Başbakan, gerçek bir demokrasi için vatandaşın isteklerine yanıt verecek bir paket hazırladıklarını da belirtiyor.
Paketin içeriği ile ilgili olarak gazetelerde bölük pörçük haberler yayımlandı ama bu aşamada paketin tamamı kesinleşmeden bir yorum yapmayı doğru bulmuyorum.
Diliyorum ki Başbakan’ın söylediği şey gerçek olsun, toplumun tüm kesimlerinin demokratikleşme taleplerine yanıt verecek bir paket önümüze konsun.
Tabii ilginç olan şey adı “demokratikleşme paketi” olan “şeyin” kapalı kapılar ardında, küçük bir çekirdek kadro tarafından hazırlanmış olması.Madem, “toplumun her kesimini tatmin edecek” bir paket hazırlanıyordu, neden böyle gizli saklı yapıldı, anlayabilmek zor.
Paketin içeriği, hükümetin neler düşündüğü açık olabilseydi, her kesim konuyla ilgili fikrini açıklayabilseydi ve paketin son hali hükümet tarafından bu fikirler de gözetilerek açıklansaydı, daha doğru olmaz mıydı?
“Demokrasi” dediğimiz de zaten böyle bir şey değil midir?Biliyoruz ki Başbakan’ın en büyük sorunu her şeyi kendi elinde toplamak ve her işin içinde olmak.
Bunu yapıyor, çünkü danışırsa, dışarıdaki seslere kulak verirse, iktidarını paylaştığını zannediyor.
“Kimse bir daha Türkiye’nin sınırlarını ihlal etme cüretini gösteremeyecektir. Bu konuda her türlü tedbir alınmıştır!”Dışişleri Bakanı bizimle aynı dünyada değil, bir başka paralel evrende yaşıyor olmalı.
Türkiye’nin, Irak ve Suriye ile olan sınırı bir tür yolgeçen hanı sayılabilir.
Hatta diyebilirim ki bu iki ülke ile Türkiye arasındaki sınır kapılarından yasal olarak gelip geçenlerin sayısı, sınırın diğer bölgelerinden elini kolunu sallayarak girip çıkanların yanında devede kulak kalır!Irak sınırı malum. Bugünün işi değil, uzunca bir zamandır bu durumda.
PKK istediği zaman girip, istediği zaman çıkıyor. Devlet gözetiminde mal götürüp getiren kaçakçıları saymıyorum bile.
Suriye sınırı da aynı durumda!
Suriye’de içsavaş başladığından beri kaç göçmenin oradan geçip Türkiye’ye geldiğinin sayısını bile tam olarak bilemiyoruz.Mülteci kamplarına yerleştirilenlerden daha fazlası Türkiye’nin değişik kentlerine yayılmış durumdalar ve kimse onlara sınırı geçerlerken “Yolculuk nereye” demedi.
Sınırın iki yakasında Ortadoğu’nun Peşaver’i oluşurken de durum farklı değildi. Sabah güneş doğarken Suriye’ye savaşmaya giden militanların, akşam olunca Türkiye’ye geri dönüp istirahata çekildikleri de bir sır değil.
Yani bu ülkede hepimizin hakları bellidir, Anayasa tarafından korunur.
Sürprizle karşılaşmamamız gerekir, çünkü kanunlar da bunun için çıkmıştır. “Ben yaptım oldu” böyle bir ülkede geçerli bir durum olmamalıdır.
Kamudaki her düzeyden yöneticinin de bu nedenle kanunlara uygun davranmasını bekleriz.
Kendi kafalarına göre, canlarının istediği gibi hareket edemezler, etmemeleri gerekir.
Özellikle de kanunları uygulamak durumunda olanların bu konuda daha titiz olmalarını da bekleriz ki idare, biz vatandaşların haklarını çiğnediğinde yargı “Dur bakalım, bunu yapamazsın” desin!
Memleketimizde iletişimin tespiti ile ilgili yasal düzenlemeler de anayasal hakkımız olan iletişimin gizliliğini korumayı hedefler.
Aklına esen, aklına estiği kişinin telefonunu vs. dinleyemez, kuralları bellidir, savcıların, mahkemelerin görevi bu kurallara uyulmasını sağlamaktır.Polis ya da jandarma bir suçun takibi için bir vatandaşın telefonunu dinlemek istiyorsa, savcıya gider. Neden dinleme kararı gerektiğini açıklar. Teorik olarak savcıların her isteği de kabul etmemesi gerekir, dinlemenin gerekliliğini gösteren ciddi suç şüphesi ile ilgili kanıtları görmek istemelidir.
Hatırlayacaksınız, önce bir kişi tutuklandı. Polis, yakaladığı kişinin zanlı olduğuna karar verdi, savcı tutuklanmasını istedi, mahkeme de tutukladı. Ertesi gün olayın asıl faili ele geçirildi. Meğerse ilk adam suçsuz yere tutuklanmış.Yanlış kişinin tutuklandığı anlaşılınca Cumhuriyet başsavcısı şöyle konuşmuş:
“M.V.D.’yi tutuklamakla yanlış yaptık ama sonuçta yanlıştan da döndük”.Suçsuz yere tutuklanan M.V.D. ifadesinde suçlu olmadığını söylemişti, bunu da hatırlıyoruz. Ama savcılık ve mahkeme onun ifadesini ciddiye almadı ve tutuklama kararı verdi. Tutuklama kararının verilmiş olması için, polisten savcılığa gönderilen soruşturma dosyasında bazı “somut” deliller bulunmalıydı.Çünkü bir ceza yargılamasında asıl olan kuşkunun bulunmamasıdır.
