Paylaş
Önce “Diktatör olsam diktatör diyemezdin, sallandırırlardı” dedi!
Sonra “Ben diktatör olacağım, o bana diktatör diyecek, vay haline” açılımını geliştirdi.
“Sallandırmak, vay haline” gibi deyimlerin içeriğini ve bu deyimleri kullanmaya yol açan bilinçaltını tartışmadan geçiyorum.
Evet, meseleyi böyle ortaya koyarsanız, haklısınız kimse size diktatör diyemez.
Ama zaten bu memlekette konuşmakta olduğumuz konu, başımızda bir diktatör bulunduğu değil, başımızdaki seçilmiş liderin diktatoryal hevesleri ve eğilimleri olduğudur.
TBMM’ye sunulmuş anayasa teklifini bir kez daha okumasını öneriyorum mesela.
Rejimin bütün denge–fren mekanizmalarından arındırılarak, her şeyin bir tek kişiye bağlanmasını öngören “ala Turka başkanlık sistemi” önerisini ortaya koyan kendisidir.
Demokratik bir ülkede, kimsenin aklından bile geçiremeyeceği yetkileri talep etmenin, “bir tek adam yönetimi kurma hevesinden” başka ne anlamı var?
Türkiye’de bakanlar, milletvekilleri bugünkü durumda bile Başbakan’dan habersiz adım atamazlarken, bir de o yetkilerin üstüne frenleri patlamış bir başkanlık sistemi yetkileri talep etmek, kusura bakmasın ama insanın aklına başka bir şey getirmiyor.
Putin de hesapta serbest seçimle işbaşına geldi ama kimse ona bir “demokrat lider” diye bakmıyor.
Onun bir kaş işaretiyle işadamları batırılıyor, bir göz işaretiyle demokratik protesto haklarını kullananlar hapse tıkılıyor.
Bize ne kadar benziyor değil mi?
Siyasi görüşünü beğenmediğin işadamının şirketlerine polis baskını yap, “Git derdini mahkemeye anlat” diyerek yasaya aykırı vergi cezaları kes, beğenmediğin gazeteciyi işten attır. Ondan sonra da “Ben diktatör olsam seni sallandırmıştım” de!
Polis devleti uygulamalarını, vatandaşları “onlar–bunlar” diye bölmeyi, “Ben karar verdim yapılacak”lara (mesela Çamlıca’ya cami diye bir ucube kondurma ısrarına) hiç girmiyorum.
Bu tartışma işte bu yüzden çıktı:
Hepimizi sallandırma noktasına gelmeden önce doğru yolu bulabilmeniz için!
Bazen iyi söylüyor ama!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Rize’de kendi adını taşıyan üniversitenin hocalarına hitaben bir konuşma yaptı.
“Ben bir siyasetçiyim, ilme ters bir şey istiyorsak ilim adamının ‘Öyle değil böyle’ demesi gerekmektedir. El pençe divan durup ‘Ferman buyurdunuz’ dememesi gerekir” dedi.
Başbakan’ın konuşmalarını okurken ya da dinlerken bazen kendimi bir kişilik bölünmesinin içine girmiş gibi zannediyorum.
Bir psikiyatra görünmem gerekmiyor tabii, bunun nedenini biliyorum, sorun bende değil, Başbakan’ın bazen öyle, bazen böyle konuşmasında!
Çok değil, bir yıl önce bu vakitler 4+4+4 sisteminin ve okula başlama yaşının 60 aya çekilmesinin sakıncalarını tartışıyorduk.
Konunun uzmanları, bilim adamları yapılanın yanlış olduğunu, 60 aylık çocukların okula başlatılmasının doğru olmadığını, okulöncesi eğitim için önemli adımlar atmış bir ülkenin bütün bu sistemi bir kenara fırlatıp atmasının yaratacağı sakıncaları anlatıyorlardı.
Ne oldu?
Bir kulaktan giren, öbüründen çıktı, Başbakan’ın bir kaş işaretiyle parmaklar kalktı ve on binlerce minicik çocuğun geleceği karartıldı.
Aradan bir sene geçtikten sonra bir “Pardon hata yaptık” bile demediler.
Bu tek örnek değil.
Kanal İstanbul’un nasıl bir çevre felaketine yol açacağını anlatmaya çalışan bilim adamlarına kulak veren var mı?
Üçüncü köprünün Boğaz’ın kuzeyine yapılmasının yol açacağı çevre sorunlarını anlatan, İstanbul’un trafik sorununu çözecek köprünün yerinin orası olamayacağını söyleyen bilim adamlarını dinleyen oldu mu?
Daha onlarca sayabilirim, ama yerim yetmez.
Başbakan söylediği sözlerin yarısını kendisi tutabilseydi, zaten bugün bu konuları konuşuyor olur muyduk?
Ve olaysız bir şekilde dağıldılar
ANKARA’da ABD Büyükelçiliği önünde toplanan bir grup, Mısır’daki askeri darbeyi protesto etmiş. Çeşitli sloganlar atan grup, daha sonra bir basın açıklaması yaparak dağılmış. Gazeteler protesto gösterisinin olaysız bir şekilde tamamlandığını yazıyor.
İstanbul’da da bundan dört gün önce Eskişehir’de katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünü protesto etmek için Antalya’dan yürüyerek gelen 7 genç bir basın açıklaması yapmak istedi ve karşılarında altı otobüs polis buldu.
Polisler biber gazı ve copları marifetiyle grubu engellemeye çalıştı. İtiş kakış oldu. Gençlerden biri sara krizi geçirince de polisler yardım etmek yerine tüymeyi tercih ettiler! “Ölürse ölsün, bize ne” diye düşünmüş olmalılar.
Gazetelerde bu gösterinin “olaysız şekilde” dağılmadığını okuduk, çünkü polis basın açıklamasının yapılmasına bile izin vermedi.
Faşizm böyle başlar, baştakiler böyle böyle diktatör olur zaten!
İktidarın sevdiklerine her şey serbest, geri kalanlara sopa anlayışının gideceği yer orasıdır çünkü.
Görüyorsunuz polis eğer gösteriye müdahale etmezse olay molay da çıkmıyor. Protestosunu yapan bir süre sonra çekip gidiyor, demokrasilerde olduğu gibi!
Paylaş