Paylaş
Onu da oyuna alırlar. Ama beklenmeyen bir şey olur ve Gary, Patrick’e yapışır, bir daha da bırakmaz, geceyi de birlikte geçirirler.
Sünger Bob, ertesi gün Gary’yi eve çağırır ama Gary kararlıdır. Patrick’i bırakmaz.
Çok üzülen Sünger, kendisine Lary isimli yeni bir salyangoz edinir. Ama Lary, Gary’nin yerini hiçbir zaman dolduramaz, Bob’un içindeki yalnızlık duygusunu daha da büyütür.
Bir gün Patrick ve Gary birlikte çamaşır yıkamaya Sünger Bob’un evine gelirler. Onları böyle “muck muck” gören Bob’un neşesi iyice kaçar. Patrick şortunu yıkamak için çamaşır makinesine atınca Gary şortun cebine girer, meğerse içinde bir kurabiye varmış!
Merakının Patrick değil, cebindeki kurabiyeye yönelik olduğu ortaya çıkar. Bob çok sevinir ve Gary ile yeniden arkadaş olur, birlikte gezmeye giderler.
Çocuklar için yapılmış bir çizgi film ama “büyükler âlemi” için de önemli şeyler anlatıyor.
Terk edilmenin üzüntüsü, teselliyi bir başkasında arama çabasının boşluğu, birisine eğilim göstermenin nedeninin “onun cebinin içindekiler” olması, “eski” arkadaşı “yenisi” ile birlikte ve eğlenirken görmenin kahrediciliği vs.
Hamile kaldıktan sonra terk edilen oyuncu ve sevgilisi ile ilgili haberleri, yorumları okurken yıllar önce bir sabaha karşı elimde TV kumandası, boş gözlerle seyrettiğim bu çizgi film geldi aklıma.
Oyuncunun eski sevgilisi için söylediği sözler üzerine yazılmış ve her ilişkinin kendi özel dinamikleri olduğunu unutan yorumlar yapıldı.
Fikir özgürlüğü var elbette, bu konuda da!
Ben eski sevgililer üzerine medyada yürütülen böyle atıp tutmaları okurken Ortega y Gasset’nin şu sözünü hatırlarım hep:
“Ya o adam sandığımız ölçüde kötü biri değildir; ya da kadın, aslında, sandığımız kertede seçkin bir kişilikte değildir.”
Dileyen “adam” ve kadın” kelimelerini yer değiştirerek de okuyabilir, sonuç değişmez.
Çünkü her şeyi bir yana bırakın, özel bir ilişkinin bitişinin ardından bütün çamaşırların ortaya saçılması en azından ayıptır.
Ama insan doğası diye de bir şey var. Biten ilişkinin ardından özellikle kadınlarda olan bir eğilim bu!
Bunu cinsiyetçilik yapmak için söylemiyorum, normal olarak erkekler, erkek arkadaşlarıyla bu tür konuları pek konuşmazlar. Kadın arkadaşların da birbirlerinin derdini kendi dertleri gibi görmelerinin rolünü de unutmayalım.
Sebep ne olursa olsun, sonunda biten ilişkinin bir tarafını dinlerseniz onun haklı, diğerinin haksız olduğunu düşünürsünüz.
Tartışma medyada sürse de böyledir, bir gece vakti oturma odasındaki koltukların üzerinde cereyan ediyorsa da böyledir.
Olanak olsa diğer tarafla da konuşsanız, bu kez ona hak vermeniz de kaçınılmazdır.
Bir erkek, bir kadının nesini beğenir ve tutulur? Ya da tersi, bir kadın bir erkekte ne bulur da ondan başkasını gözü görmez olur?
Esmer, kumral ya da sarışın olması mı? Vücut hatları mı? Gözlerinin rengi, yüzünün biçimi vs. mi? Boyu bosu mu, serveti mi, makamı mı?
Asla bilemezsiniz.
