Paylaş
İlk günün heyecanlı ülkeleri İngiltere ve Fransa hafiften ayak sürümeye başladılar. Amerika’da Başkan Obama’nın da bu işe girmesinin nedeni zaten “Ağzımdan bir söz çıktı bir kere”den ileri değildi.
Operasyon zaten bizim yöneticilerimizin beklediği gibi Esad’ı devirmeye yönelik de olmayacaktı.
Amaç Suriye’deki bugünkü dengeyi fazla bozmadan bir yandan Esad’ı cezalandırmak, diğer yandan tarafları siyasi bir uzlaşmaya yöneltebilmekti.
Niye böyle düşündükleri çok basit: Çünkü Esad’ın devrilmesinden sonra Suriye’de nelerin olabileceğinden emin değiller.
Mısır’da seçimle işbaşına gelmiş Müslüman Kardeşler iktidarının devrilmesini sessizce izleyen Batı’nın, şimdi Suriye’de silah zoruyla içinde aşırı unsurları da barındıran bir Müslüman Kardeşler iktidarı
kurmayı düşünmesi zaten tuhaf olurdu.
Bütün bunlar öngörülemeyecek şeyler değildi, dev istihbarat örgütlerine de gerek yoktu.
Gazete okumak yeterliydi
ama bizim yöneticilerimiz onu
bile yapmadılar.
Ak Tolgalı Beylerbeyi Ahmet Davutoğlu hemen ortaya atıldı, “Gönüllülerin içinde biz de varız” dedi.
Ne olup bittiğini anlamadan ortaya böyle atılmanın yeni bir dış politika stratejisi olduğu anlaşılıyor.
İlk başta “stratejik derinlik” vardı. Onu “komşularla sıfır sorun” izledi. Ardından “değerli yalnızlık” dönemine geçtik.
Son günlerde yaşadıklarımıza bakarsak, yeni dış politikamız bu durumda olsa olsa “Hıyarım var diyene,
tuz bende diye koşmak” stratejisi olabilir!
Parlamentosuz demokrasi olur mu?
İNGİLTERE’nin Suriye’ye karşı yapılacak askeri operasyon konusunda frene basmasının nedeni, parlamentodaki muhalefet.
İşçi Partisi’nin askeri
operasyonla ilgili olarak ortaya
koyduğu talepler nedeniyle
Başbakan Cameron biraz durup nefes almak zorunda kaldı.
Muhalefet Suriye’ye müdahaleye destek verebileceğini ama şartlarının olduğunu açıklamıştı.
Şartlar şöyle:
Kimyasal silah denetçilerinin raporuyla ilgili BM Güvenlik Konseyi’nde bir oylama yapılması, bununla ilgili olarak Avam Kamarası’na detaylı raporlar verilmesi, askeri girişimden önce parlamentoda ikinci bir oylama yapılması, Esad rejiminin kimyasal silah saldırısından sorumlu olduğuna dair “ikna edici
kanıtlar” bulunması ve müdahale için “uluslararası hukukta
açık bir temel” olması.
Söze gelince benzer bir parlamenter demokrasiyi yaşadığımız İngiltere’de işler böyle yürüyor çünkü.
Bizde ise bunların hiçbiri olmadı.
Dışişleri Bakanı, aylar önce TBMM’nin çıkardığı bir tezkerenin yeterli olduğunu, ayrıca bir tezkere çıkarma gerekmediğini söyledi.
Ne TBMM toplantıya çağırıldı, ne milletvekillerine bilgi verildi, ne de muhalefet liderlerine son durumla ilgili açıklamalarda bulunuldu.
Başbakan ve Dışişleri Bakanı kafa kafaya verdiler ve “gönüllü” olma kararı aldılar.
Bu gönüllülüğün sonunda
nelerin olabileceği, gönüllülüğün sınırlarının ne olacağı da
artık keyiflerine kalmış.
Böyle önemli bir konuda bile TBMM’yi çağırıp bilgi vermeye gerek görmüyorlar, ondan sonra “tek adam yönetimi, otoriter eğilimler, diktatoryal yönelişler” deyince de sinirleniyorlar!
Tatil bilmecesi: Suçluyu bulun!
TOPLUMUMUZDA
yeni bir tür dolandırıcılık türedi, farkındasınızdır.
Her gün gazetelerde bununla ilgili bir–iki haber yayımlanıyor. Arada bir Emniyet’ten cep telefonu mesajı bile geliyor, “Aman böyle şeylere inanmayın” diye ama inananların sayısında bir azalma da görülmüyor.
Dolandırıcılar kendilerine polis ya da savcı süsü veriyorlar. Terörist takip ederken bir şekilde sizin telefon hattınızın vs’nin kullanıldığını tespit etmişler de, hemen şu kadar parayı bilmem nereye getirmeli ve teröristlerin yakalanmasına yardımcı olmalıymışsınız filan gibi bir hikâye uyduruluyor, tuzağa düşen vatandaş da paralarını kaptırıyor.
Dün de “Gezi eylemlerine katıldığınız tespit edildi” gibisinden yeni bir gerekçeyle bazı kişileri daha dolandırmışlar.
Böyle dolandırılanlar arasında emekli subaylardan tutun da, şirketlerin CEO’larına kadar her meslekten, yaştan insan var.
Aslına bakarsanız, bizim memleketteki eski tip dolandırıcılıkta, kurbanın da dolandırma isteği vardır.
Haydarpaşa Garı’nı 5 bin liraya satın almaya niyetlenip dolandırılan adam, aslında satıcı kılığındaki dolandırıcının malını ucuza kapatma peşindedir.
Bu yüzden böyle dolandırıcıya ben şahsen kızmam. Birisinin malını ucuza kapatma sevdasıyla dolandırılan buna müstahaktır diye düşünürüm. İnsan biraz düşünmez mi Galata Kulesi 15 bin liraya satılır mı diye?
Ama bu yeni tip dolandırıcılıkta durum farklı.
Bunlar iyi niyetli, polis ve savcı korkusu olan insanlar, terörist zannedilip hapse girmeye korkuyorlar.
Korkuları yersiz değil, daha geçenlerde sırf gizli şahit ifadesiyle insanların müebbet hapse mahkûm olduğunu da gördüler.
Bir tanık, iki telefon kaydıyla insanların terörist diye hapislerde süründürüldüğünü biliyorlar.
Onun için de kolayca kandırılabiliyorlar.
Çünkü adalete güvenleri yok, masum olduklarını ispat edemeyebileceklerini düşünüyorlar, zaten yargıçların kendilerini dinlemeyeceğinden eminler.
Şimdi bu tatil gününün tartışma konusu da bu olsun, evde otururken can sıkıntısına iyi gelir:
Burada suçlu kim? Dolandırıcı mı, dolandırılan mı, vatandaşların yüreğine polis ve savcı korkusu salıp adalete güveni yok edenler mi?
Paylaş