Bu olayda M.V.D. aleyhine somut bir delil bulunmuş olamazdı, çünkü tecavüz eden de, cinayeti işleyen de başkasıydı.Suç ile M.V.D.’yi birbirine bağlayan şey, soruşturmayı sürdüren polisin kanaati olmalı.
Olabilir, polis dedektifleri kendi tecrübelerinden de yararlanarak bir kişinin suçlu olduğuna kani olabilirler.
Savcının ve yargıcın bu “kanaatten” daha fazlasına ihtiyaçları vardı.
Kuşkuyu ortadan kaldıracak somut kanıtlar görmeliydiler ama bunu yapmadılar, polise inandılar ve tutuklama isteyip tutukladılar.
Adalet sistemimizin ayarı feci şekilde bozulmuş bulunuyor.
Gözlerinde hüzün mü, merak mı, neşe mi, baştan çıkarıcı mı olduğunu kestiremediğim bir ifadeyle sahneden bakıyordu.
Gözlerindeki ifadeyi çıkaramıyor olmamın nedeni, aramızdaki mesafe değildi. Elimi uzatsam dokunabilecek kadar yakındım çünkü.
Söylediği şarkının sözlerine göre sanki gözündeki ifade değişiyor gibiydi. Sözleri anlayamıyordum ama içerdiği duyguyu sanki ellerimle tutabilecek kadar da kendime yakın hissediyordum.
Siyah saçlarını toplamamıştı. Çok uzun değildi ama Ege’den esen hafif bir meltemle uçuşuyor, başını her çevirişinde bir perçem sol kaşının üzerine yapışıp kalıyordu.
Kıpkırmızı boyanmış dolgun dudakları bugüne kadar kim bilir kaç erkeği perişan etmişti.
Şarkılarını söylerken bazen buğulu, bazen boğuk, bazen hafifçe çatlayan sesi, sıraları hıncahınç doldurmuş izleyicilerinin üzerine bir tsunami dalgası gibi çarpıyordu.
Ardından hafifçe geri çekiliyor, sonra bir dalga daha!
Bu örgütler, ne yapsalar bir araya getiremeyecekleri kitlelerin barışçı gösterilerini “çalmak” için her yolu da kullanırlar.
Bunun önüne geçecek olan güç, barışçı gösterileri düzenleyenler değil, o gösterinin güven içinde bitirilmesini sağlayacak olan polis gücüdür.
Polis, karşı karşıya kaldığı her gösteriye, ayrım yapmaksızın aynı şekilde müdahale ederse o marjinal örgütler için çalışıyor demektir.Polisin barışçı gösterilere karşı aşırı güç kullanımı, o örgütlerin aradığı ortamı yaratır, sonunda meydan onlara kalır.
Bir şiddet sarmalı yaratılır, her çatışma, bir sonraki çatışmayı doğurur.Gezi Parkı gösterilerinden beri Türkiye’de yaşadığımız şey tam olarak budur.Polis, her gösteriye ve toplantıya aynı şekilde aşırı güç kullanarak müdahale etmeye kalkıştığı için bunlar oluyor.
30–40 kişilik, çevreye saldırganlık içinde olmayan grupların gösterileri bile aynı şekilde dağıtılıyor: Biber gazı, TOMA, plastik mermi vs.
Her gösteriye böyle müdahale edilmesinin ardından çıkan kargaşa ortamında, sahneye ortalığı karıştırmak isteyen örgütlerin çıkmasında şaşılacak bir şey yok.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, demokratik bir ülkenin lideri gibi davranmış ve polisin aşırı güç kullanımını “destan yazmak” olarak nitelememiş olsaydı, kuşku yok ki bu konularda tecrübeli polis yöneticilerinin tutumları da başka olurdu.
Haberleri takip ediyorum, bu işten mutlu olmayan bir tek bizim yöneticilerimiz var.
Dünyanın önde gelen ülkeleri, diplomasiye bir şans daha verilmesi nedeniyle, Suriye’nin elindeki kimyasal savaş stoklarını vermesinin beklenmesinden yanalar.
Suriye’de bir savaştan en çok zarar görecek ülkenin yöneticilerinin, savaşa bu kadar istekli olmasını, neyle açıklamalıyız?
Ortaya çıktı ki Suriye’de kimse kimseyi yenemeyecek.
Amerika’nın “gönüllülerle” birlikte sınırlı bir askeri müdahalede bulunması da aynı şekilde dengeleri değiştirmeyecek.
Bunun bir tek anlamı var: Daha çok insan ölecek.
Çocuk, kadın, erkek ayrımı yapmadan siviller ölecek.
“Hacı hacıyla Mekke’de buluşur, dervişler tekkede buluşurlar. Öyle anlaşılıyor ki darbeciler de Kahire’de buluşuyor.”Bu siyasi kadronun ilginç işleyen bir kafa yapısı var.
Söyleyecekleri sözlerin nereye gideceğini hiç düşünmeden konuşuyorlar, eğer sonradan başları o sözlerle derde girerse de “Amacımı aştım” deyip sıyrılıyorlar.
Ama bu söz pek öyle amacını aşmış gibi de görünmüyor.
Hacının hacıyla Mekke’de buluştuğunu, dervişlerin de tekkede buluştuklarını en iyi onlar bilebilir çünkü.
Ama hafıza ile ilgili de bir sorun olduğu su götürmez. Kim bilir belki hafızaları güçlüdür de, milletin hafızasız olduğunu düşünüyorlardır.Böyle olmasaydı, öyle konuşmazdı çünkü.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında soykırım ve insanlık suçlarından yakalama kararı verdiği Sudan Devlet Başkanı Beşir ile dünya yüzünde en çok buluşanlar onlar çünkü.
Adam yakalanma korkusuyla hiçbir yere gidemiyor ama Ankara’yı komşu kapısı yaptı.