Kıvılcımı çaktıran şeyin ne olduğunu kendi kendinize tarif etmeye çalışsanız bile bir süre sonra o ayrıntının yok olduğunu, hatta önemsiz olduğunu görürsünüz.
Sevdiğiniz şey bir bütündür, bir yeri diğerine baskın çıkmaz.
Elbette burada cüzdana dayanan “seviyeli ilişkilerden” söz etmiyoruz, gerçek sevgi konumuz.
Birisini beğenirseniz onu etkilemek için rol yeteneğiniz de gelişir.
Aslında kendinize ait olmayan davranışlar edinirsiniz. Gerçekte olduğunuzu bildiğiniz kişiden farklı bir kişilik ortaya koymaya çalışırsınız.
Bir süre sonra hangisi gerçek sizsiziniz, hangisi oynadığınız roldür birbirine iyice karışır.
Bu rolü çiftlerden her biri oynar.
Zamanla rolü içselleştirmek elbette mümkündür, karakterinizin değiştiğini görebilirsiniz. Bazen de bu mümkün olmaz tabii.
Rol ya da gerçek, karşınızdaki kişi sizi böyle bir bütün olarak sever.
İlk günlerin heyecanı geçince, içselleştirilmemiş rollerin yaratacağı çatışmalar, sıkıntılar baş gösterir doğal olarak.
“Eskiden böyle değildin” tartışmaları başlar, “Sen çok değiştin” diye devam eder.
Yollar ayrıldığında da dizler dövülür: Meğerse benim sevdiğim insan bambaşka biriymiş, hiç olduğu gibi birisi değilmiş vs.
Aslında o son noktaya gelene kadar çiftler, eğer birbirlerini gerçekten sevdilerse, ucundan kıyısından yakaladıkları açıkları affetmeye de eğilimlidirler.
Hatta hangi davranışın rol, hangisinin gerçek olduğunu bile ayırt edebilirler ama bunu kendilerine de itiraf etmek istemezler.
Çünkü bunu kendi içlerinde yüksek sesle söylerlerse ilişkiyi bitirmeleri gerekeceğini de bilirler. Amor omnia vincit! “Aşk her güçlüğü yener” sözü bundan çıkmıştır.
Ama derinleşmiş bir ilişkinin bitmesini istemek de kolay değildir, “Ben bugün sabah karar verdim, ilişkimizi bitiriyorum” demek de! Normal olarak ilişkiler, DJ deyimiyle “fade out” olarak biterler.
Böyle diyebilen birisinin aklında bir başkasında olma ihtimalini değerlendirmenizi öneririm.
Roma hukuk düzeninin temellerinden biri sayılması lazım gelen Latince Audiatur et altera pars (Diğer tarafı da dinleyelim) sözünü, adalet sistemimiz de bizler de epeydir unutmuş bulunuyoruz.
Bir ilişkinin tarafları hakkında bir karar verecekseniz, yapmanız gereken budur.
Ama bu hemen hiçbir zaman mümkün olmayan bir şeydir ve aslına bakarsanız üçüncü şahıslar bir ilişkinin niteliği ile ilgili karar verme hakkına da sahip değillerdir.
Aşk, ikili bir ilişkidir, bazı durumlarda ikili deliliğe de dönüşebilir ama üçüncü kişilere susup oturmaktan başka bir tavır düşmez.
Çiftlerin de biraz “empati” yapmayı bilmeleri gerekir.
Onlara bunu hatırlatacak bir şarkı ile bağlayalım, internette Ajda Pekkan’dan bulup dinleyebilirsiniz. Geride bıraktığınız kırık bir kalp varsa, düzeltmek için bir fırsat yaratmayı da düşünürsünüz belki. Şarkımız geliyor:
“Nasıl bir kalp bıraktın / bilir misin ardında / eden bulur güzelim / kalır sanma yanına!”
Paylaş