Paylaş
Şu anda yürürlükte olan anayasanın ilk üç maddesi Türkiye’nin bir cumhuriyet olduğunu ve bu devletin demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti niteliklerini tanımlıyor. Dilinin Türkçe olduğunu, bayrağını, marşını, başkentini belirtiyor.
Bir dördüncü madde var ki o da “bu maddelerin değişmez ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemez olduğunu” söylüyor.
Şu anda tartışma konusu olan madde bu dördüncü madde.
AKP ve BDP devletin niteliklerini belirten ilk üç maddenin “değiştirilebilir” olması gerektiğini savunuyor, CHP ve MHP ise buna karşı çıkıyor, devletin niteliklerinin değiştirilemez olması gerektiğini savunuyor.
AKP ve BDP’nin önerisi kabul edilirse, günün birinde mesela laiklik karşıtı bir parti, yeterli çoğunluğa ulaşırsa devletin laik niteliğini kaldırıp, bir şeriat devleti kurabilir.
Ya da monarşist bir parti yeterli çoğunluğu elde ederse cumhuriyeti kaldırıp, saltanatı yeniden getirebilir.
Aynı şekilde devletin dili, bayrağı, hukuk devleti olma özellikleri de tartışma konusu olabilir, yeterli çoğunluğa ulaşan isterse bunlardan da vazgeçebilir, bayrağı değiştirebilir, dili değiştirebilir ya da başka dilleri ekleyebilir vs.
Acaba AKP ve BDP bu maddelerin “değiştirilemez” olmasından neden memnun değil?
Başbakan’ın gelecek ile ilgili hayali önümüzdeki genel seçimde AKP’nin anayasayı tek başına değiştirecek bir çoğunlukla TBMM’ye girmesi.
Bunu en çok kendisini tek yetkili diktatör yapacak “ala Turka başkanlık sistemi” için istiyor.
Dördüncü madde tartışmalarından sonra ortaya çıkıyor ki istediği tek değişiklik sistem ile ilgili değil, aynı zamanda devletin niteliklerini de değiştirebilir bir yetkiye kavuşmayı hayal ediyor.
“Gizli ajandayı” ortaya çıkarmaya sanırım, ondan sonra sıra gelecek.
12 Eylül kurumunda ne işin var hocam?
AKP’nin anayasa danışmanı Prof. Dr. Yavuz Atar, “dördüncü maddenin kaldırılmasını ve devletin niteliklerinin değiştirilebilir olmasını” komisyonda şöyle savunmuş, Radikal’de okudum:
“5 generalin yaptığını değiştiremeyecek miyiz? Biz darbeciler kadar olamayacak mıyız? Anayasayı halka karşı korumak isteyenler böyle yaptılar”.
Profesör unvanlı bir demagog ile karşı karşıyayız! Ve bütün demagoglar gibi karşısındakileri aptal zannediyor.
İlginç olanı Prof. Dr. Yavuz Atar hükümet kontenjanından YÖK üyeliğine de atanmıştı.
Kendisi bu görevi severek kabul etmiş olmalı ki istifa ettiğini filan duymadık.
YÖK dediğiniz nedir? 12 Eylül cuntasının, üniversiteler üzerinde vesayet kurmasının aracı!
Profesör Bey, “askerlerin yaptığını değiştiremeyecek miyiz” diye sormayı biliyor ama YÖK’te görev yapmaya da itirazı yok!
Söze gelince 12 Eylül’ün darbeci generallerinin yaptıklarına karşılar ama siyaset üzerinde antidemokratik vesayetin uygulama araçlarından birincisi olan yüzde 10 barajının kalkmasına karşılar.
Başbakan sorulunca “Barajı ben koymadım ki ben kaldırayım” diye yanıt veriyor.
“Sandık da sandık” diyor ama milletin özgür iradesinin sandığa yansımasının önündeki en büyük engel olan 12 Eylül cuntasının seçim barajını canı gibi savunuyor!
Devletin laik ve demokratik hukuk devleti özelliğinin kaldırılabilmesini, bayrağının, dilinin değiştirilebilmesinin mümkün olmasını 12 Eylül’e karşı çıkmak için yaptığını söylüyor ama 12 Eylül rejiminin en büyük miraslarından biri olan Siyasi Partiler Kanunu’ndan hiç söz etmiyor.
Demek ki asıl mesele 12 Eylül rejimi filan değil.
Asıl mesele devletin niteliklerini değiştirebilmenin yolunu açmak. Öncelikli dertleri de laiklik sanıyorum.
Bunu yapabilmek için de BDP’nin önüne bir “anadil” havucu uzatmayı planlıyorlar gibi. Yoksa BDP, bu işte AKP’nin kuyruğuna neden takılsın ki?
Danışman deyince aklıma geldi
AKP’nin anayasa danışmanı, YÖK üyesi profesörden söz edince aklıma yine bizim ırkçı profesör geldi.
Prof. Dr. Ahmet Atan’dan söz ediyorum!
Gezi Parkı protestoları sırasında demokratik haklarını kullananlara karşı acımasız bir polis şiddeti uygulanırken kendisi tweet atarak, ırkçı hakaretler yağdırıyordu.
Irkçı profesöre YÖK’ün bir soruşturma açtığını, üniversite kurullarının harekete geçtiğini filan duymadık.
Savcılık da zaten kılını kıpırdatmadı, belli ki memleketimizin savcıları da etnik kimliklerin bir hakaret sıfatı olarak kullanılmasını yadırgamıyorlar.
Ama en büyük ayıbı işleyen kuşkusuz ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş!
Bu kentin azınlık toplumlarının mensuplarının da belediye başkanı ama ırkçı profesörün kartvizitinde “Belediye Başkanı danışmanı” yazmasından utanmıyor, yüzü kızarmıyor! Kim bilir cebine de kaç lira koyuyordur, bizim vergilerimizden!
YÖK, üniversite, belediye ve hesapta bağımsız adliye!
Ve bu dört kurum bir üniversite hocasının, ırkçı ifadelerle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını aşağılamasını umursamıyor!
Paylaş