesine nasıl dikkatle baktığını fark etmiş olmalısınız. Sanki bir kıskançlık kokusu alır gibiyim.
Oysa o tarihte Sophia Loren de dünyanın en güzel kadınlarından biriydi. Onun göğüsleri Jayne Mansfield’inki gibi 102 santim değildi belki ama o da 38 C sutyen giyiyordu. Bugün bile “kum saati vücut tipinin” bilinen en mükemmel örneği olarak anılıyor!
Ama bütün bunlar o ilginç bakışa engel olamamış.
Fotoğrafı neden köşeme aldığımın yanıtı da şimdi: “Kadın ne için giyinir” sorusunun bir başka yanıtı bu fotoğrafta bence.
Jayne Mansfield bu bakışların kime ait olmasını tercih ederdi? Sophia Loren’e mi, Richard Burton’a mı?
Bence Sophia Loren’in bu bakışı onu bütün erkeklerin bakışlarından daha fazla mutlu etmiş olmalı!
Paylaş